HEGEL'DE DÜNYA TİNİ VE KÜLTÜR SORUNU OLARAK «TİNİN SÖYLEMİ» - 2

Bu soruyu yanıtlarken bu iç konuşmanın birşey iletiyormuş gibi gözükmesine karşılık aslında hiçbirşey iletmeme tarzında ortaya çıkan belirlenimi göz önünde bulundurulmalıdır: İçsenmiş dialog yalnızca bir sözde-iletişimdir. Dalkavukça konuşmanın içsenmesi, gönlü-yüce bilincin kendi için kendini-anlaşılır-kılmasını («Sichselbstverstaendlichmachung») amaçlar (sonuçta da dalkavuğun «kahraman» olduğu ortaya çıkar). Bu bilinçle monark arasmdaki dilsel etkileşim ve tepkileşim, içeriği yönünden zaten bu kendini-anlaşılır-kılmaya bir hazırlıktı. Dalkavukluk dili bu süreççe belirlenmekte ve Tin'in bundan sonraki bütün gelişimi şimdi onun ekseni çevresinde dönmektedir.

«Dalkavukluğun kahramanlığının dilsel bağlamının «iç söylem» örneğine göre bu yorumlanışıyla, saraylının monarkla olan («Fenomenolojisinin ilgili bölümlerinde sergilenen) tarihsel-tinsel ilişkisinin yalnız dilsel olarak açıklanabileceği söylenmek istenmemektedir. Tam tersine, «iç söylem», Voloşinov/Bakhtin'e göre, bireysel ruhbiliminin "toplumsal durumun tarihsşl koşulları" yla kesiştiği yerde durmaktadır; bu nedenle de «ideoloji» sorun alanına önemli bir giriş oluşturmaktadır. Tinin kültür ve eğitim süreci içinde ortaya çıktığı biçimiyle dil, Hegel'e göre, Tinin gerçek devinimine, dialektik uçların ortaya çıkıp geliştiği ve kendi kendini bilip tanıyan bir dolayımla birleştikleri devinime karşılık olmaktadır. Böylece; örneğin, kendinîn-bilincinin «hizmet» ve «onurlandırma» kavramlarını tersine çevirip devlet-gücünün maskesi altında «servet» in bulunduğunu göstermesiyle birlikte — «dalkavukluksun daha sonraki bir evresinde — monarkın «Ad»ı «boş Ad» a dönüşür.

Şimdi bu devinim, tam da Tin (ya da Töz) kültür dünyasında kendisine yabancılaşmış olduğu ve gerçeklik de yalnızca bu yabancılaşılmış anlamı taşıdığı için, gerçektir: Voloşinov/Bakhtin'ce ele alınan, iç söylemin pragmatik-çevresel yönü burada böylece yitirilmektedir. Bundan da anlaşılmaktadır ki, gönlü-yüce bilincin iç söylem yoluyla kendini-anlaşılır-kılması zaten yabancılaşılmış bir biçimde olmaktadır. «Kahraman», monarkın yabancılaşılmış karşıtıdır. Sonra da: bu yabancılaşma zorunlu olarak kendi kendini [ortadan] kaldırmaktadır («sich aufheben»). Ancak bu kalkma («Aufhebung») ile birlikte dilin bağlamsal koşullanmışlığının kendisinden, Hegel'in «mutlak esneklik» diye adlandırdığı, bağlamdan az ya da çok bağımsızlaşmış bir çelişki bilinci meydana gelmelidir." Dilsel olarak nasıl olanaklıdır bu? Pragmatik-ideolojik gerçekliğin ötesinde dilin taşıdığı hangi anlamdır? Dil ile yabancılaşma biçimindeki ilk kalkmışlığın kalkması arasında bir bağ var mıdır?

III. "Tinin Söylemi"nin Sorun-çözümleyici İşlevi ve Asıl Çözüm

«Dalkavukluk dilini Hegel «henüz tek yanlı Tin» diye adlandırmaktadır. Her ne kadar soylularla monark arasında dil aracılığıyla belli bir karşılıklı etkileşim olmaktaysa da, gönlü-yüce bilinçin söylemi bundan tek başına bir birlik yaratamamadadır. Onun kendini-anlaşılır-kılması devlet-gücünün «kendindelik»
(«Ansichsein») karşısında etkisiz kalmaktadır. Nasıl olup da — hem de dilde — bir birlik meydana gelebilirdi? Hegel'in yanıtı şudur: Kendinin-bilinci kendi gizilgüç halindeki, her bir üyesi ötekine karşıtlaşmış çoğulluğunu dile döktüğünde, kendisinin düşman, birbirini dışlayan kişiliklerin — ya da öğelerin — bağımsız güçlerine «mutlak parçalanmışlık» ını sonuna kadar yaşadığında, ancak o zaman. Dalkavukluk dilinde yalnız bir kişi (yani gönlü-yüce bilinç) Başkası'nın (monarkın) ne olduğunu söylüyordu. Oysa şimdi herkes konuşmakta, ne olmadığını söylerken, ne olduğunu anlatmaktadır. Herkes ilkin kendisi karşısında Başkası ve böylece Başka'ları karşısında Başkasıdır. Öğelerin bu korkunç dialoglaşması, «parçalanmışlığın dili» diye bilinen bu dialoglaşma bizi «Tinin söylemi»ne vardırmaktadır: şimdi bu kavramı Hegel'in Diderot'nun yapıtı «Rameau'nun Yeğeni»nden yaptığı ünlü alıntının ışığında daha yakından incelemek istiyorum.

«Rameau'nun Yeğeni», XVIII. yy.Fransa'sının felsefi-yazmsal tanığı olan bu metin, «yabancı söylem» dilbilimsel sorunu için ilginç örneklerle doludur. «Yabancı söylem» in tanımını Voloşinov/ Bakhtin şöyle yapıyor: «'Yabancı söylem' söylem içindeki söylemdir, dışlaştırma içindeki dışlaştırma, fakat aynı zamanda söylem üzerine söylem, dışlaştırma üzerine dışlaştırmayı. Asıl söylem içindeki yabancı söylem (dolayısıyla yabancı söylem üzerine söylem) örneği olarak yalnızca basit bir alıntı değil, daha başka ilginç durumlar da göz önünde bulundurulmalıdır: «yabancı dışlaştırmanın... söylemin ve onun sözdizimsel kuruluşu içine özel kurucu öge olarak, deyim yerindeyse, etiyle kanıyla girdiği» durumlar. Bu biçimde, söylemin yeniden verilişiyle bireysel yabancı söylemin göreceliği (örn. bir roman kahramanının yanıt ya da monologlarında olduğu gibi) adamakıllı vurgulanabilir. Yabancı söylemle yazarın onun üzerine olan yorumunun iç içe geçip bir olduğu bu aktarma üslubunu Vodoşinov/Bakhtin genel anlamda «renkli üslup» («malerischer Stil») diye adlandırmaktadır."

«Rameau'nun Yeğeni»nde yalnızca bu üslup başat değildir, yapıtın içeriği de bununla tam bir uyum içindedir: dialogun baş konuşucusu olan Rameau'nun yeğeni daima, olduğundan başka biri, ünlü Rameau'nun şu yeğeni değil de, duruma göre prens, bakan, bilgin, bankacı, müzikçi vb. olmak istemektedir. «Olduğum gibi bütünüyle bir başkası olmak istiyorum, bir öke, büyük bir adam olmayı da göze alarak». Mimik ve davranışlarıyla, ama özellikle konuşmasıyla sürekli bu Başkası'nı oynamaktadır.

Yazarla konuşmasında, Rameau'nun yeğeni, kendi boş gururla dolu yaşamından söz eder ve kendisi için dilediği ikinci nüshalardan başka birşey olmayan insanları canlandırır. Buna uygun olarak söylemi de çeşitti yabancı söylemlerin dolaylı söylem, dolaysız söylem ve «sözde-dolaysız söylem» («uneigentlich direkte Rede») — dolaysız söylemin ses tonuyla dolaylı söylemin fiilbiçiminin karışmasından oluşan melez söylem — biçimlerinde aktarılmalarına bölünür: kendi kendisiyle konuşur, bir Başkası olarak kendi kendisiyle konuşur, olmak istediği bir Başkası olarak konuşur ve ona yine kendi yanıt verir, kendisi olarak bir başka zaman ve yerde başka biriyle konuşur vb. Böylece söylemi, başka insanlarla olan dialoglarının aktarılmasıyla belirlenir.

Yabancı söylemin aktarılması çerçevesi içinde Voloşinov/Bakhtin iki öğeyi birbirinden ayırdetmektedir: yabancı söylem ve iç söylemde hazırlanan, kendisi de ayrıca belli bağlamda gerçekleşen karşılık. Ele aldığımız metin yönünden bu ayırımın önemi nedir? Rameau'nun yeğeninin verdiği karşılıkların türü nedir? Aktardığı hemen her dialogta, verdiği karşılıklar da kendisinin değildir: oynamak istediği bir Başkası'nın karşılıklarıdır bunlar (örneğin kendisine müzikçi süsü verir ve bir matmazele piyano öğretir). Kendi söylemi, gerçek anlamda yabancı söylemin yanında aktarılmış bir başka yabancı söylemdir (böylece bir Başkası karşısında Başkası olur).

