MONADOLOJİ - 3
|
56- işte bütün yaratılmış şeylerin her birine ve her birinin geri kalan hepsine olan bu ilgisi yahut uygunluğu, her basit tözün bütün ötekilerini ifade eden ilişkileri olmasına, dolayısiyle de evrenin canlı ve devamlı bir aynası olmasına sebebolur.
57- Aynı şehir, başka başka taraflarından bakıldığı zaman bambaşka ve derinlikçe büyümüş göründüğü gibi, basit tözlerin sonsuz çokluğundan dolayı, o ölçüde başka başka evrenler varmış gibi görünür. Halbuki bunlar her monadın başka monaddan farklı olan bakım noktasına göre, tek bir evrenin türlü görünüşlerinden başka bir şey değildir.
58- Böylece, mümkün olduğu kadar çok türlülük elde edilir, fakat mümkün olan en büyük düzen ile; yani bu, mümkün olduğu kadar yetkinlik elde etmek aracıdır.
59- İşte yalnız (ispat edilmiş olduğunu söyliyebildiğim) bu varsayım, Tanrının büyüklüğünü gerektiği gibi meydana çıkarır. Buna Bayle, kendi sözlüğünde (Rorarius makalesi) itirazlarda bulunurken, hattâ Tanrıya mümkün olduğundan fazla büyüklük verdiğime inanmağa meylederken kabul etmiştir. Fakat bu tözün, bütün öteki tözlerle ilişkisi sayesinde, o tözleri tamamiyle ifade etmesine sebebolan evrensel düzenin niçin imkânsız olduğu üzerinde hiçbir sebep ileri sürmemiştir.
60- Zaten şimdi anlattıklarımda, her şeyin niçin başka türlü olmıyacağı üzerine apriori sebepler görülmektedir; çünkü Tanrı bütünü düzenlerken her parçayı ve, en çok, tabiatı tasarımlı olan her monadı dikkate almıştır; monadın tabiatı tasarımlı olduğundan hiçbir şey onu, şeylerin yalnız bir kısmını tasarımlamakla yetinmeğe zorlamaz; her ne kadar tasarımın bütün evrenin ancak ayrılmalarında karışık olduğu ve ancak şeylerin küçük bir kısmında, yani monadların her birine göre ya en yakın ya en büyük olan şeylerde seçik olabileceği doğru ise de... böyle olmasaydı her monad bir Tanrı olurdu. Nesnede değil, nesneye dair bilgideki değişiklikte monadlar sınırlanmıştır. Hepsi karışık bir şekilde sonsuzluğa, bütüne giderler; fakat seçik algıların dereceleri ile sınırlanmış ve ayırdedilmişlerdir.
61- Ve bunda bileşiklerin basitlerle uygunluğu vardır. Çünkü her yer dolu olduğundan -bu da bütün maddeyi birbirine bağlı kılar- bu dolulukta da her hareket uzakta bulunan cisimlere, bu cisimlerin uzaklık ve yakınlığı ölçüsüne göre bir etkide bulunduğundan, her cisim yalnız kendisine dokunan cisimlerin etkisi altında bulunmak ve onlarda olup bitenleri duymakla kalmaz, aynı zamanda da kendisine doğrudan doğruya dokunan birinci cisimlere dokunan cisimlerde olup biteni duyar. Bu yüzden, bu geçişin istendiği kadar uzağa gittiği anlaşılır. Bunun için her cisim evrende olup biten her şeyi duyar; o kadar ki her şeyi gören, her tarafta olan, hattâ olmuş ve olacak olan şeyleri, -zamanlara ve yerlere göre uzaklaşmış. olanın halde farkına vararak- cisimlerin her birinde okuyabilir; Hippocrates, avfxnvoıa navrot (her şey birbirine bağlıdır) derdi. Fakat bir ruh, kendisinde ancak seçik olarak bulunanı okuyabilir, bütün kıvrımlarını birdenbire açamaz, çünkü bunlar sonsuza kadar gider.
62- Böylece, her ne kadar yaratılmış her monad bütün evreni temsil ederse de, kendisine ayrıca bağlı olan, entelekyası bulunduğu cismi daha seçik olarak tasarımlar: Hem bu cisim, dolu içinde bütün maddenin bitişikliği ile bütün evreni ifade ettiği gibi, ruh da özel olarak kendisinin olan bu cismi tasarımlamakla bütün evreni tasarımlar.
63- Bir monada ait olan cisim -ki monad o cismin entelekyası yahut ruhudur- entelekya ile birlikte bir canlı denilebileni, ruh ile de bir hayvan denileni kurar. Oysa, bir canlının yahut bir hayvanın bu cismi her zaman örgenseldir, çünkü her monad kendi tarzına göre evrenin bir aynası, evren de yetkin bir düzene göre kurulmuş olduğundan, temsil edende, yani ruhun algılarında, dolayısiyle evreni temsil eden cisimde de bir düzen olması gerekir.
64- Böylece bir canlıya ait her örgensel cisim, bir çeşit tanrılık makine yahut bütün yapma otomatları son derecede geçen bir çeşit otomattır. Çünkü insan sanatının yaptığı bir makine, parçalarının her birinde makine değildir. Meselâ pirinçten yapılmış bir çarkın dişinin, artık bizim için sanatın izini taşımıyan kısımları veya parçaları vardır. Bunlarda çarkın kullanışına göre ait olduğu makineyi hatırlatan hiçbir şey farkedilmez. Ama tabiatın makineleri, yani canlı cisimler, sonsuza kadar en küçük parçalarında da makinedirler. Tabiatla sanat, yani tanrılık sanada bizimki arasındaki farkı yapan da budur.
65- İşte tabiatın yaratıcısı, bu tanrılık ve son derece hayranlık uyandıran sanatı işliyebilmiştir, çünkü maddenin her parçası, eskilerin de kabul ettikleri gibi, yalnız sonsuza kadar bölünmeye yetili değildir; edimsel olarak her parça sonsuza kadar yeni parçalara bölünmüştür. Bunların her birinin, kendinin olan bir hareketi vardır, böyle olmasaydı, maddenin her bölümünün bütün evreni ifade etmesi imkânsız olurdu.
66- Bundan da anlaşılıyor ki, maddenin en küçük parçası da bir canlı yaratıklar, hayvanlar, entelekyalar, ruhlar dünyasıdır.
67- Maddenin her parçası, bitkilerle dolu bir bahçe, balıklarla dolu bir havuz halinde düşünülebilir; ama bitkinin her hali, hayvanın her örgeni, kanının, safrasının her damlası gene böyle bir bahçe yahut böyle bir havuzdur.
68- Bahçenin bitkileri arasında kalan toprakla hava, yahut havuzun balıkları arasında kalan su, ne bitki ne de balık ise de, çoğu zaman görmiyeceğimiz kadar ince bir halde, içlerinde gene onları taşır.
69- Böylece evrende ekilmemiş, kısır, ölü hiçbir şey yoktur. Kaos ve karışıklık ancak görünüşte vardır. Aşağı yukarı, bir havuzun içindeki balıklar görülmeden bunların yaptıkları karışık bir hareketin ve uğultunun biraz uzaktan duyulması gibi.
70- Bununla görülüyor ki, her canlı cismin, hayvanda ruh olan başat bir entelekyası vardır; lâkin bu canlı cismin örgenleri başka canlılarla, hayvanlarla doludur, bunların her birinin de gene kendi entelekyası yahut başat ruhu vardır.
71- Fakat düşüncemi yanlış anlıyan bazıları ile birlikte, her ruhun kendisine mahsus ve kendisine büsbütün bağlı bir kütlesi yahut madde parçası, dola-yısiyle de hep kendi hizmetinde bulunacak daha aşağı dereceden başka canlıları olduğunu düşünmemeli. Çünkü bütün cisimler, ırmaklar gibi devamlı bir akış halindedir, parçalar da bu cisimlere birteviye girip çıkmaktadırlar.
72- Böylece ruh ancak yavaş yavaş ve derece derece beden değiştirir, öyle ki hiçbir zaman bütün örgenlerinden birdenbire sıyrılmaz; çoğu zaman hayvanlarda şekil değiştirme vardır, fakat ruh sıçraması, ruh göçü asla yoktur. Büstütün ayrı ruhlar, bedensiz cinler de yoktur. Yalnız, Tanrı, bedenden tamamiyle ayrılmıştır.
73- Ne tam doğuşun, ne de ruhun bedenden ayrılması olan kesin ölümün asla olmaması da bundan gelir. Doğumlar dediğimiz şey, gerî işlemeler ve büyümelerdir; ölümler dediğimiz şey de kapanmalar ve azalmalardır.
74- Filozoflar biçimlerin, entelekya yahut ruhların nereden geldiklerini bulmakta çok güçlük çekmişlerdir; ama bugün bitkilerle hayvanlar üzerinde yapılan doğru araştırmalar ile tabiattaki örgensel cisimlerin asla bir karışıklıktan veya çözümden değil, hep -şüphesiz içinde bazı ön oluşumların bulunduğu- bazı tohumlardan doğduğu görülünce hükmedildi ki, gebelikten daha önce yalnız örgensel cisim olmayıp aynı zamanda bu cisimde bir ruh, bir kelime ile hayvanın kendisi vardır ve hayvan başka türden bir hayvan olmak için büyük bir değişikliğe hazırdır. Doğuşun dışında, böcekler, sinekler, kurtlarda, kelebek oldukları zaman buna yakın bir şey bile görülür.
75- Gebelik yoliyle, birkaçı en büyük hayvanların katına yükselen hayvanlar spermatik adım alabilirler. Ama onlardan, türlerinin dışına çıkmıyanlar vardır: yani çoğu, doğar, çoğalır, büyük hayvanlar gibi mahvolur ve sayısı pek az seçkinler vardır ki daha büyük bir sahneye geçerler.
57- Aynı şehir, başka başka taraflarından bakıldığı zaman bambaşka ve derinlikçe büyümüş göründüğü gibi, basit tözlerin sonsuz çokluğundan dolayı, o ölçüde başka başka evrenler varmış gibi görünür. Halbuki bunlar her monadın başka monaddan farklı olan bakım noktasına göre, tek bir evrenin türlü görünüşlerinden başka bir şey değildir.
58- Böylece, mümkün olduğu kadar çok türlülük elde edilir, fakat mümkün olan en büyük düzen ile; yani bu, mümkün olduğu kadar yetkinlik elde etmek aracıdır.
59- İşte yalnız (ispat edilmiş olduğunu söyliyebildiğim) bu varsayım, Tanrının büyüklüğünü gerektiği gibi meydana çıkarır. Buna Bayle, kendi sözlüğünde (Rorarius makalesi) itirazlarda bulunurken, hattâ Tanrıya mümkün olduğundan fazla büyüklük verdiğime inanmağa meylederken kabul etmiştir. Fakat bu tözün, bütün öteki tözlerle ilişkisi sayesinde, o tözleri tamamiyle ifade etmesine sebebolan evrensel düzenin niçin imkânsız olduğu üzerinde hiçbir sebep ileri sürmemiştir.
60- Zaten şimdi anlattıklarımda, her şeyin niçin başka türlü olmıyacağı üzerine apriori sebepler görülmektedir; çünkü Tanrı bütünü düzenlerken her parçayı ve, en çok, tabiatı tasarımlı olan her monadı dikkate almıştır; monadın tabiatı tasarımlı olduğundan hiçbir şey onu, şeylerin yalnız bir kısmını tasarımlamakla yetinmeğe zorlamaz; her ne kadar tasarımın bütün evrenin ancak ayrılmalarında karışık olduğu ve ancak şeylerin küçük bir kısmında, yani monadların her birine göre ya en yakın ya en büyük olan şeylerde seçik olabileceği doğru ise de... böyle olmasaydı her monad bir Tanrı olurdu. Nesnede değil, nesneye dair bilgideki değişiklikte monadlar sınırlanmıştır. Hepsi karışık bir şekilde sonsuzluğa, bütüne giderler; fakat seçik algıların dereceleri ile sınırlanmış ve ayırdedilmişlerdir.
61- Ve bunda bileşiklerin basitlerle uygunluğu vardır. Çünkü her yer dolu olduğundan -bu da bütün maddeyi birbirine bağlı kılar- bu dolulukta da her hareket uzakta bulunan cisimlere, bu cisimlerin uzaklık ve yakınlığı ölçüsüne göre bir etkide bulunduğundan, her cisim yalnız kendisine dokunan cisimlerin etkisi altında bulunmak ve onlarda olup bitenleri duymakla kalmaz, aynı zamanda da kendisine doğrudan doğruya dokunan birinci cisimlere dokunan cisimlerde olup biteni duyar. Bu yüzden, bu geçişin istendiği kadar uzağa gittiği anlaşılır. Bunun için her cisim evrende olup biten her şeyi duyar; o kadar ki her şeyi gören, her tarafta olan, hattâ olmuş ve olacak olan şeyleri, -zamanlara ve yerlere göre uzaklaşmış. olanın halde farkına vararak- cisimlerin her birinde okuyabilir; Hippocrates, avfxnvoıa navrot (her şey birbirine bağlıdır) derdi. Fakat bir ruh, kendisinde ancak seçik olarak bulunanı okuyabilir, bütün kıvrımlarını birdenbire açamaz, çünkü bunlar sonsuza kadar gider.
62- Böylece, her ne kadar yaratılmış her monad bütün evreni temsil ederse de, kendisine ayrıca bağlı olan, entelekyası bulunduğu cismi daha seçik olarak tasarımlar: Hem bu cisim, dolu içinde bütün maddenin bitişikliği ile bütün evreni ifade ettiği gibi, ruh da özel olarak kendisinin olan bu cismi tasarımlamakla bütün evreni tasarımlar.
63- Bir monada ait olan cisim -ki monad o cismin entelekyası yahut ruhudur- entelekya ile birlikte bir canlı denilebileni, ruh ile de bir hayvan denileni kurar. Oysa, bir canlının yahut bir hayvanın bu cismi her zaman örgenseldir, çünkü her monad kendi tarzına göre evrenin bir aynası, evren de yetkin bir düzene göre kurulmuş olduğundan, temsil edende, yani ruhun algılarında, dolayısiyle evreni temsil eden cisimde de bir düzen olması gerekir.
64- Böylece bir canlıya ait her örgensel cisim, bir çeşit tanrılık makine yahut bütün yapma otomatları son derecede geçen bir çeşit otomattır. Çünkü insan sanatının yaptığı bir makine, parçalarının her birinde makine değildir. Meselâ pirinçten yapılmış bir çarkın dişinin, artık bizim için sanatın izini taşımıyan kısımları veya parçaları vardır. Bunlarda çarkın kullanışına göre ait olduğu makineyi hatırlatan hiçbir şey farkedilmez. Ama tabiatın makineleri, yani canlı cisimler, sonsuza kadar en küçük parçalarında da makinedirler. Tabiatla sanat, yani tanrılık sanada bizimki arasındaki farkı yapan da budur.
65- İşte tabiatın yaratıcısı, bu tanrılık ve son derece hayranlık uyandıran sanatı işliyebilmiştir, çünkü maddenin her parçası, eskilerin de kabul ettikleri gibi, yalnız sonsuza kadar bölünmeye yetili değildir; edimsel olarak her parça sonsuza kadar yeni parçalara bölünmüştür. Bunların her birinin, kendinin olan bir hareketi vardır, böyle olmasaydı, maddenin her bölümünün bütün evreni ifade etmesi imkânsız olurdu.
66- Bundan da anlaşılıyor ki, maddenin en küçük parçası da bir canlı yaratıklar, hayvanlar, entelekyalar, ruhlar dünyasıdır.
67- Maddenin her parçası, bitkilerle dolu bir bahçe, balıklarla dolu bir havuz halinde düşünülebilir; ama bitkinin her hali, hayvanın her örgeni, kanının, safrasının her damlası gene böyle bir bahçe yahut böyle bir havuzdur.
68- Bahçenin bitkileri arasında kalan toprakla hava, yahut havuzun balıkları arasında kalan su, ne bitki ne de balık ise de, çoğu zaman görmiyeceğimiz kadar ince bir halde, içlerinde gene onları taşır.
69- Böylece evrende ekilmemiş, kısır, ölü hiçbir şey yoktur. Kaos ve karışıklık ancak görünüşte vardır. Aşağı yukarı, bir havuzun içindeki balıklar görülmeden bunların yaptıkları karışık bir hareketin ve uğultunun biraz uzaktan duyulması gibi.
70- Bununla görülüyor ki, her canlı cismin, hayvanda ruh olan başat bir entelekyası vardır; lâkin bu canlı cismin örgenleri başka canlılarla, hayvanlarla doludur, bunların her birinin de gene kendi entelekyası yahut başat ruhu vardır.
71- Fakat düşüncemi yanlış anlıyan bazıları ile birlikte, her ruhun kendisine mahsus ve kendisine büsbütün bağlı bir kütlesi yahut madde parçası, dola-yısiyle de hep kendi hizmetinde bulunacak daha aşağı dereceden başka canlıları olduğunu düşünmemeli. Çünkü bütün cisimler, ırmaklar gibi devamlı bir akış halindedir, parçalar da bu cisimlere birteviye girip çıkmaktadırlar.
72- Böylece ruh ancak yavaş yavaş ve derece derece beden değiştirir, öyle ki hiçbir zaman bütün örgenlerinden birdenbire sıyrılmaz; çoğu zaman hayvanlarda şekil değiştirme vardır, fakat ruh sıçraması, ruh göçü asla yoktur. Büstütün ayrı ruhlar, bedensiz cinler de yoktur. Yalnız, Tanrı, bedenden tamamiyle ayrılmıştır.
73- Ne tam doğuşun, ne de ruhun bedenden ayrılması olan kesin ölümün asla olmaması da bundan gelir. Doğumlar dediğimiz şey, gerî işlemeler ve büyümelerdir; ölümler dediğimiz şey de kapanmalar ve azalmalardır.
74- Filozoflar biçimlerin, entelekya yahut ruhların nereden geldiklerini bulmakta çok güçlük çekmişlerdir; ama bugün bitkilerle hayvanlar üzerinde yapılan doğru araştırmalar ile tabiattaki örgensel cisimlerin asla bir karışıklıktan veya çözümden değil, hep -şüphesiz içinde bazı ön oluşumların bulunduğu- bazı tohumlardan doğduğu görülünce hükmedildi ki, gebelikten daha önce yalnız örgensel cisim olmayıp aynı zamanda bu cisimde bir ruh, bir kelime ile hayvanın kendisi vardır ve hayvan başka türden bir hayvan olmak için büyük bir değişikliğe hazırdır. Doğuşun dışında, böcekler, sinekler, kurtlarda, kelebek oldukları zaman buna yakın bir şey bile görülür.
75- Gebelik yoliyle, birkaçı en büyük hayvanların katına yükselen hayvanlar spermatik adım alabilirler. Ama onlardan, türlerinin dışına çıkmıyanlar vardır: yani çoğu, doğar, çoğalır, büyük hayvanlar gibi mahvolur ve sayısı pek az seçkinler vardır ki daha büyük bir sahneye geçerler.