KONFÜÇYÜS ve KONFÜÇYÜSÇÜLÜK - 4
|
Konfüçyüsçü ahlâkın ana temeli, “Büyük Bilgi”de kendini, ev halkını, milletini yönlendirme, barışı sağlamanın yolunu bulma şeklinde açıklanmıştır. Konfüçyüs, “Konuşmalar”da, dünyada beş şeyi her şeye uygulayabilmek yeteneğine “mükemmel erdem” demektedir. Bunlar; ağırbaşlılık, cömertlik, samimiyet, doğruluk ve nezakettir. Bunları da şöyle açıklamıştır: “Ağırbaşlı isen saygısızlık görmezsin. Cömert isen her şeyi elde edersin. Samimi isen halk sana güvenir. Doğru isen çok şeyi başarırsın. Nazik isen başkalarını hizmetinde kullanabilirsin”. O, üstün insanı, “düşkünlere yardım eder, zenginlerin servetini artırmaz” olarak tarif etmiştir.
Üstün insanla küçük insan arasındaki farkı da şöyle belirtmiştir: “Büyük ve üstün insan erdemi, küçük insan rahatını düşünür. Üstün insan kanunlar üzerinde kafasını çalıştırır, küçük insan ise kendi rahatını aramaya bakar. Büyük ve üstün insan yalnız doğruluğu, küçük insan ise yalnız faydayı düşünür” (Konuşmalar, 6/3; 4/11,16).
Konfüçyüs’e göre bir kimse dış güzellikten ziyade iyi ahlâka değer verirse, ailesine hizmette en büyük gayreti gösterirse, efendisine bütün hayatında bağlı kalabilirse, arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde samimi ise, o insan için bir şey bilmiyor denilse bile, o insan bilgilidir .
Konfüçyüsçülük’te toplum, şu beş ilişkiden doğan şahsi münasebetlere ve ahlâkî sorumluluklara göre değerlendirilir: Âmir-memur, baba-oğul, büyük kardeş-küçük kardeş, arkadaşlar arasındaki ilişki. Bunlardan üçü aile ilişkisidir. Diğer ikisi de genellikle aile modellerine göre düşünülmüştür. Mesela, âmir-memur arasındaki ilişki de, kardeşler arasındaki ilişkiye benzer. Bu sebeple Konfüçyüsçü toplum kendisini sanki geniş bir aile gibi kabul eder. Konuşmalar’da: “Üstün insan daima saygı görür ve başarısızlığa uğramazsa, diğerlerine karşı saygılı olur ve törenlere bağlı kalırsa, bütün dünyada herkes onun kardeşi olur. ‘Üstün insan’ kardeşleri olmadığı için neden üzüntü duysun?” denilmiştir (Konuşmalar, 12/5).
Konfüçyüs, bir kimsenin bütün hayatına rehber olabilecek bir şey var mıdır? sorusuna: “Karşılıklı davranış kelimesi kullanılamaz mı? Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma” diye cevap vermiştir (Konuşmalar, 15/23). Onun bu sözü “Altın Kural” olarak ifade edilmiştir .
Konfüçyüs’e göre faziletin en yüksek derecesi, bir insanın daima değişmez, Orta Yol’dan yürümesidir. Âlicenap ruhlu adam için önemli şey adalettir. Bunu icra edince ahlâk ve edeplere göre davranır. Onları tevazu ile ifade, vakar ile icra eder. Konfüçyüs’ün ahlâk anlayışının temelinde “sevgi” yatmaktaydı.
Konfüçyüsçülük’te “evrensel fazilet” veya “en üstün erdem” olarak ifade edilen bu sevgi anlayışı Çince “jen” terimi ile ifade edilmiştir. Konfüçyüs’ün idealindeki insan, özünde ve yaşayışında bir olan insandı. Bu insanın, bütün faziletleri kuşatan evrensel fazileti uygulaması, onun tam ve mükemmel insan olması için yeterliydi. Bu “jen” terimi, “iyi kalplilik, iyilikseverlik ve sevgi” olarak tercüme edilmiştir. Konfüçyüs’ün “jen” öğretisi insan tabiatının kendisine dayandırılmıştır. İnsan “jen”i tatbik etmeye muktedirdir. Bunu uygulamadığı sürece de mükemmel insan sayılmaz.
Konfüçyüs’e göre “jen” terimi pek çok anlama gelmektedir. Kendisine “jen” hakkında sorulan sorulara her defasında farklı cevaplar vermiştir. Esasen ona göre jen terimi ahlâkî düşüncelerin köküdür. Fakat bu terim Konuşmalar’da; insanların birbirlerine karşı gösterdikleri nazik duyguları, sevgi ve erdemi, iyilikseverliği, iyiliği ve prensip sahibi insanı içine almaktadır. Bu, aynı zamanda kitabın bir çok yerinde geçen “Te” (fazilet, erdem) ile aynı manaya gelmektedir (bkz. Konuşmalar, s. 9-10; 12/1; 15/23). Jen teriminin Tao ile de ilişkisi vardır. Halk Tao’ya sahip olursa gereken şekilde idare edilecek ve ahlâkî prensipler de yeryüzünde hâkim olacaktır .
Konfüçyüsçülük’te, bütün ahlâkî faziletleri de içine alacak beş temel fazilet vardır. Bunlardan birincisi ve en üstün olanı yine jen’dir. Mensiyüs’e göre bu, başkalarının duygularını paylaşabilme ve onlara şefkat göstermede kendisini gösterir. Buna kısaca “iyilikseverlik” denilmektedir. İkincisi görev, vazifedir (yi). Yapılan bir yanlıştan sonra utanma duygusunda ortaya çıkar. Üçüncüsü âdâb-ı muâşerettir (li). Âdetlere riayet duygusuyla dışa yansır. Dördüncüsü hikmettir (chih). Doğru ve yanlışa karar verme duygusuyla dışa yansıtılır. Beşincisi de doğru inançtır (hsin). Bu da güvenilirlik olarak açıklanmıştır .
F. FELSEFÎ SİSTEM
Konfüçyüsçülük’te felsefî sistem evrenin yaratılışı hakkındaki efsaneye dayandırılmıştır. Buna göre başlangıçta umumi kaos düşünülmüş, evrenin yaratılışı bu kaos içindeki iki asıl doğurucu ilkeye (Logos Spermetikos) isnat edilmiştir. Bunlardan birine Yin, diğerine de Yang adı verilmiştir. Yin ile Yang birbirlerine karşılıklı tesir ederek elementleri meydana getirmiş, elementlerin birleşmesinden de evren meydana gelmiştir. Mesela Ateş Yang’tan çıkmıştır. Güneş de ateşin asıl cevheridir. Su ise Yin’den çıkmıştır. Güneş ateşin asıl cevheri olduğu gibi, Ay da su’yun asıl cevheridir. Bu şekilde meydana gelen Güneş ve Ay’dan diğer yıldızlar doğmuştur .
Çinlilerin, evrendeki tüm hayat ve varlıkların bu iki zıt ve tamamlayıcı İlk Şekiller’in veya yaratıcı unsurların karşılıklı etkileşimlerinin sonucunda meydan geldiği şeklindeki Yin-Yang nazariyesi, Chou Hanedanlığının sonlarına doğru önem kazanmıştır. Han Hanedanlığı filozofları, özellikle de Thung Chung-shu (M.Ö. 179-104) tarafından geliştirilen bu teori, Çin medeniyetinin metafizik, kozmoloji, yönetim, sanat gibi, bütün tezahürleri üzerinde geniş etki meydana getirmiştir.
Yin ve Yang esas itibariyle, güneş tarafından aydınlatılmış bir setin karanlık ve aydınlık tarafları demektir. Fakat Konfüçyüs zamanında bu terimler, Çinli düşünürlerin her şeyde farkına vardıkları bir düalitenin zıt ve tamamlayıcı iki unsuru olarak, felsefî bir anlam kazanmışlardır. Buna göre Yin yeryüzü, olumsuz, pasif, karanlık, dişi ve tahrip edicidir . Siyah renkle bir ilişkisi vardır, daha doğrusu siyahla sembolize edilir; ay’a bağlıdır, sonbahar ve kışta kuvvet alır. Aynı zamanda devler onun hükmü altında kalırlar. Hayatın devamı için lazım gelen meddücezir, çıkış ve iniş, yani elektrik cereyanında da göze çarpan prensip, eski Çin filozofları tarafından fikir sistemlerinin esası, fal sanatının da bir temeli sanılmıştır. Yang ise, Gök, olumlu, aydınlık, erkek ve yapıcı idi. Yang’ın tevlid edici, güneşe bağlı kuvveti ilkbahar ve yazda artar; kırmızı renk ve tek sayı ile temsil edilirdi .
Yin ve Yang’ın, “Yüce Hakikat” veya “Yaratıcı Prensip”ten (T’ai Chi ) çıkmış oldukları varsayılmıştır. Bunlar, birinin etkisi artarken diğerinin etkisinin azalması şeklindeki daimi bir etkileşim içerisindedirler. Bu nazariye, her şeyin karşılıklı olarak birbirleriyle ilişki içerisinde olduğu ve sürekli bir değişim süreci içerisinde bulunduğu şeklindeki görüşün geliştirilmesine yardımcı olmuştur. Aynı zamanda bu nazariye, insanla tabiatın birliğini açıklamış; ahlâkî ve sosyal öğretiler için de kozmolojik bir temel teşkil etmiştir .
Çinlilerin, her şeyin nihâî sebebini açıklamak için kullanmış oldukları ve Yin ve Yang’ın kendisinden çıkmış olduğunu düşündükleri Yaratıcı Prensip (T’ai Chi), Yi King’in üçüncü ekinde şu şekilde anlatılmıştır: “Başlangıçta Yaratıcı Prensip (T’ai Chi) vardı. O , Yin ve Yang’ı doğurdu. Yin ve Yang da dört simgeyi meydana getirdi. Dört simge de Sekiz Trigram’ı oluşturdu”. T’ai Chi (Yaratıcı Prensip) terimi Taoistler tarafından, bir şey olmayan fakat her şeyde bulunan esas Birlik’i ifade etmek için kullanılmıştı. Bu terimin, hareket ve sessizliğin karşılıklı etkileşimi ile evrensel yaratılış sürecini tasvir etmek için T’ai Chi T’u ya da Yüce Esas Diagramı’nı oluşturan Chou Tun-I’dan (1017-1073) ödünç alınmış olduğu belirtilmiştir. Yeni Konfüçyüsçülere göre T’ai Chi (Yaratıcı Prensip), kendisi vasıtasıyla her şeyin var olduğu aşkın ilk sebep idi. O, tüm “varlıklar” için esas olan Öz (menşe’, köken) veya li’’yi ihtiva eder ve Tao ile eşit sayılabilir .
Çin Taoistlerin Tao, T’ai, Chi ve T’ai Ho (Büyük Âhenk) terimleriyle eş anlamlı olarak kullanılmış oldukları başta bir terim de T’ai I (Büyük Birlik) dir. Felsefi olarak T’ai I, Çinlilerin, evrendeki çeşitliliğin temelinde bulunan bir birliği bulma ve yaratılışın tarihini tespit etme teşebbüslerini temsil eder. Taoistlerden alınan bu düşünce, Sung Hanedanlığı döneminde Yeni Konfüçyüsçüleri etkilemiştir .
Taoistlerin, her şeyin gerisinde bulunan evrensel birlik düşüncesinden etkilenen Yeni Konfüçyüsçü felsefe, Öz (menşe’) ve Nefes adı verilen iki temel terim benimsemişlerdir. Onlara göre maddi dünya, kendisiyle katı şeylerin sıvılaştırıldığı ve kendisi içinde eritildiği Nefes’ten ibarettir. Nefes, tıpkı nefes alıp verme gibi, münavebeli olarak sükunete doğru gider gelir; bu gidiş geliş esnasında hareket etmeye Yang, sükunet haline de Yin adı verilir. Aydınlık-karanlık, erkek-dişi, hükümdar-tebea gibi her bir zıtlar çiftinde aktif üyenin nefesi Yang, pasif üyeninki de Yin’dir.
“Yeşim’in içindeki damarlar” gibi somut bir anlama sahip olan bir kelime ile karşılanan Öz, her şeyin içine nüfuz eden bir tane (tohum, zerre) dir ki, onu takip etmek kolay, ona karşı gelmek zordur. Yeşim’in içindeki damarlar örneğinde olduğu gibi, bir şeyden diğer şeylere doğru geçen damarlarla birlikte düşünülerek, bilinenden hareketle bilinmeyeni istidlâl etmeye teşebbüs edilmiştir. Böylece eski dünya-nizamı, Yeni Konfüçyüsçülük’te rasyonel bir düzen olarak düşünülmeye başlamıştır. Öz, insanın içinde ahlâkî bir prensip olarak mevcuttur. Fakat insan onu daima takip edemez. Çünkü Öz, insanın kendisinden ibaret olduğu Nefes tarafından oluşturulan yoğunluk ile, insan için belirsiz hale getirilmiştir. Fakat ahlâk eğitimi ile Nefes, Öz’e göre davranmak kolaylaşıncaya kadar, tedrîcî olarak netleştirilebilir.
Yeni Konfüçyüsçülere göre Yol (Way) ve Gök, Öz için kullanılmış basit isimlerdir. İki tür ruh olan Shen ve Kuei (geleneksel olarak “uzatmak, germek” ve “geri gelmek” anlamında anlaşılmışlardır), nefesin verilip alınmasıyla özdeşleştirilmişlerdir. Görüldüğü gibi buradaki eğilim, ruhu, bir çeşit şahsi olmayan güç şeklinde düşünme yönündedir. Yeni Konfüçyüsçülerin, ölülerin ruhları hakkındaki şüpheciliklerine rağmen, Konfüçyüsçüler, şahsi ruhlar hakkındaki yaygın inanca karşı çıktıkları zaman dahi, genel olarak “ruh”un bu anlamda gök cisimlerinde, dağlarda ve nehirlerde aktif olduğu konusunda şüphe etmemişlerdir. Bir çeşit tabiî güç olarak ruhun rasyonelleştirilmesi bu şekilde anlaşılmıştır .
Çinlilerin Yin ve Yang’ın kendisinden meydana geldiğini düşündükleri Yaratıcı Prensip (T’ai Chi) ile eşit saydıkları Tao, onların Kozmik Düzen için kullanmış oldukları bir kelimedir. Tao, kendisini fenomenal dünyada açığa vuran (gösteren), bazen tabiata ait terimlerle, bazen dünyanın maddi fenomeninin esasını teşkil eden ruhi (manevi) bir realite olarak yorumlanan Nihâî Prensip (Kesin Kanun) tir. İnsan, mutluluğu ancak ona boyun eğmekle elde edebilir ve insanın mükemmelliği yalnız bu kozmik düzenle uyum içerisinde yaşamakla sağlanabilir. İnsanın bütün görevi, evrenin Tao’sunun serbest hareket etmesi için gönüllü bir vasıta olmaktır .
Hem Konfüçyüs’ün hem de Laotse’nin fikir sistemlerinin temelini oluşturan ve Yin ile Yang arasındaki tezadı birleştiren prensip olarak da ifade edilen Tao’nun tanımı ve özellikleri şu şekilde belirtilmiştir: “Tao; doğruluk, yol, tabiî dünya nizamı, dünyanın değiştirilemez kanunlarına göre gidişi demektir. Tao, dünyayı yöneten sebeptir. İnsan onu bilmelidir. Tao, âlemden önceki yaratıcı prensiptir. O, görülemez, işitilemez ve kavranamaz. Ezeli ve ebedidir. Kendiliğinden vardır. Her şeyde hâzır ve nâzırdır. O, hiçbir tasvire sığmaz. Her şeyin temeli O’dur. O, yokluk değildir. Tabiat ve evrenin varolması onun sayesindedir. O, her şeyin arkasında ve altındadır. Her şeyi yaratan ve besleyen de O’dur. Bundan dolayı Tao, bazen “Ana” diye de adlandırılır. Çünkü her şey ondan gelir. Tao’dan bir doğar, birden iki Yin ve Yang; ikiden üç, Yin, Yang ve Nefes; üç’ten yaratılmış evren. Tao, göğün ve yerin kaynağı, yaratıcı ve aynı zamanda yaşatıcı prensiptir. Her şeyi yaratan Tao’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Başka güçlerle rekabet etmez. Dolayısıyla insanlar da hırstan uzaklaşırlarsa, iyi bir hayata sahip olurlar” .
Konfüçyüs de Tao ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Eğer bir kimse sabahleyin Tao’yu işitse, akşama esef etmeden ölebilir. Tao’ya sahip bir bilgin, kötü elbiselerinden ve fena yemeklerinden dolayı utanç duyuyorsa, bu kimseye önem vermeye değmez (Konuşmalar, 4/8-9). Yine Konfüçyüs’e göre Tao, bu manaların dışında, erdemi, adâleti, nezaketi, samimiyet ve saygıyı da içine almaktadır. İnsanları kötü işlerden men eder ve insanlar arasında adâleti sağlar. Halk Tao’ya sahip olursa, gereken şekilde idare edilecek ve ahlâk prensipleri de yeryüzünde hâkim olacaktır (Konuşmalar, s.11). Kısaca belirtmek gerekirse, Konfüçyüs’ün ana düşüncesi Tao (Göğün Yolu) idi. Bu, bütün insanların yürümeye çalışmaları gereken bir yoldur” .
Çin’de Cumhuriyetin kurulmasıyla Gök kültü kaldırılmış; Mao devrinde Konfüçyüsçülüğün kitapları yakılmış ve Konfüçyüs unutturulmak istenmiştir. Buna rağmen Konfüçyüs’e gösterilen saygı devam etmiştir. Diğer taraftan, Konfüçyüsçülüğün bir din veya ahlâk sistemi olup olmadığı öteden beri tartışılagelmiştir. Şüphesiz Konfüçyüsçülüğün bir mabed teşkilatı, özel bir ruhban sınıfı, zorunlu bir âmentüsü veya inanç esasları yoktu. Bununla beraber bir Yüce Tanrı inancı, bir kurucusu, kutsal kabul edilen bir metin koleksiyonu vardı ve Konfüçyüsçülük Çin’in millî dinlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Fakat Chu Hsi ve Yeni Konfüçyüsçülüğün canlandırılmasından beri geçen 700 yıl boyunca pek çok Konfüçyüsçü bilim adamı Tanrı’ya ve ölümden sonrasına (âhirete) inanma konusunda agnostik davranmışlardı. Konfüçyüsçülük de, daima bu dünyada en yüksek gaye olarak sosyal ve ferdi hayatı tamamlamayı göz önünde bulundurmuş; ahlâk kuralları, eğitim, politik ve sosyal istikrar üzerinde ısrarla durmuştu. Yine Konfüçyüs’e Çin tarihi boyunca 2000 yılı aşkın bir süre, üstün bir insan, Gök ve Yer’le birlikte Kutsal ve Bilge bir kişi olarak tapınılmış; düzenli bir şekilde kendisine dualar edilmiş, kurbanlar sunulmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, dinin geniş bir tanımının yapılması halinde, Konfüçyüsçülüğün, insanlığın en önemli ve en etkili dinleri arasında yer alması düşünülerek, Konfüçyüsçülük’te yönetici kozmik bir güç ve aşkın manevi değerler genel olarak kabul edilmek suretiyle, onun bir din olarak kabul edilmesi istenmiştir .
Üstün insanla küçük insan arasındaki farkı da şöyle belirtmiştir: “Büyük ve üstün insan erdemi, küçük insan rahatını düşünür. Üstün insan kanunlar üzerinde kafasını çalıştırır, küçük insan ise kendi rahatını aramaya bakar. Büyük ve üstün insan yalnız doğruluğu, küçük insan ise yalnız faydayı düşünür” (Konuşmalar, 6/3; 4/11,16).
Konfüçyüs’e göre bir kimse dış güzellikten ziyade iyi ahlâka değer verirse, ailesine hizmette en büyük gayreti gösterirse, efendisine bütün hayatında bağlı kalabilirse, arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde samimi ise, o insan için bir şey bilmiyor denilse bile, o insan bilgilidir .
Konfüçyüsçülük’te toplum, şu beş ilişkiden doğan şahsi münasebetlere ve ahlâkî sorumluluklara göre değerlendirilir: Âmir-memur, baba-oğul, büyük kardeş-küçük kardeş, arkadaşlar arasındaki ilişki. Bunlardan üçü aile ilişkisidir. Diğer ikisi de genellikle aile modellerine göre düşünülmüştür. Mesela, âmir-memur arasındaki ilişki de, kardeşler arasındaki ilişkiye benzer. Bu sebeple Konfüçyüsçü toplum kendisini sanki geniş bir aile gibi kabul eder. Konuşmalar’da: “Üstün insan daima saygı görür ve başarısızlığa uğramazsa, diğerlerine karşı saygılı olur ve törenlere bağlı kalırsa, bütün dünyada herkes onun kardeşi olur. ‘Üstün insan’ kardeşleri olmadığı için neden üzüntü duysun?” denilmiştir (Konuşmalar, 12/5).
Konfüçyüs, bir kimsenin bütün hayatına rehber olabilecek bir şey var mıdır? sorusuna: “Karşılıklı davranış kelimesi kullanılamaz mı? Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma” diye cevap vermiştir (Konuşmalar, 15/23). Onun bu sözü “Altın Kural” olarak ifade edilmiştir .
Konfüçyüs’e göre faziletin en yüksek derecesi, bir insanın daima değişmez, Orta Yol’dan yürümesidir. Âlicenap ruhlu adam için önemli şey adalettir. Bunu icra edince ahlâk ve edeplere göre davranır. Onları tevazu ile ifade, vakar ile icra eder. Konfüçyüs’ün ahlâk anlayışının temelinde “sevgi” yatmaktaydı.
Konfüçyüsçülük’te “evrensel fazilet” veya “en üstün erdem” olarak ifade edilen bu sevgi anlayışı Çince “jen” terimi ile ifade edilmiştir. Konfüçyüs’ün idealindeki insan, özünde ve yaşayışında bir olan insandı. Bu insanın, bütün faziletleri kuşatan evrensel fazileti uygulaması, onun tam ve mükemmel insan olması için yeterliydi. Bu “jen” terimi, “iyi kalplilik, iyilikseverlik ve sevgi” olarak tercüme edilmiştir. Konfüçyüs’ün “jen” öğretisi insan tabiatının kendisine dayandırılmıştır. İnsan “jen”i tatbik etmeye muktedirdir. Bunu uygulamadığı sürece de mükemmel insan sayılmaz.
Konfüçyüs’e göre “jen” terimi pek çok anlama gelmektedir. Kendisine “jen” hakkında sorulan sorulara her defasında farklı cevaplar vermiştir. Esasen ona göre jen terimi ahlâkî düşüncelerin köküdür. Fakat bu terim Konuşmalar’da; insanların birbirlerine karşı gösterdikleri nazik duyguları, sevgi ve erdemi, iyilikseverliği, iyiliği ve prensip sahibi insanı içine almaktadır. Bu, aynı zamanda kitabın bir çok yerinde geçen “Te” (fazilet, erdem) ile aynı manaya gelmektedir (bkz. Konuşmalar, s. 9-10; 12/1; 15/23). Jen teriminin Tao ile de ilişkisi vardır. Halk Tao’ya sahip olursa gereken şekilde idare edilecek ve ahlâkî prensipler de yeryüzünde hâkim olacaktır .
Konfüçyüsçülük’te, bütün ahlâkî faziletleri de içine alacak beş temel fazilet vardır. Bunlardan birincisi ve en üstün olanı yine jen’dir. Mensiyüs’e göre bu, başkalarının duygularını paylaşabilme ve onlara şefkat göstermede kendisini gösterir. Buna kısaca “iyilikseverlik” denilmektedir. İkincisi görev, vazifedir (yi). Yapılan bir yanlıştan sonra utanma duygusunda ortaya çıkar. Üçüncüsü âdâb-ı muâşerettir (li). Âdetlere riayet duygusuyla dışa yansır. Dördüncüsü hikmettir (chih). Doğru ve yanlışa karar verme duygusuyla dışa yansıtılır. Beşincisi de doğru inançtır (hsin). Bu da güvenilirlik olarak açıklanmıştır .
F. FELSEFÎ SİSTEM
Konfüçyüsçülük’te felsefî sistem evrenin yaratılışı hakkındaki efsaneye dayandırılmıştır. Buna göre başlangıçta umumi kaos düşünülmüş, evrenin yaratılışı bu kaos içindeki iki asıl doğurucu ilkeye (Logos Spermetikos) isnat edilmiştir. Bunlardan birine Yin, diğerine de Yang adı verilmiştir. Yin ile Yang birbirlerine karşılıklı tesir ederek elementleri meydana getirmiş, elementlerin birleşmesinden de evren meydana gelmiştir. Mesela Ateş Yang’tan çıkmıştır. Güneş de ateşin asıl cevheridir. Su ise Yin’den çıkmıştır. Güneş ateşin asıl cevheri olduğu gibi, Ay da su’yun asıl cevheridir. Bu şekilde meydana gelen Güneş ve Ay’dan diğer yıldızlar doğmuştur .
Çinlilerin, evrendeki tüm hayat ve varlıkların bu iki zıt ve tamamlayıcı İlk Şekiller’in veya yaratıcı unsurların karşılıklı etkileşimlerinin sonucunda meydan geldiği şeklindeki Yin-Yang nazariyesi, Chou Hanedanlığının sonlarına doğru önem kazanmıştır. Han Hanedanlığı filozofları, özellikle de Thung Chung-shu (M.Ö. 179-104) tarafından geliştirilen bu teori, Çin medeniyetinin metafizik, kozmoloji, yönetim, sanat gibi, bütün tezahürleri üzerinde geniş etki meydana getirmiştir.
Yin ve Yang esas itibariyle, güneş tarafından aydınlatılmış bir setin karanlık ve aydınlık tarafları demektir. Fakat Konfüçyüs zamanında bu terimler, Çinli düşünürlerin her şeyde farkına vardıkları bir düalitenin zıt ve tamamlayıcı iki unsuru olarak, felsefî bir anlam kazanmışlardır. Buna göre Yin yeryüzü, olumsuz, pasif, karanlık, dişi ve tahrip edicidir . Siyah renkle bir ilişkisi vardır, daha doğrusu siyahla sembolize edilir; ay’a bağlıdır, sonbahar ve kışta kuvvet alır. Aynı zamanda devler onun hükmü altında kalırlar. Hayatın devamı için lazım gelen meddücezir, çıkış ve iniş, yani elektrik cereyanında da göze çarpan prensip, eski Çin filozofları tarafından fikir sistemlerinin esası, fal sanatının da bir temeli sanılmıştır. Yang ise, Gök, olumlu, aydınlık, erkek ve yapıcı idi. Yang’ın tevlid edici, güneşe bağlı kuvveti ilkbahar ve yazda artar; kırmızı renk ve tek sayı ile temsil edilirdi .
Yin ve Yang’ın, “Yüce Hakikat” veya “Yaratıcı Prensip”ten (T’ai Chi ) çıkmış oldukları varsayılmıştır. Bunlar, birinin etkisi artarken diğerinin etkisinin azalması şeklindeki daimi bir etkileşim içerisindedirler. Bu nazariye, her şeyin karşılıklı olarak birbirleriyle ilişki içerisinde olduğu ve sürekli bir değişim süreci içerisinde bulunduğu şeklindeki görüşün geliştirilmesine yardımcı olmuştur. Aynı zamanda bu nazariye, insanla tabiatın birliğini açıklamış; ahlâkî ve sosyal öğretiler için de kozmolojik bir temel teşkil etmiştir .
Çinlilerin, her şeyin nihâî sebebini açıklamak için kullanmış oldukları ve Yin ve Yang’ın kendisinden çıkmış olduğunu düşündükleri Yaratıcı Prensip (T’ai Chi), Yi King’in üçüncü ekinde şu şekilde anlatılmıştır: “Başlangıçta Yaratıcı Prensip (T’ai Chi) vardı. O , Yin ve Yang’ı doğurdu. Yin ve Yang da dört simgeyi meydana getirdi. Dört simge de Sekiz Trigram’ı oluşturdu”. T’ai Chi (Yaratıcı Prensip) terimi Taoistler tarafından, bir şey olmayan fakat her şeyde bulunan esas Birlik’i ifade etmek için kullanılmıştı. Bu terimin, hareket ve sessizliğin karşılıklı etkileşimi ile evrensel yaratılış sürecini tasvir etmek için T’ai Chi T’u ya da Yüce Esas Diagramı’nı oluşturan Chou Tun-I’dan (1017-1073) ödünç alınmış olduğu belirtilmiştir. Yeni Konfüçyüsçülere göre T’ai Chi (Yaratıcı Prensip), kendisi vasıtasıyla her şeyin var olduğu aşkın ilk sebep idi. O, tüm “varlıklar” için esas olan Öz (menşe’, köken) veya li’’yi ihtiva eder ve Tao ile eşit sayılabilir .
Çin Taoistlerin Tao, T’ai, Chi ve T’ai Ho (Büyük Âhenk) terimleriyle eş anlamlı olarak kullanılmış oldukları başta bir terim de T’ai I (Büyük Birlik) dir. Felsefi olarak T’ai I, Çinlilerin, evrendeki çeşitliliğin temelinde bulunan bir birliği bulma ve yaratılışın tarihini tespit etme teşebbüslerini temsil eder. Taoistlerden alınan bu düşünce, Sung Hanedanlığı döneminde Yeni Konfüçyüsçüleri etkilemiştir .
Taoistlerin, her şeyin gerisinde bulunan evrensel birlik düşüncesinden etkilenen Yeni Konfüçyüsçü felsefe, Öz (menşe’) ve Nefes adı verilen iki temel terim benimsemişlerdir. Onlara göre maddi dünya, kendisiyle katı şeylerin sıvılaştırıldığı ve kendisi içinde eritildiği Nefes’ten ibarettir. Nefes, tıpkı nefes alıp verme gibi, münavebeli olarak sükunete doğru gider gelir; bu gidiş geliş esnasında hareket etmeye Yang, sükunet haline de Yin adı verilir. Aydınlık-karanlık, erkek-dişi, hükümdar-tebea gibi her bir zıtlar çiftinde aktif üyenin nefesi Yang, pasif üyeninki de Yin’dir.
“Yeşim’in içindeki damarlar” gibi somut bir anlama sahip olan bir kelime ile karşılanan Öz, her şeyin içine nüfuz eden bir tane (tohum, zerre) dir ki, onu takip etmek kolay, ona karşı gelmek zordur. Yeşim’in içindeki damarlar örneğinde olduğu gibi, bir şeyden diğer şeylere doğru geçen damarlarla birlikte düşünülerek, bilinenden hareketle bilinmeyeni istidlâl etmeye teşebbüs edilmiştir. Böylece eski dünya-nizamı, Yeni Konfüçyüsçülük’te rasyonel bir düzen olarak düşünülmeye başlamıştır. Öz, insanın içinde ahlâkî bir prensip olarak mevcuttur. Fakat insan onu daima takip edemez. Çünkü Öz, insanın kendisinden ibaret olduğu Nefes tarafından oluşturulan yoğunluk ile, insan için belirsiz hale getirilmiştir. Fakat ahlâk eğitimi ile Nefes, Öz’e göre davranmak kolaylaşıncaya kadar, tedrîcî olarak netleştirilebilir.
Yeni Konfüçyüsçülere göre Yol (Way) ve Gök, Öz için kullanılmış basit isimlerdir. İki tür ruh olan Shen ve Kuei (geleneksel olarak “uzatmak, germek” ve “geri gelmek” anlamında anlaşılmışlardır), nefesin verilip alınmasıyla özdeşleştirilmişlerdir. Görüldüğü gibi buradaki eğilim, ruhu, bir çeşit şahsi olmayan güç şeklinde düşünme yönündedir. Yeni Konfüçyüsçülerin, ölülerin ruhları hakkındaki şüpheciliklerine rağmen, Konfüçyüsçüler, şahsi ruhlar hakkındaki yaygın inanca karşı çıktıkları zaman dahi, genel olarak “ruh”un bu anlamda gök cisimlerinde, dağlarda ve nehirlerde aktif olduğu konusunda şüphe etmemişlerdir. Bir çeşit tabiî güç olarak ruhun rasyonelleştirilmesi bu şekilde anlaşılmıştır .
Çinlilerin Yin ve Yang’ın kendisinden meydana geldiğini düşündükleri Yaratıcı Prensip (T’ai Chi) ile eşit saydıkları Tao, onların Kozmik Düzen için kullanmış oldukları bir kelimedir. Tao, kendisini fenomenal dünyada açığa vuran (gösteren), bazen tabiata ait terimlerle, bazen dünyanın maddi fenomeninin esasını teşkil eden ruhi (manevi) bir realite olarak yorumlanan Nihâî Prensip (Kesin Kanun) tir. İnsan, mutluluğu ancak ona boyun eğmekle elde edebilir ve insanın mükemmelliği yalnız bu kozmik düzenle uyum içerisinde yaşamakla sağlanabilir. İnsanın bütün görevi, evrenin Tao’sunun serbest hareket etmesi için gönüllü bir vasıta olmaktır .
Hem Konfüçyüs’ün hem de Laotse’nin fikir sistemlerinin temelini oluşturan ve Yin ile Yang arasındaki tezadı birleştiren prensip olarak da ifade edilen Tao’nun tanımı ve özellikleri şu şekilde belirtilmiştir: “Tao; doğruluk, yol, tabiî dünya nizamı, dünyanın değiştirilemez kanunlarına göre gidişi demektir. Tao, dünyayı yöneten sebeptir. İnsan onu bilmelidir. Tao, âlemden önceki yaratıcı prensiptir. O, görülemez, işitilemez ve kavranamaz. Ezeli ve ebedidir. Kendiliğinden vardır. Her şeyde hâzır ve nâzırdır. O, hiçbir tasvire sığmaz. Her şeyin temeli O’dur. O, yokluk değildir. Tabiat ve evrenin varolması onun sayesindedir. O, her şeyin arkasında ve altındadır. Her şeyi yaratan ve besleyen de O’dur. Bundan dolayı Tao, bazen “Ana” diye de adlandırılır. Çünkü her şey ondan gelir. Tao’dan bir doğar, birden iki Yin ve Yang; ikiden üç, Yin, Yang ve Nefes; üç’ten yaratılmış evren. Tao, göğün ve yerin kaynağı, yaratıcı ve aynı zamanda yaşatıcı prensiptir. Her şeyi yaratan Tao’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Başka güçlerle rekabet etmez. Dolayısıyla insanlar da hırstan uzaklaşırlarsa, iyi bir hayata sahip olurlar” .
Konfüçyüs de Tao ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Eğer bir kimse sabahleyin Tao’yu işitse, akşama esef etmeden ölebilir. Tao’ya sahip bir bilgin, kötü elbiselerinden ve fena yemeklerinden dolayı utanç duyuyorsa, bu kimseye önem vermeye değmez (Konuşmalar, 4/8-9). Yine Konfüçyüs’e göre Tao, bu manaların dışında, erdemi, adâleti, nezaketi, samimiyet ve saygıyı da içine almaktadır. İnsanları kötü işlerden men eder ve insanlar arasında adâleti sağlar. Halk Tao’ya sahip olursa, gereken şekilde idare edilecek ve ahlâk prensipleri de yeryüzünde hâkim olacaktır (Konuşmalar, s.11). Kısaca belirtmek gerekirse, Konfüçyüs’ün ana düşüncesi Tao (Göğün Yolu) idi. Bu, bütün insanların yürümeye çalışmaları gereken bir yoldur” .
Çin’de Cumhuriyetin kurulmasıyla Gök kültü kaldırılmış; Mao devrinde Konfüçyüsçülüğün kitapları yakılmış ve Konfüçyüs unutturulmak istenmiştir. Buna rağmen Konfüçyüs’e gösterilen saygı devam etmiştir. Diğer taraftan, Konfüçyüsçülüğün bir din veya ahlâk sistemi olup olmadığı öteden beri tartışılagelmiştir. Şüphesiz Konfüçyüsçülüğün bir mabed teşkilatı, özel bir ruhban sınıfı, zorunlu bir âmentüsü veya inanç esasları yoktu. Bununla beraber bir Yüce Tanrı inancı, bir kurucusu, kutsal kabul edilen bir metin koleksiyonu vardı ve Konfüçyüsçülük Çin’in millî dinlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Fakat Chu Hsi ve Yeni Konfüçyüsçülüğün canlandırılmasından beri geçen 700 yıl boyunca pek çok Konfüçyüsçü bilim adamı Tanrı’ya ve ölümden sonrasına (âhirete) inanma konusunda agnostik davranmışlardı. Konfüçyüsçülük de, daima bu dünyada en yüksek gaye olarak sosyal ve ferdi hayatı tamamlamayı göz önünde bulundurmuş; ahlâk kuralları, eğitim, politik ve sosyal istikrar üzerinde ısrarla durmuştu. Yine Konfüçyüs’e Çin tarihi boyunca 2000 yılı aşkın bir süre, üstün bir insan, Gök ve Yer’le birlikte Kutsal ve Bilge bir kişi olarak tapınılmış; düzenli bir şekilde kendisine dualar edilmiş, kurbanlar sunulmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, dinin geniş bir tanımının yapılması halinde, Konfüçyüsçülüğün, insanlığın en önemli ve en etkili dinleri arasında yer alması düşünülerek, Konfüçyüsçülük’te yönetici kozmik bir güç ve aşkın manevi değerler genel olarak kabul edilmek suretiyle, onun bir din olarak kabul edilmesi istenmiştir .