Ama yalnız bu da değil. Gerçek anlamda yabancı söylemin aktarımının kendisinde gerçekleştiği bağlam, yalnızca bu türlü yabancı söylemlerden örülmüş bir örgüdür (Başkası olarak kendisiyle sürekli konuşması). Hep bir Başkası olduğu için de sık sık kendisiyle çelişir. Genelgeçer görüşlerle de çelişir hatta: Erdem ona göre kötülüktür, kötülük de erdem vb." «Çılgınlıkla karışmış doğru düşüncelersin bu bağlamını, Hegel'in «Tin'in söylemi»ni belirlemek için yararlandığı, müzikçiyle ilgili mecaz en iyi bir biçimde anlatmaktadır: «İtalyanca, Fransızca, trajik, komik, çeşit çeşit otuz aryayı toplayıp karıştırmış olan» çılgın bir müzikçidir söz konusu olan. «... hemen bir başka cehennemin dibine kadar iniyor, sonra boğazını temizliyor, tiz bir sesle havaları parçalıyor, duruşuyla, davranışıyla, görünüşüyle şarkı söyleyen çeşitli kimselere öykünüyordu, sırayla, ateş püskürerek, yatışmış, yalvararak ve alayla».  «Tinin söylemi» ni Diderot'nun yapıtındaki Rameau'nun söylemiyle ilkin ortaklıklarını vurgulayarak karşılaştıralım: «Dilin parçalanmışlık»ı üzerinden kendisine varılan «Tin'in söylemi», içsel olarak Rameau'nun söylemini simgeleyen «müzikçinin çılgınlık» mı kendine örnek almıştır tam da. Hegel, bu söylemde ortaya konulmuş olan, bir «kendi kendisi için açık karışıklık» tan söz eder ve şimdiye kadarki konuşmayı «basit bir bilincin söylemi» olarak Tin'in çoksesli söylemi karşısında «tek heceli» bulur. Ancak «Tin'in söylemi» aynı zamanda, bu çoksesliliğin, «yetkin dil» in bilincidir." Şimdi, Rameau'nun söylemini bir bütün olarak ele alırsak, onun aslına bakılırsa sözde-dolaysız bir söylemin birlikli-devingen bağlamına benzer bir bağlam oluşturduğunu ve bu anlamda anlaşılabileceğini göreceğiz. Dilbilgisel olarak, yalnızca dolaylı ve dolaysız söylemleri değil, sözde-dolaysız söylemi içerdiğini,yukarda belirtmiştik. Şimdi, Rameau'nun yeğeninin daima Başkalarının ses ve üslubuyla konuşmakla birlikte temsil-eden kişi olarak kendisi kalmasını ve bu nedenle de Başkalarını yalnız üçüncü kişi olarak canlandırmasını göz önünde bulundurarak, bu söylemin işlevi yönünden de bir sözde-dolaysız söylem olduğunu söylüyoruz. Fakat böylelikle Rameau'nun tüm söylemi bir iç söylem görünüşü kazanmaktadır: «Sözde dolaysız söylem... insanın kendi kendisi için (iç söylemde) yabancı bir söylemi (durumla ilgisini kurarak) canlandırdığı söylem biçimidir». Rameau'nun yeğeni kendi iç söyleminde başka «ben»leriyle konuşur. Bu iç söylem, birbiriyle çelişen söylem ve karşı söylemlerin belli bir noktada karşılaşmasını sağlayarak, bir "sorun-çözümü"nü amaçlar. «Sorun-çözümü» sözcüğünü, Elmar Holenstein'in «iç söylemin başat işlevi» ni saptamaya çalışırken ona verdiği anlamda kullanıyorum. Rameau'nun yeğeni şöyle der: «Tartuffe'ü mü okuyorum, istersen bir ikiyüzlü ol, derim kendi kendime, ama bir ikiyüzlü gibi konuşma. Sana yarayacak kötülükleri hatırından çıkarma, ama seni gülünç yapacak ses ve davranışlardan sakın». Ama şimdi o, gülünç olma pahasına konuşuyor ve konuşuyorsa, bundan bir amacı vardır: sorun-çözümü.

1 - 2 - 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP