İngiliz İdealizmi ve Michael Oakeshott'ın Tarih Felsefesi - 4
|
Olumsal oluşların sürekliliğinin kanıtsal olarak sağlanması, yönelttiğimiz soruların ışığında kanıtlardan sağlanan bilgileri aktarma yoluyla çıkarsanarak gerçekleşir. Olayları, sonucun önertilerden çıktığı ve belirgin olarak ilişkili olayların bir kurgusunu yapabilmek amacıyla diğer olaylara bağlamak, tarihsel değişim düşüncesini varsayar. Tarihsel değişim, Oakeshott'ın sorguladığı tarihin daha başka bir koyucudur.
Oakeshott'ın bu konuda söylediklerinin çoğu, genel olarak idealizmden, özellikle de Hegel ve Bradley'den, ek olarak da birazcık Aristoteles'den kaynaklanmaktadır. Tarihsel değişimin teması, sürekli özdeşlik düşüncesiyle yakından ilişkilidir. Değişen şey, geçirdiği değişimler boyunca aynı özdeşlikte kalacaksa bir süreklilik taşımalıdır. Değişimde olduğu görülen özdeşliğin çeşitli evreler boyunca sürekli olması gerekmektedir. Yoksa, bir dizi soyut ve bağlantısız anla başbaşa kalırdık. Öyleyse, tarih, idealistlerin "çeşitlilik içinde birlik", ya da "farklılığın içindeki özdeşlik", dedikleri şeyi dile getirir. Örneğin, Hegel, özdeşliğin, değişimin her anında kendisini yansıtan, aynı zamanda da, yansıtılan benlikten ayrıcalık gösteren şey olduğu düşüncesindedir. Birlik, bütünsel bir bağlantılık nedeniyle sağlanmaktadır. Başka bir deyişle, bu aynı bir insanda algıladığımız şeydir: kişi çocukluğu, gençliği ve erişkinliği boyunca sürekli bir özdeşliğe sahiptir, ancak bir hayli değişir de.
Özdeşlik ve farklılık kavramları, idealist düşüncede yakından bağlantılıdırlar. Örneğin Green, "anımsamalıdır ki, özdeşliğin doğrulanması, farklılık ya da değişimi kabul etmekle kalmaz, aynı zamanda onları ima eder," der. Oakeshott da bu görüşe katılarak şunu ortaya atar: "Özdeşlik, eğer bir şeyin (nesnenin) doğasına ait ise, bu onun farklılıklarında ve değişimlerinde aranmalıdır, onların ötesinde değil; özdeşlik, değişim ve farklılıkları yadsımaktan çok uzaktır, onları ima eder ve birleştirir".
Hem Hegel, hem de Bradley'e göre, özdeşliğin belirlenmesi yalnızca temel bir farklılık sayesinde olabilir, ve farklılık yargısına da temel bir özdeşlik yoluyla varılabilir. Karşılaştırılan şeyler, karşılaştınlabilir olmalıdırlar; yoksa, varılan sonucun hiçbir dayanak noktası olmayacaktır. Ayağımın bir ağaçtan farklı olduğunu söylemek, anlamsız bir karşılaştırma yapmaktır, çünkü karşılaştırılanların ortak yanlan öylesine azdır ki, özler (varlıklar) hiçbir düşünce bağlantısını çağrıştırmazlar. Bu yüzden, farklılıklar, herhangi bir belirgin özdeşlikçe açıklanmayan "önemsiz farklılıklardır". "Aynılığın başkalıkla aynı anda varolabileceği" yolundaki düşünce, Bradley'nin "Ayırdedilemezlerin özdeşliği" dediği şeydir ve bu özdeşlik tüm farklılık boyunca, idealisierte "somut evrensel" olarak adlandırdıkları "gerçek bir birlik" oluşturur. Öyleyse, değişim düşüncesinde bir paradoks yatmaktadır: değişimin ortaya çıkması için farklılık olmalıdır; ve özdeşliğin sürekliliğini koruması için de aynılık olmalıdır, ya da Oakeshott'ın belirttiği gibi, "bu, aynılaşma kavramıyla karışmış olan, başkalaşma kavramıdır".
Söz konusu soru(n), daha başka açıklama gereği duymayan tarihsel bir varlığın, kendi basma tamamlanmış bir açıklamasını yapmak için, tanımlanmak ihtiyacı içinde olanın ne olduğudur. Oakeshott, değişim boyunca, bir ya da bir kaç tutarlı ve değişmez öğeyi içine alan aynılığı kavramanın zorluğuna değinir. Birliği oluşturan ilişki, sabit ve otantik bir özün "yalnızca zihinde tutulmasının tanımlanmasından çok daha karmaşıktır", çünkü "tamamıyla tarihsel olaylardan ve o olayların bağlarından oluşan bir geçmiş, tamamıyle değişimden oluşan bir geçmiştir: öylesine değiştirilmemiş bir özdeşliğin açıkça içinden çıkarılıp atıldığı bir geçmiştir". Oakeshott, farkında olmadan, ilgili özdeşliği örneklemek için Bradley'nin kullandığı örneğin aynısını kullanır. Sir John Cutler'in ipek çorapları sürekli olarak yün iplikle öylesine bir onarılmışlardır ki, üzerlerinde hiç ipek iplik kalmamıştır, işte sorun bunların aynı çift çoraplar mı, yoksa yenileri mi olduğudur. Değişen varlığın özdeşliği, onu gören kişinin bakışında gizlidir. İpek çorapların başına gelenler, onun bünyesinde değişmeyen öz olarak herhangi bir şeyin belirlenmesine olanak tanımaz, yine de başkalık içinde birlik sağlanacaksa, başkalık içinde belirli bir aynılık gözönünde bulundurulmalıdır. Özdeşlik ve farklılık, tarihsel anlama içinde çözümlenemez.
Tarihçi, kendisine ona bir birlik kurma konusunda yetki veren şeyin ne olduğuna ilişkin köktenci soruyu sormaz; bir özdeşliği birlikte tutan bazı bağların olduğunu varsayar; birliği sağlamak için, en az ne kadar aynılığın varolması gerektiği sorusunu sormaz. Ancak, bu çok güç olsa bile, hatta olanaksız bile olsa, değişim boyunca bir şeyin nasıl aynı kaldığını açıklamak için, tarihin bir araştırma kipi olarak başlayabileceği zamandan bile önce bu temel birliğin varolduğu yolunda bir önvarsayımda bulunmak gerekir. Bradley'nin önesürdüğü gibi, "eğer o özdeşliğin farklı bağlamlar boyunca varlığını sürdürdüğünü farketmezseniz, dünyayı kavrama yolunda ileriye doğru bir adım atamazsınız."
Hem Bradley hem Oakeshott, somut evrensel kavramını örneklemek amacıyla "karakter" düşüncesini kullanırlar. Karakter düşüncesi, tarihsel bir bireye özdeşlik veren farklılık içindeki gerekli aynılığı sağlama konusunda, tarihçiye yardımcı olur. Bir karakter, tek bir birlik içinde kenetlenen tutum ve eylemlerin tüm erimini sarmalayan karakter özelliklerinin bir kompozisyonudur. Bu yüzden, bir kişinin çeşitli karakter özellikleri olacaktır; bu karakter özelliklerinin tümü her eylemde varolmazlar, bunlar farklı kip ve farklı durumlarda ortaya çıkan çeşitli değişimlerdir. Aynı kişi, herhangi bir kişiyle birlikteyken utangaç ve içe dönük görünürken, bir başka kişinin yanında konuşkan ve çekici olabilir. Bir kişinin çeşitlilik içindeki birliğinin tanımlanması, eğer bu tanımlama davramşlardaki bu uç noktalar içine alamazsa hiçbir biçimde yeterli olamaz. Bu nedenle, tarihsel bireyin, karakter özellikleri yönünden sınırlama getiren bir karakteri olacakta.
Yine de, tarihsel araştırmada bulunan değişimin tam olarak doğasını ve değişimin üzerinde yapılandığı ilkeyi belirlemek gerekiyor. Birbirleriyle belirgin bir biçimde bağlantılı olan olaylar arasındaki ilişkinin, bir olumsallık ilişkisi olduğu daha önce belirtilmişti. Olayların bir araya toplanmasının özdeşliği, ki bu değişimin geçişleri olarak anlaşılmaktadır, aslında bu özdeşliğin sergilendiği "doğasından gelen sürekliliktir"
Süreklilik, değişimin üzerinde kurulduğu ilkedir. Oakeshott, burada Aristoteles'in Physics'ine borçlu olduğunun bilincindedir. Aristoteles'e göre, özdeşliğin, tanımlanan o birliğin, parçalarının tamlığında varlığını sürdürdüğü söylenmektedir: "bu birlik, birbirleriyle iletişim içinde olduklarında, kendilerini bir bütün yapma amacını taşıma eğiliminde olan şeylerde bulunur" Oakeshott yine de, Bradley'nin, tamlılık düşüncesini uygulayıp, geliştirdiğinden sözetmez.
Bradley için, özdeşlik, "dış bir bağlantının herhangi bir noktasında dışarıdan bir müdahale olmaksızın" bütünü oluşturan tamlı parçaların bir sürekliliğidir. Bu da Oakeshott'ın kabullendiği bir görüştür. Süreklilik, kanıtlarda bulunan bir şey değildir; tarihçinin, birbirleriyle olumsal olarak ilişkili olan olaylar arasında bir birlik kurmasını sağlayan" yapısal bir ön varsayımdır." Öyleyse tarih, "içinde hiçbir eksikliğe izin verilmeyen" "içsel olarak ilişkili" olayların yapılanmasıdır.
Tarihçi, sınırları belirler ve bireylerin özdeşliğini saptar. Tarihsel birey, bir insan, bir kavram, bir kurum, bir savaş, bir din olabilir; ya da çeşitlilik boyunca belirli bir aynılık gösteren insan zekası sergilemeleri olarak nitelendirilen herhangi bir şey olabilir. Kuşkusuz, idealistler için özdeşliklerin belirlenmesi, deneyimi bir bütün olarak "değiştiren" bir "soyutlama" eylemidir. Saptanan özdeşlikler ve farklılıklar, tutuklanmış bir düşüncenin ürünüdürler. Tarihsel birey, tarihin bir önsanısıdır ve bu sanı, göreceli süreklilik ve göreceli süreksizlik ilkeleri üzerine kurulur. Tarihçi, etrafında olup biten herşeyden soyutlanmış bir birlik oluşturuyormuş gibi görünen karakter özelliklerinden bir yapı kurar. Bu birlik, "neredeyse farkedilmeden çevresinin içinde eriyene" değin sürer. Burada, tarihçi için, sürekliliğe ve birbirleriyle olumsal olarak bağıntılı olayların birlikteliğine son verilmiş olur. Sonuçta, tarihteki bütün başlangıçlar ve sonlar yapaydır belirlenmişlerdir.
Bir insanın tarihini yazmak bile, iş değişim boyunca bir özdeşlik saptamaya gelince pek kolay olmaz. Doğum ve ölüm, içinde bir insanın özdeşliğinin sağlandığı mutlak kesişim noktaları değildir. Daha önce neler olduğu ve bunların o insanın varlığına ne gibi katkıda bulunduğu, ve sonra neler olacağı ve varlığmnrn olacaklara nasıl katkıda bulunacağı, o kişinin yaşamı ve önemine daha fazla değer veren — bu tartışılabilir- daha açıklayıcı başvuru noktalandır.
