İnsanlığın İlerlemesi - 2
|
Bu bir grup insanın üretim sırasında yararlandıkları araç ve gereçlerle, bunların üretiminde kullanılan ve böylece en basit doğal öğelere dek giden üretim aşamalarında, bu gün için bütün dünya insanlarının diyemesek bile, bir toplumun bütün insanlarının katkısı vardır.
Bir toplumun insanlarına istedikleri zaman istedikleri yere kolayca gidebilme özgürlüğü sağlayan bir otobüsün içinde bulunanlardan bir çoğu bu otobüsü yapmak şöyle dursun onu işletmeyi bile bilemez.'Yalnızca istedikleri yere gitmek için o otobüsten yararlanabileceklerini bilmek o yolcuların bu alandaki özgürlüğünü sağlamak için yeterlidir. Buna karşı o toplumun birçok üyeleri o otobüsün yapımına bilgileriyle katkıda bulunmuşlardır.
Böylece her toplumun, üyelerinin değişik alanlardaki bilgilerinin bileşiminden oluşan ve o toplumun değişik alanlardaki başarılarında kendini gösteren bir bilgi düzeyi vardır. Doğal olarak bir toplumun bilgisinin ürünü olan başarılar yalnızca araç ve gereç üretiminde değil, çocukların eğitim ve ögretiminde, yasaları yapılmasında ve başta Etik ve Hukuk olmak üzere değişik alanlarda yürürlükte olan kurallarda da kendini gösterir.
Buna göre her toplumun, kabaca da olsa, insanlıktaki ilerleme derecesini belirleyen bir bilgi düzeyinin bulunduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu "toplumsal bilgi düzeyi"nin felsefede zaman zaman kimi durumları açıklamakta kullanılan "öznelerarası us"a benzediği düşünülebilir. Ancak her insanın ne zaman, nereden, nasıl ve ne ölçüde edinmiş olduğu anlaşılamayan bireysel usların gizemli bir bileşiminden oluştuğu kabul edilse bile kendisini nerede ve nasıl gösterdiği anlaşılamayan öznelerarası usun herhangi bir soruna gerçek bir çözüm getirmesinin olanaksız olduğu açıktır. Buna karşı toplumsal bilgi düzeyi toplumun her başarısında kendini gösteren ve yine toplumun ilerleme derecesiyle ilgili hemen her şoruyu yanıtlayabilen bir toplumsal özelliktir.
Her toplumun gelişmişlik düzeyinin belirlenmesindeki tartışılmaz önemine karşın bilgi düzeyinin yine de toplumun gelişme ya da ilerleme düzeyinin tek belirleyicisi olduğu söylenemez. Kimi yanlış bilgiler bir toplumun ilgili konulardaki gelişmişlik düzeyinin yükselmesini önlemekle kalmayıp aşağıya da çekebilir. Fakat yanlış bilgiler arasında toplumun gelişmişlik düzeyini düşürme bakımından en etkili olanları `inanç' adı altında yerleşik bir biçim almış olanlardır.
Felsefede inançlar konusu hemen hiç işlenmediği için burada inançların nereden ve nasıl geldiği ve insanlar üzerinde nasıl olup da böylesine etkili olduğu konularında ayrıntılı açıklamalar yapabilecek durumda değiliz. Ancak özellikle bilgi düzeyi düşük olan toplumlarda ya da insanlığın bilgi düzeyinin düşük olduğu çağlarda insanları bilgiden çok inançların yönettiği söylenebilir.
İnsanlığın ilkel dönemlerinde yalnızca bitkilerle hayvanların değil doğadaki bütün nesnelerin canlı olduğuna inanılıyordu. Doğa olayları konusundaki bilgilerin yok denecek kadar az olduğu zamanlarda insanların mutluluk ya da mutsuzluklarının doğaüstü güçlerin yönetiminde gerçekleştiğine, Ayın, Güneşin ve yıldızların insanlığın yazgısını belirlediğine inanılıyordu.
Yakın tarihlere gelinceye dek özellikle insanlar arasındaki ilişkilerin bilgiden çok inançların etkisi altında gerçekleştiği söylenebilir. Öyle ki, insanların salt çıkar hesaplarına göre belirlenmiş gibi görünen davranışları gerçekte çıkarlarının öyle davranmakta olduğu inancının etkisi altında ortaya çıkıyordu.
Yine de insanlık tarihinin bu bakımdan bir ilerlemenin tarihi olduğu söylenebilir. İnsanlığın deneyim ve deneyleri, bu yoldan da bilgisi, arttıkça hem doğa karşısındaki özgürlüğün artışıyla dolaysız yoldan hem de inançların geriletici gücünün azalmasıyla dolaylı yoldan sürekli bir ilerleme gerçekleşmektedir. Yüz binlerce yıl boyunca ilerlemenin göze görünmeyecek kadar yavaş olmasının nedenini, başlangıç döneminde bilgi artış hızının çok yavaş olmasında aramak gerekir.
Öte yandan, insanlığın bu ilerleme sürecini Hegel'cilerin, hatta Marksistlerin düşündüğü gibi doğadaki evrensel ilerlemenin bir bölümü olarak düşünmenin doğru olmadığı da unutulmamalıdır. Evrenin dünyanın bulunduğu bölümünde gerçekleşmiş olan Kaostan Kozmosa geçişte bir ilerleme olduğu söylense bile bu, insanın bakış açısından ve "canlıların ortaya çıkmasına yönelik" bir ilerleme olabilir.
Üstelik bu türden bir ilerlemede bir amacın bulunmadığı da açıktır. Gerek ilerlemenin her aşamasındaki değişmeler gerekse insanlığın ortaya çıkışı tümüyle rastlantıların ürünüdür. İnsanlığın, deneyim ve deneylerinden sonuçlar çıkararak bilgisini artırması bir amaca yöneliktir ve bir katastrof sonunda insanlık yok olmadıkça ilerlemenin süreceğini önceden görme olanağı vardır. Oysa doğadaki, ne yoldan olursa olsun, herhangi bir ilerleme ancak gerçekleştikten sonra gözlemlenebilir.
İnsanlığın ilerleme hızıyla bilginin artış hızı arasındaki bağlantı 17. Yüzyılın başlarında Avrupa'nın batısındaki toplumlarda çarpıcı bir biçimde kendini göstermeye başlamıştır. Bu tarihte İngiltere'de R Bacon'la İtalya'da G. Galilei bilginin ne türden deney ve deneyimlerle elde edileceğiyle ilgili olarak yeni kural ve kurallar ortaya atmışlar ve uygulamayı da başlatmışlardır.
O tarihten sonra önce Avrupa'nın o bölümünde, sonra da dünyanın başka bölümlerinde öylesine büyük değişmeler görülmüştür ki bunların ortak tabanının bilgi edinme yöntemleriyle ilgili yeni buluşlar mı yoksa öteki değişmelerden biri mi olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürülebilir. Ancak bilimsel gelişme konusu üzerinde biraz düşünüldüğünde değişmelerin ortak tabanını görmek zor olmayacaktır.
Gerçekten 17. Yüzyılın başlarındaıı önce günümüz anlayışına uygun kurallar koyan ya da buluşlar yapan bir bilim insanı bulabilmek için İ.Ö. 200 yıllârına yani Arkhimedes'e dek geri gitmek zorunda kalıyoruz. Oysa yalnızca Galilei'den (D. 1564) sonra geçen 100 yıllık süre içinde, gazların sıkıştırılması konusunda Mariotte (D. 1620) ve Boyle (D. 1621), genel fizik konusunda Huygens (D. 1629), yer çekimi konusunda Newton (D. 1642), buhar makineleri konusunda Deni Papen (D. 1647) gibi, insanlığın gidişini temelden değiştirecek çapta bilim insanlarının dünyaya geldiği görülüyor.
Bu olgular 17. Yüzyıl başlarının öncesiyle sonrası arasındaki ayrımın salt bilgiyi artırma yöntemirıin o tarihte bulunmuş olmasıyla ortaya çıktığını açıkça gösteriyor. Nitekim insanlığın özgürleşmesinin de o tarihten sonra baş döndürücü bir hız kazandığını görüyoruz. Öyle ki, o tarihten önce, sözgelimi ulaştırma alanında, henüz bisikleti bile bulamamış olan insanlık 400 yıl içinde otomobil vapur ve uçaklardan sonra uzay araçlarını da geliştirerek, dünyadan başka gezegenlerde de yaşayabilme olanaklarını arama düzeyine geliniştir.
