Bulanık Bilim Felsefesi - 1
|
Zekai ŞEN
Özet
Bilimsel çıkarımlar, incelenen bir olayın mantık önermelerinin öncül kısımlarındaki koşullara bağlıdır. Önermeler, sözel (kelime ve cümle) veriler olduklarından başlangıçta felsefi olarak üstü kapalı, bulanık belirsizlikler içerebilir. Bilimsel bilgiler akılcı bir şekilde tecrübe (ampirik) veya uzmanlık olarak arttkça, önermelerin geçerlilik derecelerinin bulanıklıklığı azalarak artar. Şimdiye kadar olan bilim felsefesi konularında bilimsel önermelerin ya tamamen doğru oldukları ya da bunların belirli yüzdeler (ihtimal, olasılık) ile geçerli olduğu varsayılırdı. Bilimsel önermelere nesnel (objektif) ihtimallerin atanması oldukça zor bir iştir ve bu konuda literatürde tecrübeleri (uzmanlığı) işin içine katan subjektif yöntemler (Bayes) ileriye sürülmüştür. Bilimsel belirginliğin veya ihtimalli durumların savunucuları ve karşı görüşte olanların ayrıntılı sunumunu yaptıktan sonra, sonuçta bulanık düşünme ve mantık konularına değinilerek, her düşünce ürününün belirli derecelerde geçerli olabileceği üzerinde durulmuştur.
GİRİŞ
Bilim, felsefenin ne olduğunu açıklamaya alışırken karşılaşılan ilk sorun, felsefenin çok karmaşıklık ve belirsizlikler içermesidir (McMullin, 1987). Bunun doğrudan bir sonucu olarak bilimin ne derece nesnel (objekti) olduğunu anlamaya çalışırken kökenlerindeki felsefenin tamamen gelişi güzellik, karmaşıklık, bir dereceye kadar anlaşılmazlık, belirsizlik ve bulanıklık içerdiğinin de sorgulanması gerekir. Bilimin dayandığı felsefenin bulanık olmasına karşılık bilimsel gelişmenin nasıl olduğunu da sorgulamalıyız. Bizim üniversitelerimizde bilim, nerede ise bir tabu gibi eleştiilemez; dokunulmazlığı olan dogmati kalıplarla öğretimesinin sebepleri acaba nelerdir diye de düşünmek gereklidir. Genellikle fazla sorgulamayan ve eleştimeyen kişiler ve düşünürler bilimi sanki dünyanın tekliğine doğru hareket ettin bir olgu olarak algılayabilirler; ama gerçekte fotoğraf tamamen farklı ve bambaşkadır. Özellikle, doğruluğunun olduğuna inanılan birçok bilimsel kuramın (teorinin) daha sonra yanlış veya oldukça geçersiz olduğu anlaşılmıştı. Bunların yanlışlanması veya doğrulanması hakkında çok kapsamlı tartı malar yapılmıştı. Bu arada bilimle uğraşanların, bir olgunun bilimsel olup olmadığının sınır ayıracı hakkında karar verebilmelerinin pek kolay olmadığının farkına varılmıştı. Bizim ülkemizde nerede ise bilim sorgulanamaz ve öğrenci, öğretiisinin bilgi aktarımlarını eleştiemez. Çünkü bilimsel önermeler hep doğrudur ve bilim zaten doğrulamanın bir yoludur. Bunun sonucunda, ancak doğrulanabilen olgular bilimseldir diye bir sonuca varılır.
Bu tür bir düşünüşte olan toplumda, akademik ûnvanlıların sayısı bol miktarda artar ve sonuçta o toplumda bilimin ölçütü sanki ünvanlıların bilim adamı olarak eşleştiilmesi ile bilimsel olguların bulunduğu var sayılan bilim dışı bir çıkarıma varılabilir. Bilimsellik ve akademik ünvanlılığın ayrı kulvarlar olabileceği ünvanlılar tarafıdan söylenmez.
