Pozitivizm Üzerine - 2
|
Türkiye’de de yenileşme girişimleri başladığında bu girişimlerde yakınlık kurulmak istenen ülke Fransa olmuştur. Yenileşme girişimleri, bizde de geleneksel düşünce çerçevesinin değişmesi zorunluluğunu beraberinde getirmiştir. Söz konusu dönemde ve öncesinde geleneksel düşünce, büyük ölçüde Batı’nın Doğu’yu tanımladığının tersidir. Batı toptan “gavur-kafır” olarak tanımlanırken, yenileşme girişimlerine dayanak arayışı ile birlikte ortaya çıkan yeni koşullarda, Batı ile işbirliği yollan aranmaya başlanmıştır. Devlet işlerinin niteliği gereği bu arayışlar, sorun oluşturmamıştır. Ancak, yenilgilerle birlikte sorunlar topluma da mal olmaya, toplum kesitleri de yenileşme hareketlerine ortak edilmeye başlayınca, geleneksel çerçeve içinde bunu yapabilmelerinin asla mümkün olmaması nedeniyle, onlar da tutumlarını, pozitivizm çerçevesi içinde temellendirme çabasında olmuşlardır. Ahmet Rıza’ya mal edilen “Türkiye’de siz kime, hangi müslümana hıristiyan olmasını teklif etseniz o bunu reddeder. Çünkü bilir ki müslümanlık, hıristİyanhktan üstündür. Ama kime pozitivizmi benimsemesini söyleseniz, kabul eder. İslamiyet, pozitif düşünmeye engel değildir” sözü de bu çerçevede bir anlama kavuşmaktadır. Eski çerçeve içinde batı ile işbirliği yapmakta, buna toplumdan destek sağlamada her iki taraf için de güçlük vardır. Ancak pozitivizm çerçevesi içinde bu güçlük aşıldığı gibi, inançlarımızı da geleneksel kabullerimizi de eski bakış açımızı da tartışma dışı bırakmak imkanı ortaya çıkmaktadır.
Comte da, ortaya attığı kuramı ile ilgili olarak metafizikle veya hıristİyanlık kabulleri ile tartışmaya girmek yerine metafiziği kuramsal olarak olanaksız ve yararsız sayarak tartışma dışı bırakmıştır. O zamana değin, gelişmiş olan doğa ve fizik bilimlerinin ilkelerinin toplum yaşamında da olduğu temelinde toplum yaşamı için de bu bilimlerin ilkeleri çerçevesinde olayların ele alınması gereğini savunmuştur. Bunu yaparken Comte, eski çerçevedeki toplumsal kabullerin yerine, kendi pozitif felsefesi kabullerini geçirmektedir. Eski çerçevede yeryüzünde hıristiyan olmayan toplumlar ve bu toplumların yaşadığı coğrafyalar “karşı taraf’ı oluştururken, yeni çerçevede Fransa ve özel olarak Comte ve onun düşüncesi temelinde tarih ve geçmiş, eski toplumdan kalan hemen her şey, karşıya alınarak, (yaygın ifade ile ‘ötekileştirilerek’) eski kabuller tersyüz edilmektedir. Pozitivizmin en önemli yönü, bütün insanlığı kapsar bir çerçeve ortaya koyarak, Batı’nın geldiği toplum aşamasının bütün insanlığı kapsayacak bir çerçeve olduğunu dile getirmesidir. Bu çerçeve aynı zamanda yeni bir bilimin de temelini oluşturmuştur. Bu bilim sosyolojidir. Sosyoloji ortaya çıkışından 20. yüzyılın sonuna değin de pozitivizme yönelik eleştiriler söz konusu olsa da bu temeli korumuştur.
Ülkemizde de bu çerçeveye ne siyaset ne de bilim temelinde karşı çıkılmıştır. Tek karşı çıkış, inanç temelinde olmuştur. Bu çevreler de belli bir sınırlılığı hiçbir zaman aşamazken, Batı’da son dönemde gerek sosyolojide gerek diğer bilim alanlarında pozitivizm eleştiriciliğinin yaygınlaşmasına bağlı olarak seslerini duyurmaya, başlamışlardır. Kendilerinin haklı çıktıklarını, doğrulandıklarını dile getirmeye başlamışlardır. Belirtelim, bu doğrulanış, durmuş bir saatin doğru zamanı gösterdiği anın doğrulanışı dışında bir şey değildir. Elbette de durmuş bir saatin göstermekte olduğu zaman anında biz o saate bakarsak doğru zamanı görmüş oluruz.
Pozitivistler, başta da alıntıladığımız gibi, Doğu ve Batı’nın birliğini savunuyorlardı. Ortaya koydukları felsefeye bağlı bir bilim olan sosyoloji aracılığı ile tüm insanlığın sorunlarını çözebileceklerini iddia ediyorlardı. 20. yüzyıl içindeki çeşitli toplum kuramları da bu temele bağlılığını korumuştu. 20. yüzyıl biterken genel olarak pozitif felsefe eleştiriciliği yaygın kabul görmeye başladığı gibi sosyolojide yaygın pozitivizm eleştiriciliği ile karşılaşacağız. Diğer yandan da artık sosyolojiye gerek olmadığı yaklaşımlarına tanık olacağız, Bu eleştirilerin en önemli yanı ortaya pozitivizmi aşan bir tutum alışın konmadığı aksine, ortaçağ çerçevesinin, hıristiyanlık temelindeki kavrayışın yeniden gündeme geldiğidir. İdeolojilerin sonu, tarihin sonu diskuru ile birlikte. Aynı zamanda bulunduğumuz coğrafyaya yeni biçim verme tartışmaları ile birlikte.
