Malebranche’ın Felsefesinde Epistemolojik Sorunlar - 4
|
Malebranche felsefi uslamlamalarını bütünüyle Hıristiyanlık inancının gölgesinde yapmakta, ister bilimsel, isterse metafiziksel olsun, her olguyu sonunda getirip bu inanç açısından yorumlamaktadır. Malebranche’ın karşı çıkışının, fiziksel dünyada ortaya çıkan olayın nedeni ile Tanrı’ya yüklediği “mutlak güç” arasındaki ayırımın yapılmaması olduğunu bir kez daha vurgulamakta yarar var. Düşünürün “aracı neden” dediği şeyle “zorunlu neden” dediği arasında büyük ayrım vardır. Birincisi görünüşte ve aldatıcı, ikincisi “idealar”da, kalıcı, “öncesiz ve sonsuza dek uzanacak” güçtür. Birincisi nesnelerde görülen, ikincisi Tanrı’da görülmekle birlikte, “inanılan” ve akılda temeli bulunandır. Kendilerinde güç olduğu sanılan cisimsel objelerin “tapılma” gibi bir özelliği olmayacağına göre, “zorunlu neden” olarak kabul edilen ve insana etkide bulunabilecek şeyin de insandan üstün olması gerekir, der Malebranche (1997/I: 92).
Malebranche, tek tanrılı dinlerin genel inanışına paralel bir görüşü yineleyerek “iyilik ve kötülüğün nedeni” olarak Tanrı’yı gösterir. “Çünkü doğal nedenler bize yapar göründükleri kötülüğün hiç de hakiki nedenleri değildirler. ”(1997/VI: 92) İnsanların yararlandıkları çeşitli sebze ya da meyvelerin bizzat kendilerinin haz verdiğini, bunların da güneş ışığı sayesinde geliştiklerini, güneşin bizi karanlıktan aydınlığa çıkardığını söyleyerek, anılan nesneleri “hakiki neden” tanımanın ancak pagan filozofların ve cahil insanların işi olacağını belirten Malebranche, “akıl hiç bir zaman pırasa ya da soğana tapmamızı hoş görmez” diyerek Tanrı’nın dışında zorunlu bir neden olamayacağını savunur.
Ona göre tek “hakiki neden” var olacaktır, ikinci bir “hakiki neden” olamaz, tek “hakiki neden” de Tanrı olup, diğerlerinin hepsi aracı neden olarak adlandırılabilirler” (1997/VI: 95). İster dağ, ev gibi büyük, isterse taş veya kum tanesi gibi küçük olsun, hiç bir cisimde kendilerini harekete geçirecek bir güç yoktur.
C. İrade Eylem İlişkisi
Malebranche, insanda biri zihinsel diğeri de bedensel olmak üzere iki tür hareket düşüncesi bulunduğunu ve akıl yürütmelerimizi de bu iki veriye göre yapabileceğimizi söyler. Sahip olduğumuz düşünceler, bunların kendi başlarına harekete geçmeyeceklerini gösterdiğine göre, onları harekete geçirenin zihinsel bir neden olduğu sonucunu çıkarmak doğal gibi gözükmektedir. Ancak basit bir inceleme sonucunda, zihinsel neden olarak düşünülen irade ile cisimlerin hareketi arasında zorunlu bir bağın bulunmadığı anlaşılabilir. İnsanın iradesinin, evrendeki en küçük bir cismi bile hareket ettiremeyeceği kesindir Malebranche’a göre.
Kolumuzu kımıldatmak isteği ile kolumuzu kımıldatmak arasında hiçbir zorunlu bağlantı yoktur. Günlük yaşamda, irademizle her zaman kolumuzu hareket ettirmeyi istediğimiz ve bunu gerçekleştirdiğimiz doğrudur ancak irade “doğal nedendir”; hiçbir zaman doğal nedenler zorunlu ya da “hakiki” nedenler olamazlar. Malebranche doğal nedenler için, “Tanrı iradesinin” kuvvet ve etkisi ile eylemde bulunan “aracı nedenler” (causa occasionalé) deyişini kullanır (a.e., 99). Örneğin, felç olan bir insanın iradesinin olmadığı öne sürülemez ancak iradenin olması eylemin nedeni olmadığı için, felçli bir hasta istemesine karşın, ilgili organını harekete geçiremez. Bu, kişinin istemesi ile eylemi arasındaki zorunlu bir bağın olmadığı, insanın sınırlı ve zayıf bir varlık olduğu gerçeğinin doğal sonucudur. Diğer taraftan sonsuz, yetkin ve her şeye gücü yeten bir varlık düşüncesi akla geldiğinde, onun bir nesnenin harekete geçmesini istediği halde harekete geçmeyeceğini düşünmek olanaksız olur. Demek ki şeyleri “duyduğumuz” gibi değil “tasarladığımız” gibi ifade etmemiz gerekirse, cisimleri ancak her şeye gücü yeten bir varlığın harekete geçireceğini kabul etmemiz gerekir. Buradan, cisimlerin kendi başlarına hareket etmesi, ardından da ettirmesi gibi bir eylemi olamaz sonucunu çıkarmak son derece kolaydır.
Hareket halindeki bir bilardo topu, başka bir topa çarparak onu harekete geçirdiği zaman ona ancak kendisinde bulunandan iletir, çünkü birinci topun diğerine vereceği bir güç yoktur. Malebranche buradaki güçlüğü, birinci topun diğerine verdiği kuvvet için “doğal neden” “hakiki neden” ayırımı ile çözmeye çalışmaktadır. Topun ilettiği hareket diğeri için “doğal neden” olup, hiç bir zaman doğal neden de “hakiki neden” olamaz.
Filozofa göre “hakiki neden” Tanrı’nın sürekli etkin olan iradesidir. Malebranche’ın anlatımında doğal yasaların Tanrı tarafından kurulmuş olacağına ilişkin bir değerlendirmeye de rastlıyoruz. Malebranche şöyle diyor: “Bir topu harekete geçiren top, diğerine ilettiği hareketin “hakiki nedeni” olarak görülür ve denir ki: Tanrı, tabiatın düzenini varlığa getiren genel iradesiyle, iki cisimden biri öteki ile karşılaşacağı anda aralarında şu veya bu biçimde bir hareket iletişiminin ortaya çıkmasını istemiştir” (a.e., 104). Malebranche’ın açıklamasından, doğa yasaları denilen ve kurulu bir belirlenime sahip değişme ve hareketlerin “tanrısal takdir” (Providence) çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği sonucu çıkarılabilir. Bunun felsefi bir sorun olduğunda kuşku yoktur. Descartes’ın Tanrı’nın evreni bir kez yarattığı düşüncesinin aksine, Malebranche’a göre, Tanrı yaratmakla kalmayıp, her an her olayın gerçek bir nedeni olarak varlığını sürdürmektedir (Popkin: 255). Bu durumda, Tanrı’nın, “istese de değiştiremeyeceği” bir doğa yasasından söz edilemez. Malebranche’a göre ne zorunlu bir nedensellik ne de mantıksal bir nedensellik söz konusudur. Her şey tümüyle Tanrı’nın iradesine bağlıdır (a.y).
Malebranche’ın şu ifadeleri felsefesini özetler niteliktedir: “Demek oluyor ki, maddi ve duyulur evrende hiçbir kuvvet, hiçbir güç ve hakiki neden yoktur.” Cisimlerin ortaya çıkarmadıkları bir şeyi çıkarıyor kabul etmek ve Tanrı’ya ait olan bu gücü yaratılmış varlıklarla paylaştırmak yanlıştır (1997/VI: 97).
Sonuç
Platon’la başlayıp, bazı farklılıklarla Augustinus ve Descartes’la süren, idealist realist metafizik anlayışın önemli bir halkasını da Malebranche oluşturmuştur. Adı geçen öncülerin bir sentezi diyebileceğimiz Malebranche'ın bilgi kuramı, metafizik kurgusunu bilgiye, dolayısıyla hakikate ulaşılabileceği temelinde oluşturmuştur.
Malebranche’a göre gerçek bilgi edinilebilir, bu bilgi de “hakikate ulaşma”nın birinci basamağını oluşturur. Bir anlamda “hakikatin araştırılması” olan bilgiyi elde etmede duyular, imgelem ve akıl bize yardımcı olabilir. Ancak bu yetilerin verdiği bilgilerin bir başka yeti aracılığıyla doğrulanması gerekir. Çünkü anılan bu sınırlı yetiler hakikate ulaşmak için yeterli donanıma sahip değildirler.
İster akıldan isterse duyulardan gelsin, insan bilgileri hiçbir biçimde kesin olamaz; çünkü hem zihinsel süreçler ve duyular, kendi içlerinde de, bireyler arasında da sürekli değişkenlik gösterirler. Zihin maddi şeyleri yaratmaktan daha çok gerekli olan onların ideasını üretme gibi üstün bir yeteneğe sahip olmalıdır. Bunun da insan gücünü aşan bir şey olduğu bilinmektedir. İdealar değişmez ve ebedî olduklarına göre bu ancak tanrısal bir şey olmalıdır. Bu düşünceleriyle Malebranche, büyük ölçüde, geçerli ve gerçek bütün bilginin ideaların bilgisi olduğu görüşünde olan Augustinus’un izinde olduğunu gösterir. Đnsanın yaşamını sürdürmek için edinmek zorunda olduğu, dış dünyaya ilişkin bilgilerinin kaynağı duyular olup, bunlarla edinilen bilgiler yanıltıcıdır. Gerçek bilginin ideaların bilgisi, ideaların da değişmez ve ebedi nitelikleri olduğu bilindiğine göre, bu tür bilgi ancak Tanrı’da olacaktır. Tanrı’da olan, bir anlamda da Tanrı bilgisi olan bu bilgi ve “hakikate” ancak “içimize doğacak bir ışıkla” ulaşabiliriz. Malebranche’ın bu bilgi ve varlık anlayışı bir ontologism olarak değerlendirilmektedir.
Malebranche’ın gerek epistemolojik gerekse ontolojik sorunları, modern bir felsefi anlayış ile çözdüğünü söylemek kolay değildir. Bu güçlüğe, Malebranche’ın karşılaştığı hemen her felsefi sorunu, “inanç” yardımıyla ve hem de inanılmaz bir kolaylıkla çözdüğünü öne sürmesi neden olmaktadır. Filozofun felsefi tartışmalarda en çok andığı Aristoteles ve Descartes başta olmak üzere birçok filozofun gösterdiği felsefi tutum, mantık, matematik ve fizik yasaları temeline dayalı tanıtlamadır. Bu tür tanıtlamaların kimi metafizik sorunları çözmede başarısız olduğu bilinmektedir. Tanıtlamalı bilgi ile inanç konusu böyle bir felsefi tutum ile birbirlerinden ayırt edilmek durumundadır.
Malebranche gibi inançla bütün felsefi sorunları çözdüğünü ileri sürenlerin “felsefe yapıp yapmadıkları” tartışma götürür gibi gözükmektedir. Bu anlayışı ile Malebranche’ın Orta Çağ filozoflarından farklı olarak ortaya koyduğu yeni bir şey bulunmamaktadır. Descartes’ın yöntemine uygun kimi mantıksal akıl yürütmeler ve pozitif çıkarımlara uygun bir yöntemi benimsemiş olması nedeniyle, Malebranche’ın metafiziğinin ortaçağlara göre biraz daha ileriyi temsil ettiği söylense bile, felsefi kanıtlama ile inanma arasında çok büyük fark olduğu göz ardı edilmemelidir. Hiç kuşkusuz, filozofların da, öznel bir biçimde felsefi sorunları çözme, çözdüğünü öne sürme hakkı vardır, ancak “şüpheye son verdim” demekle şüphe ortadan kalkmıyor.
Malebranche’ın çözümünün de, felsefi anlamda, “şüpheci” nitelemesinden kurtulduğunu, bir biçimde, onun şüpheciler içerisinde değerlendirilmekten tamamen uzak olduğunu söylemek olanaklı gözükmemektedir. Eğer, bilgi yalnızca inançla açıklanmaya çalışılıyor ve akıl yürütmeler belitleme yöntemiyle bir temele dayandırılamıyorsa, felsefi anlamdaki şüphe, bilgi sorununda yerini koruyor demektir. Birçok filozofun, kendisi kabul etmese bile bir biçimde şüpheci olarak anılması bu değerlendirmeyi haklı çıkarmaktadır.
Malebranche Hıristiyanlık öğretisinin ve inancının dışında kalan hemen her felsefi anlayışı ya pagan, sapkın vb. dinsel terminoloji ile değerlendirmekte, vahiy yada herhangi bir dinsel dogma gölgesinde yapmaktadır. Hiç kuşkusuz felsefenin böyle bir türü olduğu yadsınamaz. Ancak bunun çözümleyici ve tanıtlayıcı bir felsefe türü olduğu söylenemez. Bu açıdan bakıldığında, koyu bir Dekartçı kabul edilen Malebranche’ın, teknik olarak benimsemiş, ontolojik anlamda kendince kimi açılımlar sağlamış olsa da, epistemolojik anlamda Descartes’ın izinden gittiğini söylemek zordur. Aslında Malebranche’ın inanç ve felsefe arasındaki seçimi kendi ifadelerinden kolayca anlaşılmaktadır. Ona göre amaç gerçek bir Hıristiyan olarak yaşamaktır; bunun anahtarı da, “aklımızdan çok imanımızı dinlemek”tir!
Malebrance’a göre Augustinus’un ruhçu metafiziği ile Descartes’ın mekanik evren ve insan anlayışının bir biçimde uzlaştırılması gerekiyordu. Bu güçlüğün giderilme çabasında, Spinoza ve Leibniz gibi ilkece Descartes’ın izinden giden filozoflar kadar Malebranche da etkili olmuştur denilebilir (Thompson 2003: 142).
Kaynaklar
ABLONDİ, F. (2005) Gerauld de Cordemoy: Atomist, Occasionalist, Cartesian, Marquette University Pres, USA: Milwaukee.
CLARKE, D. (2000) “Causal Powers and Occasionalizm From Descartes to Malebranche”, Descartes’ Natural Philosophy, ed. Gaukroger, S., London: Rotledge.
COPLESTON, F. (1950) A History of Philosophy Volume II, Mediaeval Philosophy Augustine to Scotus, London: Burn Oates & Wash Bourne Ltd.
DESCARTES, R. (1998) İlk Felsefe Üzerine Metafizik Düşünceler, çev. Mehmet Karasan, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
GAZÂLÎ (1977) Dalaletten Hidayete, çev. A. Suphi Furat, İstanbul: şamil Yayınevi.
GAUKROGER, S. (2000) Descartes’ Natural Philosophy, London: Routledge.
GİLSON, E. (2005) Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, çev. şamil Öçal, Đstanbul: Açılım Yayınları.
HUME, D. (1740) David Hume, An Abstract of A Book Lately Published; Entitled, A Treatise of Human Nature, &c.Wherein The Chief Argument of That Book is Farther Illustrated and Explained. London.
MALEBRANCHE, (1997a) Metafizik ve Din Üzerinde Görüşmeler, çev. Bedia Akarsu, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
MALEBRANCHE, N. (1997) Hakikatin Araştırılması, çev. Miraç Katırcıoğlu, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
MAUTNER,T. (2005) The Penguin Dictionary of Philosophy, London Penguin.
POPKİN, R. H. (2003) History of Scepticism, From Savonarola to Bayle, Oxford University Press, USA: Cary, NC.
RİCHMAN, K. A. (2000) The New Hume Debate, ed. Rupert Read and Kenneth A. Richman, London: Routledge.
THOMPSON, M. (2003) Philosophy of Religion, London: Hodder & Stoughton Educational.
YOLTON, J. (2000) Realism & Appearance: An Essay in Ontology, USA: Cambridge University Press.
WEBER, A. (1993) Felsefe Tarihi, çev. H. Vehbi Eralp, İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Malebranche, tek tanrılı dinlerin genel inanışına paralel bir görüşü yineleyerek “iyilik ve kötülüğün nedeni” olarak Tanrı’yı gösterir. “Çünkü doğal nedenler bize yapar göründükleri kötülüğün hiç de hakiki nedenleri değildirler. ”(1997/VI: 92) İnsanların yararlandıkları çeşitli sebze ya da meyvelerin bizzat kendilerinin haz verdiğini, bunların da güneş ışığı sayesinde geliştiklerini, güneşin bizi karanlıktan aydınlığa çıkardığını söyleyerek, anılan nesneleri “hakiki neden” tanımanın ancak pagan filozofların ve cahil insanların işi olacağını belirten Malebranche, “akıl hiç bir zaman pırasa ya da soğana tapmamızı hoş görmez” diyerek Tanrı’nın dışında zorunlu bir neden olamayacağını savunur.
Ona göre tek “hakiki neden” var olacaktır, ikinci bir “hakiki neden” olamaz, tek “hakiki neden” de Tanrı olup, diğerlerinin hepsi aracı neden olarak adlandırılabilirler” (1997/VI: 95). İster dağ, ev gibi büyük, isterse taş veya kum tanesi gibi küçük olsun, hiç bir cisimde kendilerini harekete geçirecek bir güç yoktur.
C. İrade Eylem İlişkisi
Malebranche, insanda biri zihinsel diğeri de bedensel olmak üzere iki tür hareket düşüncesi bulunduğunu ve akıl yürütmelerimizi de bu iki veriye göre yapabileceğimizi söyler. Sahip olduğumuz düşünceler, bunların kendi başlarına harekete geçmeyeceklerini gösterdiğine göre, onları harekete geçirenin zihinsel bir neden olduğu sonucunu çıkarmak doğal gibi gözükmektedir. Ancak basit bir inceleme sonucunda, zihinsel neden olarak düşünülen irade ile cisimlerin hareketi arasında zorunlu bir bağın bulunmadığı anlaşılabilir. İnsanın iradesinin, evrendeki en küçük bir cismi bile hareket ettiremeyeceği kesindir Malebranche’a göre.
Kolumuzu kımıldatmak isteği ile kolumuzu kımıldatmak arasında hiçbir zorunlu bağlantı yoktur. Günlük yaşamda, irademizle her zaman kolumuzu hareket ettirmeyi istediğimiz ve bunu gerçekleştirdiğimiz doğrudur ancak irade “doğal nedendir”; hiçbir zaman doğal nedenler zorunlu ya da “hakiki” nedenler olamazlar. Malebranche doğal nedenler için, “Tanrı iradesinin” kuvvet ve etkisi ile eylemde bulunan “aracı nedenler” (causa occasionalé) deyişini kullanır (a.e., 99). Örneğin, felç olan bir insanın iradesinin olmadığı öne sürülemez ancak iradenin olması eylemin nedeni olmadığı için, felçli bir hasta istemesine karşın, ilgili organını harekete geçiremez. Bu, kişinin istemesi ile eylemi arasındaki zorunlu bir bağın olmadığı, insanın sınırlı ve zayıf bir varlık olduğu gerçeğinin doğal sonucudur. Diğer taraftan sonsuz, yetkin ve her şeye gücü yeten bir varlık düşüncesi akla geldiğinde, onun bir nesnenin harekete geçmesini istediği halde harekete geçmeyeceğini düşünmek olanaksız olur. Demek ki şeyleri “duyduğumuz” gibi değil “tasarladığımız” gibi ifade etmemiz gerekirse, cisimleri ancak her şeye gücü yeten bir varlığın harekete geçireceğini kabul etmemiz gerekir. Buradan, cisimlerin kendi başlarına hareket etmesi, ardından da ettirmesi gibi bir eylemi olamaz sonucunu çıkarmak son derece kolaydır.