Özetle, tarih, koyutlar üzerine kurulmuş ve kendine uygun sonuçlar üretebilme yetisi olan bir etkinliktir. Tarihin karakteri, başka anlama kiplerine uygun olan sonuçların araya girmesiyle uzlaştırılabilecek bir yetiden yoksundur. Tarihsel geçmiş, diğer herhangi bir geçmişten farklıdır; ve içinde, her insan yapısının, kendisi artık varlığını sürdürmeyen bir geçmişin koşulsal kanıtı haline dönüşen bir edimin bitişi olarak kabullenildiği bu geçmiş, tarihsel şimdiki zamana başvurularak idealizminin vardığı sonuçlara sıkıca bağlı olduğunu gösterdik. Kendisinin Bradley'den çok şeyler öğrendiği ortadadır. Aslında, Oakeshott söylemeye çalıştıklarının çoğunda, özellikle de, tutarlılık, süreklilik ve farklılık içinde özdeşlikle ilgili olanlarda, doğrudan Bradley'den esinlenmiştir ve bunlar Collingwood'un yaşayan bir geçmişin yeniden canlandırılması konusundaki düşüncelerine ya da gelecekteki olaylara zemin oluşturması, kipsel olarak tarihi ilgilendirmez; bu geçmiş, insanın kendisini davranışla ilgili düşüncelere daldırma eğiliminin bir çıkış noktası bulduğu ve tözel olan, bir kılgısal işler dünyasına aittir. Oakeshott'un, kendi tarih görüşünün tarihçilerce kabul edilmesini ya da tarihçiler için kabul edilebilir bulunmasını beklemediği vurgulamanmalıdır.
Oakeshott, tarih dünyasının içinde, tarihçinin ilgilendiği konuya ilişkin kendi düşüncesinin en üstün düşünce olduğunu onaylar. Oysa fizolof, zaten anlaşılmış olan bir şeyi değişik bir biçimde anlar. Bu bakış açısıyla, tarihçinin, tarihin karakteri üzerine kendi düşüncelerinin eleştirilmesinin ötesinde bir otantikliğinin olmasını bırakın, bunların bir tarihçinin kendi etkinliği üzerindeki düşünceleri olduğu olgusu bile kuşku yaratır.
Oakeshott'ın bu konuda söylediklerinin çoğu, genel olarak idealizmden, özellikle de Hegel ve Bradley'den, ek olarak da birazcık Aristoteles'den kaynaklanmaktadır. Tarihsel değişimin teması, sürekli özdeşlik düşüncesiyle yakından ilişkilidir. Değişen şey, geçirdiği değişimler boyunca aynı özdeşlikte kalacaksa bir süreklilik taşımalıdır. Değişimde olduğu görülen özdeşliğin çeşitli evreler boyunca sürekli olması gerekmektedir. Yoksa, bir dizi soyut ve bağlantısız anla başbaşa kalırdık. Öyleyse, tarih, idealistlerin "çeşitlilik içinde birlik", ya da "farklılığın içindeki özdeşlik", dedikleri şeyi dile getirir. Örneğin, Hegel, özdeşliğin, değişimin her anında kendisini yansıtan, aynı zamanda da, yansıtılan benlikten ayrıcalık gösteren şey olduğu düşüncesindedir. Birlik, bütünsel bir bağlantılık nedeniyle sağlanmaktadır. Başka bir deyişle, bu aynı bir insanda algıladığımız şeydir: kişi çocukluğu, gençliği ve erişkinliği boyunca sürekli bir özdeşliğe sahiptir, ancak bir hayli değişir de.
Özdeşlik ve farklılık kavramları, idealist düşüncede yakından bağlantılıdırlar. Örneğin Green, "anımsamalıdır ki, özdeşliğin doğrulanması, farklılık ya da değişimi kabul etmekle kalmaz, aynı zamanda onları ima eder," der. Oakeshott da bu görüşe katılarak şunu ortaya atar: "Özdeşlik, eğer bir şeyin (nesnenin) doğasına ait ise, bu onun farklılıklarında ve değişimlerinde aranmalıdır, onların ötesinde değil; özdeşlik, değişim ve farklılıkları yadsımaktan çok uzaktır, onları ima eder ve birleştirir".
Hem Hegel, hem de Bradley'e göre, özdeşliğin belirlenmesi yalnızca temel bir farklılık sayesinde olabilir, ve farklılık yargısına da temel bir özdeşlik yoluyla varılabilir. Karşılaştırılan şeyler, karşılaştınlabilir olmalıdırlar; yoksa, varılan sonucun hiçbir dayanak noktası olmayacaktır. Ayağımın bir ağaçtan farklı olduğunu söylemek, anlamsız bir karşılaştırma yapmaktır, çünkü karşılaştırılanların ortak yanlan öylesine azdır ki, özler (varlıklar) hiçbir düşünce bağlantısını çağrıştırmazlar. Bu yüzden, farklılıklar, herhangi bir belirgin özdeşlikçe açıklanmayan "önemsiz farklılıklardır". "Aynılığın başkalıkla aynı anda varolabileceği" yolundaki düşünce, Bradley'nin "Ayırdedilemezlerin özdeşliği" dediği şeydir ve bu özdeşlik tüm farklılık boyunca, idealisierte "somut evrensel" olarak adlandırdıkları "gerçek bir birlik" oluşturur. Öyleyse, değişim düşüncesinde bir paradoks yatmaktadır: değişimin ortaya çıkması için farklılık olmalıdır; ve özdeşliğin sürekliliğini koruması için de aynılık olmalıdır, ya da Oakeshott'ın belirttiği gibi, "bu, aynılaşma kavramıyla karışmış olan, başkalaşma kavramıdır".
Söz konusu soru(n), daha başka açıklama gereği duymayan tarihsel bir varlığın, kendi basma tamamlanmış bir açıklamasını yapmak için, tanımlanmak ihtiyacı içinde olanın ne olduğudur. Oakeshott, değişim boyunca, bir ya da bir kaç tutarlı ve değişmez öğeyi içine alan aynılığı kavramanın zorluğuna değinir. Birliği oluşturan ilişki, sabit ve otantik bir özün "yalnızca zihinde tutulmasının tanımlanmasından çok daha karmaşıktır", çünkü "tamamıyla tarihsel olaylardan ve o olayların bağlarından oluşan bir geçmiş, tamamıyle değişimden oluşan bir geçmiştir: öylesine değiştirilmemiş bir özdeşliğin açıkça içinden çıkarılıp atıldığı bir geçmiştir". Oakeshott, farkında olmadan, ilgili özdeşliği örneklemek için Bradley'nin kullandığı örneğin aynısını kullanır. Sir John Cutler'in ipek çorapları sürekli olarak yün iplikle öylesine bir onarılmışlardır ki, üzerlerinde hiç ipek iplik kalmamıştır, işte sorun bunların aynı çift çoraplar mı, yoksa yenileri mi olduğudur. Değişen varlığın özdeşliği, onu gören kişinin bakışında gizlidir. İpek çorapların başına gelenler, onun bünyesinde değişmeyen öz olarak herhangi bir şeyin belirlenmesine olanak tanımaz, yine de başkalık içinde birlik sağlanacaksa, başkalık içinde belirli bir aynılık gözönünde bulundurulmalıdır. Özdeşlik ve farklılık, tarihsel anlama içinde çözümlenemez.
Tarihçi, kendisine ona bir birlik kurma konusunda yetki veren şeyin ne olduğuna ilişkin köktenci soruyu sormaz; bir özdeşliği birlikte tutan bazı bağların olduğunu varsayar; birliği sağlamak için, en az ne kadar aynılığın varolması gerektiği sorusunu sormaz. Ancak, bu çok güç olsa bile, hatta olanaksız bile olsa, değişim boyunca bir şeyin nasıl aynı kaldığını açıklamak için, tarihin bir araştırma kipi olarak başlayabileceği zamandan bile önce bu temel birliğin varolduğu yolunda bir önvarsayımda bulunmak gerekir. Bradley'nin önesürdüğü gibi, "eğer o özdeşliğin farklı bağlamlar boyunca varlığını sürdürdüğünü farketmezseniz, dünyayı kavrama yolunda ileriye doğru bir adım atamazsınız."
Hem Bradley hem Oakeshott, somut evrensel kavramını örneklemek amacıyla "karakter" düşüncesini kullanırlar. Karakter düşüncesi, tarihsel bir bireye özdeşlik veren farklılık içindeki gerekli aynılığı sağlama konusunda, tarihçiye yardımcı olur. Bir karakter, tek bir birlik içinde kenetlenen tutum ve eylemlerin tüm erimini sarmalayan karakter özelliklerinin bir kompozisyonudur. Bu yüzden, bir kişinin çeşitli karakter özellikleri olacaktır; bu karakter özelliklerinin tümü her eylemde varolmazlar, bunlar farklı kip ve farklı durumlarda ortaya çıkan çeşitli değişimlerdir. Aynı kişi, herhangi bir kişiyle birlikteyken utangaç ve içe dönük görünürken, bir başka kişinin yanında konuşkan ve çekici olabilir. Bir kişinin çeşitlilik içindeki birliğinin tanımlanması, eğer bu tanımlama davramşlardaki bu uç noktalar içine alamazsa hiçbir biçimde yeterli olamaz. Bu nedenle, tarihsel bireyin, karakter özellikleri yönünden sınırlama getiren bir karakteri olacakta.
Yine de, tarihsel araştırmada bulunan değişimin tam olarak doğasını ve değişimin üzerinde yapılandığı ilkeyi belirlemek gerekiyor. Birbirleriyle belirgin bir biçimde bağlantılı olan olaylar arasındaki ilişkinin, bir olumsallık ilişkisi olduğu daha önce belirtilmişti. Olayların bir araya toplanmasının özdeşliği, ki bu değişimin geçişleri olarak anlaşılmaktadır, aslında bu özdeşliğin sergilendiği "doğasından gelen sürekliliktir"
Süreklilik, değişimin üzerinde kurulduğu ilkedir. Oakeshott, burada Aristoteles'in Physics'ine borçlu olduğunun bilincindedir. Aristoteles'e göre, özdeşliğin, tanımlanan o birliğin, parçalarının tamlığında varlığını sürdürdüğü söylenmektedir: "bu birlik, birbirleriyle iletişim içinde olduklarında, kendilerini bir bütün yapma amacını taşıma eğiliminde olan şeylerde bulunur" Oakeshott yine de, Bradley'nin, tamlılık düşüncesini uygulayıp, geliştirdiğinden sözetmez.
Bradley için, özdeşlik, "dış bir bağlantının herhangi bir noktasında dışarıdan bir müdahale olmaksızın" bütünü oluşturan tamlı parçaların bir sürekliliğidir. Bu da Oakeshott'ın kabullendiği bir görüştür. Süreklilik, kanıtlarda bulunan bir şey değildir; tarihçinin, birbirleriyle olumsal olarak ilişkili olan olaylar arasında bir birlik kurmasını sağlayan" yapısal bir ön varsayımdır." Öyleyse tarih, "içinde hiçbir eksikliğe izin verilmeyen" "içsel olarak ilişkili" olayların yapılanmasıdır.
Tarihçi, sınırları belirler ve bireylerin özdeşliğini saptar. Tarihsel birey, bir insan, bir kavram, bir kurum, bir savaş, bir din olabilir; ya da çeşitlilik boyunca belirli bir aynılık gösteren insan zekası sergilemeleri olarak nitelendirilen herhangi bir şey olabilir. Kuşkusuz, idealistler için özdeşliklerin belirlenmesi, deneyimi bir bütün olarak "değiştiren" bir "soyutlama" eylemidir. Saptanan özdeşlikler ve farklılıklar, tutuklanmış bir düşüncenin ürünüdürler. Tarihsel birey, tarihin bir önsanısıdır ve bu sanı, göreceli süreklilik ve göreceli süreksizlik ilkeleri üzerine kurulur. Tarihçi, etrafında olup biten herşeyden soyutlanmış bir birlik oluşturuyormuş gibi görünen karakter özelliklerinden bir yapı kurar. Bu birlik, "neredeyse farkedilmeden çevresinin içinde eriyene" değin sürer. Burada, tarihçi için, sürekliliğe ve birbirleriyle olumsal olarak bağıntılı olayların birlikteliğine son verilmiş olur. Sonuçta, tarihteki bütün başlangıçlar ve sonlar yapaydır belirlenmişlerdir.
Bir insanın tarihini yazmak bile, iş değişim boyunca bir özdeşlik saptamaya gelince pek kolay olmaz. Doğum ve ölüm, içinde bir insanın özdeşliğinin sağlandığı mutlak kesişim noktaları değildir. Daha önce neler olduğu ve bunların o insanın varlığına ne gibi katkıda bulunduğu, ve sonra neler olacağı ve varlığmnrn olacaklara nasıl katkıda bulunacağı, o kişinin yaşamı ve önemine daha fazla değer veren — bu tartışılabilir- daha açıklayıcı başvuru noktalandır.
Özetle, tarih, koyutlar üzerine kurulmuş ve kendine uygun sonuçlar üretebilme yetisi olan bir etkinliktir. Tarihin karakteri, başka anlama kiplerine uygun olan sonuçların araya girmesiyle uzlaştırılabilecek bir yetiden yoksundur. Tarihsel geçmiş, diğer herhangi bir geçmişten farklıdır; ve içinde, her insan yapısının, kendisi artık varlığını sürdürmeyen bir geçmişin koşulsal kanıtı haline dönüşen bir edimin bitişi olarak kabullenildiği bu geçmiş, tarihsel şimdiki zamana başvurularak idealizminin vardığı sonuçlara sıkıca bağlı olduğunu gösterdik. Kendisinin Bradley'den çok şeyler öğrendiği ortadadır. Aslında, Oakeshott söylemeye çalıştıklarının çoğunda, özellikle de, tutarlılık, süreklilik ve farklılık içinde özdeşlikle ilgili olanlarda, doğrudan Bradley'den esinlenmiştir ve bunlar Collingwood'un yaşayan bir geçmişin yeniden canlandırılması konusundaki düşüncelerine ya da gelecekteki olaylara zemin oluşturması, kipsel olarak tarihi ilgilendirmez; bu geçmiş, insanın kendisini davranışla ilgili düşüncelere daldırma eğiliminin bir çıkış noktası bulduğu ve tözel olan, bir kılgısal işler dünyasına aittir. Oakeshott'un, kendi tarih görüşünün tarihçilerce kabul edilmesini ya da tarihçiler için kabul edilebilir bulunmasını beklemediği vurgulamanmalıdır.
Oakeshott, tarih dünyasının içinde, tarihçinin ilgilendiği konuya ilişkin kendi düşüncesinin en üstün düşünce olduğunu onaylar. Oysa fizolof, zaten anlaşılmış olan bir şeyi değişik bir biçimde anlar. Bu bakış açısıyla, tarihçinin, tarihin karakteri üzerine kendi düşüncelerinin eleştirilmesinin ötesinde bir otantikliğinin olmasını bırakın, bunların bir tarihçinin kendi etkinliği üzerindeki düşünceleri olduğu olgusu bile kuşku yaratır.