Felsefede Romantiklik - 1
|
Nusret HIZIR
Almanya'da Kant'tan hemen sonra gelen ve kendilerini Kant'ın devam ettiricileri sayan bir takım idealist filozoflar var. Bunlar, birazda, belirli bir akım teşkil ederler. Başlıcaları, Fitche, Schelling ve bir dereceye kadar, Hegel'dir. Kant idealist idi, yani onun için geçek, insan zihni tarafından yapılan bir bina idi. İnsan, Kant'a göre, deney alemini, kenidisinde bulunan somut görüş ile kavram kurma yetilerinin birlikte çalışması ile kurar. Sözü geçen Alman düşünürleri, Kant'tan daha da ileriye giderek bütün gerçekliğin Ben'in bir sınırlaması ile meydana geldiğini (Fichte), yahut Ben ile alemin, aynı olan gerçeğin iki başka görünüşü olduğunu (Schelling), ya da akla uygun olanın gerçek, gerçek olanın akla uygun olduğunu (Hegel) öne sürmüşlerdir. Bunlarda ortak olan yan şudur ki, hepsi Ben'i alemin merkezine almış, Kant'ta hala bilgi kuramı (teorisi) ve eleştirimi olan kuramsal (teorik) felsefeyi, Ben'in, bilincinin, kendi kendisini meydana getirmesinin hikayesi haline sokmuşlardır.
Böylece -bu filozofların bütün ters iddialarına rağmen- rasyonel araçlar kullanan bir türlü destan olmuştur. Nası bir destan? Hiç şüphe yoktur ki, bu Alman sistemleri, Ben, bilinç, varlık, var-olan, var-olmayan, sübjektif tin, objektif tin... gibi kavramlarla kurulmuştur; onun için de ilk bakışta birer rasyonel öğreti izlenimini uyandırırlar. Fakat bunlarda kavramlar, sistemlerin mahiyetini ve özünü saklamaya yarayan örtülerdir. Bu filozoflar, bilgi veriyor gibi görünürlerken aslında bilgi vermiyor, panteist denebilecek bir ruh halini açığa vuruyorlar. Bu sistemleri özlerineuygun olarak vasıflandırmak için onları, çıkış noktaları -güya çıkış noktaları!- olan Kant ile belirli bir noktada karşılaştıralım: Kant, insan zihnine; duyumların gelen karmakarışık izlenimleri düzenleyip kanunlu, düzenli bir görünüş (fenomen) haline sokmak yetisini veriyor; fakat zihin böylece meydana getirdiği alem, asıl var-olan alem değil, görünüşler (fenonmenler) alemidir. İnsan zihni, "kendinden var-olan"a bu yoldan ulaşamaz. Kant'tan hemen sonra gelenler ne yapıyorlar? Zihni sadece düzenleyici olmaktan çıkarıp alemin kendisi hahut yaratıcısı haline sokuyorlar.
Kant'ın idealizmini doğru yahut yanlış bulabiliriz: bunun şu anda bizim için önemi yok. Muhakkak olan bir şey varsa o da şudur ki, Kant teorik felsefesinde bütün ciddiliği ile bir bilgi teorisi kurmak istemiştir. Ondan sonra gelenler, aslında doğru olması mümkün olan bir düşünceyi (bu satırları yazan bu kanıda değildir) alıp, onunla bir tek varlığın yaratıcılığını "terennüm" ediyor, onu tanrılaştırıyorlar. Bu Alman filozoflarının ne olduklarını, sistemlerinin ne gibi bir özellik taşıdığını ise bu noktada güzel anlatmaktadır. Ortada, ifade edilecek bir hakikat var: İnsan zihninin kuruculuğu. Bunun bir de ifade şekli var. Kant sonrası öğretilerde ifade edilen ile ifadenin kendisi arasında bir nispetsizlik, az bir şeyi çok ve kuvvetli araçlarla söylemek durumu göze çarpıyor. Romantikliğin, birbirinden ayrı, birbirini tutmayan, birbiriyle çelişkili türlü tanımları vardır. Fakat romantikliği karakterlendiren iki nokta vardır ki, bunlar üzerinde herkes anlaşmıştır. Bu iki nokta şunlardır:
a- Şimdi işaret ettiğimiz gibi, ifade edilenle ifade araçları arasındaki uygunsuzluk
b- Öznellik (Sübjektiflik)
Kant-sonrası Alman felsefeleri, romantik olmak için birinci şartı yerine getiriyorlar; ikinçi şarta gelince, birinci şarta uygun olarak felsefe yapan bir kimse, ancak öznel alabileceğinden ve bu iki şart böylece birbirine sıkısıkıya bağlı, hatta aslında bir tek şart olduğundan, bu da yerine gelmiş oluyor.( Her felsefede öznel bir unsur vardır. Biz burada bir öğretiye öznelliğin hakim olması halini kastediyoruz). Ohalde bu öğretiler, kelimenin tam anlamıyla romantiktirler.
Esasen, bunlarla çağdaş olan romantik edebiyatarasında sıkı ilişkiler vardı; biri ötekine daima etkilerde bulunuyordu.(Hatta bu felsefe romantik sıfatını takanlarda olmuştur).
Almanya'da Kant'tan hemen sonra gelen ve kendilerini Kant'ın devam ettiricileri sayan bir takım idealist filozoflar var. Bunlar, birazda, belirli bir akım teşkil ederler. Başlıcaları, Fitche, Schelling ve bir dereceye kadar, Hegel'dir. Kant idealist idi, yani onun için geçek, insan zihni tarafından yapılan bir bina idi. İnsan, Kant'a göre, deney alemini, kenidisinde bulunan somut görüş ile kavram kurma yetilerinin birlikte çalışması ile kurar. Sözü geçen Alman düşünürleri, Kant'tan daha da ileriye giderek bütün gerçekliğin Ben'in bir sınırlaması ile meydana geldiğini (Fichte), yahut Ben ile alemin, aynı olan gerçeğin iki başka görünüşü olduğunu (Schelling), ya da akla uygun olanın gerçek, gerçek olanın akla uygun olduğunu (Hegel) öne sürmüşlerdir. Bunlarda ortak olan yan şudur ki, hepsi Ben'i alemin merkezine almış, Kant'ta hala bilgi kuramı (teorisi) ve eleştirimi olan kuramsal (teorik) felsefeyi, Ben'in, bilincinin, kendi kendisini meydana getirmesinin hikayesi haline sokmuşlardır.
Böylece -bu filozofların bütün ters iddialarına rağmen- rasyonel araçlar kullanan bir türlü destan olmuştur. Nası bir destan? Hiç şüphe yoktur ki, bu Alman sistemleri, Ben, bilinç, varlık, var-olan, var-olmayan, sübjektif tin, objektif tin... gibi kavramlarla kurulmuştur; onun için de ilk bakışta birer rasyonel öğreti izlenimini uyandırırlar. Fakat bunlarda kavramlar, sistemlerin mahiyetini ve özünü saklamaya yarayan örtülerdir. Bu filozoflar, bilgi veriyor gibi görünürlerken aslında bilgi vermiyor, panteist denebilecek bir ruh halini açığa vuruyorlar. Bu sistemleri özlerineuygun olarak vasıflandırmak için onları, çıkış noktaları -güya çıkış noktaları!- olan Kant ile belirli bir noktada karşılaştıralım: Kant, insan zihnine; duyumların gelen karmakarışık izlenimleri düzenleyip kanunlu, düzenli bir görünüş (fenomen) haline sokmak yetisini veriyor; fakat zihin böylece meydana getirdiği alem, asıl var-olan alem değil, görünüşler (fenonmenler) alemidir. İnsan zihni, "kendinden var-olan"a bu yoldan ulaşamaz. Kant'tan hemen sonra gelenler ne yapıyorlar? Zihni sadece düzenleyici olmaktan çıkarıp alemin kendisi hahut yaratıcısı haline sokuyorlar.
Kant'ın idealizmini doğru yahut yanlış bulabiliriz: bunun şu anda bizim için önemi yok. Muhakkak olan bir şey varsa o da şudur ki, Kant teorik felsefesinde bütün ciddiliği ile bir bilgi teorisi kurmak istemiştir. Ondan sonra gelenler, aslında doğru olması mümkün olan bir düşünceyi (bu satırları yazan bu kanıda değildir) alıp, onunla bir tek varlığın yaratıcılığını "terennüm" ediyor, onu tanrılaştırıyorlar. Bu Alman filozoflarının ne olduklarını, sistemlerinin ne gibi bir özellik taşıdığını ise bu noktada güzel anlatmaktadır. Ortada, ifade edilecek bir hakikat var: İnsan zihninin kuruculuğu. Bunun bir de ifade şekli var. Kant sonrası öğretilerde ifade edilen ile ifadenin kendisi arasında bir nispetsizlik, az bir şeyi çok ve kuvvetli araçlarla söylemek durumu göze çarpıyor. Romantikliğin, birbirinden ayrı, birbirini tutmayan, birbiriyle çelişkili türlü tanımları vardır. Fakat romantikliği karakterlendiren iki nokta vardır ki, bunlar üzerinde herkes anlaşmıştır. Bu iki nokta şunlardır:
a- Şimdi işaret ettiğimiz gibi, ifade edilenle ifade araçları arasındaki uygunsuzluk
b- Öznellik (Sübjektiflik)
Kant-sonrası Alman felsefeleri, romantik olmak için birinci şartı yerine getiriyorlar; ikinçi şarta gelince, birinci şarta uygun olarak felsefe yapan bir kimse, ancak öznel alabileceğinden ve bu iki şart böylece birbirine sıkısıkıya bağlı, hatta aslında bir tek şart olduğundan, bu da yerine gelmiş oluyor.( Her felsefede öznel bir unsur vardır. Biz burada bir öğretiye öznelliğin hakim olması halini kastediyoruz). Ohalde bu öğretiler, kelimenin tam anlamıyla romantiktirler.
Esasen, bunlarla çağdaş olan romantik edebiyatarasında sıkı ilişkiler vardı; biri ötekine daima etkilerde bulunuyordu.(Hatta bu felsefe romantik sıfatını takanlarda olmuştur).