Hareket halindeki bir bilardo topu, başka bir topa çarparak onu harekete geçirdiği zaman ona ancak kendisinde bulunandan iletir, çünkü birinci topun diğerine vereceği bir güç yoktur. Malebranche buradaki güçlüğü, birinci topun diğerine verdiği kuvvet için “doğal neden” “hakiki neden” ayırımı ile çözmeye çalışmaktadır. Topun ilettiği hareket diğeri için “doğal neden” olup, hiç bir zaman doğal neden de “hakiki neden” olamaz.
Filozofa göre “hakiki neden” Tanrı’nın sürekli etkin olan iradesidir. Malebranche’ın anlatımında doğal yasaların Tanrı tarafından kurulmuş olacağına ilişkin bir değerlendirmeye de rastlıyoruz. Malebranche şöyle diyor: “Bir topu harekete geçiren top, diğerine ilettiği hareketin “hakiki nedeni” olarak görülür ve denir ki: Tanrı, tabiatın düzenini varlığa getiren genel iradesiyle, iki cisimden biri öteki ile karşılaşacağı anda aralarında şu veya bu biçimde bir hareket iletişiminin ortaya çıkmasını istemiştir” (a.e., 104). Malebranche’ın açıklamasından, doğa yasaları denilen ve kurulu bir belirlenime sahip değişme ve hareketlerin “tanrısal takdir” (Providence) çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği sonucu çıkarılabilir. Bunun felsefi bir sorun olduğunda kuşku yoktur. Descartes’ın Tanrı’nın evreni bir kez yarattığı düşüncesinin aksine, Malebranche’a göre, Tanrı yaratmakla kalmayıp, her an her olayın gerçek bir nedeni olarak varlığını sürdürmektedir (Popkin: 255). Bu durumda, Tanrı’nın, “istese de değiştiremeyeceği” bir doğa yasasından söz edilemez. Malebranche’a göre ne zorunlu bir nedensellik ne de mantıksal bir nedensellik söz konusudur. Her şey tümüyle Tanrı’nın iradesine bağlıdır (a.y).
Malebranche’ın şu ifadeleri felsefesini özetler niteliktedir: “Demek oluyor ki, maddi ve duyulur evrende hiçbir kuvvet, hiçbir güç ve hakiki neden yoktur.” Cisimlerin ortaya çıkarmadıkları bir şeyi çıkarıyor kabul etmek ve Tanrı’ya ait olan bu gücü yaratılmış varlıklarla paylaştırmak yanlıştır (1997/VI: 97).
Sonuç
Platon’la başlayıp, bazı farklılıklarla Augustinus ve Descartes’la süren, idealist realist metafizik anlayışın önemli bir halkasını da Malebranche oluşturmuştur. Adı geçen öncülerin bir sentezi diyebileceğimiz Malebranche'ın bilgi kuramı, metafizik kurgusunu bilgiye, dolayısıyla hakikate ulaşılabileceği temelinde oluşturmuştur.
Malebranche’a göre gerçek bilgi edinilebilir, bu bilgi de “hakikate ulaşma”nın birinci basamağını oluşturur. Bir anlamda “hakikatin araştırılması” olan bilgiyi elde etmede duyular, imgelem ve akıl bize yardımcı olabilir. Ancak bu yetilerin verdiği bilgilerin bir başka yeti aracılığıyla doğrulanması gerekir. Çünkü anılan bu sınırlı yetiler hakikate ulaşmak için yeterli donanıma sahip değildirler.
İster akıldan isterse duyulardan gelsin, insan bilgileri hiçbir biçimde kesin olamaz; çünkü hem zihinsel süreçler ve duyular, kendi içlerinde de, bireyler arasında da sürekli değişkenlik gösterirler. Zihin maddi şeyleri yaratmaktan daha çok gerekli olan onların ideasını üretme gibi üstün bir yeteneğe sahip olmalıdır. Bunun da insan gücünü aşan bir şey olduğu bilinmektedir. İdealar değişmez ve ebedî olduklarına göre bu ancak tanrısal bir şey olmalıdır. Bu düşünceleriyle Malebranche, büyük ölçüde, geçerli ve gerçek bütün bilginin ideaların bilgisi olduğu görüşünde olan Augustinus’un izinde olduğunu gösterir. Đnsanın yaşamını sürdürmek için edinmek zorunda olduğu, dış dünyaya ilişkin bilgilerinin kaynağı duyular olup, bunlarla edinilen bilgiler yanıltıcıdır. Gerçek bilginin ideaların bilgisi, ideaların da değişmez ve ebedi nitelikleri olduğu bilindiğine göre, bu tür bilgi ancak Tanrı’da olacaktır. Tanrı’da olan, bir anlamda da Tanrı bilgisi olan bu bilgi ve “hakikate” ancak “içimize doğacak bir ışıkla” ulaşabiliriz. Malebranche’ın bu bilgi ve varlık anlayışı bir ontologism olarak değerlendirilmektedir.
Malebranche’ın gerek epistemolojik gerekse ontolojik sorunları, modern bir felsefi anlayış ile çözdüğünü söylemek kolay değildir. Bu güçlüğe, Malebranche’ın karşılaştığı hemen her felsefi sorunu, “inanç” yardımıyla ve hem de inanılmaz bir kolaylıkla çözdüğünü öne sürmesi neden olmaktadır. Filozofun felsefi tartışmalarda en çok andığı Aristoteles ve Descartes başta olmak üzere birçok filozofun gösterdiği felsefi tutum, mantık, matematik ve fizik yasaları temeline dayalı tanıtlamadır. Bu tür tanıtlamaların kimi metafizik sorunları çözmede başarısız olduğu bilinmektedir. Tanıtlamalı bilgi ile inanç konusu böyle bir felsefi tutum ile birbirlerinden ayırt edilmek durumundadır.
Malebranche gibi inançla bütün felsefi sorunları çözdüğünü ileri sürenlerin “felsefe yapıp yapmadıkları” tartışma götürür gibi gözükmektedir. Bu anlayışı ile Malebranche’ın Orta Çağ filozoflarından farklı olarak ortaya koyduğu yeni bir şey bulunmamaktadır. Descartes’ın yöntemine uygun kimi mantıksal akıl yürütmeler ve pozitif çıkarımlara uygun bir yöntemi benimsemiş olması nedeniyle, Malebranche’ın metafiziğinin ortaçağlara göre biraz daha ileriyi temsil ettiği söylense bile, felsefi kanıtlama ile inanma arasında çok büyük fark olduğu göz ardı edilmemelidir. Hiç kuşkusuz, filozofların da, öznel bir biçimde felsefi sorunları çözme, çözdüğünü öne sürme hakkı vardır, ancak “şüpheye son verdim” demekle şüphe ortadan kalkmıyor.
Malebranche’ın çözümünün de, felsefi anlamda, “şüpheci” nitelemesinden kurtulduğunu, bir biçimde, onun şüpheciler içerisinde değerlendirilmekten tamamen uzak olduğunu söylemek olanaklı gözükmemektedir. Eğer, bilgi yalnızca inançla açıklanmaya çalışılıyor ve akıl yürütmeler belitleme yöntemiyle bir temele dayandırılamıyorsa, felsefi anlamdaki şüphe, bilgi sorununda yerini koruyor demektir. Birçok filozofun, kendisi kabul etmese bile bir biçimde şüpheci olarak anılması bu değerlendirmeyi haklı çıkarmaktadır.
Malebranche Hıristiyanlık öğretisinin ve inancının dışında kalan hemen her felsefi anlayışı ya pagan, sapkın vb. dinsel terminoloji ile değerlendirmekte, vahiy yada herhangi bir dinsel dogma gölgesinde yapmaktadır. Hiç kuşkusuz felsefenin böyle bir türü olduğu yadsınamaz. Ancak bunun çözümleyici ve tanıtlayıcı bir felsefe türü olduğu söylenemez. Bu açıdan bakıldığında, koyu bir Dekartçı kabul edilen Malebranche’ın, teknik olarak benimsemiş, ontolojik anlamda kendince kimi açılımlar sağlamış olsa da, epistemolojik anlamda Descartes’ın izinden gittiğini söylemek zordur. Aslında Malebranche’ın inanç ve felsefe arasındaki seçimi kendi ifadelerinden kolayca anlaşılmaktadır. Ona göre amaç gerçek bir Hıristiyan olarak yaşamaktır; bunun anahtarı da, “aklımızdan çok imanımızı dinlemek”tir!
Malebrance’a göre Augustinus’un ruhçu metafiziği ile Descartes’ın mekanik evren ve insan anlayışının bir biçimde uzlaştırılması gerekiyordu. Bu güçlüğün giderilme çabasında, Spinoza ve Leibniz gibi ilkece Descartes’ın izinden giden filozoflar kadar Malebranche da etkili olmuştur denilebilir (Thompson 2003: 142).
Kaynaklar
ABLONDİ, F. (2005) Gerauld de Cordemoy: Atomist, Occasionalist, Cartesian, Marquette University Pres, USA: Milwaukee.
CLARKE, D. (2000) “Causal Powers and Occasionalizm From Descartes to Malebranche”, Descartes’ Natural Philosophy, ed. Gaukroger, S., London: Rotledge.
COPLESTON, F. (1950) A History of Philosophy Volume II, Mediaeval Philosophy Augustine to Scotus, London: Burn Oates & Wash Bourne Ltd.
DESCARTES, R. (1998) İlk Felsefe Üzerine Metafizik Düşünceler, çev. Mehmet Karasan, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
GAZÂLÎ (1977) Dalaletten Hidayete, çev. A. Suphi Furat, İstanbul: şamil Yayınevi.
GAUKROGER, S. (2000) Descartes’ Natural Philosophy, London: Routledge.
GİLSON, E. (2005) Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, çev. şamil Öçal, Đstanbul: Açılım Yayınları.
HUME, D. (1740) David Hume, An Abstract of A Book Lately Published; Entitled, A Treatise of Human Nature, &c.Wherein The Chief Argument of That Book is Farther Illustrated and Explained. London.
MALEBRANCHE, (1997a) Metafizik ve Din Üzerinde Görüşmeler, çev. Bedia Akarsu, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
MALEBRANCHE, N. (1997) Hakikatin Araştırılması, çev. Miraç Katırcıoğlu, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
MAUTNER,T. (2005) The Penguin Dictionary of Philosophy, London Penguin.
POPKİN, R. H. (2003) History of Scepticism, From Savonarola to Bayle, Oxford University Press, USA: Cary, NC.
RİCHMAN, K. A. (2000) The New Hume Debate, ed. Rupert Read and Kenneth A. Richman, London: Routledge.
THOMPSON, M. (2003) Philosophy of Religion, London: Hodder & Stoughton Educational.
YOLTON, J. (2000) Realism & Appearance: An Essay in Ontology, USA: Cambridge University Press.
WEBER, A. (1993) Felsefe Tarihi, çev. H. Vehbi Eralp, İstanbul: Sosyal Yayınlar.