Bir bilimsel olguya asla bilim felsefesinin bilinçsiz veya bilinç altıda kullanılmaması ile varılamaz; mutlaka bilimde felsefenin köken rolü oynadığını anlamak gerekir. Çünkü felsefe tam bağımsız özgür düşünce demekti. Bu tür düşüncelerin bulunmadığı bir toplumda bilimin gelişmesinden söz edilemez. Onlara bilim yapan başka topluluklardan ruhsuz, verimsiz ve donuk nakillerin gelmesi söz konusudur. Bu tür nakilcilik de o toplumun değil bugününü, geleceğini bile daha fazla tehlikeye sokar. Bugün birçok akademisyen bilim felsefesi yapmadan uluslararası makaleler bile yayınlayarak akademik derecelere ulaşabilmektedir. Ancak bilim felsefesinden hakkı ile farkında olanlar yenilikçi eserler verebilir; ama aksi takdirde yapılan yayınlar bilinenlerin uygulamasından başka birşey değildir. Tam ve özgür bilimsel felsefi düşünce, eldeki soruna kalıplaşmış bir çözüm değil, birbirine seçenek (alternatif) olabilecek bir demet (senaryo) çözümleri ortaya çıkarır. Bu demettki seçeneklerin geçerli olanlarını ise mantı ayıklayarak faydalı çıkarımlara ulaştırır.
Bugünkü keskin mantı (Aristo mantıgı, ikili, siyahbeyaz) yerine doğu felsefesi düşüncesinden çıkan bulanık mantık (çoklu, gri) gelecekteki bilim ve teknolojik gelişmelerde geçmişte oynadığı rolden daha fazlasını oynayacaktı. Eğiti sistemimizin her aşamasında var olan ikili mantı, aslında “ortanın dışlanması” mantıgıdır. Burada uçlar rol oynar. Halbuki, Hz. Muhammed S.A.V.’nin bir hadisinde “yapılan işlerin en hayırlısı ortada olanıdır” denilmektedir. Bugün bulanık mantıın kökeninde bu düşünce bulunmaktadır. Ortadaki olan olayların incelenmesi ile uçlara da ulaşmak mümkündür; ama uçlara saplanmış bir düşünce sisteminden kurtulmak pek kolay değildir ve insana bırakın ortayı, diğer ucu bile göstermeyebilir. Birçok olayın sağduyu ile incelenmesine başlanmasında, kapalı da olsa bir tecrübe ve uzmanlık ile felsefi düşünce de işin içine girer. Ancak, her insanda değişik derecelerde bulunan sağduyu her zaman güvenilir değildir. Birbirinden farklı düşünenler bile sağduyu sayesinde bir şemsiyenin altıda düşüncelerini toplayabilirler.
Bu durum bulanık mantı düşüncesinin ilk belirtieridir. Çünkü düşüncelerde kesinlik değil belirli ölçülerde farklılıklar vardır; ama yine de katıımcıların ortak karar verebilmeleri mümkündür. Bilim felsefecileri genel geçerliliği olan bilimsel özelliklerin araştıılmasını bilgi üretii şeklinde yapmaya çalışır. Böylece doğanın her yönü ile incelenmesi, keşfedilmesi, geçerli yöntem ve usullerin araştıılması, gelişim desenlerinin ortaya konulması ve öne sürülen kuramların geçerliliğinin doğrulanması veya yanlışlanmasına çalışılır.
Aslında felsefe çok bulanık olan kavramlardan örgün mantık çıkarımlarına kadar uzanan bir yelpazeye sahipti. Son zamanlara kadar, örgün mantık olarak bilimsel çalışmalarda hep iki değerli mantığı (Aristo, 01) esas alınmış ve nerede ise herkesin sanki beyinleri yıkanmışcasına tüm belirsizlikler kapı dışarı atılarak herşeyin sadece “doğru” ve “yanlış” diye ikili çıkarımlarda bulunulması tabu haline gelmişti. Tüm bilimsel fikir, varsayım ve kuramlar öncelikle bu mantıa göre ölçütlendirilmiş ve sonrasında da sıradan bilim adamları ve çoğunlukla da akademisyenler, doğmatik inançlara vararak pek önemli olmayan bilimsel gelişmeler elde etmişlerdir.
Akademisyenlerin çoğunlukla bilim adamı olamamalarının önündeki en önemli engellerden birisi donuk ve ezbere yön verebilen ikili mantıga tamamen bağlı olmalarıdır. Bu kişiler şüpheli, eksik, tam olmayan ve belirsizlikler içeren olayları bile kendilerine uygun birtakım varsayım ve kabullerle önce belirginlik ve ikili mantık alanına soktuktan sonra, oradan tırpanlanmış belirgin ama gerçeği ancak ortalamada temsil edebilen çıkarımlarda bulunabilmişlerdir. Hiç bir bilimsel olgu tamamen belirgin ve doğru sayılamaz, çünkü bu durum kişiyi donukluk ve doğmatikliğe sürükleyebilir. Bilimsel gelişmelerin ve bilgi evrimlerinin kökeninde belirsizlik, müphemlik, eksiklik yani bulanıklıklar yatmaktadır. Genel olarak şüpheli, eksik, tam olmayan bilgilerin tümüne birden bir yazıda bulanık bilgi adı verilmişti (Zadeh, 1968). Burada bulanıklık ve bulanık mantık bilimsel gelişmelerin yolunu açan ve bir olgunun bilimsellik derecesini belirleyen bir yaklaşım olarak sunulmaktadır. Tüm bilimsel olay ve olgular bulanıklık içerir ve bunlardan bulanık çıkarımlar yapılır. İnsan düşüncesinde ikili mantık etkin olamaz; ama bilimselliğin ilk yolu basitçe bu mantıkla açıklanabilir. Genel çıkarımlara ulaşmak ve bilimin yeşermesini temin etmek için bulanık mantık ve ilkelerine akılcı felsefe temelinde yer verilmelidir.
BULANIK MANTIK
Alışılagelinmiş ikili mantık ile bulanık mantık arasındaki farkın ilk belirtierini kavrayabilmek için klasik mantıga bir çıkarımın doğru olanı 1, yanlış olanı da 0 ile temsil edilmektedir. Bunlardan 1 tam kesinliği, 0 ise tam imkansızlığı (tez antiez, tam zıtlıklar) gösterir. Bunun bir sonucu olarak doğru olan çıkarımlara 1 yanlışlara da 0 sayısı verilerek insan ile bilgisayar arasındaki iletişim, sayısal ortamda (bilgisayarın anladığı tek ortam) sağlanmış olur. Hâl böyle olunca 1 ile 0 arasında hiç bir şey anlam ifade etmez diye varsayılır. Bu nedenle bir olgunun “oldukça”, “biraz”, “fazlaca”, “aşağı yukarı”, “yaklaşık”, vb. doğru (veya yanlış) olduğunu savunmak mümkün olamamaktadır; yani orta durumlar dışlanmıştı. Buna göre öğreticileri tam bilgili ve tam bilgisiz diye, öğrencileri de tam algılayan ve tam algılamayan diye iki kesin sınıfa ayırmak gerekir ki; bu insan düşüncesinde bir hoşnutsuzluk ortaya çıkarır. Çünkü bunun böyle olmadığını herkes bilmektedir. Bu iki sınıf arasında derecelerin (0.0, 0.7, 0.00, vb.) olmasının gerekliliğini herkes sezer ve sorunsuzca birbirleri ile anlaşabilir. Bunu anlamayanlar asla bir hoşgörü (diyalog), paylaşım ve birbirlerine karşı sağlıklı bir güven duyamazlar.
İşte felsefe sonrası bulanık (doğal) mantık, bilimsel çıkarımların bile geçerliliğini bu ara değerlere göre tartar. Mantıkçı olgusalcılara (pozitivistlere) göre bir olgunun bilimsel olup olmamasının sınırları iki değerli (kesin) mantıkla belirlenir. Halbuki böyle bir durumda geriye bilimsel çıkarımların tartışılması için bir ortam bile bırakılmamaktadır (Poper,1952). İkili mantığa göre bilimsel çıkarımlar veya hatta günlük tartışmaların bile doğrunabilirlik ilkesi ile değerlendirilmesi gerekir. Halbuki bulanık mantık bilimsel çıkarımların bile yanlışlanabilirliğine imkan vererek bilimin daha doğurtkan, üretken, verimli ve gelişebilirlik özelliklerine tam kapı açar (Şen, 2003)
Bilimdeki belirsizlikleri tartmak için her ne kadar bazı felsefeciler ve bilim adamları ihtimaller (olasılık) yöntemlerini kullanmayı önermişlerse de, bugüne kadar maalesef “bilimin bulanık felsefesi” hakkında fazlaca söz eden bulunmamaktadır (Carnap,1987). Zaten bulanık mantık ilk ortaya atıldığında tümden batı kültürü tarafından dışlanmıştı. Bulanık mantık uygulamalarının Japonya, Malezya, Kore, Hindistan, vb. doğu ülkelerinde akıllı cihazların ortaya çıkarılmasında kullanılması Batı dünyasının dikkatini çekmiş ve bulanık mantık konuları ele alınır hale gelmişti.
Özet
Bilimsel çıkarımlar, incelenen bir olayın mantık önermelerinin öncül kısımlarındaki koşullara bağlıdır. Önermeler, sözel (kelime ve cümle) veriler olduklarından başlangıçta felsefi olarak üstü kapalı, bulanık belirsizlikler içerebilir. Bilimsel bilgiler akılcı bir şekilde tecrübe (ampirik) veya uzmanlık olarak arttkça, önermelerin geçerlilik derecelerinin bulanıklıklığı azalarak artar. Şimdiye kadar olan bilim felsefesi konularında bilimsel önermelerin ya tamamen doğru oldukları ya da bunların belirli yüzdeler (ihtimal, olasılık) ile geçerli olduğu varsayılırdı. Bilimsel önermelere nesnel (objektif) ihtimallerin atanması oldukça zor bir iştir ve bu konuda literatürde tecrübeleri (uzmanlığı) işin içine katan subjektif yöntemler (Bayes) ileriye sürülmüştür. Bilimsel belirginliğin veya ihtimalli durumların savunucuları ve karşı görüşte olanların ayrıntılı sunumunu yaptıktan sonra, sonuçta bulanık düşünme ve mantık konularına değinilerek, her düşünce ürününün belirli derecelerde geçerli olabileceği üzerinde durulmuştur.
GİRİŞ
Bilim, felsefenin ne olduğunu açıklamaya alışırken karşılaşılan ilk sorun, felsefenin çok karmaşıklık ve belirsizlikler içermesidir (McMullin, 1987). Bunun doğrudan bir sonucu olarak bilimin ne derece nesnel (objekti) olduğunu anlamaya çalışırken kökenlerindeki felsefenin tamamen gelişi güzellik, karmaşıklık, bir dereceye kadar anlaşılmazlık, belirsizlik ve bulanıklık içerdiğinin de sorgulanması gerekir. Bilimin dayandığı felsefenin bulanık olmasına karşılık bilimsel gelişmenin nasıl olduğunu da sorgulamalıyız. Bizim üniversitelerimizde bilim, nerede ise bir tabu gibi eleştiilemez; dokunulmazlığı olan dogmati kalıplarla öğretimesinin sebepleri acaba nelerdir diye de düşünmek gereklidir. Genellikle fazla sorgulamayan ve eleştimeyen kişiler ve düşünürler bilimi sanki dünyanın tekliğine doğru hareket ettin bir olgu olarak algılayabilirler; ama gerçekte fotoğraf tamamen farklı ve bambaşkadır. Özellikle, doğruluğunun olduğuna inanılan birçok bilimsel kuramın (teorinin) daha sonra yanlış veya oldukça geçersiz olduğu anlaşılmıştı. Bunların yanlışlanması veya doğrulanması hakkında çok kapsamlı tartı malar yapılmıştı. Bu arada bilimle uğraşanların, bir olgunun bilimsel olup olmadığının sınır ayıracı hakkında karar verebilmelerinin pek kolay olmadığının farkına varılmıştı. Bizim ülkemizde nerede ise bilim sorgulanamaz ve öğrenci, öğretiisinin bilgi aktarımlarını eleştiemez. Çünkü bilimsel önermeler hep doğrudur ve bilim zaten doğrulamanın bir yoludur. Bunun sonucunda, ancak doğrulanabilen olgular bilimseldir diye bir sonuca varılır.
Bu tür bir düşünüşte olan toplumda, akademik ûnvanlıların sayısı bol miktarda artar ve sonuçta o toplumda bilimin ölçütü sanki ünvanlıların bilim adamı olarak eşleştiilmesi ile bilimsel olguların bulunduğu var sayılan bilim dışı bir çıkarıma varılabilir. Bilimsellik ve akademik ünvanlılığın ayrı kulvarlar olabileceği ünvanlılar tarafıdan söylenmez.
Bir bilimsel olguya asla bilim felsefesinin bilinçsiz veya bilinç altıda kullanılmaması ile varılamaz; mutlaka bilimde felsefenin köken rolü oynadığını anlamak gerekir. Çünkü felsefe tam bağımsız özgür düşünce demekti. Bu tür düşüncelerin bulunmadığı bir toplumda bilimin gelişmesinden söz edilemez. Onlara bilim yapan başka topluluklardan ruhsuz, verimsiz ve donuk nakillerin gelmesi söz konusudur. Bu tür nakilcilik de o toplumun değil bugününü, geleceğini bile daha fazla tehlikeye sokar. Bugün birçok akademisyen bilim felsefesi yapmadan uluslararası makaleler bile yayınlayarak akademik derecelere ulaşabilmektedir. Ancak bilim felsefesinden hakkı ile farkında olanlar yenilikçi eserler verebilir; ama aksi takdirde yapılan yayınlar bilinenlerin uygulamasından başka birşey değildir. Tam ve özgür bilimsel felsefi düşünce, eldeki soruna kalıplaşmış bir çözüm değil, birbirine seçenek (alternatif) olabilecek bir demet (senaryo) çözümleri ortaya çıkarır. Bu demettki seçeneklerin geçerli olanlarını ise mantı ayıklayarak faydalı çıkarımlara ulaştırır.
Bugünkü keskin mantı (Aristo mantıgı, ikili, siyahbeyaz) yerine doğu felsefesi düşüncesinden çıkan bulanık mantık (çoklu, gri) gelecekteki bilim ve teknolojik gelişmelerde geçmişte oynadığı rolden daha fazlasını oynayacaktı. Eğiti sistemimizin her aşamasında var olan ikili mantı, aslında “ortanın dışlanması” mantıgıdır. Burada uçlar rol oynar. Halbuki, Hz. Muhammed S.A.V.’nin bir hadisinde “yapılan işlerin en hayırlısı ortada olanıdır” denilmektedir. Bugün bulanık mantıın kökeninde bu düşünce bulunmaktadır. Ortadaki olan olayların incelenmesi ile uçlara da ulaşmak mümkündür; ama uçlara saplanmış bir düşünce sisteminden kurtulmak pek kolay değildir ve insana bırakın ortayı, diğer ucu bile göstermeyebilir. Birçok olayın sağduyu ile incelenmesine başlanmasında, kapalı da olsa bir tecrübe ve uzmanlık ile felsefi düşünce de işin içine girer. Ancak, her insanda değişik derecelerde bulunan sağduyu her zaman güvenilir değildir. Birbirinden farklı düşünenler bile sağduyu sayesinde bir şemsiyenin altıda düşüncelerini toplayabilirler.
Bu durum bulanık mantı düşüncesinin ilk belirtieridir. Çünkü düşüncelerde kesinlik değil belirli ölçülerde farklılıklar vardır; ama yine de katıımcıların ortak karar verebilmeleri mümkündür. Bilim felsefecileri genel geçerliliği olan bilimsel özelliklerin araştıılmasını bilgi üretii şeklinde yapmaya çalışır. Böylece doğanın her yönü ile incelenmesi, keşfedilmesi, geçerli yöntem ve usullerin araştıılması, gelişim desenlerinin ortaya konulması ve öne sürülen kuramların geçerliliğinin doğrulanması veya yanlışlanmasına çalışılır.
Aslında felsefe çok bulanık olan kavramlardan örgün mantık çıkarımlarına kadar uzanan bir yelpazeye sahipti. Son zamanlara kadar, örgün mantık olarak bilimsel çalışmalarda hep iki değerli mantığı (Aristo, 01) esas alınmış ve nerede ise herkesin sanki beyinleri yıkanmışcasına tüm belirsizlikler kapı dışarı atılarak herşeyin sadece “doğru” ve “yanlış” diye ikili çıkarımlarda bulunulması tabu haline gelmişti. Tüm bilimsel fikir, varsayım ve kuramlar öncelikle bu mantıa göre ölçütlendirilmiş ve sonrasında da sıradan bilim adamları ve çoğunlukla da akademisyenler, doğmatik inançlara vararak pek önemli olmayan bilimsel gelişmeler elde etmişlerdir.
