Dilbilimsel Yaklaşım Biçimi - 4
|
Winch, kuramsal bir istemde bulunuyor. Yani, içinde, bir dil oyununun gramerini, bir yaşama evreninin yapısı olarak betim1eyebiğim bir üstdili olanaklı görüyor. Uydurulmuş dil oyunlarının doğmatiği, kesin içkin bir yorumlama gerektiriyorsa ve değişik dil oyunlarının gramerlerini genel bir kurallar sistemine dayandırmayı dışlıyorsa,bu dil nasıl olan olabilir? Linch, soruşturmasının başına, Lessing’in Anti-Goeze’sinden aldığı bir ilkeyi koyuyor: “Ahlaki eylemlerin, çok değişik zamanlarda, çok değişik halklarda görülseler bile, kendi başlarına incelendiklerinde her zaman aynı kalmaları doğruysa, bu yüzden aynı eylemlere her zaman aynı adlar verilmiş değildir, ve onlara, kendi zamanlarında, kendi halkiarında verildiğinden başka bir ad vermek doğru değildir.”
Bu tümcede, bir sonraki yüzyılın tarihselciliği öncelenmiştir. Winch, Dilthey ’in bir dilbilimsel versiyonunu tasarlıyor görünmektedir. Dil analizcisi, muallaktaki bir konumdan, kendisi dil analizinin yükümlü tutulduğu özgün bir dil oyununun dogmatiğine bağlı kalmaksızın, etkinlikte bulunarak, gelişigüzel dil oyunlarının gramerinin içine girebilir. Winch, Schütz gibi naif bir biçimde, arı kuramın olanaklılığına güveniyor. Bu görüngübilimci de, eyleyen öznelerin yaşama evrenlerinin ona uyularak benmerkezci olarak kuruldukları yorumlama şemasına dayanıyor; kendisi ise sosyal bir çevreden kopmuştur. Çevreye bağlı, eyleme katılan biri perspektifinden, sosyal bir ortamın gözlemcisi perspektifine geçilen tutum değişikliği de bilimden önce yapılmıştır; bu yüzden bu tutum değişikliği Schütz için asla sorunlu olmamıştır. Elbette, Wittgenstein iletişimsel deneyimin koşullarını böyle etkileyici bir biçimde analiz ettikten sonra, dil bilimci bu masumiyeti artık paylaşamazdı.
Dil analizini betimsel bir niyetle yapar ve terapisel kendini sınırlamadan vazgeçersek, dil oyunlarının monadsal yapısı delinmek ve dil oyunlarının çoğulculuğunun içinde kurulduğu bağlam düşünsemek zorundadır. O zaman analizcinin dili de uzun süre her durumda ki nesne diliyle basitçe örtüşemez. Iki dil sistemi arasında, analiz edilen dil oyunlarının kendi aralarında oldugu gibi bir tercüme gerçekleşmelidir. Wittgenstein bu görevi,. benzerliklerin ya da aile benzerliklerinin bir analizi olarak belirliyor. Dil analizi ortak olanı görmeli ve ayrımları farklılaştırmalıdır. Ama bu iş artık terapisel bir işe bükülmeyecekse, karşılaştırmanın sistematik bakış açılarını gerektirir:karşılaştıran yorumcu rolündeki dil analizcisi, genel olarak bir dil oyunu kavramını ve çeşitli dillerin yakınsadıkları somut bir önanlamayı her zaman önceden varsaymalıdır. Yorumcu çeşitli sosyalleşme modelleri arasında iletimi sağlar; aynı zamanda bu tercüme sırasında, kendisinin içinde sosyal modele dayanır. Düşünsemeli dil analizi aslında, çeşitli dil oyunları arasında bir iletişim gerçekleştirir; kültürü ve dili yabancı bir ülkedeki antropolog örneğinin seçilmesi bir raslantı degildir. Wittgenstein, burada yalnızca bir sosyalleşmenin başka yaşam biçimleri içindeki gücül yinelenmesini görünür kılmakla, yeterince analiz yapmamış olmaktadır. Yabancı bir kültür için de bulunmak yalnızca, bu kültürle kendi kültürü arasında bir tercümenin başarılı olması ölçüsünde olanaklıdır.
Böylelikle, Wittgenstein’ın içine adım atmadığı, yorumbilgisinin alanı açılmaktadır. Winch, dil analizinin ve özel bir dil analizi olarak temellendirmek istediği anlayıcı sosyolojinin yorumbilgisel özdüşünsemesinden ancak bir koşulla; kuram için, gelişigüzel gündelik dillerin gramerlerinin ona tercüme edilebildikleri bir üstdil bulsaydı, kaçınabilirdi. O zaman her bir ilksel dilin analizcinin diline çevirilmesi ve böylelikle analiz edilen dillerin birbirlerine çevrilmeleri biçimselleştirilmiş ve genel dönüştürme kurallarına göre yapılmış olurdu.Son üstdil olarak gündelik dilin düşünsemeli oluşunun, bizi içine soktuğu kısır döngu kırılmış olurdu Dil analizi artık dil oyunlarının pratiğine bağlı kalmazdı kuramsal yaklaşımda yorumbılgısıne gerek duyulmadan sosyolojı ıçın de verimlı hale getirilebilirdi.
Fodor ve Katz, Chomsky ’nin çalışmalarına dayanarak, dilin üst kuramı için bir program geliştirdiler.’ Öncelikle, burada yalnızca, gerçi Wittgenstein’ın bir bütünsel dil programından daha az iddialı olmayan bir düşüncenin açındırılması söz konusudur. Yeni pozitivizmin evrensel dili, empirik olarak anlamlı önermelerin biçimsel koşullarını bir gramerin bağlayıcılığıyla gösteren bir dil sistemi serimleme iddiasındayken Fodor ve Katz, gerçek dil davranışını, dilbilimsel kurallarla ilişki içinde açıklayan deneyim bılımsel bır kuram tasarlamaktadırlar. Dönüştürme grameri gündelik dille bağlantılı her gramerden bağımsız. olmalıdır; dönüştürme grameri, bir evrensel dil anlamında değil, bir evrensel gramer anlamında genel bir sistemdir. Gelenekten öğrenilmiş dillerden biriyle anlaşma sağlandığında iyi bilinen tüm sözdizimi ve semantik kurallarının betimlenişleri, bu kuramdan türetilebilmelidirler. Dilbilimsel kurallar sentez kurallarıdır:bu kuralları içselleştirmiş olan bir kişiye, belirsiz bir sayıdaki tüm ‘ anlamaya ve kendisi de üretmeye yetkin kılarlar. Anladığımız ve kurduğumuz tümceler sadece işittiğimiz ve öğrendiğimiz tümceler değildir daha önce hiç duymadığımız tümceleri de anlar ve kurarız yeter ki öğrendiğimiz kurallara göre biçimlendirilmiş olsunlar. Bu tür üretici kuralların betimlenişleri, nesnelerini gramerler ya da kuramlar oluşturduğu için, dilin bir üst kuramı olarak adlandırılabilecek bir kuramın nesne alanını oluştururlar: “Dilbilimsel kuram, doğal dilin dilbilimsel betimlenişlerinin özelliklerini ele alan bir üstkuram dır. Dilbilimsel kuram, özellikle, bu betimlenişlerin ortak yönlerinin ne olduklarıyla — dilbilimsel betimleyişin tümelleriyle, ilgilenir.’Elbette, Fodor ve Katz, sonra kuram dilinin, açıklanışlarına yarayacağı dil oyunlarının tikelciliğinden sistematik olarak bağımsız olduğunu varsaymak zorundadırlar. Bu kabul tartışılmaz.
Fodor ve Katz sadece, gelenekten öğrenilmiş bir dilden bağımsız olarak, yani arı kuramsal önermeler olası her gündelik dil için, betimleyici açıdan uygun bir gramer türetmeye izin veren genel bir dilbiliminin, kurucu ve terapisel dil analizinin butünleyici zorluklarından kaçınabileceğini gösteriyorlar: “Gündelik dil ve pozitivist yaklaşımlar dilin doğasının ve incelenişinin uyuşmaz kavramlarını sunar.
Pozitivistler doğal bir dilin yapısının, mantıksal bir sisteminki gibi aydınlatıcı olduğunu iddia ederler ve doğal dillerin mantıksal sistemlerin kurulmasıyla incelenebileceğini savunurlar. Gündelik dil filozofları mantıksal bir sistemin, doğal bir dilin zenginliğine ve karmaşıklığına ulaşabileceğini yadsırlar. Dil, diye iddia ederler, aşırı karmaşık bir sosyal davranış formudur ve tikel sözcükler ve ifadelerin ayrıntılı çözümlemeleri aracılığıyla incelenmesi gerekir. Bu şekil de pozitivistler, tam da doğal dil filozoflarının en çok kullanım olguları üzerinde durduğu noktada, rasyonel yeniden kurma ya da yeniden formüle etme gereksinimi üzerinde durma eğilimi gösterirler.” Ve daha ilerde: “Pozitivistler ve gündelik dil filozofları arasındaki uyuşmazlıklar, çeşitli noktalardaki vurgu farklılıklarını gölgeler. Pozitivistler esas olarak tümcelerin çözümlenmesi ve çıkarsama ilişkileriyle ilgilenirlerken, gündelik dil filozofları kendilerini daha çok sözcüklerin kullanımının incelenmesine verme eğilimindedirler. Bu fark, basit bir araştırma önceliklerine ilişkin bir uyuşmazlığı temsil etmez. Daha çok, gündelik dil filozofunun, pozitivistin bilimin dilinin mantıksal sözdiziminin yapısıyla ilgilenmesinin aksine, somut kişilerarası durumlarda dilin işleviyle ilgilenmesini temsil eder. Bu farkın arkasındaki çatışma, dilin en iyi, ifade edilebilir kurallarla eklemli bir sistem olarak görülebileceği inancı ile dilden söz etmenin, en temelde, belirsiz büyüklük ve çeşitte bir konuşma epizodları dizisinden söz etmek demek olduğu inancı arasındadır.”’
Gündelik dilin genel kuramı, iki bakış açısını, kuramsal düzlemdeki biçimselleştirilmiş bir dilin üstünlüklerini ve veriler düzlemin de doğal dil oyunlarının göz önünde bulundurulmasını birleştirecektir. Gündelik dilin bir biçimselleştirilmesi söz konusu değildir; çün kü bir yeniden kurma sırasında bu dil, gündelik dil olarak ortadan kaldırılır Hedeflenen daha çok gündelik dilin biçimselleştırılmış bir serimlenişidir, yani, verili bir dilde olası iletişimlerin temelinde yatan kuralların tümdengelim yoluyla gösterilmesidir.
Kurucu dil analizi şimdiye dek Principa Mathematica örneğıne sadık kalmış ve deneyımbılımsel kuramların serımlenışı ıçin kımı zaman uygun olan ama ılkesel olarak gundelık dıldekı gramerlerın serımlenışı ıçın uygun olmayan bağlamsız dillerin örneklerını üretmıştır Öte yandan terapısel dil analızı genel olarak kuramdan kaçar Kendinı gundelik dıldekı sezgılerın farklılaştırılmasıyla sınırlar Biraz ılıneksel bır içeriği vardır, çünkü bir dil kullanımının, somut koşullarda, kurumsallaştırılmış iletişim kurallarına çarpıp çarpmadığını, durumdan duruma açıklayabilir. Fodor ve Katz, böylelikle, her iki tarafın da karşı argümanlarını alıyorlar: “Gündelik dil filozofu, pozitiviste karşı çok doğru bir biçimde, bir formüle edişin, doğal bir dilin, yapısını yalnızca dilin yapısını yansıtana kadar açınlayan bir kuram olduğunu ileri sürer. Gereksinilen, rastgele. seçilmiş yapay dilin görece basit yapısını degil de, doğal bir dilin tam yapısal karmaşıklıgını esas alan ve temsil eden bir kuramdır.”’ Ve tersine olarak, şu bütünleyici itiraza da hak veriyorlar: “Pozitivistin gündelik dil filozofunu suçladığı, dogal bir dilin bütün yönlerden, formal yapısının bir özgülleştirilme sini kanıtlamayı başaramadıgı iddiasının fiiliyatta tatmin edici olmadığını kabul etmeliyiz. Üretici ilkeler dogal bir dilin bağlı olduğu sözdizimsel ve anlambilimsel karakteristiklerini belirlediği bu yapı dan dolayı bu böyledir. Bu ilkeler, dilin her ve bütün tümcelerinin nasıl yapılandığını ve tümceler ve ifadelerin nasıl anlaşıldığını belirlerler. Bu, gündelik dil filozofunun tümcelerinin ve önermesel cümlelerin yapısını incelemeyi göz ardı edişi açısından dilin tümleşik özelliklerinin sistematik karakterinin anlamını değerlendirmede başarısız oluşudur.”’
Her iki dil analizci yaklaşım biçiminin birbirini bütünleyen zayıflıklarına işaret etme ne denli inandırıcı olsa da, ancak, gündelik dilin genel bir kuramının neden istenilir olduğuna ilgi uyandırabilir; bu programın uygulanılabilirliği için bir argüman vermez. Bir dönüştürme grameri hakkındaki, şimdiye dek varolan tüm makaleleri burada tartışamam öyle görünüyor ki, bu makaleler, karşılaştırmalı dilbilimi ve sosyal dilbilimi alanında, kabullerin işlemselleştirilmesi açısından büyük önem taşıyorlar. Böyle bir düşüncenin sadece tasarlanmakla ve deneysel olarak kanıtlanmakla kalmayıp, empirik olarak da yerine getirilip getirilmeyeceği, tartışmalıdır. Bu deneme, tin tarihsel düzlemde önce tarihselcilikte ortaya konulmuş olan ve günümüzde, dilbilimi düzleminde, Sapir ve Whorm’un çalışmaları sonucunda yenilenmiş olan görelilik kuramını ele alıyor. 192a Üstkuramın dili de belirli gündelik dillerin gramerine bağlı kalmıyor mu? Yoksa, salt dil yapılarının kusursuz betimlenişlerine izin vermekle kalmayıp. gelenekten öğrenilmiş her dili, yapı betimlemelerinin keyfi ya da rastlantısal bir dizisinden sistemli bir biçimde ayıran. biçimsel özellikteki tümcenin tamlanmasına izin veren, kültürden bağımsız bir çerçeve bulunabilir mi?
Yöntembilgisel bağlamımız açısından önem taşıyan, ilkesel bir zorluğa değinmek istiyorum. Gündelik dildeki yapıların genel bir kuramı, Chomsky ’nin ikna edici bir biçimde gösterdiği nedenlerden ötürü ,davranışsalcı bir tutum içinde olamaz. Yani bu kuram, yalnızca iletişimsel deneyimde veri olan verilere bağlıdır. Dil bilimi, kuruluşlarını öncelikle bir dil topluluğunun ortalama sosyalleşmiş üyelerininin sezgisel deneyimlerine dayamalıdır; bu ‘doğuştan konuşmacıların dil duygusu, kusursuz olarak biçimlendirilmiş tümceleri, gramer olarak sapma gösteren tümceler den ayırt etmeye yarayan kıstasları verir. Kuramsal kabuller de aynı dil sezgilerinde yeniden sınanmalıdırlar. ‘Bazen, işlemsel kıstasın, bu bağlamda, özel ve ayrıcalıklı bir konumu olduğu düşünülebilir, ama bu kesinlikle yanlıştır. En temel nosyonlar dışında hiç işlemsel kıstas olamayacağı konusunda tamamen emin olabiliriz. Ayrıca, açıklayıcı kuramlar gibi işlemsel testler de, eğer tam yerindeyseler. içebakışsal yargısına karşılık gelme koşuluna uymalıdırlar.
Elbette deneyim zemini ‘dil sezgisi’ ve ‘içe dönük yargılama’ ile yeterince belirlenmiş olmaz. Aslında, iletişim kurallarının öznelerarası geçerliliğini deneyimi söz konusudur: geleneksel dil toplulukları çerçevesindeki dil biçimlerinin ‘kusursuzluğu hakkındaki yargı, bu biçimlerin, işleyen dil oyunlarını parçaları olup olmadıkları ve etkileşimlerin pürüzsüz bir akışını sağlayıp sağlamadıkları deneyimine dayanır. ‘Doğuştan’ konuşmacıların dil sezgileri denilen şeyler, kesinlikle kişisel deneyimler değildir; bu sezgilerde her işleyen dil oyununa sessizce eşlik eden, kolektif görüş birliği deneyimi tortulanmıştır. İletişim kurallarının geçerliliğinin öznelerarasılığı, eylemlerin ve beklentilerin karşılıklılığında kendini gösterir. Bu karşılıklılığın oluştuğunu ya da başarısız kaldığını, yalnızca katılan taraflar deneyimleyebilirler; ama bu taraflar bu deneyimi öznelerarasında yaşarlar: bu konuda bir görüş ayrılığı olamaz, çünkü bu deneyim, ancak tarafların etkileşimin başarılması ya da başarısızlığa uğraması konusundaki görüş birliğiyle oluşur. Bununla, tam da, düşünsemeli dil analizinin içinde devindiği boyut tanımlanmıştır. Ama genel bir dil biliminin kuruluşu ve sınanması, bu boyuttaki kararlara bağlıysa, bu kuruluş, düşünsemenin Wittgenstein’ın önceden gösterdiği akışından dışarı zor çıkar.
Fodor ve Katz bu tehlikeyi görüyorlar: “Dilbilimsel kuramın kurallarının kurulmasında karşılaşılan ana tehlikelerden biri, onların yalnızca dilbilimsel sezgiye başvurulduğu anlarda çalışa bilir olarak formüle edilebilmeleridir. Bu da, kastedilen amaçlarına hizmet eden kurallar açısından, akıcı konuşan bir konuşmacının, bunların uygulanmasına kılavuzluk eden dilbilimsel becerilerini uygulamasının zorunlu olduğu anlamına gelir. Bu da bir kısırdöngü oluşturur: akıcı konuşan konuşmacının becerilerini yeniden kuranın kurallar olduğu varsayılır, ama bu kurallar, konuşmacı, bu becerilerini onlar uygulayarak kullanmadıkça bu işlevlerini yerine getiremezler. Kuralların, uygulanması için konuşmacının becerileri ne kadar gerekliyse, kuralların inşasının başarısızlığı için de en az o kadar gereklidir.”
Bu iki yazar, sadece tehlikeyi değil, tehlikenin kaynağını da görüyorlar; ancak, tehlikeden olası kaçınma biçimi pek inandırıcı gelmiyor: “Akıcı konuşan konuşmacıların sezgileri, dilbilimsel kuram açısından hesaba katılması gereken veriyi belirler. l...l Böylesi sezgiler açık vaka kümeleri kurar: bir yandan, gramatik olarak iyi biçimlendirilmiş sözcük dizileri, öte yandan gramatik olmayan sözcük dizileri. Sezgisel olarak belirlenmiş açık vakalar, dilbilimsel bir kuramın ku rulmasına empirik sınırlamalar getirir. dilbilimsel sezgiyi devreye sokmak, eklemli bir tanımlama sisteminde iyi tanımlanmış kuramsal yapıların yerine sezgileri geçirildiğinde ya da sezgilerin kuralların uygulanışını belirlemesine izin verildiğinde sorunu ispatlar. Uygun oranda sezgi, dilin incelenmesi için zorunludur, ama yanlış kullanılırsa incelemeye zarar verir.”
Fodor ve Katz, ‘sezgi’nin, yani dil duygusu denilen şeyin altında neyin yattığını açıklığa kavuşturamadıklari için, bu kavramla bir biçimde başa çıkmış olan empirik bilimlerin avadanlıgına naif bir biçimde güveniyorlar. Ama dil sezgileri dil kuramlarının sınanması için yalnızca, araştırma teknigiyle çözülebilecek genel bir sorun deği kuramın yapısına sistemli bir biçimde bağlı olan bir sorun oluşturuyorlar. Kuramsal dilegetirimler, birincil dilde formüle edilmedikleri için, uygulamanın genel kuralları gereklidir. Bu kurallar bilindiği gibi, ölçme yönergeleri biçimindedirler. Ancak, genel bir dil biliminin kendini göstermesi gereken veriler, sadece, bir dil oyununa katılan tarafların iletişimsel deneyiminde verilidirler. Kuramın yapı betimlemelerini sınamak isteyen kimse, bu deneyime başvurmalıdır.
Bu yüzden ölçme araçları, kendisine soru sorulan her ‘doğuştan’ konuşmacının, kuram dilini kendi diline çevirmeyi bizzat üstlendiğini görmezden gelemezler. Burada, konuşmacı, kendi dilinin gramerine uyar. Böylelikle, “dil sezgi1erinin uygulama kurallarını da belirlemeleri”nden kaçınılamaz.
Bu tümcede, bir sonraki yüzyılın tarihselciliği öncelenmiştir. Winch, Dilthey ’in bir dilbilimsel versiyonunu tasarlıyor görünmektedir. Dil analizcisi, muallaktaki bir konumdan, kendisi dil analizinin yükümlü tutulduğu özgün bir dil oyununun dogmatiğine bağlı kalmaksızın, etkinlikte bulunarak, gelişigüzel dil oyunlarının gramerinin içine girebilir. Winch, Schütz gibi naif bir biçimde, arı kuramın olanaklılığına güveniyor. Bu görüngübilimci de, eyleyen öznelerin yaşama evrenlerinin ona uyularak benmerkezci olarak kuruldukları yorumlama şemasına dayanıyor; kendisi ise sosyal bir çevreden kopmuştur. Çevreye bağlı, eyleme katılan biri perspektifinden, sosyal bir ortamın gözlemcisi perspektifine geçilen tutum değişikliği de bilimden önce yapılmıştır; bu yüzden bu tutum değişikliği Schütz için asla sorunlu olmamıştır. Elbette, Wittgenstein iletişimsel deneyimin koşullarını böyle etkileyici bir biçimde analiz ettikten sonra, dil bilimci bu masumiyeti artık paylaşamazdı.
Dil analizini betimsel bir niyetle yapar ve terapisel kendini sınırlamadan vazgeçersek, dil oyunlarının monadsal yapısı delinmek ve dil oyunlarının çoğulculuğunun içinde kurulduğu bağlam düşünsemek zorundadır. O zaman analizcinin dili de uzun süre her durumda ki nesne diliyle basitçe örtüşemez. Iki dil sistemi arasında, analiz edilen dil oyunlarının kendi aralarında oldugu gibi bir tercüme gerçekleşmelidir. Wittgenstein bu görevi,. benzerliklerin ya da aile benzerliklerinin bir analizi olarak belirliyor. Dil analizi ortak olanı görmeli ve ayrımları farklılaştırmalıdır. Ama bu iş artık terapisel bir işe bükülmeyecekse, karşılaştırmanın sistematik bakış açılarını gerektirir:karşılaştıran yorumcu rolündeki dil analizcisi, genel olarak bir dil oyunu kavramını ve çeşitli dillerin yakınsadıkları somut bir önanlamayı her zaman önceden varsaymalıdır. Yorumcu çeşitli sosyalleşme modelleri arasında iletimi sağlar; aynı zamanda bu tercüme sırasında, kendisinin içinde sosyal modele dayanır. Düşünsemeli dil analizi aslında, çeşitli dil oyunları arasında bir iletişim gerçekleştirir; kültürü ve dili yabancı bir ülkedeki antropolog örneğinin seçilmesi bir raslantı degildir. Wittgenstein, burada yalnızca bir sosyalleşmenin başka yaşam biçimleri içindeki gücül yinelenmesini görünür kılmakla, yeterince analiz yapmamış olmaktadır. Yabancı bir kültür için de bulunmak yalnızca, bu kültürle kendi kültürü arasında bir tercümenin başarılı olması ölçüsünde olanaklıdır.
Böylelikle, Wittgenstein’ın içine adım atmadığı, yorumbilgisinin alanı açılmaktadır. Winch, dil analizinin ve özel bir dil analizi olarak temellendirmek istediği anlayıcı sosyolojinin yorumbilgisel özdüşünsemesinden ancak bir koşulla; kuram için, gelişigüzel gündelik dillerin gramerlerinin ona tercüme edilebildikleri bir üstdil bulsaydı, kaçınabilirdi. O zaman her bir ilksel dilin analizcinin diline çevirilmesi ve böylelikle analiz edilen dillerin birbirlerine çevrilmeleri biçimselleştirilmiş ve genel dönüştürme kurallarına göre yapılmış olurdu.Son üstdil olarak gündelik dilin düşünsemeli oluşunun, bizi içine soktuğu kısır döngu kırılmış olurdu Dil analizi artık dil oyunlarının pratiğine bağlı kalmazdı kuramsal yaklaşımda yorumbılgısıne gerek duyulmadan sosyolojı ıçın de verimlı hale getirilebilirdi.
Fodor ve Katz, Chomsky ’nin çalışmalarına dayanarak, dilin üst kuramı için bir program geliştirdiler.’ Öncelikle, burada yalnızca, gerçi Wittgenstein’ın bir bütünsel dil programından daha az iddialı olmayan bir düşüncenin açındırılması söz konusudur. Yeni pozitivizmin evrensel dili, empirik olarak anlamlı önermelerin biçimsel koşullarını bir gramerin bağlayıcılığıyla gösteren bir dil sistemi serimleme iddiasındayken Fodor ve Katz, gerçek dil davranışını, dilbilimsel kurallarla ilişki içinde açıklayan deneyim bılımsel bır kuram tasarlamaktadırlar. Dönüştürme grameri gündelik dille bağlantılı her gramerden bağımsız. olmalıdır; dönüştürme grameri, bir evrensel dil anlamında değil, bir evrensel gramer anlamında genel bir sistemdir. Gelenekten öğrenilmiş dillerden biriyle anlaşma sağlandığında iyi bilinen tüm sözdizimi ve semantik kurallarının betimlenişleri, bu kuramdan türetilebilmelidirler. Dilbilimsel kurallar sentez kurallarıdır:bu kuralları içselleştirmiş olan bir kişiye, belirsiz bir sayıdaki tüm ‘ anlamaya ve kendisi de üretmeye yetkin kılarlar. Anladığımız ve kurduğumuz tümceler sadece işittiğimiz ve öğrendiğimiz tümceler değildir daha önce hiç duymadığımız tümceleri de anlar ve kurarız yeter ki öğrendiğimiz kurallara göre biçimlendirilmiş olsunlar. Bu tür üretici kuralların betimlenişleri, nesnelerini gramerler ya da kuramlar oluşturduğu için, dilin bir üst kuramı olarak adlandırılabilecek bir kuramın nesne alanını oluştururlar: “Dilbilimsel kuram, doğal dilin dilbilimsel betimlenişlerinin özelliklerini ele alan bir üstkuram dır. Dilbilimsel kuram, özellikle, bu betimlenişlerin ortak yönlerinin ne olduklarıyla — dilbilimsel betimleyişin tümelleriyle, ilgilenir.’Elbette, Fodor ve Katz, sonra kuram dilinin, açıklanışlarına yarayacağı dil oyunlarının tikelciliğinden sistematik olarak bağımsız olduğunu varsaymak zorundadırlar. Bu kabul tartışılmaz.
Fodor ve Katz sadece, gelenekten öğrenilmiş bir dilden bağımsız olarak, yani arı kuramsal önermeler olası her gündelik dil için, betimleyici açıdan uygun bir gramer türetmeye izin veren genel bir dilbiliminin, kurucu ve terapisel dil analizinin butünleyici zorluklarından kaçınabileceğini gösteriyorlar: “Gündelik dil ve pozitivist yaklaşımlar dilin doğasının ve incelenişinin uyuşmaz kavramlarını sunar.
Pozitivistler doğal bir dilin yapısının, mantıksal bir sisteminki gibi aydınlatıcı olduğunu iddia ederler ve doğal dillerin mantıksal sistemlerin kurulmasıyla incelenebileceğini savunurlar. Gündelik dil filozofları mantıksal bir sistemin, doğal bir dilin zenginliğine ve karmaşıklığına ulaşabileceğini yadsırlar. Dil, diye iddia ederler, aşırı karmaşık bir sosyal davranış formudur ve tikel sözcükler ve ifadelerin ayrıntılı çözümlemeleri aracılığıyla incelenmesi gerekir. Bu şekil de pozitivistler, tam da doğal dil filozoflarının en çok kullanım olguları üzerinde durduğu noktada, rasyonel yeniden kurma ya da yeniden formüle etme gereksinimi üzerinde durma eğilimi gösterirler.” Ve daha ilerde: “Pozitivistler ve gündelik dil filozofları arasındaki uyuşmazlıklar, çeşitli noktalardaki vurgu farklılıklarını gölgeler. Pozitivistler esas olarak tümcelerin çözümlenmesi ve çıkarsama ilişkileriyle ilgilenirlerken, gündelik dil filozofları kendilerini daha çok sözcüklerin kullanımının incelenmesine verme eğilimindedirler. Bu fark, basit bir araştırma önceliklerine ilişkin bir uyuşmazlığı temsil etmez. Daha çok, gündelik dil filozofunun, pozitivistin bilimin dilinin mantıksal sözdiziminin yapısıyla ilgilenmesinin aksine, somut kişilerarası durumlarda dilin işleviyle ilgilenmesini temsil eder. Bu farkın arkasındaki çatışma, dilin en iyi, ifade edilebilir kurallarla eklemli bir sistem olarak görülebileceği inancı ile dilden söz etmenin, en temelde, belirsiz büyüklük ve çeşitte bir konuşma epizodları dizisinden söz etmek demek olduğu inancı arasındadır.”’
Gündelik dilin genel kuramı, iki bakış açısını, kuramsal düzlemdeki biçimselleştirilmiş bir dilin üstünlüklerini ve veriler düzlemin de doğal dil oyunlarının göz önünde bulundurulmasını birleştirecektir. Gündelik dilin bir biçimselleştirilmesi söz konusu değildir; çün kü bir yeniden kurma sırasında bu dil, gündelik dil olarak ortadan kaldırılır Hedeflenen daha çok gündelik dilin biçimselleştırılmış bir serimlenişidir, yani, verili bir dilde olası iletişimlerin temelinde yatan kuralların tümdengelim yoluyla gösterilmesidir.
Kurucu dil analizi şimdiye dek Principa Mathematica örneğıne sadık kalmış ve deneyımbılımsel kuramların serımlenışı ıçin kımı zaman uygun olan ama ılkesel olarak gundelık dıldekı gramerlerın serımlenışı ıçın uygun olmayan bağlamsız dillerin örneklerını üretmıştır Öte yandan terapısel dil analızı genel olarak kuramdan kaçar Kendinı gundelik dıldekı sezgılerın farklılaştırılmasıyla sınırlar Biraz ılıneksel bır içeriği vardır, çünkü bir dil kullanımının, somut koşullarda, kurumsallaştırılmış iletişim kurallarına çarpıp çarpmadığını, durumdan duruma açıklayabilir. Fodor ve Katz, böylelikle, her iki tarafın da karşı argümanlarını alıyorlar: “Gündelik dil filozofu, pozitiviste karşı çok doğru bir biçimde, bir formüle edişin, doğal bir dilin, yapısını yalnızca dilin yapısını yansıtana kadar açınlayan bir kuram olduğunu ileri sürer. Gereksinilen, rastgele. seçilmiş yapay dilin görece basit yapısını degil de, doğal bir dilin tam yapısal karmaşıklıgını esas alan ve temsil eden bir kuramdır.”’ Ve tersine olarak, şu bütünleyici itiraza da hak veriyorlar: “Pozitivistin gündelik dil filozofunu suçladığı, dogal bir dilin bütün yönlerden, formal yapısının bir özgülleştirilme sini kanıtlamayı başaramadıgı iddiasının fiiliyatta tatmin edici olmadığını kabul etmeliyiz. Üretici ilkeler dogal bir dilin bağlı olduğu sözdizimsel ve anlambilimsel karakteristiklerini belirlediği bu yapı dan dolayı bu böyledir. Bu ilkeler, dilin her ve bütün tümcelerinin nasıl yapılandığını ve tümceler ve ifadelerin nasıl anlaşıldığını belirlerler. Bu, gündelik dil filozofunun tümcelerinin ve önermesel cümlelerin yapısını incelemeyi göz ardı edişi açısından dilin tümleşik özelliklerinin sistematik karakterinin anlamını değerlendirmede başarısız oluşudur.”’
Her iki dil analizci yaklaşım biçiminin birbirini bütünleyen zayıflıklarına işaret etme ne denli inandırıcı olsa da, ancak, gündelik dilin genel bir kuramının neden istenilir olduğuna ilgi uyandırabilir; bu programın uygulanılabilirliği için bir argüman vermez. Bir dönüştürme grameri hakkındaki, şimdiye dek varolan tüm makaleleri burada tartışamam öyle görünüyor ki, bu makaleler, karşılaştırmalı dilbilimi ve sosyal dilbilimi alanında, kabullerin işlemselleştirilmesi açısından büyük önem taşıyorlar. Böyle bir düşüncenin sadece tasarlanmakla ve deneysel olarak kanıtlanmakla kalmayıp, empirik olarak da yerine getirilip getirilmeyeceği, tartışmalıdır. Bu deneme, tin tarihsel düzlemde önce tarihselcilikte ortaya konulmuş olan ve günümüzde, dilbilimi düzleminde, Sapir ve Whorm’un çalışmaları sonucunda yenilenmiş olan görelilik kuramını ele alıyor. 192a Üstkuramın dili de belirli gündelik dillerin gramerine bağlı kalmıyor mu? Yoksa, salt dil yapılarının kusursuz betimlenişlerine izin vermekle kalmayıp. gelenekten öğrenilmiş her dili, yapı betimlemelerinin keyfi ya da rastlantısal bir dizisinden sistemli bir biçimde ayıran. biçimsel özellikteki tümcenin tamlanmasına izin veren, kültürden bağımsız bir çerçeve bulunabilir mi?
Yöntembilgisel bağlamımız açısından önem taşıyan, ilkesel bir zorluğa değinmek istiyorum. Gündelik dildeki yapıların genel bir kuramı, Chomsky ’nin ikna edici bir biçimde gösterdiği nedenlerden ötürü ,davranışsalcı bir tutum içinde olamaz. Yani bu kuram, yalnızca iletişimsel deneyimde veri olan verilere bağlıdır. Dil bilimi, kuruluşlarını öncelikle bir dil topluluğunun ortalama sosyalleşmiş üyelerininin sezgisel deneyimlerine dayamalıdır; bu ‘doğuştan konuşmacıların dil duygusu, kusursuz olarak biçimlendirilmiş tümceleri, gramer olarak sapma gösteren tümceler den ayırt etmeye yarayan kıstasları verir. Kuramsal kabuller de aynı dil sezgilerinde yeniden sınanmalıdırlar. ‘Bazen, işlemsel kıstasın, bu bağlamda, özel ve ayrıcalıklı bir konumu olduğu düşünülebilir, ama bu kesinlikle yanlıştır. En temel nosyonlar dışında hiç işlemsel kıstas olamayacağı konusunda tamamen emin olabiliriz. Ayrıca, açıklayıcı kuramlar gibi işlemsel testler de, eğer tam yerindeyseler. içebakışsal yargısına karşılık gelme koşuluna uymalıdırlar.
Elbette deneyim zemini ‘dil sezgisi’ ve ‘içe dönük yargılama’ ile yeterince belirlenmiş olmaz. Aslında, iletişim kurallarının öznelerarası geçerliliğini deneyimi söz konusudur: geleneksel dil toplulukları çerçevesindeki dil biçimlerinin ‘kusursuzluğu hakkındaki yargı, bu biçimlerin, işleyen dil oyunlarını parçaları olup olmadıkları ve etkileşimlerin pürüzsüz bir akışını sağlayıp sağlamadıkları deneyimine dayanır. ‘Doğuştan’ konuşmacıların dil sezgileri denilen şeyler, kesinlikle kişisel deneyimler değildir; bu sezgilerde her işleyen dil oyununa sessizce eşlik eden, kolektif görüş birliği deneyimi tortulanmıştır. İletişim kurallarının geçerliliğinin öznelerarasılığı, eylemlerin ve beklentilerin karşılıklılığında kendini gösterir. Bu karşılıklılığın oluştuğunu ya da başarısız kaldığını, yalnızca katılan taraflar deneyimleyebilirler; ama bu taraflar bu deneyimi öznelerarasında yaşarlar: bu konuda bir görüş ayrılığı olamaz, çünkü bu deneyim, ancak tarafların etkileşimin başarılması ya da başarısızlığa uğraması konusundaki görüş birliğiyle oluşur. Bununla, tam da, düşünsemeli dil analizinin içinde devindiği boyut tanımlanmıştır. Ama genel bir dil biliminin kuruluşu ve sınanması, bu boyuttaki kararlara bağlıysa, bu kuruluş, düşünsemenin Wittgenstein’ın önceden gösterdiği akışından dışarı zor çıkar.
Fodor ve Katz bu tehlikeyi görüyorlar: “Dilbilimsel kuramın kurallarının kurulmasında karşılaşılan ana tehlikelerden biri, onların yalnızca dilbilimsel sezgiye başvurulduğu anlarda çalışa bilir olarak formüle edilebilmeleridir. Bu da, kastedilen amaçlarına hizmet eden kurallar açısından, akıcı konuşan bir konuşmacının, bunların uygulanmasına kılavuzluk eden dilbilimsel becerilerini uygulamasının zorunlu olduğu anlamına gelir. Bu da bir kısırdöngü oluşturur: akıcı konuşan konuşmacının becerilerini yeniden kuranın kurallar olduğu varsayılır, ama bu kurallar, konuşmacı, bu becerilerini onlar uygulayarak kullanmadıkça bu işlevlerini yerine getiremezler. Kuralların, uygulanması için konuşmacının becerileri ne kadar gerekliyse, kuralların inşasının başarısızlığı için de en az o kadar gereklidir.”
Bu iki yazar, sadece tehlikeyi değil, tehlikenin kaynağını da görüyorlar; ancak, tehlikeden olası kaçınma biçimi pek inandırıcı gelmiyor: “Akıcı konuşan konuşmacıların sezgileri, dilbilimsel kuram açısından hesaba katılması gereken veriyi belirler. l...l Böylesi sezgiler açık vaka kümeleri kurar: bir yandan, gramatik olarak iyi biçimlendirilmiş sözcük dizileri, öte yandan gramatik olmayan sözcük dizileri. Sezgisel olarak belirlenmiş açık vakalar, dilbilimsel bir kuramın ku rulmasına empirik sınırlamalar getirir. dilbilimsel sezgiyi devreye sokmak, eklemli bir tanımlama sisteminde iyi tanımlanmış kuramsal yapıların yerine sezgileri geçirildiğinde ya da sezgilerin kuralların uygulanışını belirlemesine izin verildiğinde sorunu ispatlar. Uygun oranda sezgi, dilin incelenmesi için zorunludur, ama yanlış kullanılırsa incelemeye zarar verir.”
Fodor ve Katz, ‘sezgi’nin, yani dil duygusu denilen şeyin altında neyin yattığını açıklığa kavuşturamadıklari için, bu kavramla bir biçimde başa çıkmış olan empirik bilimlerin avadanlıgına naif bir biçimde güveniyorlar. Ama dil sezgileri dil kuramlarının sınanması için yalnızca, araştırma teknigiyle çözülebilecek genel bir sorun deği kuramın yapısına sistemli bir biçimde bağlı olan bir sorun oluşturuyorlar. Kuramsal dilegetirimler, birincil dilde formüle edilmedikleri için, uygulamanın genel kuralları gereklidir. Bu kurallar bilindiği gibi, ölçme yönergeleri biçimindedirler. Ancak, genel bir dil biliminin kendini göstermesi gereken veriler, sadece, bir dil oyununa katılan tarafların iletişimsel deneyiminde verilidirler. Kuramın yapı betimlemelerini sınamak isteyen kimse, bu deneyime başvurmalıdır.
Bu yüzden ölçme araçları, kendisine soru sorulan her ‘doğuştan’ konuşmacının, kuram dilini kendi diline çevirmeyi bizzat üstlendiğini görmezden gelemezler. Burada, konuşmacı, kendi dilinin gramerine uyar. Böylelikle, “dil sezgi1erinin uygulama kurallarını da belirlemeleri”nden kaçınılamaz.