SİSTEM BİLİMİ OLARAK FELSEFE - 1
|
Alparslan Açıkgenç
Felsefenin, sadece bir etkinlik olarak değil, aynı zamanda bir disiplin olarak da mahiyeti, konusu ve yöntemi bitmez tükenmez tartışmalarla günümüzde de hâlâ sorun olmaya devam etmektedir. Bu hususta belki de en talihsiz yaklaşım, felsefenin, bilim anlamında bir disiplin olarak, daha henüz işin başında bir belirsizliğe itilmiş olmasıdır. Bu belirsizlik, felsefenin kelime anlamında ona bir bilim değil, daha ziyade bir etkinlik anlamını veren filo-sofia kavramında aranmalıdır. Şayet, bir bilim değil de bilgelik sevgisi ise, o zaman felsefe, sadece bilgelik peşinde koşma türünden bir etkinliktir. Bence felsefenin, "bilimsel faaliyetler peşinde koşmaya verilen etkinlik adı" halini talihsizce almış olması, onun bir bilim olarak kurulmasını, devamlı gölgelemiş ve kendi öz mahiyetini büyük bir belirsizliğe itmiştir. Halbuki diğer bir çok bilim, tabir yerinde ise, bilimleşirken; yani bilim olarak ortaya çıkarken, belli bir tabiî süreçten geçmiştir. Felsefe kavramı ise, bu süreçten geçen etkinliklere verilen bir ad olmaktan ziyade, bu etkinliklerdeki tutumun bir adı olarak ortaya çıkmış ve böylece bir bilim olarak kurulagelmemiştir.
Burada temel olarak bu konuyu, geçirdiği tarihsel süreci de kısaca ele alarak, bununla ilgisini kurduğum bilim ve bilimleşme sürecine ilişkin olarak tartışmak niyetindeyim. Bu durumda ilk ele alınması gereken konu, felsefenin tanımına sokmaya çalıştığımız "bilim" kavramıdır.
Bilim, en temel anlamda bir bilgidir; ancak bilginin, belli bir türü bilim kavramı içerisinde düşünülebilir . Bu durumda sadece belli bir tür bilgi, "bilim" olabilir. O halde, her bilim bilgi olduğu halde her bilgi, bilim değildir. Bu durumda "hangi tür bilgi, bilimdir?" sorusu karşımıza çıkmaktadır. Şunu hemen belirtelim ki, bilinen herşey anlamında bilgi, "malûmat"tır. Bilinmediği halde hakkında fikir yürüttüğümüz bir çok şey vardır. Böylece o şey hakkında oluşturduğumuz görüşler birikiminin, belli kurallar ve kavramlar çerçevesinde ifade edilmesine "kuram" diyebiliriz, demek ki "bilinmeyen", hakkında hiç bilgimiz olmayan değildir; aksine bilinmeyen, bilmediğimiz, ancak bilmek için araştırdığımız, incelediğimiz ve neticede hakkında kesin bir bilgiye varamayıp bazı görüşler, yani "kuramlar" geliştirdiğimiz konulardır. Bu durumda "kuram", bilinmeyen hakkında ileri sürdüğümüz kesin olmayan, ancak doğru olması mümkün olan bilgidir. O halde kuram da bir bilgi türü olarak kabul edilmelidir.
Konuyu açıklığa kavuşturmak için bir örnek verebiliriz. Dünyanın güneş etrafında döndüğü bir malûmattır. Ancak Ortaçağ biliminde bu bir kuram idi. Dolayısıyle bu, malûmat haline gelmeden önce bir kuram ve karşıt-kuram olarak dahi bir bilgi idi. Fakat bugün bu bilimsel olgunun karşıtı, arlık ne bir bilgidir ne bir kuramdır, ne de bir malûmattır. Ancak bilimsel bir olgu olarak dünyanın güneş etrafındaki hareketi bir malûmattır. Malûmat haline gelen bilgileri, "bilimsel hakikat" olarak ele alabiliriz. Bilimsel hakikatlar, sorun olarak bilimlerin konusu olamazlar. O halde dünyanın güneş etrafındaki hareketi bugünkü bilimlerde bir sorun olarak ele alınamaz. Ancak çözüm aradığımız diğer bazı yeni bilimsel sorunlarla olan ilişkisi ile ele alınabilir ki, bu da bizim genel sonucumuzu etkilememektedir.
Bu durumda bir tür bilgi olarak malûmat, bilimlerde sorun olarak ele alınmaz ve bu yüzden bilimlere konu olamaz; çünkü bilim, gerçek anlamda bilinmeyenin peşindedir. O halde bilinenlerin (yani malûmatların) bilimdeki işlevi, bilinmeyene basamak teşkil etmektir. Aksi halde bilimler, bilinenlerle değil, tam tersine bizzat bilinmeyenle ilgilenir.
Bilinmeyen hakkında ileri sürülen bütün görüşlere "kuram" diyoruz. Bu kuramların bir araya gelmesi belli bir bilimi oluşturur. O halde bütün bilimler, kuramlar bîrikiminden ibarettir. Kuramların en önemli özellikleri, bir yönden "göreceli"; diğer yönden "zamansal" (yani belli bir zaman sürecinde geçerli) olmalarıdır. Aynı özellikler, bilimler için de geçerlidir. Görüldüğü gibi burada bilimi, "kuramsal bilgi" olarak tanımlamaya çalışmaktayız. Fakat kuramsal bilgiyi elde ederken her bilim adamı, kendine has bir yol takip edebilir. Ancak yine de her bilimde takip edilmesi gereken tümel (külli) veya evrensel bir takım ilkeler vardır ki, bu ilkelerin sistem haline getirilmesi bilimin "yönetimini" oluşturmaktadır. Bu durumda her bilimde dört temel öğenin bulunduğunu savunmaktayız;
1. bilimin konusu,
2. yöntem,
3. kuram veya kuramlar birikimi,
4. bilgi birikimi (veya malûmat).
Bilimlerin, bu dört öge dışında da birtakım özellikleri vardır. Ancak bunlar dışında, bilimlerde bulunması gereken özellikler, bilimleri mükemmelleştiren şartlardır; aksi halde bir bilgi birikiminin, bilimleşmesi için aranan şartlar değildir. Bu yüzden diyoruz ki, bu dört temel öge, bilim için zorunlu şartlardır; diğer bir deyimle, bir konu olmadan, bilinen olmadan, yöntem ve kuramlar birikimi olmadan bilim olamaz. Yine bu unsurlar, zamansaldır; yani ancak belli bir zaman veya belli zamanlarda bir kuramın bilimselliği için gereken şartlardırlar. O halde bilimsellik anlayışı, devamlı değişen bir süreçtir; bu yüzden bilim anlayışı da devamlı değişen bir özelliğe sahiptir.
Günümüzde bilimden, daha çok deney ve gözlem konusu olabilecek şeyleri inceleyen disiplinlerin kasdedildiğini görmekteyiz. Bizce bu yaklaşım yetersiz olup, bilimleri parçacı bir zihniyetle ele aldığı için deney ve gözlem konusu olamayan sorunları ele alan disiplinleri, bilimler sınıflandırmasında sorun olabilecek bir konuma getirmektedir. Her ne kadar sadece deney ve gözlem konusu olan nesneleri inceleyen bilimler varsa da, bu bilimler mesela en azından bilimin ne olduğunu araştırmazlar. Çünkü bilim anlayışı olarak tanımlayabileceğimiz "bilimin ne olduğu" konusu, deney ve gözleme tabi tutulamayacağından bu bilimleri ışmaktadır. Ancak şunu da kabul etmeliyiz ki, soyut kavramları anlamlı bir şekilde sistemleştirerek bilgi haline getiren bilimdir. Buradan hareketle, bilimin medeniyetleri oluşturan temel insan olgusu olduğunu ileri sürebilir.
Bilim yapma biçimi, yukarıda yöntem olarak işaret ettiğimiz bilimsel öge olup, her bilimde değişebilir. Çünkü her bilimin yöntemi aynı olmak zorunda değildir. Mesela, sosyolojinin yöntemi, fiziğin veya felsefenin yöntemi ile aynı olması gerekmez. Ancak bütün bu bilimlerdeki yöntemlerin hepsinin nesnel olması, hakikati bulmayı hedeflemesi ve mümkün olduğu kadar önyargıdan kaçınılması gibi bazı ideal özelliklere sahip olması gerektiğini savunabiliz. Her bilimde uygulanan yöntem anlamındaki bu bilimsel zihniyete "bilimsellik" diyebiliriz. O halde her bilimde bilimsellik ayrı özelliklere sahip olduğu gibi bütün bilimlerdeki bilimselliğin yukarıda saydığımız bazı ortak yönleri de vardır. Diğer bir deyişle, bilim anlayışı, her bilimde kullanılması gereken genel bir çerçeveyi; bilimsellik ise, her bilimde sadece kendi alanında kullanım imkanı sağlayan özel bir çerçeveyi vermektedir.
Bilimsellik, veya özel çerçeve, bizzat bilim yapma olduğundan, bir zihniyet değil, ancak bir zihniyetin tezahür ettiği bir faaliyettir. Bu açıdan bilimsellik, bizzat yöntem olarak da anlaşılabilir. Fakat belli bir bilimden veya genel olarak bilimlerden ne anladığımızı ifade eden ve bütün bilimlerin kavramsal temelini oluşturan genel bilimsel çerçeve, bilimsellik anlamındaki tutum ve yaklaşımdan çok farklıdır. Çünkü bu genel çerçeve, bir zihniyet olup tamamen genel bilimsel anlayışı yansıtmaktadır. Bu yüzden de kavramsaldır, soyuttur ve değer yargıları ile içiçedir. Halbuki bilimsellik, daha ziyade bir tavırdır, yaklaşımdır, somuttur ve değer yargıları ile ilgisi çok azdır. Aslında bilimsellik, ya sonuçları itibariyle ya da sadece insanların hangi amaca yönelik bilim yaptığı ile dini ve ahlaki değerleri ilgilendirir. Aksi halde bizzat bilimsellik, değer yargıları ile nitelendirilemez. Bu yüzden burada bilimsellikten ayırabilmek için ikinci tür bilimsel zihniyete "bilim anlayışı" diyeceğiz. Bilim anlayışı, zihinsel bir birikim olduğu için gerçek anlamda bir zihniyettir ve değer yargıları ile içice olduğundan değer yargıları ile nitelendirilebilir; bu durumda herhangi bir bilim anlayışı veya genci bilimsel çerçeve, mesela "İslamî" veya "gayri İslamî" olabilir. Halbuki bilimsellik böyle nitelendirilemez. Ancak bizce bilimsellik, çoğu zaman bilim anlayışı ile şekillenmektedir. Çünkü, bizim bilim anlayışımız, belli bir yöntemi gerektirebilir. O halde bilimselliğin bilim anlayışına olan ilişkisini inkar edemeyiz. Şöyle bir örnekle konuyu açmaya çalışalım:
Nasil ki İslam bilim tarihindeki genel bilimsel çerçeve, Batı bilimindeki genel bilimsel çerçeveden, yani bilim anlayışından farklı ise, aynı şekilde İslam biliminin bilimselliği de Batı biliminin bilimselliğinden bazı farklılıklar arz etmektedir. Örnek olarak İslam genel bilimsel çerçevesinin önemli kavramsal yapısını teşkil eden bazı değerlerini verebiliriz; bir hadiste belirtilen şu dua isteği İslam bilimcilerini, sadece bilim adına bilimselliği savunmaktan devamlı alıkoymuştur: "Ya Rabbi! Faydasız bilgiden sana sığınırım". Bundan çıkarılan sonuç, bizce bilimi ancak sonuçlarına göre değerlendirmeyi öngörmektedir. İşte İslam'ın bilimsel zihniyeti burada yatmaktadır. Diğer taraftan, İslam bilim adamları, Kur'an'ın aşıladığı "(hakiki) bilgi, Allah katındadır" (46/Ahkaf, 23; 67/Mülk, 26) ilkesini gayet iyi anladıkları için, her bilimin Allah'ın bir ismine dayandığını ve bu yüzden bilimde ilerledikçe Allah'a ve dolayısıyla, İslam'a olan inançları sarsılmamıştır. Bu iki özelliği de Batı biliminde görmemekteyiz. Zira Batı bilimi ilerledikçe zararlı bir duruma gelmiş ve dini inançları o ölçüde tahrip etmiştir. Dolayısıyla İslam bilim tarihinde pozitivizm diye bir bilimsel zihniyet görmemekteyiz.
Felsefenin, sadece bir etkinlik olarak değil, aynı zamanda bir disiplin olarak da mahiyeti, konusu ve yöntemi bitmez tükenmez tartışmalarla günümüzde de hâlâ sorun olmaya devam etmektedir. Bu hususta belki de en talihsiz yaklaşım, felsefenin, bilim anlamında bir disiplin olarak, daha henüz işin başında bir belirsizliğe itilmiş olmasıdır. Bu belirsizlik, felsefenin kelime anlamında ona bir bilim değil, daha ziyade bir etkinlik anlamını veren filo-sofia kavramında aranmalıdır. Şayet, bir bilim değil de bilgelik sevgisi ise, o zaman felsefe, sadece bilgelik peşinde koşma türünden bir etkinliktir. Bence felsefenin, "bilimsel faaliyetler peşinde koşmaya verilen etkinlik adı" halini talihsizce almış olması, onun bir bilim olarak kurulmasını, devamlı gölgelemiş ve kendi öz mahiyetini büyük bir belirsizliğe itmiştir. Halbuki diğer bir çok bilim, tabir yerinde ise, bilimleşirken; yani bilim olarak ortaya çıkarken, belli bir tabiî süreçten geçmiştir. Felsefe kavramı ise, bu süreçten geçen etkinliklere verilen bir ad olmaktan ziyade, bu etkinliklerdeki tutumun bir adı olarak ortaya çıkmış ve böylece bir bilim olarak kurulagelmemiştir.
Burada temel olarak bu konuyu, geçirdiği tarihsel süreci de kısaca ele alarak, bununla ilgisini kurduğum bilim ve bilimleşme sürecine ilişkin olarak tartışmak niyetindeyim. Bu durumda ilk ele alınması gereken konu, felsefenin tanımına sokmaya çalıştığımız "bilim" kavramıdır.
Bilim, en temel anlamda bir bilgidir; ancak bilginin, belli bir türü bilim kavramı içerisinde düşünülebilir . Bu durumda sadece belli bir tür bilgi, "bilim" olabilir. O halde, her bilim bilgi olduğu halde her bilgi, bilim değildir. Bu durumda "hangi tür bilgi, bilimdir?" sorusu karşımıza çıkmaktadır. Şunu hemen belirtelim ki, bilinen herşey anlamında bilgi, "malûmat"tır. Bilinmediği halde hakkında fikir yürüttüğümüz bir çok şey vardır. Böylece o şey hakkında oluşturduğumuz görüşler birikiminin, belli kurallar ve kavramlar çerçevesinde ifade edilmesine "kuram" diyebiliriz, demek ki "bilinmeyen", hakkında hiç bilgimiz olmayan değildir; aksine bilinmeyen, bilmediğimiz, ancak bilmek için araştırdığımız, incelediğimiz ve neticede hakkında kesin bir bilgiye varamayıp bazı görüşler, yani "kuramlar" geliştirdiğimiz konulardır. Bu durumda "kuram", bilinmeyen hakkında ileri sürdüğümüz kesin olmayan, ancak doğru olması mümkün olan bilgidir. O halde kuram da bir bilgi türü olarak kabul edilmelidir.
Konuyu açıklığa kavuşturmak için bir örnek verebiliriz. Dünyanın güneş etrafında döndüğü bir malûmattır. Ancak Ortaçağ biliminde bu bir kuram idi. Dolayısıyle bu, malûmat haline gelmeden önce bir kuram ve karşıt-kuram olarak dahi bir bilgi idi. Fakat bugün bu bilimsel olgunun karşıtı, arlık ne bir bilgidir ne bir kuramdır, ne de bir malûmattır. Ancak bilimsel bir olgu olarak dünyanın güneş etrafındaki hareketi bir malûmattır. Malûmat haline gelen bilgileri, "bilimsel hakikat" olarak ele alabiliriz. Bilimsel hakikatlar, sorun olarak bilimlerin konusu olamazlar. O halde dünyanın güneş etrafındaki hareketi bugünkü bilimlerde bir sorun olarak ele alınamaz. Ancak çözüm aradığımız diğer bazı yeni bilimsel sorunlarla olan ilişkisi ile ele alınabilir ki, bu da bizim genel sonucumuzu etkilememektedir.
Bu durumda bir tür bilgi olarak malûmat, bilimlerde sorun olarak ele alınmaz ve bu yüzden bilimlere konu olamaz; çünkü bilim, gerçek anlamda bilinmeyenin peşindedir. O halde bilinenlerin (yani malûmatların) bilimdeki işlevi, bilinmeyene basamak teşkil etmektir. Aksi halde bilimler, bilinenlerle değil, tam tersine bizzat bilinmeyenle ilgilenir.
Bilinmeyen hakkında ileri sürülen bütün görüşlere "kuram" diyoruz. Bu kuramların bir araya gelmesi belli bir bilimi oluşturur. O halde bütün bilimler, kuramlar bîrikiminden ibarettir. Kuramların en önemli özellikleri, bir yönden "göreceli"; diğer yönden "zamansal" (yani belli bir zaman sürecinde geçerli) olmalarıdır. Aynı özellikler, bilimler için de geçerlidir. Görüldüğü gibi burada bilimi, "kuramsal bilgi" olarak tanımlamaya çalışmaktayız. Fakat kuramsal bilgiyi elde ederken her bilim adamı, kendine has bir yol takip edebilir. Ancak yine de her bilimde takip edilmesi gereken tümel (külli) veya evrensel bir takım ilkeler vardır ki, bu ilkelerin sistem haline getirilmesi bilimin "yönetimini" oluşturmaktadır. Bu durumda her bilimde dört temel öğenin bulunduğunu savunmaktayız;
1. bilimin konusu,
2. yöntem,
3. kuram veya kuramlar birikimi,
4. bilgi birikimi (veya malûmat).
Bilimlerin, bu dört öge dışında da birtakım özellikleri vardır. Ancak bunlar dışında, bilimlerde bulunması gereken özellikler, bilimleri mükemmelleştiren şartlardır; aksi halde bir bilgi birikiminin, bilimleşmesi için aranan şartlar değildir. Bu yüzden diyoruz ki, bu dört temel öge, bilim için zorunlu şartlardır; diğer bir deyimle, bir konu olmadan, bilinen olmadan, yöntem ve kuramlar birikimi olmadan bilim olamaz. Yine bu unsurlar, zamansaldır; yani ancak belli bir zaman veya belli zamanlarda bir kuramın bilimselliği için gereken şartlardırlar. O halde bilimsellik anlayışı, devamlı değişen bir süreçtir; bu yüzden bilim anlayışı da devamlı değişen bir özelliğe sahiptir.
Günümüzde bilimden, daha çok deney ve gözlem konusu olabilecek şeyleri inceleyen disiplinlerin kasdedildiğini görmekteyiz. Bizce bu yaklaşım yetersiz olup, bilimleri parçacı bir zihniyetle ele aldığı için deney ve gözlem konusu olamayan sorunları ele alan disiplinleri, bilimler sınıflandırmasında sorun olabilecek bir konuma getirmektedir. Her ne kadar sadece deney ve gözlem konusu olan nesneleri inceleyen bilimler varsa da, bu bilimler mesela en azından bilimin ne olduğunu araştırmazlar. Çünkü bilim anlayışı olarak tanımlayabileceğimiz "bilimin ne olduğu" konusu, deney ve gözleme tabi tutulamayacağından bu bilimleri ışmaktadır. Ancak şunu da kabul etmeliyiz ki, soyut kavramları anlamlı bir şekilde sistemleştirerek bilgi haline getiren bilimdir. Buradan hareketle, bilimin medeniyetleri oluşturan temel insan olgusu olduğunu ileri sürebilir.
Bilim yapma biçimi, yukarıda yöntem olarak işaret ettiğimiz bilimsel öge olup, her bilimde değişebilir. Çünkü her bilimin yöntemi aynı olmak zorunda değildir. Mesela, sosyolojinin yöntemi, fiziğin veya felsefenin yöntemi ile aynı olması gerekmez. Ancak bütün bu bilimlerdeki yöntemlerin hepsinin nesnel olması, hakikati bulmayı hedeflemesi ve mümkün olduğu kadar önyargıdan kaçınılması gibi bazı ideal özelliklere sahip olması gerektiğini savunabiliz. Her bilimde uygulanan yöntem anlamındaki bu bilimsel zihniyete "bilimsellik" diyebiliriz. O halde her bilimde bilimsellik ayrı özelliklere sahip olduğu gibi bütün bilimlerdeki bilimselliğin yukarıda saydığımız bazı ortak yönleri de vardır. Diğer bir deyişle, bilim anlayışı, her bilimde kullanılması gereken genel bir çerçeveyi; bilimsellik ise, her bilimde sadece kendi alanında kullanım imkanı sağlayan özel bir çerçeveyi vermektedir.
Bilimsellik, veya özel çerçeve, bizzat bilim yapma olduğundan, bir zihniyet değil, ancak bir zihniyetin tezahür ettiği bir faaliyettir. Bu açıdan bilimsellik, bizzat yöntem olarak da anlaşılabilir. Fakat belli bir bilimden veya genel olarak bilimlerden ne anladığımızı ifade eden ve bütün bilimlerin kavramsal temelini oluşturan genel bilimsel çerçeve, bilimsellik anlamındaki tutum ve yaklaşımdan çok farklıdır. Çünkü bu genel çerçeve, bir zihniyet olup tamamen genel bilimsel anlayışı yansıtmaktadır. Bu yüzden de kavramsaldır, soyuttur ve değer yargıları ile içiçedir. Halbuki bilimsellik, daha ziyade bir tavırdır, yaklaşımdır, somuttur ve değer yargıları ile ilgisi çok azdır. Aslında bilimsellik, ya sonuçları itibariyle ya da sadece insanların hangi amaca yönelik bilim yaptığı ile dini ve ahlaki değerleri ilgilendirir. Aksi halde bizzat bilimsellik, değer yargıları ile nitelendirilemez. Bu yüzden burada bilimsellikten ayırabilmek için ikinci tür bilimsel zihniyete "bilim anlayışı" diyeceğiz. Bilim anlayışı, zihinsel bir birikim olduğu için gerçek anlamda bir zihniyettir ve değer yargıları ile içice olduğundan değer yargıları ile nitelendirilebilir; bu durumda herhangi bir bilim anlayışı veya genci bilimsel çerçeve, mesela "İslamî" veya "gayri İslamî" olabilir. Halbuki bilimsellik böyle nitelendirilemez. Ancak bizce bilimsellik, çoğu zaman bilim anlayışı ile şekillenmektedir. Çünkü, bizim bilim anlayışımız, belli bir yöntemi gerektirebilir. O halde bilimselliğin bilim anlayışına olan ilişkisini inkar edemeyiz. Şöyle bir örnekle konuyu açmaya çalışalım:
Nasil ki İslam bilim tarihindeki genel bilimsel çerçeve, Batı bilimindeki genel bilimsel çerçeveden, yani bilim anlayışından farklı ise, aynı şekilde İslam biliminin bilimselliği de Batı biliminin bilimselliğinden bazı farklılıklar arz etmektedir. Örnek olarak İslam genel bilimsel çerçevesinin önemli kavramsal yapısını teşkil eden bazı değerlerini verebiliriz; bir hadiste belirtilen şu dua isteği İslam bilimcilerini, sadece bilim adına bilimselliği savunmaktan devamlı alıkoymuştur: "Ya Rabbi! Faydasız bilgiden sana sığınırım". Bundan çıkarılan sonuç, bizce bilimi ancak sonuçlarına göre değerlendirmeyi öngörmektedir. İşte İslam'ın bilimsel zihniyeti burada yatmaktadır. Diğer taraftan, İslam bilim adamları, Kur'an'ın aşıladığı "(hakiki) bilgi, Allah katındadır" (46/Ahkaf, 23; 67/Mülk, 26) ilkesini gayet iyi anladıkları için, her bilimin Allah'ın bir ismine dayandığını ve bu yüzden bilimde ilerledikçe Allah'a ve dolayısıyla, İslam'a olan inançları sarsılmamıştır. Bu iki özelliği de Batı biliminde görmemekteyiz. Zira Batı bilimi ilerledikçe zararlı bir duruma gelmiş ve dini inançları o ölçüde tahrip etmiştir. Dolayısıyla İslam bilim tarihinde pozitivizm diye bir bilimsel zihniyet görmemekteyiz.