Akademisyenlerin çoğunlukla bilim adamı olamamalarının önündeki en önemli engellerden birisi donuk ve ezbere yön verebilen ikili mantıga tamamen bağlı olmalarıdır. Bu kişiler şüpheli, eksik, tam olmayan ve belirsizlikler içeren olayları bile kendilerine uygun birtakım varsayım ve kabullerle önce belirginlik ve ikili mantık alanına soktuktan sonra, oradan tırpanlanmış belirgin ama gerçeği ancak ortalamada temsil edebilen çıkarımlarda bulunabilmişlerdir. Hiç bir bilimsel olgu tamamen belirgin ve doğru sayılamaz, çünkü bu durum kişiyi donukluk ve doğmatikliğe sürükleyebilir. Bilimsel gelişmelerin ve bilgi evrimlerinin kökeninde belirsizlik, müphemlik, eksiklik yani bulanıklıklar yatmaktadır. Genel olarak şüpheli, eksik, tam olmayan bilgilerin tümüne birden bir yazıda bulanık bilgi adı verilmişti (Zadeh, 1968). Burada bulanıklık ve bulanık mantık bilimsel gelişmelerin yolunu açan ve bir olgunun bilimsellik derecesini belirleyen bir yaklaşım olarak sunulmaktadır. Tüm bilimsel olay ve olgular bulanıklık içerir ve bunlardan bulanık çıkarımlar yapılır. İnsan düşüncesinde ikili mantık etkin olamaz; ama bilimselliğin ilk yolu basitçe bu mantıkla açıklanabilir. Genel çıkarımlara ulaşmak ve bilimin yeşermesini temin etmek için bulanık mantık ve ilkelerine akılcı felsefe temelinde yer verilmelidir.
BULANIK MANTIK
Alışılagelinmiş ikili mantık ile bulanık mantık arasındaki farkın ilk belirtierini kavrayabilmek için klasik mantıga bir çıkarımın doğru olanı 1, yanlış olanı da 0 ile temsil edilmektedir. Bunlardan 1 tam kesinliği, 0 ise tam imkansızlığı (tez antiez, tam zıtlıklar) gösterir. Bunun bir sonucu olarak doğru olan çıkarımlara 1 yanlışlara da 0 sayısı verilerek insan ile bilgisayar arasındaki iletişim, sayısal ortamda (bilgisayarın anladığı tek ortam) sağlanmış olur. Hâl böyle olunca 1 ile 0 arasında hiç bir şey anlam ifade etmez diye varsayılır. Bu nedenle bir olgunun “oldukça”, “biraz”, “fazlaca”, “aşağı yukarı”, “yaklaşık”, vb. doğru (veya yanlış) olduğunu savunmak mümkün olamamaktadır; yani orta durumlar dışlanmıştı. Buna göre öğreticileri tam bilgili ve tam bilgisiz diye, öğrencileri de tam algılayan ve tam algılamayan diye iki kesin sınıfa ayırmak gerekir ki; bu insan düşüncesinde bir hoşnutsuzluk ortaya çıkarır. Çünkü bunun böyle olmadığını herkes bilmektedir. Bu iki sınıf arasında derecelerin (0.0, 0.7, 0.00, vb.) olmasının gerekliliğini herkes sezer ve sorunsuzca birbirleri ile anlaşabilir. Bunu anlamayanlar asla bir hoşgörü (diyalog), paylaşım ve birbirlerine karşı sağlıklı bir güven duyamazlar.
İşte felsefe sonrası bulanık (doğal) mantık, bilimsel çıkarımların bile geçerliliğini bu ara değerlere göre tartar. Mantıkçı olgusalcılara (pozitivistlere) göre bir olgunun bilimsel olup olmamasının sınırları iki değerli (kesin) mantıkla belirlenir. Halbuki böyle bir durumda geriye bilimsel çıkarımların tartışılması için bir ortam bile bırakılmamaktadır (Poper,1952). İkili mantığa göre bilimsel çıkarımlar veya hatta günlük tartışmaların bile doğrunabilirlik ilkesi ile değerlendirilmesi gerekir. Halbuki bulanık mantık bilimsel çıkarımların bile yanlışlanabilirliğine imkan vererek bilimin daha doğurtkan, üretken, verimli ve gelişebilirlik özelliklerine tam kapı açar (Şen, 2003)
Bilimdeki belirsizlikleri tartmak için her ne kadar bazı felsefeciler ve bilim adamları ihtimaller (olasılık) yöntemlerini kullanmayı önermişlerse de, bugüne kadar maalesef “bilimin bulanık felsefesi” hakkında fazlaca söz eden bulunmamaktadır (Carnap,1987). Zaten bulanık mantık ilk ortaya atıldığında tümden batı kültürü tarafından dışlanmıştı. Bulanık mantık uygulamalarının Japonya, Malezya, Kore, Hindistan, vb. doğu ülkelerinde akıllı cihazların ortaya çıkarılmasında kullanılması Batı dünyasının dikkatini çekmiş ve bulanık mantık konuları ele alınır hale gelmişti.
1 Yorum
Merhaba , verdiğiniz bilgiler çok değerli ...
Emeğiniz için teşekkürler .Benim bloğuma da beklerim ..Sevgilerimle ..