Bir toplumun insanlarına istedikleri zaman istedikleri yere kolayca gidebilme özgürlüğü sağlayan bir otobüsün içinde bulunanlardan bir çoğu bu otobüsü yapmak şöyle dursun onu işletmeyi bile bilemez.'Yalnızca istedikleri yere gitmek için o otobüsten yararlanabileceklerini bilmek o yolcuların bu alandaki özgürlüğünü sağlamak için yeterlidir. Buna karşı o toplumun birçok üyeleri o otobüsün yapımına bilgileriyle katkıda bulunmuşlardır.
Böylece her toplumun, üyelerinin değişik alanlardaki bilgilerinin bileşiminden oluşan ve o toplumun değişik alanlardaki başarılarında kendini gösteren bir bilgi düzeyi vardır. Doğal olarak bir toplumun bilgisinin ürünü olan başarılar yalnızca araç ve gereç üretiminde değil, çocukların eğitim ve ögretiminde, yasaları yapılmasında ve başta Etik ve Hukuk olmak üzere değişik alanlarda yürürlükte olan kurallarda da kendini gösterir.
Buna göre her toplumun, kabaca da olsa, insanlıktaki ilerleme derecesini belirleyen bir bilgi düzeyinin bulunduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu "toplumsal bilgi düzeyi"nin felsefede zaman zaman kimi durumları açıklamakta kullanılan "öznelerarası us"a benzediği düşünülebilir. Ancak her insanın ne zaman, nereden, nasıl ve ne ölçüde edinmiş olduğu anlaşılamayan bireysel usların gizemli bir bileşiminden oluştuğu kabul edilse bile kendisini nerede ve nasıl gösterdiği anlaşılamayan öznelerarası usun herhangi bir soruna gerçek bir çözüm getirmesinin olanaksız olduğu açıktır. Buna karşı toplumsal bilgi düzeyi toplumun her başarısında kendini gösteren ve yine toplumun ilerleme derecesiyle ilgili hemen her şoruyu yanıtlayabilen bir toplumsal özelliktir.
Her toplumun gelişmişlik düzeyinin belirlenmesindeki tartışılmaz önemine karşın bilgi düzeyinin yine de toplumun gelişme ya da ilerleme düzeyinin tek belirleyicisi olduğu söylenemez. Kimi yanlış bilgiler bir toplumun ilgili konulardaki gelişmişlik düzeyinin yükselmesini önlemekle kalmayıp aşağıya da çekebilir. Fakat yanlış bilgiler arasında toplumun gelişmişlik düzeyini düşürme bakımından en etkili olanları `inanç' adı altında yerleşik bir biçim almış olanlardır.
Felsefede inançlar konusu hemen hiç işlenmediği için burada inançların nereden ve nasıl geldiği ve insanlar üzerinde nasıl olup da böylesine etkili olduğu konularında ayrıntılı açıklamalar yapabilecek durumda değiliz. Ancak özellikle bilgi düzeyi düşük olan toplumlarda ya da insanlığın bilgi düzeyinin düşük olduğu çağlarda insanları bilgiden çok inançların yönettiği söylenebilir.
İnsanlığın ilkel dönemlerinde yalnızca bitkilerle hayvanların değil doğadaki bütün nesnelerin canlı olduğuna inanılıyordu. Doğa olayları konusundaki bilgilerin yok denecek kadar az olduğu zamanlarda insanların mutluluk ya da mutsuzluklarının doğaüstü güçlerin yönetiminde gerçekleştiğine, Ayın, Güneşin ve yıldızların insanlığın yazgısını belirlediğine inanılıyordu.
Yakın tarihlere gelinceye dek özellikle insanlar arasındaki ilişkilerin bilgiden çok inançların etkisi altında gerçekleştiği söylenebilir. Öyle ki, insanların salt çıkar hesaplarına göre belirlenmiş gibi görünen davranışları gerçekte çıkarlarının öyle davranmakta olduğu inancının etkisi altında ortaya çıkıyordu.
Yine de insanlık tarihinin bu bakımdan bir ilerlemenin tarihi olduğu söylenebilir. İnsanlığın deneyim ve deneyleri, bu yoldan da bilgisi, arttıkça hem doğa karşısındaki özgürlüğün artışıyla dolaysız yoldan hem de inançların geriletici gücünün azalmasıyla dolaylı yoldan sürekli bir ilerleme gerçekleşmektedir. Yüz binlerce yıl boyunca ilerlemenin göze görünmeyecek kadar yavaş olmasının nedenini, başlangıç döneminde bilgi artış hızının çok yavaş olmasında aramak gerekir.
Öte yandan, insanlığın bu ilerleme sürecini Hegel'cilerin, hatta Marksistlerin düşündüğü gibi doğadaki evrensel ilerlemenin bir bölümü olarak düşünmenin doğru olmadığı da unutulmamalıdır. Evrenin dünyanın bulunduğu bölümünde gerçekleşmiş olan Kaostan Kozmosa geçişte bir ilerleme olduğu söylense bile bu, insanın bakış açısından ve "canlıların ortaya çıkmasına yönelik" bir ilerleme olabilir.
Üstelik bu türden bir ilerlemede bir amacın bulunmadığı da açıktır. Gerek ilerlemenin her aşamasındaki değişmeler gerekse insanlığın ortaya çıkışı tümüyle rastlantıların ürünüdür. İnsanlığın, deneyim ve deneylerinden sonuçlar çıkararak bilgisini artırması bir amaca yöneliktir ve bir katastrof sonunda insanlık yok olmadıkça ilerlemenin süreceğini önceden görme olanağı vardır. Oysa doğadaki, ne yoldan olursa olsun, herhangi bir ilerleme ancak gerçekleştikten sonra gözlemlenebilir.
İnsanlığın ilerleme hızıyla bilginin artış hızı arasındaki bağlantı 17. Yüzyılın başlarında Avrupa'nın batısındaki toplumlarda çarpıcı bir biçimde kendini göstermeye başlamıştır. Bu tarihte İngiltere'de R Bacon'la İtalya'da G. Galilei bilginin ne türden deney ve deneyimlerle elde edileceğiyle ilgili olarak yeni kural ve kurallar ortaya atmışlar ve uygulamayı da başlatmışlardır.
O tarihten sonra önce Avrupa'nın o bölümünde, sonra da dünyanın başka bölümlerinde öylesine büyük değişmeler görülmüştür ki bunların ortak tabanının bilgi edinme yöntemleriyle ilgili yeni buluşlar mı yoksa öteki değişmelerden biri mi olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürülebilir. Ancak bilimsel gelişme konusu üzerinde biraz düşünüldüğünde değişmelerin ortak tabanını görmek zor olmayacaktır.
Gerçekten 17. Yüzyılın başlarındaıı önce günümüz anlayışına uygun kurallar koyan ya da buluşlar yapan bir bilim insanı bulabilmek için İ.Ö. 200 yıllârına yani Arkhimedes'e dek geri gitmek zorunda kalıyoruz. Oysa yalnızca Galilei'den (D. 1564) sonra geçen 100 yıllık süre içinde, gazların sıkıştırılması konusunda Mariotte (D. 1620) ve Boyle (D. 1621), genel fizik konusunda Huygens (D. 1629), yer çekimi konusunda Newton (D. 1642), buhar makineleri konusunda Deni Papen (D. 1647) gibi, insanlığın gidişini temelden değiştirecek çapta bilim insanlarının dünyaya geldiği görülüyor.
Bu olgular 17. Yüzyıl başlarının öncesiyle sonrası arasındaki ayrımın salt bilgiyi artırma yöntemirıin o tarihte bulunmuş olmasıyla ortaya çıktığını açıkça gösteriyor. Nitekim insanlığın özgürleşmesinin de o tarihten sonra baş döndürücü bir hız kazandığını görüyoruz. Öyle ki, o tarihten önce, sözgelimi ulaştırma alanında, henüz bisikleti bile bulamamış olan insanlık 400 yıl içinde otomobil vapur ve uçaklardan sonra uzay araçlarını da geliştirerek, dünyadan başka gezegenlerde de yaşayabilme olanaklarını arama düzeyine geliniştir.