Miletos Okulunda Felsefe



Onur KABIL

Antik Yunan Uygarlığı da her uygarlık gibi, kendisinden önceki kültürlerin temelinde yükselmiştir ve bu bağlamda Mısır, Mezopotamya Uygarlıklarına, Fenikeliler’e, Minos ve Miken Kültürleri’ne çok şey borçludur. Ancak Antik Ege Uygarlığı’nın önemi, diğer uygarlıklar arasında bir alışveriş ve etkilenmeden söz ederken, burada etkiyi aşan bir sentezin söz konusu olmasıdır. ( Helvacıoğlu, 2001) Ronan’ın da dediği gibi, batıdaki bütün eski çağ toplumları arasında, olguları toplayıp karşılaştıran, onları büyük bir bütün dahilinde tutarlı bir şekilde birleştiren, evreni büyüye ve hurafeye başvurmadan açıklayan Yunanlılar olmuştur. Bu durum, felsefeleri için de söz konusudur ve bugün bildiğimiz anlamdaki felsefeyi ilk olarak ortaya koyanlar, İonyalılar’dır diyebiliriz.

Miletos Okulu’na geçmeden önce, Yunan düşüncesinin kimi ön varsayımlarına değinmek, onların felsefesini daha iyi anlayabilmek açısından elzemdir.

Eski Yunanlılar, algıda görünen dünyayı açıklamak çabasındaydılar, çünkü henüz algıda görünenin gerçek dünyadan farklı olabileceği gibi bir felsefi kuşku kimsede doğmuş değildi. Ayrıca nesne ve nitelik ayrımı da Yunan düşüncesinde yoktu. Nesnelerin niteliklerden oluştuğu ancak niteliklerin de nesne gibi varlıklar olduğu kabul ediliyordu. Nesnelerin değişmesi de, onları oluşturan niteliklerin değişmesiyle açıklanıyordu. Böyle düşünülünce, değişim sırasında niteliğe ne olduğu sorusu gündeme geliyor ve değişime giden niteliklerin karşıtlarıyla yer değiştirdiği söyleniyordu. Yunan düşüncesinin bir başka ön varsayımı, “ Her şeyin bir nedeni vardır.” ilkesiydi. Bir başka önemli ön varsayım da, “ex nihilo nihil fit” inancıydı. Bu ilkeye göre, hiçbir şey yoktan varolamaz ve hiçbir varlık da yok olamazdı. Bir doğa felsefesi olan Eski Yunan felsefesinin son özelliği de canlımaddecilik ( hylozoizm)dir. Buna göre madde, canlı, hareket ve değişme yetisine sahip sayılmaktadır.

Thales

Eski Yunan’da felsefe, anlamsız görülebilecek bir cümleyle başlar: “ Her şey sudur.” Bilindiği üzere bu sözün sahibi, yedi bilgeden birisi sayılan Thales’tir. İ.Ö. 624-546 yılları arasında yaşayan Thales, Miletos’un yerlilerindendir. Miletos, bugünkü İzmir’in güneyinde, Söke Milas yolu arasında bulunan Balat Köyü’dür. Thales hakkında pek çok hikaye anlatılır. Bunlardan birisi, yıldızlara bakarken önünü görmeyip kuyuya düştüğü, bir diğeriyse, İ.Ö.585’te gerçekleştiği söylenen bir güneş tutulmasını önceden bildirdiğidir. En ilgi çekici olanı ise, Aristoteles’ten öğrendiğimiz kadarıyla, felsefenin hiçbir işe yaramadığını gösteren yoksulluğu dolayısıyla alaya uğraması sonrasında yaptıklarıdır. Söylentiye göre, yıldızlar konusundaki ustalığı dolayısıyla daha kıştan, gelecek yıl zeytin rekoltesinin bol olacağını tahmin ederek, Milet ve Sakız Adası civarındaki bütün zeytin preslerine para yatırır ve hiç kimse ona karşı fiyat artırmadığından presleri düşük fiyata kiralar. Hasat zamanı gelince preslere ihtiyaç duyulur ve Thales de onları yüksek fiyata satarak epey para kazanır.Böylece dünyaya, filozofların isterlerse kolayca zengin olabileceklerini ancak onların tutkularının başka yönde olduğunu göstermiş olur.

Peki ama “Her şey sudur” cümlesi ne anlama gelmektedir? Thales’e bir filozof kimliğini veren yön, evrenin oluşmasını artık mitolojik değil, belki ilmî bir yönde açıklamaya girişmesidir. (Vorlander, 2004). İşte bu cümle, her şeyden önce bunu, yani Thales’in, şeylerin ilkesini empirik verili bir maddede bulduğunu göstermektedir. İkinci olarak, şeylerin bir kökeni olduğunu; son olarak da her şeyin bir olduğunu söylemektedir.