Ortaçağda Batı, karşı taraf önünde başarılı değildi. Yeniçağ sonrasında ise dünyaya biçim verecek özgüveni hissedince bunu ancak ortaçağ çerçevesini ve ortaçağdaki Batı kimliğini bir kenara atarak yapabilmiştir. Ancak günümüzde dünya egemenliği tekeli erindedir. Pozitivizmden yani “olumlu düşünce”den vazgeçiş, gelinen noktada, tarih ve toplum önünde yeni bir tutum alışın ifadesidir. Ve bu tutum alış hiçbir şekilde insanlığın bütününü kapsar bir tutum alış değildir.
Comte da, ortaya attığı kuramı ile ilgili olarak metafizikle veya hıristİyanlık kabulleri ile tartışmaya girmek yerine metafiziği kuramsal olarak olanaksız ve yararsız sayarak tartışma dışı bırakmıştır. O zamana değin, gelişmiş olan doğa ve fizik bilimlerinin ilkelerinin toplum yaşamında da olduğu temelinde toplum yaşamı için de bu bilimlerin ilkeleri çerçevesinde olayların ele alınması gereğini savunmuştur. Bunu yaparken Comte, eski çerçevedeki toplumsal kabullerin yerine, kendi pozitif felsefesi kabullerini geçirmektedir. Eski çerçevede yeryüzünde hıristiyan olmayan toplumlar ve bu toplumların yaşadığı coğrafyalar “karşı taraf’ı oluştururken, yeni çerçevede Fransa ve özel olarak Comte ve onun düşüncesi temelinde tarih ve geçmiş, eski toplumdan kalan hemen her şey, karşıya alınarak, (yaygın ifade ile ‘ötekileştirilerek’) eski kabuller tersyüz edilmektedir. Pozitivizmin en önemli yönü, bütün insanlığı kapsar bir çerçeve ortaya koyarak, Batı’nın geldiği toplum aşamasının bütün insanlığı kapsayacak bir çerçeve olduğunu dile getirmesidir. Bu çerçeve aynı zamanda yeni bir bilimin de temelini oluşturmuştur. Bu bilim sosyolojidir. Sosyoloji ortaya çıkışından 20. yüzyılın sonuna değin de pozitivizme yönelik eleştiriler söz konusu olsa da bu temeli korumuştur.
Ülkemizde de bu çerçeveye ne siyaset ne de bilim temelinde karşı çıkılmıştır. Tek karşı çıkış, inanç temelinde olmuştur. Bu çevreler de belli bir sınırlılığı hiçbir zaman aşamazken, Batı’da son dönemde gerek sosyolojide gerek diğer bilim alanlarında pozitivizm eleştiriciliğinin yaygınlaşmasına bağlı olarak seslerini duyurmaya, başlamışlardır. Kendilerinin haklı çıktıklarını, doğrulandıklarını dile getirmeye başlamışlardır. Belirtelim, bu doğrulanış, durmuş bir saatin doğru zamanı gösterdiği anın doğrulanışı dışında bir şey değildir. Elbette de durmuş bir saatin göstermekte olduğu zaman anında biz o saate bakarsak doğru zamanı görmüş oluruz.
Pozitivistler, başta da alıntıladığımız gibi, Doğu ve Batı’nın birliğini savunuyorlardı. Ortaya koydukları felsefeye bağlı bir bilim olan sosyoloji aracılığı ile tüm insanlığın sorunlarını çözebileceklerini iddia ediyorlardı. 20. yüzyıl içindeki çeşitli toplum kuramları da bu temele bağlılığını korumuştu. 20. yüzyıl biterken genel olarak pozitif felsefe eleştiriciliği yaygın kabul görmeye başladığı gibi sosyolojide yaygın pozitivizm eleştiriciliği ile karşılaşacağız. Diğer yandan da artık sosyolojiye gerek olmadığı yaklaşımlarına tanık olacağız, Bu eleştirilerin en önemli yanı ortaya pozitivizmi aşan bir tutum alışın konmadığı aksine, ortaçağ çerçevesinin, hıristiyanlık temelindeki kavrayışın yeniden gündeme geldiğidir. İdeolojilerin sonu, tarihin sonu diskuru ile birlikte. Aynı zamanda bulunduğumuz coğrafyaya yeni biçim verme tartışmaları ile birlikte.
Ortaçağda Batı, karşı taraf önünde başarılı değildi. Yeniçağ sonrasında ise dünyaya biçim verecek özgüveni hissedince bunu ancak ortaçağ çerçevesini ve ortaçağdaki Batı kimliğini bir kenara atarak yapabilmiştir. Ancak günümüzde dünya egemenliği tekeli erindedir. Pozitivizmden yani “olumlu düşünce”den vazgeçiş, gelinen noktada, tarih ve toplum önünde yeni bir tutum alışın ifadesidir. Ve bu tutum alış hiçbir şekilde insanlığın bütününü kapsar bir tutum alış değildir.