Garnfinkel, Etnometodoloji ve Yorumbilgisi - 2
|
Birazdan ele alacağım Avrupa toplumsal düşüncesindeki gelişmeler gibi, etnometodolojinin de bazı kökleri "varoluşsal fenomenoloji"de bulunabileceği için, aralarında bazı benzerlikler saptayabilmemiz pek de şaşırtıcı değildir. Bu benzerliklerin hemen görülememesinin nedeni ise, yazım üsluplarının son derece farklı olması; etnometodoloji daha çok ampirik bir araştırma programı yaratmayı amaçlarken, diğerinin soyut felsefe üslubuyla ifade edilmesidir. Verstehen kavramına yeni bir soluk getiren düşünce geleneklerine yaklaşırken, bunlarla Geisteswis- senschafteıi in Dilthey ve (birçok çekince konabilecek olsa da) Weber tarafından temsil edilen ilk gelişme aşamaları arasındaki karşıtlığı iyi değerlendirmek gerekir. "Daha eski gelenek"te, Verstehen'e her şeyden önce, insan bilimlerine uygulanacak ve doğa bilimlerinde uygulanan dış gözleme dayalı yöntemlere karşıt bir yöntem olarak bakılıyordu. Dilthey'in özellikle ilk yazılarında anlama sürecinin, davranışları anlaşılacak kişilerin düşünce ve duygularının yeniden yaşanmasına ya da yeniden canlandırılmasına bâğlı olduğu düşünülüyordu. Yani, şu ya da bu anlamda Dilthey hangi anlamda olduğunu belirlemekte giderek daha fazla zorluk çekmiştir- kişi başkalarının eylemlerini anlarken zihinsel olarak "kendini onların yerine koyuyor"du. Weber de, "yeniden yaşama" ve "empati" gibi kavramlara kuşkuyla bakmasına ve sosyal bilimlerle doğa bilimlerinin yöntemleri arasında mantıksal bir uçurum olduğunu reddetmesine rağmen, hemen hemen aynı tavrı benimsiyordu. Weber'in yorumlayıcı sosyoloji versiyonu, sonradan metodolojik bireycilik adı verilecek olan teze (kolektivitelerden bahseden önermelerin her zaman ilkesel olarak somut bireylerin davranışları şeklinde ifade edilebileceği tezine) gösterdiği sadakatle yakından bağlantılıydı.
Dilthey de Weber de "anlama" konusundaki kendi anlayışlarının nesnel tarih (Dilthey) ya da sosyoloji (Weber) bilimlerinin kazanımlarıyla uzlaştırılabileceğini ileri sürüyorlardı. Verstehen in "nesnel bilim" için zorunlu olan türden kanıtlar sunamayacağını iddia eden bazı eleştirmenler onların görüşlerine sert bir biçimde saldırmışlardı. Bu eleştirmenlere göre, yorumlama süreci davranış hakkında hipotezler üreten bir kaynak olarak faydalı olabilirdi, ama bu şekilde üretilmiş hipotezleri sınamak için kullanılamazdı. Versteheri in doğa bilimlerine özgü kanıt ölçütleriyle uyuştuğu varsayılıyorsa bu eleştirilere hak vermemek zordur. Dahası Weber'in görüşlerinde bir dizi güçlük daha vardır ki ben burada bunlardan yalnızca ikisine değineceğim. Bu güçlüklerden biri "empati"yle, diğeri de Weber'in "toplumsal eylem" formülasyonuyla bağlantılıdır. Weber kendini, empatik özdeşleşmenin eylemlerin anlamını anlamakta önemli bir rol oynadığı görüşünden uzak tutmak istemiştir; ama bunu başaramadığı kendi konumunun yol açtığı belli sorunlardan bellidir. Mesela mistisizmin "anlamlı eylemin uçlarında" yer aldığını varsaymıştır, çünkü mistiklerin davranışları ancak "dini bir kulağı olanlar" tarafından anlaşılabilir.
Şimdi birkaç, ama yalnızca birkaç sosyal bilimcinin "dini bir kulağı" olduğunu varsayalım: Kendi kavrayışlarını böyle bir kulağı olmayanlara nasıl iletebilirler? İletemeyeceklerini kabul etmek, Weber'in sosyal bilimlerde nesnel bir "gözlem dili" kurulmasını sağlayan, herkes tarafından üzerinde uzlaşılmış bir ölçütler kümesi oluşturma imkânı hakkındaki görüşlerinden ödün vermek demek olacaktır. Ben Weber'in bu görüşüne karşı, belli bir davranış biçimine "mistik" demenin onu zaten belli bir açıdan "anlamlı bir biçimde anlamış" olmak olacağını ve "anlama yetisi"nin eylemleri dilsel olarak betimleme, Schutz'un terimini kullanacak olursak, onları tipikleştirme yeteneğiyle bağlantılı olduğunu söyleyeceğim. Schutz'un pek de memnun kalmadan "nesnel anlam" adını verdiği şeyle ilgili (ve yalnızca "öznel anlam"la ilgilenen Weber'in analizinin hesaplaşmayı başaramadığı) bir dizi sorun vardır. Weber'in öznel anlam takıntısı, metodolojik bireyciliğiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı, zira yalnızca aktörlerin öznel bilinçleri sayesinde "anlam" doğuyordu. Weber anlamlı eylem ile toplumsal eylem arasındaki ayırımı işte bu bağlamda yapmıştı; yorumlayıcı sosyolojinin ana ilgi konusu, başkalarına yönelik, bu yüzden de gerçekleşti- rilmesi sırasında etkilenmeye açık olan eylem olarak tanımlanan toplumsal eylemdi. Weber'in meşhur örneğini verecek olursak, birbirlerini görmeyen iki bisikletçi çarpıştıkları zaman, bu toplumsal eylem sayılmazdı, çünkü birinin davranışı diğerinin öznel yöneliminde hiçbir rol oynamıyordu. Ama çarpıştıktan sonra kazanın sorumlusunun kim olduğu hakkında kavga etmeye başlarlarsa, işte o zaman toplumsal eylem oluyordu. Ama neyin toplumsal olduğunu yalnızca aktörlerin öznel bakış açısına göre tanımlayan bu formülasyon hiç de tatmin edici görün- memektedir: Uygulanması kolay olmadığı gibi, benim "toplumsal" olduğunu iddia edeceğim bir dizi unsuru da kapsamaz. Bu formülasyonu fıili davranışlara uygulamak kolay değildir, çünkü eylemin ona yönelik olduğu söylenebilecek diğer kişinin sahnede yer almadığı birçok davranış örneği vardır. Örneğin, akşam dışarı çıkmadan önce traş olan bir adamın davranışına ne diyeceğiz? Bu adamın eylemi daha sonra karşılaşmayı beklediği belli bir kişiye mi yöneliktir? Bunun cevabı, faaliyeti yürütürken diğer kişinin olası tepkilerini dikkate almış olabileceği gibi almamış da olabileceğidir; bu da aslında yapmakta olduğu şeyin toplumsal karakteri ile doğrudan bağıntılı değildir; toplumsal karakter daha çok "temizlik" vs. uzlaşımları ya da normlarında yatmaktadır. Keza, yolda pedal çeviren bisikletçinin eyleminin, görünürde başkaları olsun olmasın zaten toplumsal olduğunu söylemek isterim, çünkü bisikletçinin yaptığı şey trafık davranışlarını yönlendiren toplumsal kurallara yöneliktir ve bu kurallar açısından “yorumlanabilir”.
Daha önce değindiğim bir dizi yazıda, Verstehen sosyal bilimlere özgü bir araştırma yöntemi olarak değil, bizatihi toplum hayatının ontolojik koşulu olarak ele alınır; psikolojik bir "yeniden canlandırma" süreci- ne dayanmaktan çok, öncelikle tanıdık ve yabancı yaşam biçimlerinin içeriğini kavramakla ilgili dilsel bir mesele olduğu düşünülür; başkalannı anlamanın önemli bir anlamda onlarla diyaloğa girmek olduğu iddia edilir; bu tür bir anlayış herhangi basit bir anlamda "nesnel" olamaz, çünkü her türlü bilgi bir daire içinde hareket eder ve "önyargılardan anrımış" hiçbir bilgi olamaz; son olarak Verstehen'le anlam normları arasındaki bağlantı metodolojik bireycilikten kurtulacak biçimde kurulur.
Verstehen e sosyolog ya da tarihçinin başvurduğu özel bir yöntem olarak değil de insan toplumunun ontolojik koşulu olarak bakılması gerektiğini ileri sürmek, onun toplumsal hayatın sıradan aktörler tarafın- dan kurulmasında kullanılan araç olduğunu iddia etmektir. Yani, usta- lık gerektiren bir icraat olarak, başkalarının eylem ve iletilerinin anlamını "anlamak" ehil toplumsal aktörlerin rutin yeteneklerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Yorumbilgisi, yalnızca profesyonel toplumsal araştırmacının ayrıcalığı değildir, herkes tarafından uygulanır; bu uygulamaya vakıf olmak, profesyonel sosyal bilimcilerin de sıradan aktörlerin kendileri gibi analizlerinde kullandıkları toplumsal hayat betimlemeleri yaratabilmelerinin tek yoludur. Bunun yarattığı sonuçlardan biri, hiç kuşkusuz sosyologların araştırmalarında yaptıkları şeyler ile sıradan aktör- lerin gündelik faaliyetleri içinde yaptıkları şeyler arasındaki mesafenin azaltılmasıdır. Etnometodolojinin terminolojisine başvuracak olursak, her toplumsal teorisyenin bir topluma mensup olduğu ve araştırmalarında bu mensubiyetin ürünü olan becerileri kaynak olarak kullandığı doğru olduğu gibi, toplumun her mensubunun "pratik bir toplumsal teorisyen" olduğu da eşit ölçüde doğrudur. Toplumsal dünyanın öngörüle- bilirliği kendiliğinden gerçekleşen bir şey değildir, sıradan aktörler ta- rafından "gerçekleştirilir".
"İçinde yaşanan dünya"nın organize edici aracı olarak dilin merkezi yeri, hem Heidegger, Gadamer ve Ricoeur'ün yorumbilgisel fenomenolojisinde hem de İngilizce konuşulan dünyanın sosyolojisinde Wittgenstein 'ın ikinci dönem felsefesini takip edenlerin yazılarında vurgu- lanmıştır. Gankel de şüphesiz doğrudan Wittgenstein'dan yola çıkmıştı. Ama kıta felsefecileri de Wittgenstein'ın yazılarının kendi kaygılarıyla bağlantısını vurgulamaya başlamışlardır. Çünkü Wittgenstein Versteheıi e özel bir teknik anlam vermese de, son döneminde geliştirdiği felsefe , eylem ve iletilerin ancak belli “dil oyunları”nın pratik bağlantıları içinde anlaşılabileceğini iddia etme eğilimine girmişti.
Dilthey de Weber de "anlama" konusundaki kendi anlayışlarının nesnel tarih (Dilthey) ya da sosyoloji (Weber) bilimlerinin kazanımlarıyla uzlaştırılabileceğini ileri sürüyorlardı. Verstehen in "nesnel bilim" için zorunlu olan türden kanıtlar sunamayacağını iddia eden bazı eleştirmenler onların görüşlerine sert bir biçimde saldırmışlardı. Bu eleştirmenlere göre, yorumlama süreci davranış hakkında hipotezler üreten bir kaynak olarak faydalı olabilirdi, ama bu şekilde üretilmiş hipotezleri sınamak için kullanılamazdı. Versteheri in doğa bilimlerine özgü kanıt ölçütleriyle uyuştuğu varsayılıyorsa bu eleştirilere hak vermemek zordur. Dahası Weber'in görüşlerinde bir dizi güçlük daha vardır ki ben burada bunlardan yalnızca ikisine değineceğim. Bu güçlüklerden biri "empati"yle, diğeri de Weber'in "toplumsal eylem" formülasyonuyla bağlantılıdır. Weber kendini, empatik özdeşleşmenin eylemlerin anlamını anlamakta önemli bir rol oynadığı görüşünden uzak tutmak istemiştir; ama bunu başaramadığı kendi konumunun yol açtığı belli sorunlardan bellidir. Mesela mistisizmin "anlamlı eylemin uçlarında" yer aldığını varsaymıştır, çünkü mistiklerin davranışları ancak "dini bir kulağı olanlar" tarafından anlaşılabilir.
Şimdi birkaç, ama yalnızca birkaç sosyal bilimcinin "dini bir kulağı" olduğunu varsayalım: Kendi kavrayışlarını böyle bir kulağı olmayanlara nasıl iletebilirler? İletemeyeceklerini kabul etmek, Weber'in sosyal bilimlerde nesnel bir "gözlem dili" kurulmasını sağlayan, herkes tarafından üzerinde uzlaşılmış bir ölçütler kümesi oluşturma imkânı hakkındaki görüşlerinden ödün vermek demek olacaktır. Ben Weber'in bu görüşüne karşı, belli bir davranış biçimine "mistik" demenin onu zaten belli bir açıdan "anlamlı bir biçimde anlamış" olmak olacağını ve "anlama yetisi"nin eylemleri dilsel olarak betimleme, Schutz'un terimini kullanacak olursak, onları tipikleştirme yeteneğiyle bağlantılı olduğunu söyleyeceğim. Schutz'un pek de memnun kalmadan "nesnel anlam" adını verdiği şeyle ilgili (ve yalnızca "öznel anlam"la ilgilenen Weber'in analizinin hesaplaşmayı başaramadığı) bir dizi sorun vardır. Weber'in öznel anlam takıntısı, metodolojik bireyciliğiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı, zira yalnızca aktörlerin öznel bilinçleri sayesinde "anlam" doğuyordu. Weber anlamlı eylem ile toplumsal eylem arasındaki ayırımı işte bu bağlamda yapmıştı; yorumlayıcı sosyolojinin ana ilgi konusu, başkalarına yönelik, bu yüzden de gerçekleşti- rilmesi sırasında etkilenmeye açık olan eylem olarak tanımlanan toplumsal eylemdi. Weber'in meşhur örneğini verecek olursak, birbirlerini görmeyen iki bisikletçi çarpıştıkları zaman, bu toplumsal eylem sayılmazdı, çünkü birinin davranışı diğerinin öznel yöneliminde hiçbir rol oynamıyordu. Ama çarpıştıktan sonra kazanın sorumlusunun kim olduğu hakkında kavga etmeye başlarlarsa, işte o zaman toplumsal eylem oluyordu. Ama neyin toplumsal olduğunu yalnızca aktörlerin öznel bakış açısına göre tanımlayan bu formülasyon hiç de tatmin edici görün- memektedir: Uygulanması kolay olmadığı gibi, benim "toplumsal" olduğunu iddia edeceğim bir dizi unsuru da kapsamaz. Bu formülasyonu fıili davranışlara uygulamak kolay değildir, çünkü eylemin ona yönelik olduğu söylenebilecek diğer kişinin sahnede yer almadığı birçok davranış örneği vardır. Örneğin, akşam dışarı çıkmadan önce traş olan bir adamın davranışına ne diyeceğiz? Bu adamın eylemi daha sonra karşılaşmayı beklediği belli bir kişiye mi yöneliktir? Bunun cevabı, faaliyeti yürütürken diğer kişinin olası tepkilerini dikkate almış olabileceği gibi almamış da olabileceğidir; bu da aslında yapmakta olduğu şeyin toplumsal karakteri ile doğrudan bağıntılı değildir; toplumsal karakter daha çok "temizlik" vs. uzlaşımları ya da normlarında yatmaktadır. Keza, yolda pedal çeviren bisikletçinin eyleminin, görünürde başkaları olsun olmasın zaten toplumsal olduğunu söylemek isterim, çünkü bisikletçinin yaptığı şey trafık davranışlarını yönlendiren toplumsal kurallara yöneliktir ve bu kurallar açısından “yorumlanabilir”.
Daha önce değindiğim bir dizi yazıda, Verstehen sosyal bilimlere özgü bir araştırma yöntemi olarak değil, bizatihi toplum hayatının ontolojik koşulu olarak ele alınır; psikolojik bir "yeniden canlandırma" süreci- ne dayanmaktan çok, öncelikle tanıdık ve yabancı yaşam biçimlerinin içeriğini kavramakla ilgili dilsel bir mesele olduğu düşünülür; başkalannı anlamanın önemli bir anlamda onlarla diyaloğa girmek olduğu iddia edilir; bu tür bir anlayış herhangi basit bir anlamda "nesnel" olamaz, çünkü her türlü bilgi bir daire içinde hareket eder ve "önyargılardan anrımış" hiçbir bilgi olamaz; son olarak Verstehen'le anlam normları arasındaki bağlantı metodolojik bireycilikten kurtulacak biçimde kurulur.
Verstehen e sosyolog ya da tarihçinin başvurduğu özel bir yöntem olarak değil de insan toplumunun ontolojik koşulu olarak bakılması gerektiğini ileri sürmek, onun toplumsal hayatın sıradan aktörler tarafın- dan kurulmasında kullanılan araç olduğunu iddia etmektir. Yani, usta- lık gerektiren bir icraat olarak, başkalarının eylem ve iletilerinin anlamını "anlamak" ehil toplumsal aktörlerin rutin yeteneklerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Yorumbilgisi, yalnızca profesyonel toplumsal araştırmacının ayrıcalığı değildir, herkes tarafından uygulanır; bu uygulamaya vakıf olmak, profesyonel sosyal bilimcilerin de sıradan aktörlerin kendileri gibi analizlerinde kullandıkları toplumsal hayat betimlemeleri yaratabilmelerinin tek yoludur. Bunun yarattığı sonuçlardan biri, hiç kuşkusuz sosyologların araştırmalarında yaptıkları şeyler ile sıradan aktör- lerin gündelik faaliyetleri içinde yaptıkları şeyler arasındaki mesafenin azaltılmasıdır. Etnometodolojinin terminolojisine başvuracak olursak, her toplumsal teorisyenin bir topluma mensup olduğu ve araştırmalarında bu mensubiyetin ürünü olan becerileri kaynak olarak kullandığı doğru olduğu gibi, toplumun her mensubunun "pratik bir toplumsal teorisyen" olduğu da eşit ölçüde doğrudur. Toplumsal dünyanın öngörüle- bilirliği kendiliğinden gerçekleşen bir şey değildir, sıradan aktörler ta- rafından "gerçekleştirilir".
"İçinde yaşanan dünya"nın organize edici aracı olarak dilin merkezi yeri, hem Heidegger, Gadamer ve Ricoeur'ün yorumbilgisel fenomenolojisinde hem de İngilizce konuşulan dünyanın sosyolojisinde Wittgenstein 'ın ikinci dönem felsefesini takip edenlerin yazılarında vurgu- lanmıştır. Gankel de şüphesiz doğrudan Wittgenstein'dan yola çıkmıştı. Ama kıta felsefecileri de Wittgenstein'ın yazılarının kendi kaygılarıyla bağlantısını vurgulamaya başlamışlardır. Çünkü Wittgenstein Versteheıi e özel bir teknik anlam vermese de, son döneminde geliştirdiği felsefe , eylem ve iletilerin ancak belli “dil oyunları”nın pratik bağlantıları içinde anlaşılabileceğini iddia etme eğilimine girmişti.