Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ne kadar makul bir politik slogandır? - 2
|
Amerika Örneği
Avrupa ve Amerika değerleri arasındaki kontrast Avrupa için bir değerler ve inançlar sistemi tanımlamakta önemlidir, nedeni çok net bir kontrast olduğundan değil ama farklı kıtaları tanımlamak için bazı ana farklar ortaya koyma gerekliliğindendir. Sovyet yayılmacılığını engelleme ve Avrupa ekonomisini canlandırma ihtiyacı dikkate alındığında, Soğuk Savaş sırasında Avrupa’da bir ittifak seviyesi yaratmak her zaman bir Amerika amacıydı ve hala bir amaç olmaya devam ediyor. Organize olmuş bir Avrupa birçok durumda Birleşik Devletler için etkili bir müttefiktir. Yine de Birleşik Devletler ve Avrupa arasında siyasal farklar kesinlikle vardır. Birleşik Devletler, Avrupa’nın tersine savunma üzerine göreli olarak geniş kaynak harcamaktadır ve bu sebeple dünya çapında önemli bir askeri rol oynayabilmektedir ama Amerikan desteği olmadan Avrupa’ya Avrupa içinde bile herhangi bir çeşit askeri rol oynamak zor gelmektedir. Evrensel sağlık hizmetleri, refah devleti ve hükümetin vatandaşlarının hayatlarına dâhil olmasının artırılması genel bir sosyal demokrat Avrupa politikasıdır ve belki de Obama rejiminin başlamasıyla bir Amerikan politikası olmaya da başlamıştır ama kıtalar arasındaki önemli kontrast hala sürmektedir. Birleşik Devletler kendine dünya çapında askeri bir rol biçmişken, Avrupa ülkeleri ısrarla çağrı aldıkları takdirde gönülsüzce destek olmakta ama böyle durumları ummamaktadır ve askeri çatışma Avrupa halkları için geniş oranda istenen bir şey değildir. Avrupa meseleleri diplomatik olarak çözme arayışındadır. Bu sadece bir politika meselesinden değil ama meseleleri başka bir yolla çözmeye girişmelerini sağlayacak kaynakların yetersizliliğinin sunduğu gerekliliğinden ileri gelir. Elbette barışçı bir Almanya’nın ve savaşçı bir Birleşik Devletlerin modern zamanlarda kesin olarak değişmez olmadığına ve bu eğilimlerin zamanla değişebilir olduğuna işaret etmeye değer, ama kaynak meselesini burada yine belirtmek gerekir. Tereyağını (veya muhtemelen doymamış yağdan yapılan sebze ziyafetini) silahlardan daha çok önemseyen bir Avrupa, seçeneklerini askeri araçlardan ziyade ekonomik araçlarla sınırlanmış bulacaktır.
Avrupalılar çoğunlukla güç kullanımı konusundaki isteksizliklerine kuvvetli biçimde vurgu yaparlar ve kendilerini anlaşılması kolay ve naif Amerikanlara göre daha entelektüel olarak tanımlarlar ama bu abartı olabilir. Sadece güç kullanımıyla çözülebilecek ve hayat kurtarmanın ve istenmeyen sonuçların daha az gerçekleşmesini sağlamanın tek yolunun silahlı müdahale olduğu anlaşmazlıklar vardır. Eski Yugoslavya’daki bazı müdahaleler bu çeşittir. Amerikalılara Batının görgüsüzleri olarak yapılan bu muamele, güçlü ve tehlikeli ama temelde uygarlaşmamış Roma’nın Atinalılara olan karşıtlığı gibi süreklidir ve bu fikir bazı Amerikalılar tarafından da paylaşılmaktadır ama küçümseyici ve problemlidir. Birleşik Devletler ve Avrupa arasındaki bu kontrast hiçbir suretle dikkat çekici değildir. Obama öncesi, yeni olgunlaşan bir refah devleti olan Birleşik Devletlerde bile bedelsiz (acil) sağlık hizmeti, işsizlik sigortası, sosyal güvenlik, bedelsiz okul eğitimi ve yüksek eğitim için gelişmiş bir burs sistemi vardı. Birleşik Devletler aynı zamanda göçmenlere vatandaşlık vermek konusunda uzun geçmişi olan bir geleneğe sahiptir ve o azınlıkların oluşturduğu ülkelerle bir süre savaş yapmış olsa bile, Avrupa’nın tersine, dini azınlıklarla, onların garip kıyafetleriyle veya davranışlarıyla hiçbir problemi yoktur. Barack Obama’nın başkanlığa getirilmesi, birçok Avrupalının kendi ülkelerindeki benzer bir insanın başına gelmesini beklemeyecekleri bir olaydır ve Amerikan Rüyası olarak adlandırılan şeyin, herkesin her şeyi yapabileceğinin belirgin bir şekilde vücuda gelişidir. Elbette doğru olmaktan çok uzak olmasına rağmen, bu Birleşik Devletlerdeki girişimci hayata ve yıldan yıla yeni göçmenlerin asil Amerikan vatandaşlarıyla entegrasyonuna çok yardımcı bir yaklaşım sağlamaktadır.
Burada anlatılan şudur, birçok Amerikalı ve Avrupalının sosyal duruşları arasında önemli farklar kesinlikle varken ve bu farkların varlığına inanmak kıtalar arası kontrastı tanımlamakta önemli olmasına rağmen, aslında fark o kadar da büyük değildir. İki bölgenin çıkarları da, değerleri gibi çoğunlukla ortaktır. Amerika Birleşik Devletlerinin sadece bir devlet olduğunu ama Avrupa Birliğinin tamamen farklı ülkelerin bir kombinasyonu olduğunu ve bunun doğru ama yanıltıcı olduğu olgusunu vurgulamak için yeterli bir eğilim vardır. ABD’nin bölgeleri birbirlerinden oldukça farklıdır, bu fark Avrupa Birliğindeki farklı ülkelerin birbirleriyle olduğundan çok daha fazladır ve federal vergi politikası herkesi bağlamasına rağmen, devletin finansal politikası bireysel her eyaletin şartlarına oldukça uygun hale getirilmiştir. Diğer yandan, Amerika’da bütün eyaletleri bir devlet altına almak için 19. yüzyılda yapılan savaşta, Birleşme Yanlıları kazanmıştı. Bir devletin diğerlerini hâkimiyet altına almaya çalıştığı Avrupa savaşlarında, kaçınılmaz olarak diğerleri kazandı. Bu, akabinde Avrupa Birliğindeki veya dışındaki her ülkenin diğerleriyle nereye kadar entegrasyon arayışında olması gerektiği ve yirmi birinci yüzyılda bir ülke veya millet olmanın gerçekte ne demek olduğu konusunda bir dizi tartışmaları da beraberinde getirdi. Belçika gibi bazı ülkeler tartışmayı bütünüyle bir kenara bırakmış görünürken, diğerleri açıkça hem Avrupa Birliği içinde olmakta hem de kültürel açılardan tamamen bağımsız olmakta hiçbir zorluk görmemektedir. Bu tartışmanın Avrupalı doğası üzerinde durmamalıyız çünkü gerçekte her ülke, kim olduğuna, kendini nereye gidiyor görüyor ve nasıl bir ülke olmak istiyor gibi varoluşsal meselelerle karşı karşıya kalmıştır. Bugün ve muhtemelen geçmişte de hemen hemen bütün ülkeler, milletler, politik görüşler, değişken sınırlar vb yığınıydı ve sonuç şudur ki, ulusal kimlik hakkındaki soruların cevabı çoğunlukla açık değildir.
Toqueville’in Amerika hakkında yaptığı yorumlardan biri şudur, yeni demokrasi dinin eleştirisi olacaktır çünkü “Eşitlik, insanda kendisi açısından her şeyi sorgulama isteği yaratacaktır: ona, bütün şeylerde elle tutulur ve gerçek olanın tadını, geleneği ve diğer formları küçümsemeyi verecektir” (Democracy in America, 163). Toqueville bunu yanlış anlamış gibidir çünkü örneğin ABD, Avrupa’dan çok daha dindar bir toplumu hesaba katmaktadır. Bunu tamamen doğru olarak kabul etmeden önce burada dikkatli düşünmeliyiz. İnsanların Amerika’da, Avrupa’da olduğundan fazla kiliseye gittiği kesinlikle bir gerçektir ama bunun gerçek bir dini şevk olup olmadığı o kadar da açık değildir. Nietzsche’nin, her ne kadar başka bir şeyden ziyade türbe olarak da olsa kiliselerin her şeye rağmen hala var olduğunu belirttiği yorumunu da içeren ve Tanrının öldüğünü söylediği The Gay Science’daki meşhur cümlesini hatırlamalıyız. Nietzsche dünyanın artık kendi kendini herhangi bir ilahi rehberlik veya aracılık olmadan yönettiği duygusuna gönderme yapmıştır ve bu birçok Amerikalı için, hatta kiliseye gidenler için bile doğrudur. Bu insanlar sadece Tanrının yokluğu ve resmi olarak bir şekilde ona tapma gerekliliğinin eksikliği arasındaki bağlantıyı henüz kurmamışlardır. Kilisenin ve devletin Toqueville’ı bu kadar etkileyen ve birçok Avrupalı için çok şaşırtıcı olan radikal ayrılığı, Amerikan kültürünün çok önemli bir unsurudur. Amerikan kültürü, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik arasındaki bağların kurulmasında dinin hiçbir müdahalesine izin verilmemesi gerektiğini kabul eder. Bunun sebebi, dinin, siyasi özgürlük, eşitlik ve kardeşlik üçlüsü çerçevesinde yer alan tartışmaların biçiminden tamamen farklı bir akıl yürütme biçimi olmasıdır. Din şeylerin özüne iner, herkes için doğru olanı bir kereliğine tanımlar ve bu, yukarıdaki üçlünün parçaları arasındaki bağların işlemesi için tamamen uygunsuz bir yol sunar. Bu dini eleştirmek anlamına gelmez, sadece politik hayattaki rolünün eşitlik, özgürlük ve kardeşlik tartışmasını alt etmek olduğunu belirtmektedir.
Dengenin politik bir ideal olarak önemi
Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik tartışmasının ana meselesi denge meselesidir. İçinde yaşamak istediğimiz tipte, adil olan, insanların birlikte yaşayabileceği ve insanların kendi öncelikleri ve arzuları adına hareket etme alanının olduğu bir devlet yaratmak için bu kavramların birini nereye kadar genişletip diğerini ne kadar daraltabiliriz. Bunlar elbette önemsiz konular değildir, hatta ana inançlar tarafından küçümsenen problemlere bulunan dini çözüm türlerinden oldukça farklıdır. Önemsiz olsa bile geniş bir yelpazedeki sosyal ve politik meseleler üzerine yorum yapmak için dinlerde bugün bir eğilim vardır ki, bu kendi içinde modern toplumda gerçek bir dini duygunun eksikliğinin kanıtıdır. Yine de dinin temelinde, ne olacağına dair bir cevap olduğu inancı vardır ve bu cevap bir kereliğine ve herkes için yaratıcımız olan Tanrı tarafından belirlenen bir şeydir. Tartışma veya müzakere ne olduğunu belirlemekte kullanılsa da, bu tartışılabilecek veya müzakere edilebilecek bir şey değildir. Tanrı bizim nasıl davranmamız gerektiğini bilir çünkü bizi belirli bir yolla yaratmıştır ve nasıl geliştiğimizin ve bizi neyin saptırdığının ve yanlış yöne giden eylemlerin veya karaların sadece kendilerinin yanlış olduğunun farkındadır, hâlbuki birçok insan haklı olduğunu ve yanıldığını düşünür. Bu sebeple din, muhaliflerine bağnaz görünür. Eğer eylemlerimiz onunla uyuşursa doğrunun nerede olduğunu ve ne yapmamız gerektiğini bize anlatan nihai bir çözüme, bir bütüne bel bağlar. Ütopik bir geleceğe, herkesin dini veya onun gösterdiklerini takip edeceği ve Tanrının dünyayı yöneteceği bir geleceğe güvenir. Bu ne zaman ki olur, her şey mükemmel olacaktır ve bu dünya eninde sonunda gelecek olan bir mükemmellik sürecinde sadece bir aşamadır. Amerika’da dinin ve devletin birbirlerinden ayrılması, insanların politik anlamda seküler düşünmesini sağlamaya çalışmakta önemlidir. Din bir kez siyaseti tartışmakta kullanıldığında, özgürlüğü, eşitliği ve kardeşliği düzenlemekte gereken bütün denge unsuru dışarıda kalır. Sebep, dindar insanların bu denge açısından düşünememesi değildir, düşünebilecekleri ve düşünmekte oldukları açıktır, sadece dinin kendisinin temel olarak bu dengeyle bir ilgisinin olmamasıdır. Bu başka ve daha büyük meselelerde de dikkat çekicidir ve denge bazı daha geniş meselelerin alt sorunudur ve tartışmanın doğası ince bir biçimde değişir. Seküler anlamda siyaset, tamamen devletle üstün körü sonuca varmakla ilgilidir ama dini anlamda, şeyleri Tanrının isteğiyle uyumlu bir şekilde yapmanın tek olanaklı yolunu sunma meselesidir.
Avrupa ve Amerika değerleri arasındaki kontrast Avrupa için bir değerler ve inançlar sistemi tanımlamakta önemlidir, nedeni çok net bir kontrast olduğundan değil ama farklı kıtaları tanımlamak için bazı ana farklar ortaya koyma gerekliliğindendir. Sovyet yayılmacılığını engelleme ve Avrupa ekonomisini canlandırma ihtiyacı dikkate alındığında, Soğuk Savaş sırasında Avrupa’da bir ittifak seviyesi yaratmak her zaman bir Amerika amacıydı ve hala bir amaç olmaya devam ediyor. Organize olmuş bir Avrupa birçok durumda Birleşik Devletler için etkili bir müttefiktir. Yine de Birleşik Devletler ve Avrupa arasında siyasal farklar kesinlikle vardır. Birleşik Devletler, Avrupa’nın tersine savunma üzerine göreli olarak geniş kaynak harcamaktadır ve bu sebeple dünya çapında önemli bir askeri rol oynayabilmektedir ama Amerikan desteği olmadan Avrupa’ya Avrupa içinde bile herhangi bir çeşit askeri rol oynamak zor gelmektedir. Evrensel sağlık hizmetleri, refah devleti ve hükümetin vatandaşlarının hayatlarına dâhil olmasının artırılması genel bir sosyal demokrat Avrupa politikasıdır ve belki de Obama rejiminin başlamasıyla bir Amerikan politikası olmaya da başlamıştır ama kıtalar arasındaki önemli kontrast hala sürmektedir. Birleşik Devletler kendine dünya çapında askeri bir rol biçmişken, Avrupa ülkeleri ısrarla çağrı aldıkları takdirde gönülsüzce destek olmakta ama böyle durumları ummamaktadır ve askeri çatışma Avrupa halkları için geniş oranda istenen bir şey değildir. Avrupa meseleleri diplomatik olarak çözme arayışındadır. Bu sadece bir politika meselesinden değil ama meseleleri başka bir yolla çözmeye girişmelerini sağlayacak kaynakların yetersizliliğinin sunduğu gerekliliğinden ileri gelir. Elbette barışçı bir Almanya’nın ve savaşçı bir Birleşik Devletlerin modern zamanlarda kesin olarak değişmez olmadığına ve bu eğilimlerin zamanla değişebilir olduğuna işaret etmeye değer, ama kaynak meselesini burada yine belirtmek gerekir. Tereyağını (veya muhtemelen doymamış yağdan yapılan sebze ziyafetini) silahlardan daha çok önemseyen bir Avrupa, seçeneklerini askeri araçlardan ziyade ekonomik araçlarla sınırlanmış bulacaktır.
Avrupalılar çoğunlukla güç kullanımı konusundaki isteksizliklerine kuvvetli biçimde vurgu yaparlar ve kendilerini anlaşılması kolay ve naif Amerikanlara göre daha entelektüel olarak tanımlarlar ama bu abartı olabilir. Sadece güç kullanımıyla çözülebilecek ve hayat kurtarmanın ve istenmeyen sonuçların daha az gerçekleşmesini sağlamanın tek yolunun silahlı müdahale olduğu anlaşmazlıklar vardır. Eski Yugoslavya’daki bazı müdahaleler bu çeşittir. Amerikalılara Batının görgüsüzleri olarak yapılan bu muamele, güçlü ve tehlikeli ama temelde uygarlaşmamış Roma’nın Atinalılara olan karşıtlığı gibi süreklidir ve bu fikir bazı Amerikalılar tarafından da paylaşılmaktadır ama küçümseyici ve problemlidir. Birleşik Devletler ve Avrupa arasındaki bu kontrast hiçbir suretle dikkat çekici değildir. Obama öncesi, yeni olgunlaşan bir refah devleti olan Birleşik Devletlerde bile bedelsiz (acil) sağlık hizmeti, işsizlik sigortası, sosyal güvenlik, bedelsiz okul eğitimi ve yüksek eğitim için gelişmiş bir burs sistemi vardı. Birleşik Devletler aynı zamanda göçmenlere vatandaşlık vermek konusunda uzun geçmişi olan bir geleneğe sahiptir ve o azınlıkların oluşturduğu ülkelerle bir süre savaş yapmış olsa bile, Avrupa’nın tersine, dini azınlıklarla, onların garip kıyafetleriyle veya davranışlarıyla hiçbir problemi yoktur. Barack Obama’nın başkanlığa getirilmesi, birçok Avrupalının kendi ülkelerindeki benzer bir insanın başına gelmesini beklemeyecekleri bir olaydır ve Amerikan Rüyası olarak adlandırılan şeyin, herkesin her şeyi yapabileceğinin belirgin bir şekilde vücuda gelişidir. Elbette doğru olmaktan çok uzak olmasına rağmen, bu Birleşik Devletlerdeki girişimci hayata ve yıldan yıla yeni göçmenlerin asil Amerikan vatandaşlarıyla entegrasyonuna çok yardımcı bir yaklaşım sağlamaktadır.
Burada anlatılan şudur, birçok Amerikalı ve Avrupalının sosyal duruşları arasında önemli farklar kesinlikle varken ve bu farkların varlığına inanmak kıtalar arası kontrastı tanımlamakta önemli olmasına rağmen, aslında fark o kadar da büyük değildir. İki bölgenin çıkarları da, değerleri gibi çoğunlukla ortaktır. Amerika Birleşik Devletlerinin sadece bir devlet olduğunu ama Avrupa Birliğinin tamamen farklı ülkelerin bir kombinasyonu olduğunu ve bunun doğru ama yanıltıcı olduğu olgusunu vurgulamak için yeterli bir eğilim vardır. ABD’nin bölgeleri birbirlerinden oldukça farklıdır, bu fark Avrupa Birliğindeki farklı ülkelerin birbirleriyle olduğundan çok daha fazladır ve federal vergi politikası herkesi bağlamasına rağmen, devletin finansal politikası bireysel her eyaletin şartlarına oldukça uygun hale getirilmiştir. Diğer yandan, Amerika’da bütün eyaletleri bir devlet altına almak için 19. yüzyılda yapılan savaşta, Birleşme Yanlıları kazanmıştı. Bir devletin diğerlerini hâkimiyet altına almaya çalıştığı Avrupa savaşlarında, kaçınılmaz olarak diğerleri kazandı. Bu, akabinde Avrupa Birliğindeki veya dışındaki her ülkenin diğerleriyle nereye kadar entegrasyon arayışında olması gerektiği ve yirmi birinci yüzyılda bir ülke veya millet olmanın gerçekte ne demek olduğu konusunda bir dizi tartışmaları da beraberinde getirdi. Belçika gibi bazı ülkeler tartışmayı bütünüyle bir kenara bırakmış görünürken, diğerleri açıkça hem Avrupa Birliği içinde olmakta hem de kültürel açılardan tamamen bağımsız olmakta hiçbir zorluk görmemektedir. Bu tartışmanın Avrupalı doğası üzerinde durmamalıyız çünkü gerçekte her ülke, kim olduğuna, kendini nereye gidiyor görüyor ve nasıl bir ülke olmak istiyor gibi varoluşsal meselelerle karşı karşıya kalmıştır. Bugün ve muhtemelen geçmişte de hemen hemen bütün ülkeler, milletler, politik görüşler, değişken sınırlar vb yığınıydı ve sonuç şudur ki, ulusal kimlik hakkındaki soruların cevabı çoğunlukla açık değildir.
Toqueville’in Amerika hakkında yaptığı yorumlardan biri şudur, yeni demokrasi dinin eleştirisi olacaktır çünkü “Eşitlik, insanda kendisi açısından her şeyi sorgulama isteği yaratacaktır: ona, bütün şeylerde elle tutulur ve gerçek olanın tadını, geleneği ve diğer formları küçümsemeyi verecektir” (Democracy in America, 163). Toqueville bunu yanlış anlamış gibidir çünkü örneğin ABD, Avrupa’dan çok daha dindar bir toplumu hesaba katmaktadır. Bunu tamamen doğru olarak kabul etmeden önce burada dikkatli düşünmeliyiz. İnsanların Amerika’da, Avrupa’da olduğundan fazla kiliseye gittiği kesinlikle bir gerçektir ama bunun gerçek bir dini şevk olup olmadığı o kadar da açık değildir. Nietzsche’nin, her ne kadar başka bir şeyden ziyade türbe olarak da olsa kiliselerin her şeye rağmen hala var olduğunu belirttiği yorumunu da içeren ve Tanrının öldüğünü söylediği The Gay Science’daki meşhur cümlesini hatırlamalıyız. Nietzsche dünyanın artık kendi kendini herhangi bir ilahi rehberlik veya aracılık olmadan yönettiği duygusuna gönderme yapmıştır ve bu birçok Amerikalı için, hatta kiliseye gidenler için bile doğrudur. Bu insanlar sadece Tanrının yokluğu ve resmi olarak bir şekilde ona tapma gerekliliğinin eksikliği arasındaki bağlantıyı henüz kurmamışlardır. Kilisenin ve devletin Toqueville’ı bu kadar etkileyen ve birçok Avrupalı için çok şaşırtıcı olan radikal ayrılığı, Amerikan kültürünün çok önemli bir unsurudur. Amerikan kültürü, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik arasındaki bağların kurulmasında dinin hiçbir müdahalesine izin verilmemesi gerektiğini kabul eder. Bunun sebebi, dinin, siyasi özgürlük, eşitlik ve kardeşlik üçlüsü çerçevesinde yer alan tartışmaların biçiminden tamamen farklı bir akıl yürütme biçimi olmasıdır. Din şeylerin özüne iner, herkes için doğru olanı bir kereliğine tanımlar ve bu, yukarıdaki üçlünün parçaları arasındaki bağların işlemesi için tamamen uygunsuz bir yol sunar. Bu dini eleştirmek anlamına gelmez, sadece politik hayattaki rolünün eşitlik, özgürlük ve kardeşlik tartışmasını alt etmek olduğunu belirtmektedir.
Dengenin politik bir ideal olarak önemi
Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik tartışmasının ana meselesi denge meselesidir. İçinde yaşamak istediğimiz tipte, adil olan, insanların birlikte yaşayabileceği ve insanların kendi öncelikleri ve arzuları adına hareket etme alanının olduğu bir devlet yaratmak için bu kavramların birini nereye kadar genişletip diğerini ne kadar daraltabiliriz. Bunlar elbette önemsiz konular değildir, hatta ana inançlar tarafından küçümsenen problemlere bulunan dini çözüm türlerinden oldukça farklıdır. Önemsiz olsa bile geniş bir yelpazedeki sosyal ve politik meseleler üzerine yorum yapmak için dinlerde bugün bir eğilim vardır ki, bu kendi içinde modern toplumda gerçek bir dini duygunun eksikliğinin kanıtıdır. Yine de dinin temelinde, ne olacağına dair bir cevap olduğu inancı vardır ve bu cevap bir kereliğine ve herkes için yaratıcımız olan Tanrı tarafından belirlenen bir şeydir. Tartışma veya müzakere ne olduğunu belirlemekte kullanılsa da, bu tartışılabilecek veya müzakere edilebilecek bir şey değildir. Tanrı bizim nasıl davranmamız gerektiğini bilir çünkü bizi belirli bir yolla yaratmıştır ve nasıl geliştiğimizin ve bizi neyin saptırdığının ve yanlış yöne giden eylemlerin veya karaların sadece kendilerinin yanlış olduğunun farkındadır, hâlbuki birçok insan haklı olduğunu ve yanıldığını düşünür. Bu sebeple din, muhaliflerine bağnaz görünür. Eğer eylemlerimiz onunla uyuşursa doğrunun nerede olduğunu ve ne yapmamız gerektiğini bize anlatan nihai bir çözüme, bir bütüne bel bağlar. Ütopik bir geleceğe, herkesin dini veya onun gösterdiklerini takip edeceği ve Tanrının dünyayı yöneteceği bir geleceğe güvenir. Bu ne zaman ki olur, her şey mükemmel olacaktır ve bu dünya eninde sonunda gelecek olan bir mükemmellik sürecinde sadece bir aşamadır. Amerika’da dinin ve devletin birbirlerinden ayrılması, insanların politik anlamda seküler düşünmesini sağlamaya çalışmakta önemlidir. Din bir kez siyaseti tartışmakta kullanıldığında, özgürlüğü, eşitliği ve kardeşliği düzenlemekte gereken bütün denge unsuru dışarıda kalır. Sebep, dindar insanların bu denge açısından düşünememesi değildir, düşünebilecekleri ve düşünmekte oldukları açıktır, sadece dinin kendisinin temel olarak bu dengeyle bir ilgisinin olmamasıdır. Bu başka ve daha büyük meselelerde de dikkat çekicidir ve denge bazı daha geniş meselelerin alt sorunudur ve tartışmanın doğası ince bir biçimde değişir. Seküler anlamda siyaset, tamamen devletle üstün körü sonuca varmakla ilgilidir ama dini anlamda, şeyleri Tanrının isteğiyle uyumlu bir şekilde yapmanın tek olanaklı yolunu sunma meselesidir.