Bulanık Bilim Felsefesi - 2
|
Burada bilimsel ayıracın yanlışlanabilirlik ilkesine göre olmasında ve bilimsel gelişmelerin yolunun açılmasında bulanık mantık ve onun esasını teşkil eden felsefe konularının önemi üzerinde durulmuştur. Bilim adamları kendi iç dünyalarında asla nesnel (objekti) değillerdir; ama bizim ülkemizde maalesef bilim adamı denilenlerin nesnel olduklarına inanılır veya öyle şırınga edilir. Kendi içinde her bilim adamı bulanık düşünmelidir. Çünkü bu eleştirel düşüncenin anahtarıdır. Bulanıklık aslında bilimsel çalışmaların bir dinamosu olarak çıkarım makinasının üretken olmasını sağlar. Tüm bilimsel kural ve çıkarımların dengeli bir biçimde olabilmesi için bulanık çıkarım motorundan geçirilmesinde yararlar vardır. Bu sayede, bilimsel ortama girilerek klasik anlama ve bilgi dağıtım yollarından da kaçınılmış olunur. Doğru sayılan her bilimsel olgunun bulanıklaştıılarak tekrar gözden geçirilmesi ile aradaki ayrıntı ve inceliklerin yakalanılarak bilimsel gelişme daha sağlıklı olarak olgunlaştıılabilir; ama asla tam doğruya ulaşılamaz. Bulanık düşünce çıkarımları sonrasında belirli kabullerle çıkarımlar durulaştırılarak, yani bulanıklıkları giderilerek yine ikili mantık ortamına kolayca girilebilir (Şen, 2009).
Tüm bilimsel olgular ve çalışmalar belirsizlik içerir; ama nedense çoğunlukla yüksek tahsil yapmış olanlar ve özellikle de mühendisler bu belirsizliklerin sayısal olduğuna saplanmış olabilir. Halbuki, kelimelerde olan belirsizliklerden bilimsel bilgi üretkenliği, sayısal belirsizliklerden daha fazladır; çünkü sözel ifadelerin mantık altlıkları bulunur. Bilimsel çalışmalarda bilime bir din gibi inanarak onu donuklaştımak, akademik ünvanların yolunu kolayca açabilir; ama bir toplumun bilimsel gelişmesinin yollarını keser. Buna da bilim adamı denilen kişiler sebebiyet verebilir. Halbuki, hiç bir bilim adamı bilimsel çıkarımların kesin doğru olduğuna inanmamalı ve bunların sözel olarak eleştirilerek ikili uç değer mantığı ortamına değil; bulanık felsefe ve mantık ortamlarına sokularak eleştirilmesini ve daha iyi, ama yine de tam doğru olmayan sonuçlara varmayı hedeflemelidir.
TARİHİ BAKIŞ AÇISI
Büyük müslüman Türk düşünürü Farabi bundan bin yıl kadar önce bilimleri sınıflarken biri mutlak bilimler, diğeri de ihtmali (belirsizlik içeren) bilimler olmak üzere ikiye ayırmıştı. Bunlardan ihtimali (olasılıklı, olabilirlikli) olan sınıfa fizik, matematik, geometri ve mantık bilimlerini koymuştur. Kendisi tam Aristo’cu olan Farabi (ki ona dünyada ikinci üstat denir, birincisi ise Aristo’dur) ikili mantık ilkeleri ile bu bilimlerin tam özümlenemeyeceğini o zamandan sezebilmişti (Şen, 2001). Maalesef kendi topluluğu ve özellikle Türkiye’de bile bu görüşleri dışlanmış ve ancak müslümandır diye bir övünç kaynağı olarak kullanılmış olan Farabi’nin görüşleri bilimsel olarak incelenmemişti. Bugün onun belirttigi üzere bir zamanlar tam kesin olarak dogmalaştırılan fizik, kuantum (parçacık) fiziği; matematik, eğrisel (nonlineer) diferansiyel denklemler açısından kaotik(buhranlı); geometri, fraktal (kesirli) geometri ve mantık da bulanık mantık haline gelerek hepsi belirsizlik ilkeleri üzerinde kurgulanmıştı.
Doğal felsefe olayları için Newton, John Locke’ye göre daha az kısıtları olan bilimsel bilgiler kullanmıştı. Onun kavramlarında bilimde insanın ruhsal gücü ile (manevi güç, yürek gücü, maneviyat) uygulamalı belirginliğin, fizik ötesi (metafizik) ve mutlak doğruluktan daha geçerli olduğu görülmektedir. Bunun anlamı bilimsel bilgilerin doğası bakımından bulanık olduğudur. Onların bilimsel bilgilerden asıl belirsizliklerin bulunduğuna dair görüşleri farklıdır. Locke’ye göre bilimsel bilgilerde mutlak belirginlik vardır. Mutlak belirginliğin 1’den başka bir derecesi olamaz. Böylece bir tarafta bilimsel bilgi ile diğer tarafta yargılama (muhakeme) arasında olabilirlik bakımından bir fark olduğunu savunmuşlardır. Olabilirlik fikri de ancak müphem bilgilerde vardır. Bunun anlamı bilimsel önermelerin bulanık olması durumudur. Newton’a göre ise uygulamalı (pratik) belirginlik bir derecelendirme sorunudur ve bu olabilirliliğin kabulü aslında ihtimal (olasılık) derecelendirilmesidir. Bu nedenle Newton’un felsefesinde kesin bilimsel bilgilerle olabilirlik ilkesi arasında keskin bir ayrıcalık vardır. Kesin belirginlikle olabilirlik ilkesi bağdaşamaz.
Yukarıda belirtilen durumlardan sonra aracı olarak bulanık mantıktan yararlanmak gereklidir. Her ne olursa olsun, bazılarına göre bilimsel bilgi deneylerle kanıtlanmadıkça mutlak belirginlik kazanamamaktadır. Buna göre, mantık retorik (söz sanatlarını inceleyen bilgi dalı) ile desteklenmedikçe istenen ayrıcalık elde edilemez. İyi konuşma, yani sözle inandırma yeteneği (retorik) içeren anlatılar hep müphem veya tam sağlıklı olmayan bilgiler kümesidir. Diğer taraftan, 17. Yüzyılda Christin Huygens, Newton’un reddini desteklercesine yargılarımızla doğa bilgileri arasında kesin bir ayıracın olmadığı görüşünü savunmuştur. Birçok akıl yürütmeler (muhakemeler) yaklaşık olabilirlik ilkesinin etkin olduğu çıkarımların derecelerini, ihtimal derecelerini veya bu yazının konusu olan bulanıklık derecelerini var sayar. Geçen yüzyılda belgelerin kullanılması ve özellikle bunların deneysel belgeler olması, doğruluk tartımalarında veya varılan çıkarımların güvenilir olmasında veya inandırıcılığında önemli rol oynamıştı. Bütün bu söylenenlerin bulanık mantık etkinlik alanına girdiği bu yazıda iddia edilmektedir.
Yaklaşık muhakeme ile tüm çıkarımlara ulaşılamaması kabul edilebilir; ama bunların her birinin bir güvenirlik derecesi vardır. Böylece herhangi bir olabilirlik içeren muhakeme (yargılama) için neden ve nasıl kabul edildiğine işaret eden bir ölçütün bulunması gereklidir. Ayrıca, belirsizliğin derecesini belirleyebilecek bir nicel ölçütün de olması lazımdır. Bunun için, Huygens ilk defa 1675 tarihinde sayısal ihtimal (olasılık) yargılamalarını gündeme getimişti. Bunları oyun (kumar) oynama kuramlarının geliştiilmesinde kullanmıştı. Burada sayısallık olabilirliği değil, yine nicelliği ifade eden büyüklüklerle sağlanmış ve kelimelerin içerdiği belirsizlik tamamen dışlanmıştı.
Diğer taraftan, Leibniz’e göre bilimsel başarıların geliştirilmesi için bir idealler dünyasında mutlak belirginliğin tanınması gereklidir. Bilimsel çalışmalarda sayısal ihtimallere yer verilmeli ve böylece belirsizlikler de göz önünde tutulmalıdır. Ancak, ihtimal değerlerinin düşünce deneylerinde sayısallaştırılması pek mümkün değildir. En iyi yapılabilecek iş, kişisel ihtimal değerlerinin bilimsel olayların işlerliğinin gerektidiği yerlerde atanmasıdır. Aslında bilimsel çalışmalarda geçerli olan kelimelerde bulunan ve belirsizlikleri bulanık kümelerle ifade etmek ve bunların da üyelik derecelerinin göz önünde tutulmasını düşünerek üyelik fonksiyonları atamak yerinde olur. Böylelikle ikili mantıkta dışlanan belirsizliklerin, bulanık mantık ilkeleri ile 1’den küçük olsa da bir dereceye kadar incelemelerin içine katılması mümkün olur. Akılcı mantık kuralları ile yapılacak modellerin yaklaşık yargılamalarda ve çıkarımlarda kullanılmasıda kabul edilmişti. Leibniz “ihtimal derecelerinin bilinmesi için yeni bir mantık, gerçeklerin ispatlanması için gerekli ve kıssadan hisse şeklinde alınacak dersti” der. İşte bu yönleri içerecek yeni bir mantık örgünlüğü, bulanık mantık olarak 1960’larda geliştirilmişti (Zadeh, 1965).
Tüm bilimsel olgular ve çalışmalar belirsizlik içerir; ama nedense çoğunlukla yüksek tahsil yapmış olanlar ve özellikle de mühendisler bu belirsizliklerin sayısal olduğuna saplanmış olabilir. Halbuki, kelimelerde olan belirsizliklerden bilimsel bilgi üretkenliği, sayısal belirsizliklerden daha fazladır; çünkü sözel ifadelerin mantık altlıkları bulunur. Bilimsel çalışmalarda bilime bir din gibi inanarak onu donuklaştımak, akademik ünvanların yolunu kolayca açabilir; ama bir toplumun bilimsel gelişmesinin yollarını keser. Buna da bilim adamı denilen kişiler sebebiyet verebilir. Halbuki, hiç bir bilim adamı bilimsel çıkarımların kesin doğru olduğuna inanmamalı ve bunların sözel olarak eleştirilerek ikili uç değer mantığı ortamına değil; bulanık felsefe ve mantık ortamlarına sokularak eleştirilmesini ve daha iyi, ama yine de tam doğru olmayan sonuçlara varmayı hedeflemelidir.
TARİHİ BAKIŞ AÇISI
Büyük müslüman Türk düşünürü Farabi bundan bin yıl kadar önce bilimleri sınıflarken biri mutlak bilimler, diğeri de ihtmali (belirsizlik içeren) bilimler olmak üzere ikiye ayırmıştı. Bunlardan ihtimali (olasılıklı, olabilirlikli) olan sınıfa fizik, matematik, geometri ve mantık bilimlerini koymuştur. Kendisi tam Aristo’cu olan Farabi (ki ona dünyada ikinci üstat denir, birincisi ise Aristo’dur) ikili mantık ilkeleri ile bu bilimlerin tam özümlenemeyeceğini o zamandan sezebilmişti (Şen, 2001). Maalesef kendi topluluğu ve özellikle Türkiye’de bile bu görüşleri dışlanmış ve ancak müslümandır diye bir övünç kaynağı olarak kullanılmış olan Farabi’nin görüşleri bilimsel olarak incelenmemişti. Bugün onun belirttigi üzere bir zamanlar tam kesin olarak dogmalaştırılan fizik, kuantum (parçacık) fiziği; matematik, eğrisel (nonlineer) diferansiyel denklemler açısından kaotik(buhranlı); geometri, fraktal (kesirli) geometri ve mantık da bulanık mantık haline gelerek hepsi belirsizlik ilkeleri üzerinde kurgulanmıştı.
Doğal felsefe olayları için Newton, John Locke’ye göre daha az kısıtları olan bilimsel bilgiler kullanmıştı. Onun kavramlarında bilimde insanın ruhsal gücü ile (manevi güç, yürek gücü, maneviyat) uygulamalı belirginliğin, fizik ötesi (metafizik) ve mutlak doğruluktan daha geçerli olduğu görülmektedir. Bunun anlamı bilimsel bilgilerin doğası bakımından bulanık olduğudur. Onların bilimsel bilgilerden asıl belirsizliklerin bulunduğuna dair görüşleri farklıdır. Locke’ye göre bilimsel bilgilerde mutlak belirginlik vardır. Mutlak belirginliğin 1’den başka bir derecesi olamaz. Böylece bir tarafta bilimsel bilgi ile diğer tarafta yargılama (muhakeme) arasında olabilirlik bakımından bir fark olduğunu savunmuşlardır. Olabilirlik fikri de ancak müphem bilgilerde vardır. Bunun anlamı bilimsel önermelerin bulanık olması durumudur. Newton’a göre ise uygulamalı (pratik) belirginlik bir derecelendirme sorunudur ve bu olabilirliliğin kabulü aslında ihtimal (olasılık) derecelendirilmesidir. Bu nedenle Newton’un felsefesinde kesin bilimsel bilgilerle olabilirlik ilkesi arasında keskin bir ayrıcalık vardır. Kesin belirginlikle olabilirlik ilkesi bağdaşamaz.
Yukarıda belirtilen durumlardan sonra aracı olarak bulanık mantıktan yararlanmak gereklidir. Her ne olursa olsun, bazılarına göre bilimsel bilgi deneylerle kanıtlanmadıkça mutlak belirginlik kazanamamaktadır. Buna göre, mantık retorik (söz sanatlarını inceleyen bilgi dalı) ile desteklenmedikçe istenen ayrıcalık elde edilemez. İyi konuşma, yani sözle inandırma yeteneği (retorik) içeren anlatılar hep müphem veya tam sağlıklı olmayan bilgiler kümesidir. Diğer taraftan, 17. Yüzyılda Christin Huygens, Newton’un reddini desteklercesine yargılarımızla doğa bilgileri arasında kesin bir ayıracın olmadığı görüşünü savunmuştur. Birçok akıl yürütmeler (muhakemeler) yaklaşık olabilirlik ilkesinin etkin olduğu çıkarımların derecelerini, ihtimal derecelerini veya bu yazının konusu olan bulanıklık derecelerini var sayar. Geçen yüzyılda belgelerin kullanılması ve özellikle bunların deneysel belgeler olması, doğruluk tartımalarında veya varılan çıkarımların güvenilir olmasında veya inandırıcılığında önemli rol oynamıştı. Bütün bu söylenenlerin bulanık mantık etkinlik alanına girdiği bu yazıda iddia edilmektedir.
Yaklaşık muhakeme ile tüm çıkarımlara ulaşılamaması kabul edilebilir; ama bunların her birinin bir güvenirlik derecesi vardır. Böylece herhangi bir olabilirlik içeren muhakeme (yargılama) için neden ve nasıl kabul edildiğine işaret eden bir ölçütün bulunması gereklidir. Ayrıca, belirsizliğin derecesini belirleyebilecek bir nicel ölçütün de olması lazımdır. Bunun için, Huygens ilk defa 1675 tarihinde sayısal ihtimal (olasılık) yargılamalarını gündeme getimişti. Bunları oyun (kumar) oynama kuramlarının geliştiilmesinde kullanmıştı. Burada sayısallık olabilirliği değil, yine nicelliği ifade eden büyüklüklerle sağlanmış ve kelimelerin içerdiği belirsizlik tamamen dışlanmıştı.
Diğer taraftan, Leibniz’e göre bilimsel başarıların geliştirilmesi için bir idealler dünyasında mutlak belirginliğin tanınması gereklidir. Bilimsel çalışmalarda sayısal ihtimallere yer verilmeli ve böylece belirsizlikler de göz önünde tutulmalıdır. Ancak, ihtimal değerlerinin düşünce deneylerinde sayısallaştırılması pek mümkün değildir. En iyi yapılabilecek iş, kişisel ihtimal değerlerinin bilimsel olayların işlerliğinin gerektidiği yerlerde atanmasıdır. Aslında bilimsel çalışmalarda geçerli olan kelimelerde bulunan ve belirsizlikleri bulanık kümelerle ifade etmek ve bunların da üyelik derecelerinin göz önünde tutulmasını düşünerek üyelik fonksiyonları atamak yerinde olur. Böylelikle ikili mantıkta dışlanan belirsizliklerin, bulanık mantık ilkeleri ile 1’den küçük olsa da bir dereceye kadar incelemelerin içine katılması mümkün olur. Akılcı mantık kuralları ile yapılacak modellerin yaklaşık yargılamalarda ve çıkarımlarda kullanılmasıda kabul edilmişti. Leibniz “ihtimal derecelerinin bilinmesi için yeni bir mantık, gerçeklerin ispatlanması için gerekli ve kıssadan hisse şeklinde alınacak dersti” der. İşte bu yönleri içerecek yeni bir mantık örgünlüğü, bulanık mantık olarak 1960’larda geliştirilmişti (Zadeh, 1965).