Thales, arkhé olarak neden suyu seçmişti? Bunu kesin olarak bilemesek de, kimi varsayımlarda bulunabiliyoruz. Sözgelimi o, suyun geçirdiği evreleri gözleyerek, katılaşmasını ya da buharlaşmasını, yanan nesnelerin buhar çıkarttıklarını, suyun yaşam açısından önemini ve dünyanın büyük bir bölümünün sularla kaplı olduğunu gözlemlemiş; ya da Yunan mitolojisindeki, tüm tanrıların babası Okeanos dolayısıyla böyle bir yargıya varmış; veya vatanının konumu dolayısıyla, suyun sahip olduğu üstün yerden ilham almış olabilir.

Aristoteles, Metafizik adlı eserinde Thales’in, her şeyin tanrılarla dolu olduğu düşüncesini iletiyor. Thales için, dünyada tanrısal olmayan hiçbir şey yoktur. Bu canlı ve ruhlu madde öğretisi, monizmin ta kendisidir.( Kranz, 1994 )

Anaximandros

Thales’ten geriye elimizde hemen hemen hiçbir şey kalmamışken, Anaximandros’tan kalanlar konusunda daha şanslı sayılabiliriz. İ.Ö.611-546 yılları arasında yaşayan Anaximandros, Thales’in öğrencisi ve halefi olarak anılır.Güneş saatini bulduğu, ilk haritayı çizdiği söylenir. Meteorayı yani gökyüzündeki nesneleri ve depremi, fizik yönden ilk defa o açıklamıştır. Ama özellikle yeryüzünün boşlukta durduğunu keşfetmesi ve bunu matematiksel yönden temellendirmesi, o gün için duyulmamış hatta akıl almaz bir varsayımdır.(Capelle, 1994) Ayrıca düşünür, tarihteki ilk evrim kuramını dillendirenlerden birisidir. Buna göre, ilk canlılar, dikenli kabuklara sarılıdır ve nemde oluşmuşlardır. Zamanla bunlar kuru yerlere çıkmışlar ve kabuklarının düşmesinden sonra, yaşam biçimleri kısa sürede değişikliğe uğramıştır.(1)

Anaximandros da Thales gibi arkhé sorunu üzerinde durmuştur. Ancak o, Thales’in maddi töz olarak su anlayışına, suyun nicelik bakımından sınırlı, nitelik bakımından belirli olduğu gerekçesiyle karşı çıkmıştır. ( Cevizci, 2002 ) Anaximandros arkhé’nin, su ya da bilinen başka bir öğe olamayacağını düşünüyordu. Eğer dört öğeden birisi temel ilke olmuş olsaydı, öbürlerini egemenliği altına alırdı. Bu öğeler, doğaları gereği sürekli savaş içindedirler; örneğin ateş ağaçları yakarken su onu söndürür; ancak bir yandan da toprak suyu emip yok eder. İşte bu savaş, doğada belirli bir denge oluşturmuştur. Bu yüzden de yaşam sürecini sonsuza kadar güvenceye almak için, sınırsız, sonsuz, belirsiz anlamlarına gelen apeiron kavramını ilke olarak kabul eden Anaximandros’un bu seçimi, felsefe açısından genellikle bir ilerleme olarak kabul edilir. “Ona göre, apeiron’dan, önce sıcak-soğuk, kuru-yaş gibi karşıtlar ayrışmış, sonra bunlar da öbür nesne ve nitelikleri oluşturmuşlardır.(2) Oysa nesneler, nitelikler sürekli bir değişim içindeler; sürekli olarak kimi nitelikler yitiriliyor ve başka yenileri doğuyor. Yaprak şimdi yeşilken, sonraları kızarıyor. Gökyüzü önce maviyken daha sonra simsiyah oluyor. Şimdi yaşayan canlılar, sonra ölüyorlar. Oysa nitelikler, aynı zamanda nesne olduklarına göre yok olabilirler mi? Bunlar yoktan varolabilirler mi? Böyle bir şey, temel ön varsayıma aykırı düşer: Ex nihilo nihil fit. İşte, denebilir ki, bu durumu dolaysız olarak böylece dile getirmiş olmasına karşın, Anaximandros’un başlıca sorunu buydu ve bu soruna çözüm amacıyla temel ya da ilk varlık olarak apeiron gibi soyut bir ilkeyi ortaya attı (...) Görünürde yok olan nesne veya nitelik gerçekte yok olmaz, apeiron’a döner. Görünüşte yoktan varolan nitelik ya da nesne de apeiron’dan gelmektedir.” (Denkel, 2003 s. 23)

Anaximandros bu ilkeyi, çeşitli bilinen unsurların bir karışımı olarak mı tasvir ediyordu, yoksa bize daha muhtemel gözüktüğü üzere, onun niteliğini bütünüyle belirlenemez mi bırakmıştı? Bu konu henüz tartışılmaktadır.( Vorlander, 2004) Ancak Anaximandros’un asıl önemi, evrensel yasa kavramını ilk defa insan düşüncesinin kapsamına almış olmasıdır. Şöyle der o: “ Varolanlar, nelerden meydana gelmişlerse, zorunlu olarak yok olup onlara dönerler; zira onlar birbirlerine, zamanın düzenleyişine göre haksızlıklarının cezasını ve kefaretini öderler.” (3) Bu sınırsız meydana gelme ve yok olma, kendisini sürekli yineleyen doğal bir yasadır ona göre.

Anaximenes

Miletos Okulu’nun son düşünürü olarak bilinen Anaximenes, Anaximandros’un öğrencisidir. İ.Ö.585-525 yılları arasında yaşamıştır. “Gökkuşağına ilişkin olarak oldukça tuhaf bir açıklama getirmiş ve gökkuşağının, güneş ışınlarının içinden geçemedikleri bir bulut üzerine düşmelerinin sonucu olarak ortaya çıktığını söylemiştir. Güneş ve ay ile diğer yıldızlar arasında ilk kez olarak bir ayrım yapan filozof, güneşin kendi ışığına sahip olduğu yerde, ay da dahil olmak üzere, diğer gök cisimlerinin güneşin ışığını yansıttığını söylerken, güneş ve ay tutulmalarına ilişkin olarak da doğru bir açıklama getirmiştir.” (Cevizci, 2002)

Anaximenes de arkhé sorunu üzerinde durmuş ve ilkeyi, Thales gibi yeniden empirik verili alanda bulmuştur. Anaxiemenes, temelde hocasını izlemiştir. Ancak ondan bir noktada ayrılır ki o da, arkhé’nin soyut bırakılmasıyla ilgilidir. Anaximandros, dört öğeden birisini temel ilke sayabilecek herkese karşı, ilkenin sonsuz, sınırsız olması gerektiğini söyleyerek, bunu ispatlamıştı. İşte Anaximenes, bu açıklamayı koruyarak somutlaştırmış ve arkhé olarak, yeryüzünün tümünü kaplayan havayı seçmiştir. Anaxiemenes’in ilke olarak havayı seçmesinin nedenini şu sözlerinde bulabiliriz: “ Havadan oluşan ruhumuzun bizi yönetmesi gibi, tüm evreni de soluk ile hava kaplamaktadır.”(4)

Ancak, gerçekten arkhé havaysa, diğer öğelerin varolmaması gerekirdi. Ama ona göre, aslında başka öğeler diye bir şey yoktur. Diğer öğeler, havanın yoğunlaşması ya da seyrekleşmesiyle büründüğü değişik görünümlerdir: “ Hava seyrekleştiği zaman ateş haline geliyor; yoğunlaşınca da rüzgar; havanın yoğunluğu arttıkça önce bulut, sonra su ve toprak, aşırı yoğunlaşma sonucunda da taş haline geliyor.” (5) Bu yoğunlaşma kuramıyla Anaximenes, birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklıyor ve nitel farklılıkları da nicel farklılıklara indirgiyordu. Filozofun havayı, hylozoizm geleneğine uyarak, canlılık taşıyan, canlılık veren bir ilke olarak gördüğünü de hatırlatalım.

Niteliksel değişimleri, yoğunlaşma kuramıyla açıklamak, Yunan düşüncesinin, nitelikleri nesneleştiren ön kabulünü sarsmaktaydı. Nitelik ve nesne ayrımının sarsılması daha sonra Empedokles tarafından gerçekleştirilecek ve Yunan düşününün zirvesinde yani Demokritos’ta ise bu ayrım açıkça ortaya konacaktır.

Anaximenes, Miletos Okulu’nun son düşünürüdür. Miletos, 494 yılında Persler tarafından işgal edilince, felsefeye katkısı da burada bitmiş olur. Bir bilim adamı olarak da görülebilecek Thales’le başlayan felsefe, artık Ephesos’ta devam edecek; onların monist ve hylozoist felsefesi son dönemde yerini, mekanist ve pluralist öğretilere bırakacaktır.

KAYNAKÇA

[1] Capelle,W.(1994). Sokrates’ten Önce Felsefe I, Kabalcı Yayınları, İstanbul

[2] Cevizci, A.(2002). Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul

[3] Denkel, A.( 2003). İlkçağ’da Doğa Felsefeleri, Doruk Yayınları, İstanbul

[4] Helvacıoğlu, E.(2001). Dersimiz: Uygarlık, Bilim ve Ütopya, 89, 17

[5] Kranz, W. (1994). Antik Felsefe, Sosyal Yayınları, İstanbul

[6] Vorlander, K.( 2004). Felsefe Tarihi, İz Yayınları, İstanbul

Notlar

(1) Aetius V 19,4 = 12 A 30

(2) Simplicius, Phys; 24,18 12 B 1

(3) Simplicius, Aristoteles’in Fizik 24, 13 vd’ına = 12 A 9

(4) Aetius I 3,4 = 13 B 2

(5) Hippolytos 17,3 = 13 A 7

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP