KONFÜÇYÜS ve KONFÜÇYÜSÇÜLÜK - 3

Burada Chung-yung kelimesi, Lun Yü’de olduğu gibi, sadece orta yol anlamına değil, aynı zamanda insan tabiatı ve insan duyguları kadar evrenin ahengine de delalet eder. Chung-yung’un mistik yönü, beşinci asır gibi erken bir dönemde Budist ve Taoist bilim adamlarının yorumlarına konu olmuştur. On ikinci asırda o, Yeni Konfüçyüsçülük hareketinin ortak metinlerinden biri haline getirilmiştir .

4. Meng-tzu: Meng-tzu’nun latince şekli olan Mensiyüs’ün Kitabı, Konfüçyüs’ün en meşhur tabilerinden olan Mensiyüs’ün (M.Ö 371-289), Konfüçyüs’ün öğretileri hakkında yapmış olduğu felsefi yorumların muhtemelen öğrencileri tarafından kaydedilmiş derlemesidir. Her biri iki kısımdan oluşan yedi bölüme ve toplam 261 fasla ayrılmış olan Meng-tzu, Lun Yü’deki konuların çoğunu ihtiva eder. Lun Yü’ye nispetle daha intizamlı bir şekilde tertip edilmiştir. Konular karşılıklı konuşma şeklinde tartışılmıştır. Aynı zamanda o, daha edebi tarzda yazılmış ve ileri sürdüğü fikirler yönünden daha kapsamlıdır. Meng-tzu’yu tüm öncekilerden ayıran en önemli özellik ise, onun insan tabiatının doğuştan iyi olduğu doktrinidir. Bu doktrin, daha sonraki Konfüçyanistlerin insan tabiatı hakkındaki görüşlerinin esasını teşkil etmiştir. Meng-tzu aynı zamanda, insanların maddi zenginlik ve mutluluklarını paylaşarak, onlara “insanca yönetimi” tatbik etmeyen idarecilerin “Gök’ün vekaletini” uzun süre ellerinde tutamayacaklarını ve bunun da, bu tür idarecilere kaşı ayaklanmayı haklı kılacağını varsaymıştır .

Bu dört kitap, M.S. 11. yüzyılda, Sung Hanedanlığı döneminde bir araya getirilmiştir. Bu eserler, yönetici sınıfın eğitiminin temelini oluşturmuştur. Yöneticiler, memur alımı için yapılan imtihanlarda onları esas almışlardır . Diğer taraftan Konfüçyüs’ün, İlkbahar ve Sonbahar
Vakayinameleri (Ch’en Chu’iu) adlı sade metin dışında, yazılı bir metin bırakmadığı ve Konfüçyüs’e isnat edilen Beş Klasik’ten çok azının ona atfedilebileceği belirtilmiştir. Onun öğretileri, her ne kadar dağınık söyleşiler şeklinde başka yerlerde de rastlanabilirse de, ağırlıklı olarak Kouşmalar’da (Lun Yü) muhafaza edilmiştir .

C. TANRI İNANCI

Konfüçyüsçülük’te tanrı veya tanrılar panteonu, rahiplik, ma’bed, inanç veya kutsal kitap yoktur. Çinliler bu yüzden Konfüçyanizm’e “Okul” ya da “Bilginler Doktrini” adını vermişlerdir . Konfüçyüs, hiçbir zaman kendisini ilahi bir kuvvetin elçisi olarak hissetmediği gibi; tabiatüstü varlıklar, üstün kuvvetler ve ruhlardan da bahsetmemiştir. (Konuşmalar, 7/20). Ayrıca tanrıların ve ruhların varlığı hakkındaki düşünceleri de reddetmiştir. Bu sebeple bazıları onun yerinin din’de değil felsefe tarihinde olduğunu iddia etmişlerdir. Ölümden sonraki hayatla da pek ilgilenmemiştir.

Bu konudaki bir soruya: “Eğer insan hayatı henüz tanıyamamışsa, ölümü nasıl tanıyabilir?” diye cevap vermiştir (Konuşmalar, 11/11). O, ruhlar hakkında da konuşmamış; “Eğer biz insana hizmet edemezsek, ruhlara nasıl hizmet edebiliriz?” demiştir. (Konuşmalar, 11/11).

Çin’de Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizm gibi dinler ortaya çıkmadan önce; atalara saygı, gök ve tabiat ruhlarına tapınma, gelecekten haber verme, kutsal varlıklara kurban sunma ve Şang-ti diye adlandırılan bir Yüce Varlık inanışı vardı . Şang-ti, Yüce Tanrı karşılığında kullanılan Çince bir terimdir. O, daha fazla şahsi bir mana ile, göğün hükümdarının ismidir. Aynı zamanda o, “En Büyük İmparator” anlamına gelmekte olup “Gök” anlamına gelen, Konfüçyüs ve eski Çin entellektüellerinin tercih etmiş olduğu T’ien’in şahsi olmayan şeklinin aksine, dua ve devlet dininde kullanılan dinî hitabın şahsi şeklidir . Şang-ti’nin, önce yerdeki hükümdarla karşılaştırılmış olması muhtemeldir. Sonra imparatorun ecdadının vasıtasız olarak doğrudan doğruya göğe bağlanmış olduğunu söyleyen ilahiyatçılar, imparatora “Göğün Oğlu” ismini vermişlerdir. Bu hadise M.Ö. 12. asırda vuku bulmuştur. İmparator bu sıfatla, milleti idare edip gök gibi tarafsız olarak, adaletle tebaasına bakacaktır. Burada bütün Çin dininin bir özelliği olan mikrokozm-makrokozm münasebeti göze çarpmaktadır. İnsan, büyük dünya ile küçük bir dünya olan kendi zatı arasındaki âhengi gerçekleştirmeli, tam göğün hareketine uymaya çalışmalıdır . T’ien ile eşanlamlı olarak kullanılan Şang-ti, eski Çin’de en eski ata ruhu (Ti) idi. O, daha çok şahsi ve antropomorfik terimlerle ifade edilmiştir. Yüce Tanrı olarak devlet dininde ibadet edilmiş, imparator tarafından ona kurban ve dualar sunulmuştur .

Çin’de yaygın olan ve Şang-ti diye adlandırılan Yüce Varlık inancı Konfüçyüs’te de devam etmiştir. Ancak o, bu Yüce Varlığı ifade için, daha önce zikredilen “T’ien”i tercih etmiştir. Konfüçyüs’e göre T’ien ; o zaman anlaşıldığı üzere, gökte oturan, kötü hükümdarları cezalandıran, yeni hanedanlar kuran ve iyileri mükafatlandıran atalara verilen bir ad değildir. T’ien; yüce varlık, tabiat düzeninin idarecisi, her şeyin üstündeki varlık, yaratıcı kudret idi . Bu terim Çin’in entellektüelleri tarafından da, insan hayatının tamamlayıcı bir parçası olan tabiat nizamında etkili olan şahsi olmayan güç için kullanılmıştır. Zamanla o, Kader veya Tao ile eşanlamlı olarak kullanılmaya başlamıştır. Tanrı için kullanılan şahsi terim ise Şang-ti’dir .

Çince bir terim olan T’ien, Tanrı, tabiat anlamında Gök’e tekabül eder. Bu Gök tanrı T’ien; yukarıdaki tanrı, göğün kendisi demektir. Başlangıçta T’ien, antropomorfik bir tanrı düşüncesini temsil ediyordu. Fakat daha sonra (M.S. 200) Shu Wen Sözlüğü’nde o, insanların üstünde biri olarak açıklanmıştır. Tanrı T’ien’in ismi Şang Hanedanlığı dönemi dininde yer almıyordu. Muhtemelen o Çin dinine Chou Hanedanlığı tarafından (M.Ö. 1000), bir yüce gök tanrısı olarak sokulmuştu. Bu terim, Şang-ti’ye çok yakın anlamda Yüce Tanrı karşılığında kullanılmıştır. Konfüçyüs bu terimi, “her şeye hâkim olan Tanrı” anlamında kullanmıştır. O T’ien’e, iyiliğin kaynağı olarak saygı göstermiş, ona bağlılığını itiraf etmiş (Konuşmalar, 6/26), T’ien’in emrini öğrenmiş (Konuşmalar, 2/4) ve T’ien’in de kendisini anladığına inanmıştır (Konuşmalar, 14/37).

Konfüçyüs’e göre T’ien aldatılamaz (Konuşmalar, 9/11), insanların hayatına yön verir (Konuşmalar, 11/8) ve onları korur (Konuşmalar, 9/5, 7/22). Daha sonra T’ien, tamamen tabiatla ilgili terimlerle düşünülmeye başlanmıştır. Çin dininde T’ien’e, bir ma’bed içine kapatılmamış, açık gökyüzü altındaki bir altar üzerinde, imparator tarafından icra edilen ibadet, ibadetlerin en üstünü sayılmıştır. Çinlilerin inancına göre imparator Gök’ün Oğlu (T’ien Tsu) idi ve insanları idare etme emir ve yetkisini T’ien’den almıştı .

Konfüçyüsçülük’te tanrı, düşkün insanları korumak için hükümdarlar; “Tanrı Yolu”nda yardımcı olsunlar ve ülkenin her yanında huzuru sağlasınlar diye öğretmenler göndermiştir. O yücedir, yerdeki insanlara hükmedicidir ve kötüler çoğalınca da hükmü amansızdır. Ölüm ve hayat göğün emridir. Zenginlik ve şeref ise kaderin işidir (Konuşmalar, 12/5). Tanrı her şeyi açıkça görür ve bütün işlerde insanlarla beraberdir .

Kanun ve şeriatı veren yine Gök’tür. O, iyi insanlara uzun ömür bahşettiği gibi, fazilete de (te) mükafat vermektedir. Fazilet dört kısımdan meydana gelmektedir: İnsan sevgisi, adâlet, emredilen merasime riayet ve bilgi. İnsan, bu dört aslî fazileti bir arada toplayarak onlara göre hareket ederse, bahtiyarlık ve saadet kazanacaktır . İnsan aynı zamanda göğün emrine göre hareket etmelidir. Çünkü Konfüçyüs’e göre, “Gök’ü gücendiren bir kimsenin dua edecek başka yeri olmaz” (Konuşmalar, 3/13). Kısaca belirtmek gerekirse, Çin dinî tarihinde ne kadar gerilere gidilirse gidilsin, büyük tanrı olarak Gök Tanrı bulunur. Yukarıda da belirtildiği gibi Konfüçyüs bunu, “T’ien” ile ifade etmiştir . Ayrıca bu dinde, başka dinlerde olduğu gibi, bir yaratılış esatriine, yaratılış hakkındaki mitolojik düşüncelere rastlanmamaktadır .

D. İBADET

Konfüçyüsçülük’te ibadet Gök, Yer ve atalara tapınma ve Konfüçyüs adına düzenlenen törenlerden ibarettir . Çin’de Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizm gibi dinler ortaya çıkmadan önce atalara saygı, gök ve tabiat tanrılarına tapınma, gelecekten haber verme, kutsal varlıklara kurban sunma ve Şang-ti diye adlandırılan bir yüce varlık inanışı vardı. Çin halkı dinî geleneğinde atalar kültü çok önemliydi . Çin’de her devrin dinî özelliği haline gelen atalara tapınma, Çinliler tarafından asırlardan beri uygulanagelmiş ve hâlâ da uygulanmaktadır. Bu uygulamayı Konfüçyüs de tasvip etmiş ve onu, faziletlerin en önde geleni olarak kabul ettiği ataya saygının bir ifadesi olarak teşvik etmiştir. Esas itibariyle Çin halkının, atalarının tamamına tapınılmış gibi görünmektedir, fakat zaman içerisinde her bir aile kendi atalarına tapınmaya başlamıştır. Konfüçyüs, başkalarının atalarına tapınmanın dalkavukluk olduğunu söylemiştir. Uzun süre bu ibadet atalara ait mabedlerde, ailenin, daha öncekilerin tamamını temsil eden en genç üyesinin huzurunda icra edilirdi. Daha sonra, ölenlerin isimlerini taşıyan ağaçtan yapılmış tabletlere tapınılmaya başlandı ve bin yıldan fazla bir süre bu törenler mum yakma, kağıt para bağışlama ve tabletlerin önünde buhur yakmayı; doğum ve ölüm yıl dönümlerinde mezarın yanı başında yiyecek ve içki sunmayı ihtiva ederdi. Bu kurban görünümündeki törenlerin amacı, soylarından gelmiş oldukları atalarına bir teşekkürün ifadesiydi. Yoksa, işlenen her hangi bir suçun cezası veya keffaret niyetiyle kurban sunulmuyordu . Çünkü Çin dininde ataya bağlılık son derece önemliydi. Bir Çin atasözünde bu husus en güzel şekilde şöyle açıklanmıştır: “Her şeyin kökü göklerdedir. İnsanların kökü ise atalarındadır” .

Konfüçyüs de atalarına, sanki onlar bedenen hazırlarmış gibi kurban sunmuş ve şu açıklamayı yapmıştır: “Ölmüşlere, sanki onlar hâlâ bizimle birlikte yaşıyorlarmış gibi hizmet etmek, ataya saygının en güzel derecesidir”. Konfüçyüs’e tapınma da, ataya tapınmanın bir devamı, özel bir tatbik şekli olarak telâkki edilmiştir. Asırlar boyunca Konfüçyüs’e, kendi torunları tarafından, alışılmış olduğu şekilde tapınılagelmiştir. Fakat M.Ö. ikinci asırda ilk Han İmparatorları, mezarı başında onun adına kurban sunmuşlardır. Konfüçyüs’e ilkbahar ve sonbaharda yapılan ibadet en yüksek rütbeli sivil memur tarafından yönetilirdi. İbadet tütsü, hububat ve bir fincan şarap sunma ve öküz, koyun vb. hayvanların kurban olarak takdiminden ibaretti. İbadet esnasında ilahiler söylenir, dinî müzik çalınır ve dans yapılırdı. Müzik başlar başlamaz Konfüçyüs’ün ruhunun oraya geleceği farz edilirdi .

Çinlilerin bütün ilahi varlıklarla dua ve kurban vasıtasıyla sıkı münasebetleri vardı. Bütün ibadetlerin en yükseği kurbandı. Çünkü kurban demek, faziletlerin en önemlisi ve Çinlilerin bilhassa sevdikleri hürmet ve evlat muhabbeti demektir. Eski Çin’de tabiata da tapınılmıştır. Yeryüzündeki olaylarla göktekiler arasında bir münasebetin bulunması gerektiğini düşünen Çinliler, aynı zamanda yıldızlara da tapınmışlardır. Dua’ya gelince, kendilerine teveccüh edilen ilahlara karşı derin bir saygı, Çin dininin bir özelliği olan biraz kuru bir üslupla ifade edilmiştir . Konfüçyüsçülük ferdî ibadet veya duayı şart koşmadığı gibi; keffaret âyinlerini, günah itirafını ve günahtan kurtulmak için nefse eziyet ve işkence yapmayı da şart koşmamıştır. Kurbanlar da ya devlet veya aileler tarafından sunulmuştur .

E. AHLÂKÎ PRENSİPLER

Konfüçyüs, âyinlere büyük önem vermek ve her şeye hâkim olan tanrı T’ien’e inancı ön plana çıkarmak suretiyle, zamanının geleneksel Çin dinini kabul ve tasvip etmekle birlikte, bir din öğreticisi olmaktan ziyade bir ahlâk öğreticisi olarak ün yapmıştır . Bu sebeple Konfüçyüsçülük, dinden ziyade ahlâk ve hikmet yolu olarak gösterilmiştir . Çünkü Konfüçyüs, kendisinin bir din öğreticisi olduğunu iddia etmediği gibi, dinî hayatın problemleriyle de ciddi olarak ilgilenmemiştir. O, Gök’e inanmış ve atalara kurban sunmuştur. Aslında o, bir “üstün insan”, Orta Yol’u takip edecek ve başkalarına da her şeyde aynı itidal yolunu gösterecek kültürlü nazik insan yetiştirmeye yönelik hayat tarzını belirleme ile ilgilenen bir ahlâk öğreticisi idi. Onun sisteminin amaçları arasında bilgi, samimiyet, şahsi hayatı geliştirme, ailede ve sosyal ilişkilerde uyum ve dünya barışını sağlama yer alıyordu . Konfüçyüs’ün ahlâk sistemi cemiyet ve millet içindi. Gayesi ise, milletini siyasi terbiye yoluyla saadete kavuşturmaktı .

Konfüçyüs, ahlâkî kurallara bağlılığa, insan kalbinin samimiyetini geliştirmeye çalışmaya ve iyi ahlâka büyük önem vermiştir. O bunun, iç güzelliğin doğruluğu, edebi geliştirme ve törenlere riayet yoluyla tüm insanî ilişkilerde gerçek ifadesini bulacağını öğretmiştir. Ona göre soyluluk miras yoluyla devralınmaz, bilâkis herkes soylu olabilir. Gerçek soyluluğun işaretleri ise; insanları sevmek, evladın atalarına karşı olan sevgisi, samimiyet, insanlarla iyi ilişki kurmak, doğruluk ve aşırılıklar arasında âhenkli bir denge kurmaktır. Konfüçyüs, bir yenilikçi olduğunu iddia etmemekle birlikte kendisini Çin’in âilevî, sosyal ve politik hayatında esas olan ahlâkî prensipleri kesin olarak yerleştirmekle sorumlu hissetmiştir .
1 | 2 | 3 | 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP