İnsanlığın İlerlemesi - 1

Vehbi HACIKADİROĞLU

Aristoteles insanı "siyasal bir hayvan" olarak tanımlarken onu, bilinçli bir işbirliği durumunda bulunan bir topluluğun bir üyesî olduğunu düşünüyordu. Burada insanlığı belirleyen "bilinçlilik" ve "işbirliği" zaman içinde değişen şeyler olmadığına göre, bu yönden tanımlanan insanın da, en azından özü bakımından, zaman içinde değişmediğini kabul etmek gerekiyor.

Gerçekte Aristoteles'in insanlar arasındaki eşitsizliklerin de insanlığın özünde bulunduğunu, bunların da zaman içinde değişmeyeceğini düşündüğü anlaşılıyor. Çünkü ona göre kimi toplumlar başka toplumların, özellikle de Barbarlar Yunanlıların kölesi olmak üzere yaratılmışlardı. Böylece Aristoteles, bütün hayvan ve bitki türleri gibi değişik insan türlerinin de kendi zamanında nasılsalar her zaman öyle olduklarını, gelecekte de öyle kalacaklarını düşünmüştür.

Bu görüşün temelinde bulunan "Tanrı'nın yarattığı insan" kavramı da, felsefede Aristoteles'ten kalan bir çok kavramlar gibi günümüze dek süregelmiştir. Ortaçağın belirleyici düşünce dizgesi olan ve büyük ölçüde Hıristiyanlığın etkisinde bulunan Skolastikte ile bu; Tanrı'nın yarattığı ya da özünde değişmeyen insan kavramının sürüp gitmiş olmasını doğal karşılamak gerekir. Öte yandan çağdaş felsefenin kurucusu olduğu kabul edilen Descartes'ta da bu konuda bir değişiklik bulunduğu söylenemez.

İnsanın ruh ve beden olarak iki ayrı tözden oluştuğunu kabul eden Descartes'çı düşüncede salt insansal niteliklerin taşıyıcısı olan ruhun maddesel bir varlığı olmadığına göre onun zaman içinde, gelişmek şöyle dursun, en küçük bir değişme göstermesi bile olanaksızdır. Kant da insanın insansal niteliklerle ilgili yanının nedensellik ve doğal zorunlulıık alanının dışında kaldığını kâbul ettiğine göre onun bakımından da insanın insan olarak bir değişme ya da gelişme göstermesi olanaksızdır.

Bu konuda asıl ilginç olan, Deneyci filozofların da insanın, bilgi edinme gücü gibi, yaşamsal önemdeki bir niteliği bakımından bir gelişme göstermediğini kabul etmiş görünmeleridir. Gerçekten, bilginin şu ya da bu yoldan ideye dönüşmesiyle edinildiğini öne süren bu filozoflar da bilgi edinme gücü bakımından bütün zamanların isanlarının aynı düzeyde bulunduğunu kabul etmiş oluyorlardı.

Böylece, Taş Devri öncesinin hayvana çok yakın olan insanıyla günümüz insanı arasında ilerleme bakımından bir ayrımın bulunmadığı türünden inanılmaz bir görüşü açık ya da örtülü biçimde öne sürmüş olan bir dizi felsefe öğretileri karşısında bulunduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak bunların dışında ilerleme konusunu özel olarak ele alan filozoflar da vardır.

Sözgelimi Rönesansın hümanistleri "şimdi"ye göre çok üstün olan bir "geçmiş"e inanıyorlardı. Eski Yunan ve Roma hayranlığı şöyle bir soruya neden olabiliyordu: 17. Yüzyıl sonlarında bir yazar Yunan ve Roma'nın büyük yazarlarınınkine eşit, belki de onlardan üstün, yapıtlar verebilir mi? Bu soru hümanistlerin, çok uzun bir zaman bölümü içinde bile insanlıkta ilerleme bir yana, bir gerileme görülebileceğine inandıklarını belirtiyor.

Fransız filozofu Turgot (1727-1781) "insanlığın sonsuz değişimi ve bundan gelen yetkinleşme" durumundan söz ediyor. Fakat yetkinleşmenin tanımını vermediği gibi bunun nasıl gerçekleştiğini de göstermiyor. Turgot'nun "Tutku ve yanılgı, felâket ve dert bile insanlığın gelişmesine katkıda bulunur" ya da "Gerçekte insanın hırs ve kötülükleri, savaşların barbarlıkları, etki bakımından ne kadar kötü görünürse görünsün, genellikle insanı kötülük ve bayağılıktan kurtarır" biçimindeki görüşlerinin de gelişmenin ne olduğu konusuna bir ışık serptiği söylenemez.

Hegel'e göre insanın gelişmesi "insan" ideasının açılarak kendini daha iyi bilmesi ve bu yoldan özgürleşmesidir. Böylece, insanlığın ilerlemesini kesin bir olgu durumu olarak ilk ortaya atan filozofun Hegel olduğunu söyleyebiliriz. Ancak ilerlemeyi bir "mutlak zihin"in kendini gerçekleştirmesi olarak açıklamaya çalışan ve tarihsel maddecilerin de, değişik bir görünüş altında da olsa, olduğu biçimiyle kabul ettikleri bu görüşün tam da "Tanrı'nın yarattığı insan" kavramının sözde felsefi bir biçime sokulan bir anlatımından başka bir şey olmadığı açıktır.

Öte yandan tarihsel olayların biricikliğini kabul ederek yola çıkan Dilthey da bu olayların tarih içinde değişmeleri üzerinde durmuştur. Ancak Dilthey'a göre bu olaylar arasında bir ilerleme bağlantısı bir yana, herhangi bir bağlantıdan bile söz edilememesi gerekir. Bir olayın biricik olduğunu söylemek onunla ilgili bir şey bilmenin olanaksız olduğunu kabul etmek demektir.

Böylece, Taş Devri insanına bakışla günümüz insanındaki apaçık ilerlemeyi görebilen, görmüş olsa bile bunun inandırıcı bir açıklamasını yapabilen bir tek düşünürün ortaya çıkmamış olması gibi şaşırtıcı bir durumla karşı karşıya bulunduğumuz söylenebilir. Önce bu durumun bir açıklamasını yapmak gerekiyor. Böyle bir duruma düşülmesinin nedeninin hemen görülebileceğini sanıyorum. Gerçekten, insanın zaman içinde ilerleyip ilerlemediği konusunu ele alan düşünürlerden hiç birinin "insan"ın ve "ilerleme"nin ne olduğu üzerinde düşünmemiş olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan ben konuya, önce "insan" kavramını, ardından da "ilerleme" kavramını tanımlayarak gireceğim.

İnsan, içgüdü ve koşullu tepkelerinin yönetiminde davranan hayvan karşıtı olarak, nasıl davranacağına kendisi karar veren ve bu yönüyle özgürlüğünü elde etmiş olan varlıktır. Bunun bilimsel açıdan karşı çıkılamayacak bir tanım olduğu, insanın başka özsel niteliklerinin de bulunabileceği öne sürülse bile, yalnızca böyle bir özgürlüğün insanın insan olması için yeterli olduğu açıktır.

Nasıl davranacağına kendisi karar veren insan nasıl davrandığında nasıl bir sonuç alacağını önceden görebiliyor demektir. İnsanın bu önceden- görme gücü iki şeyden birinin ortaya çıkışının ardından, ötekinin de ortaya çıkacağını yani iki şeyin sürekli birlikteliğini görme gücüdür ki buna `bilgi' adını veriyoruz. Buna göre insan; bilgisiyle özgürleşmekte ve bu yoldan da insanlık düzeyi bakımından yükselmektedir.

Böylece insanın, bilgisi arttığı ölçüde özgürlük ve bu yoldan da insanlık düzeyi yükselecek demektir. Bir insan için insanlık düzeyinin yükselmesinin onun ilerlemesi anlamına geldiği açıktır. Öte yandan, zaman içinde insanlığın deneyim ve deneylerinin sürekli olarak artmasıyla bilgisi de sürekli olarak artacağından, ilk bakışta insanlık için ilerlemenin doğal hatta kaçınılmaz bir durum olduğunu kabul etmek gerekirmiş gibi görünüyor:

Ancak bu konuda tam bir açıklığa erişebilmek için insan ve ilerleme kavramları üzerinde biraz daha durmak gerekiyor. Önce "ilerleme" kavramını ele alırsak, ilk bakışta bir değer yargısı.gibi görünen ilerlemenin gerçekte yalnızca bir durumun değişme yönünün anlatımı olduğunu görüyoruz. Öyle ki, bir hastalığın da ilerlediği söylenebilir. Yani ilerleme, kendisinden yola çıkılan durumdan daha iyi değil daha yoğun olan bir duruma doğru gitmektir.

Demek ki insanlığın ilerleyip ilerlemediğini sormak, insanlığın özsel niteliği olan özgürlüğün artıp artmadığını sormaktır. Özgürlüğün bilgi artışına koşut olarak arttığını biliyoruz. Bilgi deney ve deneyimlerle elde edildiğine, deney ve deneyimler de sürekli arltığırıa göre; insanların özgürlüğü ve bu yoldan da insanlığı sürekli artacak demektir. Bu da insanlığın, az ya da çok hızlı olarak sürekli ilerlediği anlamına gelir.

Ancak, insanlığın ilerleme sorununu bir çözüme bağlamış gibi görünen bu sonucun bir çok yeni sorunları da birlikte getirdiği göz ardı edilmemelidir. Önce insanlığı özgürleştiren bilginin kimin bilgisi olduğu sorusunu yanıtlamak gerekiyor. İlk bakışta her insanın kendi bilgisi ölçüsünde insanlaştığı sanılabilirse de, tek tek insanların bilgisinin kendilerini ilerletme bakımından çok yetersiz kaldığı görülebilir

Bilginin insanı özgürleştirmesi genellikle özgürlük araçları üretimine olanak sağlaması yoluyla gerçekleşir. Oysa her türlü üretim ancak bir grup insanın işbirliği ile gerçekleşir.

1 - 2 - 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP