SPİNOZA’NIN TANRI-ÂLEM İLİŞKİSİNDE İÇKİNLİK AŞKINLIK PROBLEMİ - 1

M. Kazım ARICAN

Bu makale Spinoza’nın Tanrı-alem anlayışını ve içkinlik-aşkınlık problemini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Yani, bu çerçevede Spinoza teolojisinde Tanrı-alem ilişkisi ve içkinlik-aşkınlık problemi incelenecektir. Ayrıca Tanrı-alem özdeş midir yoksa ayrı/farklı mıdır sorularına cevap aranacaktır.

Giriş

Spinoza felsefesinin en zor problemlerinin başında, Tanrı’nın alemdeki şeylerle ilişkisi gelmektedir. Bu konu içinde, Tanrı ve alemin özdeş olup olmadığı problemi ve buna ilişkin olarak Tanrı’nın aleme içkin mi aşkın mı yoksa hem içkin hem de aşkın mı olduğu sorusu ön plana çıkmaktadır.

Spinoza, Orta Çağ teolojisinden aldığı terminoloji ile bu konuyu felsefesinde söz konusu eder. Ancak onun düşünceleri bir birinden farklı şekillerde anlaşıldığı için bir birine zıt şekillerde yorumlanmaktadır. Söz gelişi onun Tanrı ve alemi özdeş kabul ettiğini savunanlar olduğu gibi, Tanrı ve alemi ayrı kabul ettiğini iddia edenler de bulunmaktadır. Keza onun Tanrı’yı aleme yalnızca içkin kabul ettiğini iddia edenler olduğu gibi, Tanrı’yı aleme hem içkin hem de aşkın kabul ettiğini savunanlar da bulunmaktadır. Dolayısıyla onun bu konuya ilişkin düşünceleri bir birinden farklılık arz  eden tartışmalar şekilde sürüp gitmektedir. Biz de Spinoza felsefesinde tartışma konusu edilen böylesi bir konuyu onun eserlerinden ve konu üzerine fikir yürüten Spinoza yorumcularından hareketle incelemeye ve konuya açıklık kazandırmaya çalışacağız.

A. Spinoza Teolojisinde Tanrı-Alem İlişkisi

Spinoza genel olarak panteist bir filozof olarak bilindiği için, doğal olarak Tanrı ve alemi de özdeş kabul ettiği düşünülmektedir. Acaba ona göre Tanrı ve alem özdeş midir yoksa ayrı mıdır? Çalışmamızın en başında Spinoza’nın felsefesindeki bu probleme açıklık kazandırmaya çalışalım.

Her şeyden önce, Spinoza’nın kendi yazılarından hareket edildiğinde, Tanrı ve âlemin özdeş olduğunu düşünmek kolay olmasa gerektir. Çünkü o, klasik panteistler gibi, ‘Her şey Tanrı’dır’ ve ‘Tanrı her şeydir’ diyerek, her şeyi tek bir varlığa irca etmiş gözükmemektedir. Zira Spinoza’nın, kalıp olarak ‘Her şey Tanrı’dır’ ve ‘Tanrı her şeydir’, tarzında herhangi bir söylemini doğrudan kendi eserlerinde bulmak olanaklı değildir. Oysa doğrudan Spinoza’nın kendi ifadelerine başvurduğumuzda onun, belki de panenteistlerle ortak bir bağlamda, ‘her şey Tanrı’da-dır’, ‘var olan her şey Tanrı’da-dır’ ya da ‘her şey Tanrı’da vardır’, ‘var olan her şey Tanrı’da-dır ve Tanrı sayesinde tasarlanabilir’, ‘var olan her şey Tanrı’da-dır ve Tanrı’ya bağlıdır ki Onsuz ne var olabilirler ne de tasarlanabilirler’, ‘varolan her bir şey Tanrı’da-dır’ ve ‘her şey Tanrı’da-dır ve Ona bağlıdır, Onsuz hiçbir şey var olamaz ve tasarlanamaz’ düşüncelerini dillendirdiği görülmektedir.

Özetle Spinoza’nın bu düşüncelerine göre ‘buradan şu sonuç çıkar ki, varolan her şey Tanrısız ne varolabilir, ne tasarlanabilir’. Dolayısıyla Spinoza ne her şeyi sadece Tanrı sayarak âlemi yok saymakta, ne de Tanrı’yı tüm şeylere indirgeyerek her şeye Tanrılık atfetmektedir. O, Tanrı’yı her şeyin yegane varlık sebebi görmekte ve her şeyin Onun sayesinde ve Onun tarafından meydana getirildiğini belirtmektedir. Böylece var olan şeyler Spinoza’ya göre Tanrı tarafından meydana getirildiğine göre sonlu ve Tanrı’dan ayrı şeylerdir.

Diğer yandan Spinoza’ya göre, Tanrı’nın âlemi meydana getirme eylemi (operation) ile âlemi koruma ve muhafaza eylemi aynı şeydir. Neticede ona göre, Tanrı ve meydana gelen şeyler ayrı ayrı şeylerdir. Ancak burada Tanrı sayesinde meydana gelen şeylerin nasıl meydana geldiğinin keyfiyeti ayrıca sorgulanacak bir sorundur. Zira Spinoza’ya göre şeyler Tanrı’nın irade hürlüğü ile meydana gelmeyip zorunlulukla ve önceden belirlenmek suretiyle var olmuşlardır. Spinoza’ya göre âlem, mutlak bir şekilde Tanrı tarafından meydana getirilmiş ve Tanrı tarafından da koruma ve muhafaza altına alınmıştır. Tanrı her an âlemi gözetip, korumaktadır ve Onun âlemdeki eylemi ve koruması da devam etmektedir. Çünkü Spinoza’ya göre güç ya da kudret, bir şeyin korunması gibi meydana getirilmesini de gerektirmektedir.

Bu düşünceleri dikkate alındığında, bize göre, Hegel’in (1770-1831) iddia ettiği gibi Spinoza, akozmik olarak telakki edilmeyi de pek hak ediyor gözükmüyor gibidir. Zira, yukarıda var olanlara ilişkin olarak ifadeleri ayrıntılı bir şekilde dile getirilen Spinoza’nın söz konusu düşüncelerine göre, Tanrı ve âlem ontolojik olarak iki ayrı varlık kategorisi olarak ayrıştırılmakta ve âlem Tanrı tarafından ya da Tanrı sayesinde meydana getirilmiş olarak telakki edilmektedir.

Ona göre alemin Tanrı’nın meydana getirmiş olduğu sonlu varlıklardan hiçbir farkı bulunmamaktadır. Masson’un da vurguladığı gibi, Spinoza’ya göre, ‘her şeyi meydana getiren (made), yöneten (direct) ve âlemin devam etmesini sağlayan (sustain) bir Varlık ya da Tanrı vardır’.

Spinoza’ya göre, Tanrı, âlemi meydana getirince âlemdeki düzeni korumak için yasalar da koymuştur. Bu yasalar tabiat ya da tabiî yasalardır (natural laws). Yani âlemde her an daim olan yasalardır. Güneşin doğudan doğup batıdan batması, ateşin yakması, yükselen bulutun yağması gibi. İşte, ona göre, söz konusu tabiî yasalar, tabiî aklın ışığıyla Tanrı’nın açığa vurmuş olduğu emirleridir (decrees). Tanrı’nın emirleri de değişmezdir.

Yirmiyahu Yovel’e göre, Spinoza’nın buradaki düşüncelerinden, onun, Tanrı’nın emirleriyle tabiat kanunlarını özdeş gördüğü anlaşılmaktadır. Bu sebeple olsa gerek, Yovel, Spinoza’daki tabii yasaları, Tanrı’nın her yerde hâzır ve nâzır olduğuna (God’s omnipresence) ve O’nun her yerde hem içkin hem de her şeye aşkın olduğuna işaret eden sonsuz tavır (infinite mode) olarak yorumlamaktadır.

Spinoza’ya göre, âlemde tabiî bir düzen vardır. Âlem kendi başına, düzensiz ve kontrolsüz değildir. Tabiî yasanın diğer bir ifadesi de İlahi yasadır (Divine Law). Bu yasa, Tanrı’nın emirleriyle meydana gelmiştir. Bu sebeple, Masson da, Spinoza’da, ‘Tabiatın evrensel yasaları, Tanrı’nın ezeli emirlerinden başka bir şey değildir’ ve ‘insan da tabii yasaya (natural law) göre işleyen (acting) tabiatın bir parçasıdır’ der. Aynı şekilde, tabiat yasası, Tanrı’nın yasasının aynısıdır. Dolayısıyla, teolojik ve fiziksel sonuçlar ya da yasalar bir biriyle tamamen özdeştir.

Bununla birlikte, Spinoza’ya göre, Tanrı, âlemde koymuş olduğu tabiî yasayı korumakta, dolayısıyla da âlemi koruyup gözetmiş olmaktadır. Ona göre, Tanrı’nın olağan (ordinary) kudreti, âlemi belli bir düzen içinde işlemek üzere korumaktadır.

Bu çerçevede Tanrı’nın Dört tür Kudreti vardır: Mutlak Kudreti (Absolute Power), düzenleyici kudreti (regulated Power), olağan kudreti (ordinary Power) ve olağanüstü ya da olağan dışı kudreti (extraordinary Power). Tanrı’nın emirleri referans alınmaksızın Onun Kâdir-i Mutlak (Omnipotence) oluşu dikkate alındığında, Tanrı’nın kudretinin Mutlak olduğu görülür. Tanrı’nın emirleri dikkate alındığında, Tanrı’nın düzenleyici kudreti olduğu anlaşılır. Bu ikisinin dışında, Tanrı’nın belli bir düzen içinde âlemi koruması ve muhafaza etmesi (conserves) Onun olağan kudretini ifade ederken; tabiî düzen dışında bazı şeyler yapmak için Tanrı’nın kullanmış olduğu kudreti ise, Onun olağanüstü kudretine işaret etmektedir. Dolayısıyla, mucizeler Tanrı’nın olağanüstü kudretiyle gerçekleşmektedir.

Görüldüğü gibi Spinoza, Tanrı’nın kudretinin dört şekilde tecelli ettiğini düşünmektedir. Âlemin ve âlemde Tanrı’nın emirleri sonucunda oluşmuş olan tabiî yasaların korunması için Tanrı’nın olağan kudreti aktiftir. Ona göre, Tanrı, kimi zaman koymuş olduğu tabiî yasaları, belli bir süre yıkabilir ya da askıya alabilir. İşte bu zaman, Tanrı’nın mucizeler meydana getirmek istediği anlardır. Dolayısıyla, yukarıda da belirttiğimiz üzere, Tanrı, söz konusu tabiî yasaların ve düzenin dışında, olağan dışı ve olağanüstü herhangi bir şey yapmak istediğinde, olağanüstü kudretini kullanmaktadır. Spinoza’ya göre, Tanrı ve âlem ayrı ayrı şeylerdir. Nitekim, Spinoza, arkadaşı Oldenburg’a yazdığı mektupta Tanrı ve âlem bir ve aynı şeydir diyen kimseler açıkça büyük bir yanılgı içindedirler demektedir. Ayrıca onun yukarıdaki düşüncelerinden de anlaşılacağı üzere, aynı şekilde Tanrı’nın, her şeye gücü yeten Kudret sahibi Mükemmel bir varlık olduğunu, alemin ise Tanrı’nın yarattığı sonlu ve mümkün varlıklardan birisi olduğunu belirtmektedir.

Spinoza, arkadaşı Hugo Bexol’e yazdığı mektupta, âlemin zorunlu olarak yaratılışını konu edinmektedir. Âlem Tanrı tarafından meydana getirilmiş olunca âlemin Tanrı’yla özdeş olmasından ve Tanrı-âlem aynılığından bahsedilemez. Dolayısıyla, her ikisinin de ayrı ayrı olduğu, âlemin de, Tanrı’nın emir ve gözetimi altında olduğu anlaşılacaktır. Nitekim, Spinoza, âlemde varolan tabiî yasaların Tanrı’nın emir ve yaratması sonucunda meydana geldiğini belirtir. Bu hususu, o, özellikle, ‘Tabiî yasalar, Tabiî aklın ışığıyla vahyedilen Tanrı’nın emirleridir’ diyerek vurgular.

Spinoza yorumcularından Duff da, Spinoza’ya göre, tabii yasaların Tanrı’nın yasalarından başka bir şey olmadığına dikkat çekmektedir. Hatta, ona göre, Spinoza’nın anlayışındaki Tanrı’nın yasaları, insanın yasaları ve tabiat yasaları ayrımları, eninde sonunda tamamen Tanrı’ya dayanmaktadır ve hepsi Tanrı’nın yasaları sonucunda meydana gelmektedir.

Görüldüğü üzere, Spinoza’ya göre, hem âlemin kendisi, hem de âlemde var olan yasalar ve her şey, Tanrı’nın emirleri sonucu meydana gelmiştir. Aynı şekilde, Spinoza, Tanrı’nın âlemi ebedî gücüyle yarattığını düşünür. Yani Tanrı zorunlu sonsuz kudretiyle yaratır. Tahminî olarak o, âlemin yaratılışı hakkındaki düşüncelerini de dile getirir. Zaman bilimcilerin (Chronologists) hesaplamalarına göre dünya, yaklaşık olarak beş milyar yıl önce yaratılmıştır. Dolayısıyla Spinoza, bu düşüncesiyle âlemin bir öncesinin ve başlangıcının olduğunu  düşünür. Tanrı ve âlem ayrı ayrı şeyler olup, hem mahiyet hem de varlık açısından ayrılık ve farklılık ortaya çıkmaktadır.

Tanrı’nın Mahiyeti ve Varlığı konusunda, Spinoza, varlıkları iki kısımda ele almaktadır. Zorunlu varlık, mümkün varlıklar. Zorunlu varlık; var olmak için başka bir varlığın yardımına gerek duymayan ve kendi kendisine varolan varlıktır. Bu anlamda zorunlu olan varlık yalnızca Tanrı’dır. Tanrı’dan başka hiçbir varlık kendi kendine var olamamaktadır. Mümkün varlıklar ise, var olmak için kendinden daha mükemmel bir varlığın yardımına gerek duyan varlıklardır. Diğer bir ifadeyle, bu varlıklar yaratılmış varlıklardır. Bu çerçevede, Spinoza’ya göre, âlem de mümkün varlıklardan biridir. Mümkün varlıklar, Spinoza tarafından özü varlığını kuşatmayan ve sonlu olarak da ifade edilmektedir. Zorunlu varlık ise, özü varlığını kuşatan, ezelî ve ebedî olan varlıktır.

Dolayısıyla, âlem, Tanrı’yla aynı ve bir olabilmek için hiçbir ortak özelliğe sahip değildir. Mümkün varlık olmasıyla alem, özü varlığını kuşatmayan yani her an varolması ve yok olması mümkün olan bir varlıktır. Çünkü, her şeyden önce Tanrı, her şeyin meydana getiricisidir. Zorunlu olarak her şeyi biliyor olmasıyla da varlığı mümkün olan her şeyin zorunlu olarak yaratıcısıdır .
1 | 2 | 3 | 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP