İnsanlığın İlerlemesi - 3

Ancak insanın doğanın tutsaklığından kurtulması ve bu yoldan özgürleşmesi konusunda bir ilerlemenin tartışma götürmez biçimde gerçekleşmekte olmasına karşın yine de insanlığın genel olarak ilerlemekte olduğunun kabulü için bunlarını yeterli olup olmadığı sorulabilir. Gerçi biz insanlığın ilerlemesini doğa karşısında özgürlüğün artışı olarak tanımladığımıza göre teknolojik gelişmenin ilerleme bakımından yeterli olduğunu da söyleyebiliriz.

Yine de zulmün, yıkıcılığın ve sömürünün arttığı bir dünyada yaşıyorsak, ilerlediğimizi söylemek anlamsız olur. Öte yandan "zulmün artması" ya da "insanların mutluluğunun azalması" türünden özelliklerin belli bir ölçme biçiminin bulunmayışı yüzünden bunların aşın duygusal özellikler olduğu da bir gerçektir. Bu bakımdan, hem özgürleşme ölçütünün aşın otomatizminden hem de mutluluk ya da kıyım gibi ölçütlerin aşırı duygusallığından kurtulmanın bir yolunu bulmak gerekiyor.

Ancak önce bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekiyor. İnsanlığın bilgisinin deneyim ve deneyler yoluyla arttığını yukarıda belirttik. İnsanın özellikleri ve insanlararası ilişkiler konusundaki bilgiyi artıracak türden deneyim ve deneyler çok zaman olanaksızdır. Olanaklı olduğu zaman da sonuca varılması çok zaman alır. Bu durumda insanın ne olduğu konusundaki bilgi artışının hız: doğal olaylar konusundaki bilgi artışının hızına bakışla çok düşüktür. Gerçekten, insansal niteliklerin ayrıntıları bir yana insanın bir evrim ürünü olduğunun öğrenebilmesinin bile yalnızca 150 yıllık bir geçmişi vardır.

İnsanlar, başka insanlardan yararlanmanın en verimli biçiminin onları sömürmekten değil, onlarla eşit koşullar altında işbirliği yapmaktan geçtiğini henüz tam olarak anlayabilmiş değillerdir. Gelişmiş toplumların politikalarına yön veren ekonomik güçlerin yerleşik inançları onların durumu görmelerini güçleştirmektedir.

Öte yandan geri kalmış toplumların yöneticileri de, bir toplumun ilerlemesinin o toplumun insanlarını baskı altında tutmaktan değil, toplumun bilgi düzeyinin yükselişinden geçtiğini görmekten dirençle kaçınmaktadırlar. Bu durumda gelişmiş toplumlar kendi çıkarlarının geri kalmış toplumları geliştirerek onlarla eşit koşullar altında bir işbirliğine girebilseler bile, bu düşüncelerini geri kalmış toplumlara anlatmakta büyük güçlüklerle karşılaşacakları anlaşılıyor.

Bu durumda insanlar arası ilişkiler konusunda bilgiye dayanan gelişmelerin teknolojik gelişmeye bağlı olarak özgürlük artışı biçimindeki gelişmeye bakışla çok yavaş ilerlediğinin unutulmaması gerekir. Yine de bu konularda ivedi bir karara varmadan önce , tarih boyunca insanların hangi aşamalardan geçerek bu günlere geldiği üzerinde kısaca durmakta yarar olacaktır.

Günümüzün kimi düşünürlerinin bütün zamanların en uygar toplumu olarak görmek ve göstermek istedikleri Atina Sitesi halkının çoğunluğunu köleler oluşturuyordu. Atina'nın en yakın komşusu olan Isparta sitesinde sakat ya da hastalıklı doğan çocuklar öldürülüyordu. Sağlâm yapılı çocuklar, içinde her türden hırsızlık ve ahlâksızlıkların da bulunduğu bir takım olaylarda başarılı olacak biçimde yetiştiriliyorlardı.

Bütün çağların en büyük düşünürü olarak görülen Platon en iyi devlet yapısı üzerinde düşünürken Isparta yönetimini örnek alıyordu. Yine büyük düşünür Aristoteles kimi toplumların insanlarının başka toplumların insanlarının kölesi olmak üzere yaratıldıklarını önce sürüyordu. Bu büyük düşünürlerin de hocası durumundaki Sokrates düşüncelerini açıkça söylediği için ölümü seçmeye zorlanmıştı. Yine Antik çağın örnek toplumlarından biri sayılan Roma İmparatorluğu'nda bir takım insanlar başka insanları eğlendirebilmek için yırtıcı hayvanlarla dövüşmeye zorlanıyorlardı.

Ortaçağda insanlar, düşünceleri yüzünden ya.diri diri yakılıyor ya da derileri yüzülerek öldürülüyorlardı. Yakın zamanlara dek, tıpkı hayvan pazarlarında hayvanların satıldığı gibi insan pazarlarında da insanlar satılıyordu. Denizlerde korsanlık doğal bir hak olarak görülüyor, özellikle açık denizlerde yolculuğa çıkmak zorunda kalan insanlar için can güvenliği söz konusu olmuyordu.

Bu gün insanlık-dışı olarak nitelediğimiz bu durumların yüz binlerce yıl süregeldikten sonra son 400 yıl içinde büyük ölçüde değişmiş olduğu yadsınamaz. Bu 400 yılı eski dönemlerden ayıran en önemli özelliğin de bu dönemde bilgi artışının baş döndürücü bir hız kazanmasında aranması gerektiğini yukarda belirtmiştik. İnsanlık tarihi bakımından çok kısa sayılabilecek bu dönemdeki gelişmelere şöyle bir bakma bilgi artışının sağlamış olduğu ve ileride sağlayabileceği ilerlemeyi görmeye yetecektir.

Günümüzün gelişmiş toplumlarından hemen hepsi demokratik yönetim biçimini kabul etmiş durumdadırlar. Yine bu toplumlarda doğuşa bağlı sınıf ayrımları tümüyle ortadan kalkmış, fırsatlardan gelen sınıf ayrımlarının da ortadan kalkınası için herkese fırsat eşitliği sağlamanın yollan aranmaktadır. İnsanlık düzeyinin din, dil, ırk ve renk ayrımlarına bağlı olarak belirlendiği görüşü düşüncelerden silinmiş, bu konulardaki inanç kalıntılarıyla savaşım sürmektedir.

Her şeyden daha önemli olan da, insanların salt insan olmaktan gelen bir takım haklarının bulunduğu düşüncesi gittikçe. güç kazanmaktadır. Gerçi bu haklan yalnızca gelişmiş toplumlar yalnızca kendi halklarından olan insanlar için istemekte, dünyadaki geri kalmış toplumların insanlarının yazgısıyla ilgilenmez görünmektedirler.-ancak bu anlamda evrensel bir uygulamaya geçilmesinin önünde bir takım engellerin bulunduğunun da unutulmaması gerekir.

Doğal olarak uygulamadaki güçlüklerin kaynağında, büyük ölçüde, yine insan konusundaki bilginin yetersizliği gelmektedir.

______________________

Kaynak :  - Felsefe Tartışmaları Sayı-26

1 - 2 - 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP