Freud ve Lacan - 4

Demek ki Oidipus evresi, yalnızca bilinçten ve sözden (konuşmadan) yoksun gizli bir «anlam» taşımaz; bu evre, «anlamı ters tepkilendirilerek» yeniden yapılaştırılabilen ya da aşılabilen ve geçmişin derinliklerine gömülü olan bir yapı değildir; Oidipus [kompleksi], insanlığa, istemeden ve zorla her aday olana, Kültür Yasası tarafından zorla kabul ettirilen dramatik yapıdır, «tiyatro mekanizmasıdır»9. Eşiğine ulaşıp kendisini yaşayan ve daha sonra canlı kalabilen her birey için, üzerinde varoluştuğu somut çeşitlenmelerin yalnızca olabilirliğini değil, zorunluluğunu da kendinde içeren [taşıyan] bir yapıdır. Bu somut çeşitlemelerde varoluşan bir yapıdır.

Psikanaliz, uygulanımında, pratiği diye adlandırılan şeyde (tedavide), bu çeşitlenmelerin somut «etkileri»10 üzerinde çalışır; yani Oidipus geçişinin daha önceden varoluşundaki, şu ya da bu birey tarafından yaklaşılışındaki, aşılışındaki, kısmen ıskalanışındaki ya da sıyrılınışındaki özgül ve mutlak olarak tekil bağsallığın [düğümselliğin] kipliğini ele alır. Bu çeşitlenmeler, değişmez Oidipus yapısından kalkılarak özce düşünülebilir ve belirlenebilirler; bunun nedeni, sözünü ettiğimiz bu geçişin tümünün, ilk başlangıçlardaki büyülenmeden bu yana, en «normal» biçimlerinde olduğu gibi en aşırı «sapınç» biçimlerinde de, Simgeselin Yasası altında, Simgesele ulaşmanın en son biçimi olan bu yapının Yasası tarafından damgalanmış olmasıdır. Bu kısa irdelemelerin, bir özet ve şema olarak görünmekle kalmayıp öyle de olduklarını; bu yazıda sözü edilen ve ileri sürülen birçok kavramın, haklı çıkarılmak ve temellendirilmek için enine boyuna geliştirilmesi gerektiğini biliyorum. Bu kavramlar, temelleri ve onlara dayanaklık eden kavramlar öbeği ile olan ilişkileri [oranlan] bakımından aydınlatılıp açıklansalar; Freud'un çözümlemelerinin kesin ve açık anlamıyla ilişki haline getirilseler bile, sorunlar ortaya koymaktan geri kalmazlar ve bunlar yalnızca kavramsal oluşturmaların, tanımların ve aydınlatmaların sorunları değil, irdelediğimiz kuramsallaştırma çabasının gelişmesinden zorunlu olarak doğmuş gerçek yeni sorunlardır. Örneğin, bilinçdışının varolmaklığının ve kavranabilirliğinin mutlak önkoşulu olan Dilin biçimsel yapısı ile, akrabalığın somut yapıları ve nihayet akrabalık yapılarında içerilmiş özgül işlevlerin yaşandığı [algılandığı] ideolojik somut oluşumlar (babalık, analık, çocukluk), arasındaki ilişki, tutarlı ve mantıksal olarak nasıl düşünülebilir? Bu sonuncu yapıların (akrabalık, ideoloji), tarihsel çeşitlenmelerinin, Freud'un bir başına ele aldığı [yalıttığı] örneklerin şu ya da bu yanını, elle tutulur biçimde değişikliğe uğratabileceği düşünülebilir mi? Bir başka soru daha: Akılsallığı içinde düşünülen Freud'un buluşu, nesnesinin ve bulunduğu yerin tanımlanmasıyla, kendisini ayırt ettiği bilgi dallarında (ruhbilim, ruhbilimseltoplumbilim ve toplumbilim gibi) yankılar [etkiler] uyandırabilir ve bu bilimlerin nesnelerinin statüsü (ki bu kimi zaman sorunsal bir statüdür) konusunda sorular ortaya atılmasına yol açabilir mi? Birçok soru arasından sonuncu olarak şunu seçelim: Psikanaliz kuramı ile, l'inci olarak bu kuramın ortaya çıkışının tarihsel koşulları ve 2'nci olarak da, uygulananının toplumsal koşulları arasında bulunan ilişkiler nelerdir?

l'inci olarak: Psikanaliz kuramının hem kurucusu, hem de bir numaralı Psikanaliz uygulayıcısı, Psikanalizden geçmiş kişi, babaların babası olarak, kendisine dayandıklarını söyleyen Psikanaliz uygulamacılarının uzun soy zincirinin başlatıcısı niteliklerini taşıyabilen Freud kimdi? 2'nci olarak; Hem Freudçu kuramı ve Freud'a dayanan didaktik geleneği dünyanın en doğal şeyiymiş gibi benimseyiveren, hem de mesleklerini icra ettikleri ekonomik ve toplumsal koşulları (tıp meslek kuruluşuna —loncasına— sıkı sıkıya bağlı «dernekleri»nin toplumsal statüsünü) kabulleniveren psikanalizciler kimlerdir? Psikanalizin yapılmasının (icra edilmesinin) tarihsel kökenleri ve ekonomik-toplum-sal koşulları, psikanaliz kuramı ve tekniği üzerinde ne ölçüde yankılanmakta ve etkili olmaktadır? Gerçeklerin çok açık bir biçimde ortaya koyduklarına göre, Psikanalizcilerin bu sorunlar konusundaki kuramsal susuşları, psikanaliz dünyasında bu sorunlara yönelmiş bastırma; içerikleri bakımından hem psikanaliz kuramını hem de tekniğini özellikle ne ölçüde etkilemektedir?

Öncesizsonrasız «psikanalizin sonu» sorusu, başka nedenlerin yanı sıra, bu bastırma ile; yani, psikanalizin epistemolojik tarihinden ve psikanaliz dünyasının toplumsal ve (ideolojik) tarihinden kaynaklanan bu sorunların düşünülmemiş-olmaklığı' ndan kaynaklanmamakta mıdır?

Şu anda bir yığın araştırma alanı oluşturan bir yığın gerçekten çözülmemiş sorun var ortada. Yakın bir gelecekte, bazı kavramların, bu sınavdan, dönüşüme uğrayarak çıkacaklarını söyleyebiliriz.

Derine inersek, bu sınavın, Freud'un, kendi alanında; «insanoğlu» nün, insan «öznesi»nin belli bir geleneksel, hukuksal, ahlaksal, felsefi, yani sözün kısası ideolojik imgesini tâbi tuttuğu sınav olduğunu görürüz. Freud, buluşunun eleştiriyle karşılanmasını, Copernicus'un gerçekleştirdiği devrimle boşuna karşılaştırmamıştı kimi zaman. Copernicus'tan beri, yeryuvarlağı-mn, evrenin «merkezi» olmadığını biliyoruz. Marx'tan beri, insan öznesinin, ekonomik, siyasal ya da felsefi ben'in, tarihin «merkezi» olmadığını biliyoruz. Hatta, Aydınlanma Felsefesi'ne ve Hegel'e karşı, tarihin bir «merkezi» olmadığını; ama tarihin yalnızca ideolojik yanlış-bilişten başka hiçbir şeyden kaynaklanmayan zorunlu «merkez» den yoksun bir yapı olduğunu da biliyoruz. Freud ise bize, gerçek öznenin, tekil özünde bireyin; «ben» de, «bilinç»te ya da «varoluş»ta (ister kendisi içinin, ister öz bedenin ya da ister «davranış»in varoluşu olsun) merkezini bulan bir ego biçimine bürünmüş olmadığını; insan öznesinin, «ben» in imgelemsel yanlışbilisinden, yani, içinde kendisini «tanıdığı» ideolojik oluşumlardan başka bir şeyden kaynaklanmayan «merkez» den yoksun bir yapı tarafından merkezsizleştirildiğiııi ve kurulduğunu açıklıyor ve gösteriyor.

Böylece, ideoloji üzerinde yapılacak her araştırmayı temelden ilgilendiren şeyi, yani yanlışbilişin (tanımayışın) yapısını'ı daha iyi biçimde kavramamızı belki de bir gün sağlayacak olan yollardan biri önümüzde açılmış bulunuyor kuşkusuz.

Notlar

(1) Gerçekleri, yalnızca biyolojiye, ruhbilime, toplumbilime indirgeyerek tek yanlı bir biçimde açıklamaya kalkışan anlayışlar söz konusu burada. (Ç.N.)

(2) Revue de l'Enseignement philosopiqe, Haziran - Temmuz 1963, «Philosophie et Sciences Humaines», s. 7 ve 11, not 14: «Marx, kuramını, "homo economicus' mitosunu bir yana atarak kurdu, Freud, kuramını ‘homo psychologicus’ mitosunu bir yana atarak kurdu. Lacan, Freud’un özgürleştirici kopuşunu gördü ve kavradı. Onu harfi harfine alarak ve ödün vermeden öz vargılarına ulaşması konusunda zorlayarak tam anlamıyla kavradı. Herkes gibi, Lacan da ayrıntılarda, hatta felsefi kerterizlerinde yanılabilir: Ama esası borçluyuz ona.

(3) En tehlikeli girişimler, felsefe (ki bütün psikanalizi, tedavinin ikili deneyimine hemencecik indirger ve orada, fenomenolojik öznelliklerarasının, tasarı-varoluşun ve daha genel olarak kişilikçiliğin temalarını “doğrulayacak” şeyler bulur); başına iş açmıyormuş gibi görünen psikanaliz kategorilerinden çoğunu bir “özne”nin öznitelikleri gibi görerek kendine katan ruhbilim ve nihayet ruhbilimin yardımına koşarak, “özne”nin bir “üstben”le ona tekabül eden kategorileri edinebilmesi için “içleştirilmesi” yeterli olan nesnel içeriği, yani “gerçeklik ilkesi” için gerekli olan nesnel içeriği (toplumsal ve ailesel buyruklar) veren sosyoloji tarafından yapılmıştır. Böylece, ruhbilime ya da toplumbilime boyun eğen psikanaliz, çoğunlukla “heyecanlar” ya da “duygunluk” bakımından çevreye yeniden uymayı sağlayan bir teknik; “bağıntısal işlev”in bir yeniden eğitimden geçirilmesi durumuna düşmüştür ve bütün bunların, psikanalizin gerçek nesnesiyle hiçbir ilgisi yoktur; ama bütün bunlar, çağdaş dünyada güçlü ve üstelik tam anlamıyla yönlendirilmiş bir talebe cevap vermektedir. Psikanaliz, işte bu yola saptırılarak kültürde, yani modern ideolojide günlük bir tüketim metası haline getirilmiştir.

(4) Yapmacık ve süslü bir üslupla yazan ünlü İspanyol şairi (XVI. yüzyıl). (ç.n.)

(5) Bunlar, Freud’un ün kazandırdığı Almanca iki deyimdir. Freud’un gözlemlediği bir küçük çocuk, annesini “temsil” eden herhangi bir nesneyle oynarken bu deyimlerle (“geldi!”, “gitti!”) onun ortaya çıkışını ve gözden kayboluşunu belirtiyordu. Nesne bir makaraydı.

(6) Biçimsel olarak: Çünkü ilk biçimini ve ilk sunuluşunu Dilin sağladığı Kültür Yasası, dilden daha fazla bir şeydir; bu Yasanın içeriği gerçek akrabalık yapıları ve belirli ideolojik oluşumlardır.; bu yapılara bağlı kimseler işlevlerini yine bu yapılar içinde yerine getirirler. Batı ailesinin babaerkil ve dıştanevlenmeli (akrabalık yapısı) olduğunu bilmek yetmez; karı-kocalığı, babalığı, anneliği, çocukluğu yöneten ideolojik oluşumları da aydınlatmak; bugünkü dünyamızda, “karı-koca olmak”, “baba olmak”, “anne olmak”, “çocuk olmak” nedir sorularına cevap getirmek gerekir. Bu özgül ideolojik oluşumlar üzerinde daha birçok araştırma yapılması gerekir. Tarihsel maddeciliğe düşen bir iştir bu.

(7) Belli bir nöro-biyoloji ve belli bir ruhbilim, Fredu’da, bir “aşamalar” kuramı bularak çok memnun oldu ve bunu, hiç duraksamadan doğrudan doğruya ve tüketici biçimde nöro-biyolojik ya da biyo-nöro-ruhbilimsel bir “aşamasal olgunlaşma” kuramı haline getirdi ve bunu da nöro-biyolojik olgunlaşmaya, mekanik bir biçimde bir “öz” rolü yükleyerek ve Freudcu “aşamalar”ı da onun düpedüz “fenomenleri” olarak ele alıp gerçekleştirdi. Bu perspektif, eski mekanist paralelizmin bir tekrarından başka bir şey değildi. Özellikle Wallon’un izleyicilerine yöneltilmişti bu; çünkü Wallon’un kendisi, Freud’un hiç farkına varmamıştı.

(8) Bu biçimsel koşulun karşısına, Freud’un, bilinçdışının “içeriği”ni düşünürken kullandığı kavramların (libido, içtepiler, istek) biyolojik görünüşü çıkarılacak olursa, aynı biçimsel koşulun kuramsal önemini ve kapsayıcılığını kavrayamama ve bu konuda yanılma tehlikesi doğar. Örnek olarak Freud’un rüya, “dilekgerçekleşimidir” (Wünscherfüllung) sözünü verelim. Lacan da bu anlamda, insanı, bilinçdışı “isteğinin Diline” yeniden yöneltmeyi ister. Ne var ki biyolojik gibi görünen bu kavramlar, gerçek anlamlarını bu biçimsel koşuldan alırlar; bu anlam, ancak bu koşul sayesinde, verilebilir (atfedilebilir) ve düşünülebilir; bir tedavi tekniği belirlenebilir ve uygulanabilir. Bilinçdışının temel kategorisi olan istek, kendi özgüllüğü içinde, ancak insan öznesinin bilinçdışının söyleminin tekil [benzersiz] anlamı olarak kavranabilir. Bu anlam ise bilinçdışının söylemini oluşturan imleyici zincirin “oynunda” [işleyişinde, deviniminde] ve “oynuyla” ortaya çıkar. Böylece “istek”, insansal oluşu [gelişmeyi] yöneten yapıyla damgalanmıştır. Böyle olması bakımından istek, biyolojik öz taşıyan organik “gereksinim”den kökçe ayrılır. Organik gereksinim ile bilinçdışı istek arasında, öz sürekliliği yoktur. İstek, çok yanlı varlığında (“var olamayışında” diyor Lacan), ona damgasını vuran ve onu çarelerinde olduğu gibi hayal kırıklıklarında da yersiz yurtsuzluğa, bastırmanın varoluşuna (yaşamına) mecbur eden Düzenin yapısı tarafından belirlenmiştir. Organik gereksinimden hareket ederek isteğin özgül gerçekliğine ulaşılmadığı gibi; biyolojik varlıktan [yaşamdan] kalkarak da tarihsel varlığın özgül varlığına ulaşılamaz. Bunun tersine, tarihsel varlığını, bir katışıksız biyolojik varlıktan ayırt ederek insanın tarihsel varlığının özgüllüğünü (bunun içinde insanın “gereksinimleri” ve demografik olaylar gibi katışıksız biyolojik belirlenimler de vardır) tanımlamamızı nasıl tarihin kategorileri olanaklı kılıyorsa; aynı biçimde, isteğin gerçek anlamını kavrayıp belirlememizi de onu taşıyan (bu tıplı, biyolojik varlığın tarihsel varlığı taşıması, ona temellik etmesi gibidir), ama ne kuran ne de belirleyen biyolojik gerçekliklerden ayırt ederek bilinçdışının temel kategorileri olanaklı kılar.

(9) Freud’u (“ein anderes Schauspiel… Schauplatz”) yineleyen Lacan’ın kullandığı deyim (“machine”) [dilimizde mekanizma daha uygun düştüğünü düşündük]. “Dram”dan söz eden Politzer’den, tiyatrodan, sahneden , sahneye koymadan, sahne araçlarından, tiyatro türünden, sahneye koyandan, vs., söz eden Freud ve Lacan arasında kendisini tiyatro sanan seyirci ile tiyatro arasındaki kadar mesafe vardır.

(10) “Etki” terimi, klasik bir nedensellik kuramı bağlamında anlaşılırsa [düşümülürse], bu terimle nedenin etkideki (sonuçtaki) somut varlığı [bulunuşu] kavranmış [düşünülmüş] olur (bkz. Spinoza)

(*) Köşeli ayraç içindekiler bizim eklemelerimizdir. (Ç.N.)

1 | 2 | 3 | 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP