Aristoteles Mantığı ile Felsefe-Bilim İlişkisi - 1
|
İsmail KÖZ
1) Aristoteles Mantığının Özellikleri
Antikçağ mantık ve felsefe ekolleri arasındaki en önemli problemlerden birisi mantık bir bilim midir? Yoksa sanat mıdır?, tartışmasıdır. AntikYunan'da felsefi okullar arasında mantığın felsefeyle ilgisi üzerinde ortaya çıkan bu tartışma özellikle Antikçağ'ın iki ana mantık okulu olan Peripatetik okul ile Stoacı okul arasında gerçekleşmiştir. Asıl sorun mantığın felsefenin bir disiplini olup olmadığıdır. Birbaşka ifadeyle mantık felsefenin bir disiplini midir? Yoksa felsefe yapmanın, bilimi kurmanın metodu mudur?
Mantığın felsefe ile ilgisi konusunda üç temel görüş vardır:
"Peripatetikler mantığın felsefenin yalnızca bir aleti olduğunu söylerken, Stoacılar mantığın felsefenin bir kısmı olduğu; Platoncular ise mantığın eşit olarak hem felsefenin bir kısmı hem de aleti olduğu görüşündeydiler. Aristoteles yorumcularından Ammonius, Platonculann fikrini kabul ederek şöyle bir uzlaştırma denemesine girmiştir: Eğer kıyası terimlerin içerikleri açısından ele alırsak o zaman mantığa felsefenin bir kısmı olarak bakabiliriz. Fakat kıyası semboller ile ifade edilen soyut kurallar olarak görürsek, Peripatetiklerin Aristoteles'i takibederek yaptıkları gibi o zaman mantığı felsefenin bir aleti olarak kabul edebiliriz."
Aristoteles'in mantığı bir alet olarak değerlendirdiği çok açıktır. Bu da mantığı bütün bilimlerin öncesine yerleştirmektir. Önce alet bilinecek ve kullanılarak felsefe ve bilim inşa edilecektir. Bu yönüyle onun mantığına felsefenin ve bilimin aleti anlamında Organon denmiştir. Ancak yine de Aristoteles mantık ile diğer bilimlerin ilişkisini tam bir şekilde açıklamadığı için konuyla ilgili önemli tartışmalar modem zamanlarda da hala sürmektedir.
Mantığın kurucusu Aristoteles'in felsefe ve bilimi ile mantığı arasında tam bir uygunluk, karşılıklı ve birebir bağlantı görenler de vardır. Onda niteliğe dayanan (qualitative) bir bilimle yüklemli (predicative) bir mantık örtüşmektedir. Çünkü bu düşünüş sistemi, bu mantık sadece entelektüel bir merak üzerine değil, belirli bir görevi yerine getirmek için, bu felsefeyi düşünmek için kurulmuştur. Bu nedenle Aristoteles mantığına Organon, başka bir ifadeyle bilim ve felsefenin aleti denmiştir. Atademir ise, Kategoriler tercümesinin önsözünde şunları ileri sürmektedir: "Aristoteles, mantığı ne fizik, matematik ve metafizik gibi teoretik; ne ahlak, iktisat ve siyaset gibi pratik; ne de retorik, şiir ve diyalektik gibi poetik bilimlerden saymamakla onu bir bilim olarak görmemiştir. Bundan ötürü ne ikili ne de üçlü bilim sınıflamalarında mantığa rastlanmamaktadır. Ona göre mantık bilimlerin girişi, aleti veya bilimin şekli ve hatta bütün bilimler bu alete muhtaç olduklarından bilimlerin bilimidir." Görüldüğü gibi mantığın bilimler karşısındaki konumunun ne olduğu ta başından beri tartışılan bir konudur. Modem zamanlarda da bu tartışmanın devam ettiğine şahit oluyoruz. Gelecekte de mantığın bilimler arasındaki yeri ve etkisinin önemli bir tartışma konusu olacağı muhtemeldir.
Mantık nedir? sorusu mantığın kuruluşundan beri üzerinde durulan önemli bir probleme işaret etmektedir. Mantık nedir, diye sorduğumuzda buna birbirinden farklı tanımlar verilmektedir. Bu nedenle mantıkta bir tanımlar çokluğundan bahsedebiliriz.
Mesela: 1) Mantık var olanın genel niteliklerinin bilimidir; 2) Mantık herhangi belirlenmemiş nesnenin fiziğidir; 3) Mantık, düşünüşün ideal kanunlarının bilimidir; 4) Mantık doğru düşünme sanatıdır, gibi tanımlara rastlayabiliriz.
Birinci tanıma göre mantık, varlıkbilim, ikincisine göre çok genelleştirilmiş bir doğa bilimidir. Yukarıda da belirtildiği gibi mantığı nesnelerin fiziği olarak kabul eden anlayış onu nesnelerin varlığına ve nesnelerin kendi aralarındaki ilişkilere ait kanunların bütünü olarak görmektedir. Üçüncüsünde fizikötesi söz konusudur. Bir başka ifadeyle metafizik bir hüviyete bürünmektedir. Bu da demektir ki, mantık ideal bir varlık bilimidir; zihin tarafından bulunmuş ve kurulmuş değildir. O öyle varolduğu için zihin onu bulur ve bilir. Dördüncü tanımda mantık artık bilim değil ancak bir sanat yani sadece belirli bir amaca varmak, doğru düşünmek için konmuş bir takım kurallar bütünüdür. Bir başka ifadeyle bilimlere giriş, bir metot olması sözkonusudur. Aslında Aristoteles'in görüşü de bu sonuncusudur, denebilir.
Mantığın tanımı yapılırken, felsefenin diğer disiplinleriyle karşılaştırılması sözkonusudur: Mesela Kant'ın değerlendirmesinde Eski Yunan felsefesi üç bilime ayrılıyordu: "Fizik, etik ve mantık: Her akıl bilgisi ya içeriklidir ve bir nesneyi ele alır; ya da biçimseldir ve nesnelerde ayırım yapmaksızın, anlama yetisi ile aklın yalnız biçimiyle ve düşünmenin genel kurallarıyla uğraşır. Biçimsel felsefeye mantık denir. Belirli nesnelerle ve bu nesnelerin bağlı olduğu yasalarla ilgili olan içerikli felsefe de yine ikiye ayrılır. Çünkü bu yasalar ya doğanın ya da özgürlüğün yasalarıdır. İlk yasalara ilişkin bilime fizik, diğerlerine ilişkin olana ise etik denir. Mantığın, düşünmenin genel ve zorunlu yasalarının dayandığı temellerin deneyle bir ilgisi yoktur. Yoksa mantık anlama yetisi ve akıl için bütün düşünmede geçerli olan ve kanıtlanması gereken bir kurallar bütünü olamazdı." "Deneye dayanan her felsefeye deneysel, öğretilerini yalnızca apriori ilkelerden çıkarıp sunana ise saf felsefe denebilir. Bu sonuncusuna sırf biçimselolduğu zaman mantık denir. "
Aristoteles'de gerçek varlığın, varlık olarak varlığın bilimi metafizik olduğundan mantık gerçek varlığın bilimi değildir. Fakat varlığın kanunları düşüncenin de kanunları olduğundan varlık kanunlarıyla düşünce kanunlarının bu özdeşleştirilmesi sonucunda mantık metafizik veya ontolojik karakterine bürünerek objektif hakikatin bilgisi, aklı varlıkların bilgisi olmaktadır. Bu suretle o bilimin aleti olmakla kalmıyor, bilimin kendisini de konu olarak alıyor. Hızır, Aristoteles'in mantığın formel kaynağını duyulabilir denemede değil, varlığın ve kanunlarının ifadesi olan aklın kendisinde gördüğünü ileri sürer.
Aristoteles mantık sisteminde duyulabilir denemeden çok aklın kendisinde bulunan kanunları ifade etmekten başka bir şey yapmamıştır. Gerçekte Aristoteles'e göre aklı apriori olarak varlıktan ayrı, bağımsız düşünemeyiz. Yarlıktaki düzen ve işleyiş düşünmemize de yansır. Ancak bu şekilde düşünen özne ile düşünülen nesne arasındaki karşılıklı bağıntı kavranabilir. Daha doğrusu akıl ve gerçeklik arasında uyum düşünülebilir. Gerçekliğin yapısı aklınkine uygun olduğundan mantık ilkeleri gerçek üzerine dayanmaktadır. Ye böylece mantık felsefenin bir disiplini olarak görülebilmektedir.
Buna ilaveten Aristoteles'in mantığı, fizik ve matafizik hakikatlere, ispat için uygulaması onda fizik ve metafizik hakikatlerin birbirine bağlı olduğu fikrine yolaçmıştır. Bunun neticesinde onun mantığını ilk formel bir mantık sistemi olarak görenlerin yanında, materyal bir karakterde olduğunu söyleyenler de çıkmıştır. Fakat mantığın bütün bilimler için bir ortak yöntem olması Aristoteles' de mantığın bir varlık bilimi gibi görülmesine neden olmamalıdır.
Aristoteles'in bilim yaparken genel anlayışın tersine duyumları göz ardı etmeden gözlemi, karşılaştırmayı deneme ve tümevanmı devamlı kullanmasına rağmen onu yalnız kıyas yoluyla ispatçı bir bilimin kurucusu, bir bilim teorisyeni olarak tahlil ve tenkit etmek adet olmuştur. Oysa Aristoteles madde kavramını öne sürerek farklı değişim biçimlerini ayırt etmiş, bunları betimleyip tartışarak özcülüğü kurmuştur.
Varlığın tümel yönlerini nesneye bağımlı kılmakla algıladığımız fiziksel dünyayı felsefe için çıkış noktası yapmıştır. Deneyi bilgiye temel yapan, maddeci gerçekçiliği bilinçli olarak ilk kuran yine Aristoteles 'tir. Fakat yine de yeni bilimsel gelişmelerin ve metot anlayışlarının gerisinde kaldığı iddia edilmiştir. Bunun sebebi de Aristoteles mantığının 2000 sene mümkün olan yegane mantık olarak kabul edilmesidir. Bu anlayış nedeniyle uzun asırlar boyunca mantık ne bir adım gerilemesi ne de bir adım ilerlemesi mümkün olmayan bir sistem kabul edilmiştir. Ortaçağ'da ise mantık tamamiyle bir şekilden ibaret kaldığından mantığın eşyanın derinliğine inmediği; hep bilimin dışında özlerle ve bilinen hakikatlerle uğraştığı fikri yerleşmiştir.
Bunun sebebi Aristoteles'in bilgi ve bilim anlayışıdır. Çünkü onda bilimin konusu öz manasında olduğundan başka türlü olmayandır. O bilmekten ispat vasıtasıyla bilmeyi kasteder, zorunlu sonucu vermesi içinispatı da değişmeyen öz üzerine kurar. Onun bütün sisteminin temelinde yatan anlayış, ilmin en öz vasfı "niçin"i göz önünde tutmaktır. Aristoteles bu niçinin bilgisini elde etmede sebeple özdeşleştirdiği özü yüklü bulunan orta terime ağırlık veriyor.
Ona göre "orta terim" şekildir, özdür. Aristoteles için önce dikkat edilecek husus özün tasdiki meselesidir. Öz, bir varlığın zaruri karakterlerinin bütünüdür. ilmin konusu zorunlu ve tümelolan olduğu için özü bulmak gerekir. Çünkü ona göre kıyaslar prensip olarak hep formel özü alırlar, yalnız özün kıyası olabilir.
Bu özün bilgisi de kıyasta "Birinci Şekil" ile elde edilir. Çünkü şekillerin en ilmi olanı budur. Kıyas, dedüksiyonun en mükemmel şeklidir, dedüktif delil türünden bir tanesidir. "Dedüksiyonda problem, ilk önerıneler nasıl elde edilir. Dedüksiyonun bir yerden başlaması gerektiğinden, bu başlangıç ispat edilmemiş, ispattan farklı bir yolla bilinmesi gereken bir şeyle başlamalıdır. Aristoteles bu konuda öz (essence) kavramına dayanıyor. Bu da özel olaylardan elde edilen genel kavramlardır." Öz' ün nasıl mantığın konusu olduğuna Husserl şöyle bir açıklık getirir: "Öz de rastlantısal olmayan, nesnel, zaman içinde değişmeyendir. Bu durumuyla mantığın konusudur. Nasıl öz, fenomenolojinin yöntemiyle dünyasal, olgusal niteliklerinden antılmışsa mantığın nesneleri de aynı niteliği taşırlar."
Şimdi önce Aristoteles'in kıyas teorisinin yapısını irdeleyelim. O, sözün, dille düşünce arasındaki münasebetin kısaca açıklamasından başlayarak kavram, önerme, kıyas ve ispat teorilerini kurmuştur. Çünkü onun mantık sisteminde kavramlar, önermeleri; önermeler de kıyasları oluşturur. Bu nedenle asıl amaç kıyasların incelenmesidir. Genelde klasik mantığa karşı tenkitler kıyas teorisi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bununla birlikte gerek önerme, gerekse kavram anlayışı, onun varlık felsefesiyle yakından ilişkili bulunmuştur. Çünkü sisteminin temelinde kavram yatar; kavram da onun felsefesinde varlıkla sıkı sıkıya bağlıdır.
Kıyas dedüksiyonun en mükemmel şeklidir, demiştik. Aristoteles için dedüksiyon, mantıksal ispatın özünü oluşturur. İspatta sonuç, delilin öncülleri denen diğer önermelerden dedüksiyonla çıkarılır. Delil öyle kurulur ki, öncüller doğru ise sonuç da zorunlu olarak doğrudur. İşte Aristoteles de bu ispat yapısının ne olduğunu ortaya koymak daha doğrusu ispat teorisini geliştirmek istemiştir. Çünkü Birinci Analitiklerin başında kıyas teorisini incelerken, bu incelemenin konusunun ispat olduğunu ve bağlı olduğu ilmin de ispatçı ilim olduğunu açıkça belirtir.
Gerçekten de Aristoteles mantığının asıl ölmez yönü 1. Analitiklerde geliştirmiş olduğu bu kıyas teorisidir. O, kıyası şöyle tanımlar: "Kıyas bir sözdür ki, kendisinde bazı şeylerin konulmasıyla bu verilenden başka bir şey, sadece bu veriler dolayısıyle gerekli olarak çıkar."
1) Aristoteles Mantığının Özellikleri
Antikçağ mantık ve felsefe ekolleri arasındaki en önemli problemlerden birisi mantık bir bilim midir? Yoksa sanat mıdır?, tartışmasıdır. AntikYunan'da felsefi okullar arasında mantığın felsefeyle ilgisi üzerinde ortaya çıkan bu tartışma özellikle Antikçağ'ın iki ana mantık okulu olan Peripatetik okul ile Stoacı okul arasında gerçekleşmiştir. Asıl sorun mantığın felsefenin bir disiplini olup olmadığıdır. Birbaşka ifadeyle mantık felsefenin bir disiplini midir? Yoksa felsefe yapmanın, bilimi kurmanın metodu mudur?
Mantığın felsefe ile ilgisi konusunda üç temel görüş vardır:
"Peripatetikler mantığın felsefenin yalnızca bir aleti olduğunu söylerken, Stoacılar mantığın felsefenin bir kısmı olduğu; Platoncular ise mantığın eşit olarak hem felsefenin bir kısmı hem de aleti olduğu görüşündeydiler. Aristoteles yorumcularından Ammonius, Platonculann fikrini kabul ederek şöyle bir uzlaştırma denemesine girmiştir: Eğer kıyası terimlerin içerikleri açısından ele alırsak o zaman mantığa felsefenin bir kısmı olarak bakabiliriz. Fakat kıyası semboller ile ifade edilen soyut kurallar olarak görürsek, Peripatetiklerin Aristoteles'i takibederek yaptıkları gibi o zaman mantığı felsefenin bir aleti olarak kabul edebiliriz."
Aristoteles'in mantığı bir alet olarak değerlendirdiği çok açıktır. Bu da mantığı bütün bilimlerin öncesine yerleştirmektir. Önce alet bilinecek ve kullanılarak felsefe ve bilim inşa edilecektir. Bu yönüyle onun mantığına felsefenin ve bilimin aleti anlamında Organon denmiştir. Ancak yine de Aristoteles mantık ile diğer bilimlerin ilişkisini tam bir şekilde açıklamadığı için konuyla ilgili önemli tartışmalar modem zamanlarda da hala sürmektedir.
Mantığın kurucusu Aristoteles'in felsefe ve bilimi ile mantığı arasında tam bir uygunluk, karşılıklı ve birebir bağlantı görenler de vardır. Onda niteliğe dayanan (qualitative) bir bilimle yüklemli (predicative) bir mantık örtüşmektedir. Çünkü bu düşünüş sistemi, bu mantık sadece entelektüel bir merak üzerine değil, belirli bir görevi yerine getirmek için, bu felsefeyi düşünmek için kurulmuştur. Bu nedenle Aristoteles mantığına Organon, başka bir ifadeyle bilim ve felsefenin aleti denmiştir. Atademir ise, Kategoriler tercümesinin önsözünde şunları ileri sürmektedir: "Aristoteles, mantığı ne fizik, matematik ve metafizik gibi teoretik; ne ahlak, iktisat ve siyaset gibi pratik; ne de retorik, şiir ve diyalektik gibi poetik bilimlerden saymamakla onu bir bilim olarak görmemiştir. Bundan ötürü ne ikili ne de üçlü bilim sınıflamalarında mantığa rastlanmamaktadır. Ona göre mantık bilimlerin girişi, aleti veya bilimin şekli ve hatta bütün bilimler bu alete muhtaç olduklarından bilimlerin bilimidir." Görüldüğü gibi mantığın bilimler karşısındaki konumunun ne olduğu ta başından beri tartışılan bir konudur. Modem zamanlarda da bu tartışmanın devam ettiğine şahit oluyoruz. Gelecekte de mantığın bilimler arasındaki yeri ve etkisinin önemli bir tartışma konusu olacağı muhtemeldir.
Mantık nedir? sorusu mantığın kuruluşundan beri üzerinde durulan önemli bir probleme işaret etmektedir. Mantık nedir, diye sorduğumuzda buna birbirinden farklı tanımlar verilmektedir. Bu nedenle mantıkta bir tanımlar çokluğundan bahsedebiliriz.
Mesela: 1) Mantık var olanın genel niteliklerinin bilimidir; 2) Mantık herhangi belirlenmemiş nesnenin fiziğidir; 3) Mantık, düşünüşün ideal kanunlarının bilimidir; 4) Mantık doğru düşünme sanatıdır, gibi tanımlara rastlayabiliriz.
Birinci tanıma göre mantık, varlıkbilim, ikincisine göre çok genelleştirilmiş bir doğa bilimidir. Yukarıda da belirtildiği gibi mantığı nesnelerin fiziği olarak kabul eden anlayış onu nesnelerin varlığına ve nesnelerin kendi aralarındaki ilişkilere ait kanunların bütünü olarak görmektedir. Üçüncüsünde fizikötesi söz konusudur. Bir başka ifadeyle metafizik bir hüviyete bürünmektedir. Bu da demektir ki, mantık ideal bir varlık bilimidir; zihin tarafından bulunmuş ve kurulmuş değildir. O öyle varolduğu için zihin onu bulur ve bilir. Dördüncü tanımda mantık artık bilim değil ancak bir sanat yani sadece belirli bir amaca varmak, doğru düşünmek için konmuş bir takım kurallar bütünüdür. Bir başka ifadeyle bilimlere giriş, bir metot olması sözkonusudur. Aslında Aristoteles'in görüşü de bu sonuncusudur, denebilir.
Mantığın tanımı yapılırken, felsefenin diğer disiplinleriyle karşılaştırılması sözkonusudur: Mesela Kant'ın değerlendirmesinde Eski Yunan felsefesi üç bilime ayrılıyordu: "Fizik, etik ve mantık: Her akıl bilgisi ya içeriklidir ve bir nesneyi ele alır; ya da biçimseldir ve nesnelerde ayırım yapmaksızın, anlama yetisi ile aklın yalnız biçimiyle ve düşünmenin genel kurallarıyla uğraşır. Biçimsel felsefeye mantık denir. Belirli nesnelerle ve bu nesnelerin bağlı olduğu yasalarla ilgili olan içerikli felsefe de yine ikiye ayrılır. Çünkü bu yasalar ya doğanın ya da özgürlüğün yasalarıdır. İlk yasalara ilişkin bilime fizik, diğerlerine ilişkin olana ise etik denir. Mantığın, düşünmenin genel ve zorunlu yasalarının dayandığı temellerin deneyle bir ilgisi yoktur. Yoksa mantık anlama yetisi ve akıl için bütün düşünmede geçerli olan ve kanıtlanması gereken bir kurallar bütünü olamazdı." "Deneye dayanan her felsefeye deneysel, öğretilerini yalnızca apriori ilkelerden çıkarıp sunana ise saf felsefe denebilir. Bu sonuncusuna sırf biçimselolduğu zaman mantık denir. "
Aristoteles'de gerçek varlığın, varlık olarak varlığın bilimi metafizik olduğundan mantık gerçek varlığın bilimi değildir. Fakat varlığın kanunları düşüncenin de kanunları olduğundan varlık kanunlarıyla düşünce kanunlarının bu özdeşleştirilmesi sonucunda mantık metafizik veya ontolojik karakterine bürünerek objektif hakikatin bilgisi, aklı varlıkların bilgisi olmaktadır. Bu suretle o bilimin aleti olmakla kalmıyor, bilimin kendisini de konu olarak alıyor. Hızır, Aristoteles'in mantığın formel kaynağını duyulabilir denemede değil, varlığın ve kanunlarının ifadesi olan aklın kendisinde gördüğünü ileri sürer.
Aristoteles mantık sisteminde duyulabilir denemeden çok aklın kendisinde bulunan kanunları ifade etmekten başka bir şey yapmamıştır. Gerçekte Aristoteles'e göre aklı apriori olarak varlıktan ayrı, bağımsız düşünemeyiz. Yarlıktaki düzen ve işleyiş düşünmemize de yansır. Ancak bu şekilde düşünen özne ile düşünülen nesne arasındaki karşılıklı bağıntı kavranabilir. Daha doğrusu akıl ve gerçeklik arasında uyum düşünülebilir. Gerçekliğin yapısı aklınkine uygun olduğundan mantık ilkeleri gerçek üzerine dayanmaktadır. Ye böylece mantık felsefenin bir disiplini olarak görülebilmektedir.
Buna ilaveten Aristoteles'in mantığı, fizik ve matafizik hakikatlere, ispat için uygulaması onda fizik ve metafizik hakikatlerin birbirine bağlı olduğu fikrine yolaçmıştır. Bunun neticesinde onun mantığını ilk formel bir mantık sistemi olarak görenlerin yanında, materyal bir karakterde olduğunu söyleyenler de çıkmıştır. Fakat mantığın bütün bilimler için bir ortak yöntem olması Aristoteles' de mantığın bir varlık bilimi gibi görülmesine neden olmamalıdır.
Aristoteles'in bilim yaparken genel anlayışın tersine duyumları göz ardı etmeden gözlemi, karşılaştırmayı deneme ve tümevanmı devamlı kullanmasına rağmen onu yalnız kıyas yoluyla ispatçı bir bilimin kurucusu, bir bilim teorisyeni olarak tahlil ve tenkit etmek adet olmuştur. Oysa Aristoteles madde kavramını öne sürerek farklı değişim biçimlerini ayırt etmiş, bunları betimleyip tartışarak özcülüğü kurmuştur.
Varlığın tümel yönlerini nesneye bağımlı kılmakla algıladığımız fiziksel dünyayı felsefe için çıkış noktası yapmıştır. Deneyi bilgiye temel yapan, maddeci gerçekçiliği bilinçli olarak ilk kuran yine Aristoteles 'tir. Fakat yine de yeni bilimsel gelişmelerin ve metot anlayışlarının gerisinde kaldığı iddia edilmiştir. Bunun sebebi de Aristoteles mantığının 2000 sene mümkün olan yegane mantık olarak kabul edilmesidir. Bu anlayış nedeniyle uzun asırlar boyunca mantık ne bir adım gerilemesi ne de bir adım ilerlemesi mümkün olmayan bir sistem kabul edilmiştir. Ortaçağ'da ise mantık tamamiyle bir şekilden ibaret kaldığından mantığın eşyanın derinliğine inmediği; hep bilimin dışında özlerle ve bilinen hakikatlerle uğraştığı fikri yerleşmiştir.
Bunun sebebi Aristoteles'in bilgi ve bilim anlayışıdır. Çünkü onda bilimin konusu öz manasında olduğundan başka türlü olmayandır. O bilmekten ispat vasıtasıyla bilmeyi kasteder, zorunlu sonucu vermesi içinispatı da değişmeyen öz üzerine kurar. Onun bütün sisteminin temelinde yatan anlayış, ilmin en öz vasfı "niçin"i göz önünde tutmaktır. Aristoteles bu niçinin bilgisini elde etmede sebeple özdeşleştirdiği özü yüklü bulunan orta terime ağırlık veriyor.
Ona göre "orta terim" şekildir, özdür. Aristoteles için önce dikkat edilecek husus özün tasdiki meselesidir. Öz, bir varlığın zaruri karakterlerinin bütünüdür. ilmin konusu zorunlu ve tümelolan olduğu için özü bulmak gerekir. Çünkü ona göre kıyaslar prensip olarak hep formel özü alırlar, yalnız özün kıyası olabilir.
Bu özün bilgisi de kıyasta "Birinci Şekil" ile elde edilir. Çünkü şekillerin en ilmi olanı budur. Kıyas, dedüksiyonun en mükemmel şeklidir, dedüktif delil türünden bir tanesidir. "Dedüksiyonda problem, ilk önerıneler nasıl elde edilir. Dedüksiyonun bir yerden başlaması gerektiğinden, bu başlangıç ispat edilmemiş, ispattan farklı bir yolla bilinmesi gereken bir şeyle başlamalıdır. Aristoteles bu konuda öz (essence) kavramına dayanıyor. Bu da özel olaylardan elde edilen genel kavramlardır." Öz' ün nasıl mantığın konusu olduğuna Husserl şöyle bir açıklık getirir: "Öz de rastlantısal olmayan, nesnel, zaman içinde değişmeyendir. Bu durumuyla mantığın konusudur. Nasıl öz, fenomenolojinin yöntemiyle dünyasal, olgusal niteliklerinden antılmışsa mantığın nesneleri de aynı niteliği taşırlar."
Şimdi önce Aristoteles'in kıyas teorisinin yapısını irdeleyelim. O, sözün, dille düşünce arasındaki münasebetin kısaca açıklamasından başlayarak kavram, önerme, kıyas ve ispat teorilerini kurmuştur. Çünkü onun mantık sisteminde kavramlar, önermeleri; önermeler de kıyasları oluşturur. Bu nedenle asıl amaç kıyasların incelenmesidir. Genelde klasik mantığa karşı tenkitler kıyas teorisi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bununla birlikte gerek önerme, gerekse kavram anlayışı, onun varlık felsefesiyle yakından ilişkili bulunmuştur. Çünkü sisteminin temelinde kavram yatar; kavram da onun felsefesinde varlıkla sıkı sıkıya bağlıdır.
Kıyas dedüksiyonun en mükemmel şeklidir, demiştik. Aristoteles için dedüksiyon, mantıksal ispatın özünü oluşturur. İspatta sonuç, delilin öncülleri denen diğer önermelerden dedüksiyonla çıkarılır. Delil öyle kurulur ki, öncüller doğru ise sonuç da zorunlu olarak doğrudur. İşte Aristoteles de bu ispat yapısının ne olduğunu ortaya koymak daha doğrusu ispat teorisini geliştirmek istemiştir. Çünkü Birinci Analitiklerin başında kıyas teorisini incelerken, bu incelemenin konusunun ispat olduğunu ve bağlı olduğu ilmin de ispatçı ilim olduğunu açıkça belirtir.
Gerçekten de Aristoteles mantığının asıl ölmez yönü 1. Analitiklerde geliştirmiş olduğu bu kıyas teorisidir. O, kıyası şöyle tanımlar: "Kıyas bir sözdür ki, kendisinde bazı şeylerin konulmasıyla bu verilenden başka bir şey, sadece bu veriler dolayısıyle gerekli olarak çıkar."