HEGEL'DE DÜNYA TİNİ VE KÜLTÜR SORUNU OLARAK «TİNİN SÖYLEMİ» - 3
|
Bu nokta «Tin'in söylemi» için de geçerlidir. Daha önce dalkavukluk dilinin kendi ereği yönünden gönlü-yüce bilincin kendini-anlaşılır-kılma süreci olduğu ortaya çıkmıştı. Aynı dialoglaştıncı-monologsal eğilim (iç söylemin eğilimi) yalnızca daha güçlenmiş olarak kendini yinelemektedir şimdi, öyle ki kendini-anlaşılır-kılma gerçek anlamda sorun-çözümünün bir ön aşaması olarak kavranabilmektedir. Başlıca anlamında «yabancılaşma» olarak kültürün dili ilkin Tin'in sorununun çözümüne yönelir ve bu eregiyle belirlenir. Açıktır ki, çelişik söylemlerin çözülme gerekçesi Hegel'de Rameau'nun yeğeninkinden daha derinlerde yatmaktadır. Hegel'in metnini aralarındaki bağlantıya karşın Diderot'nunkinden uzaklaştıran ve aydınlatılmasını başlangıçtan beri kendimize görev edindiğimiz noktaya geliyoruz böylece.
«Tin'in söylemi»nin birinci derecede vardığı çözüm, «Tin'in kendi karışıklığından Tin olarak kendine geri dönmesi»dir." Her ne kadar Diderot'nun çılgın müzikçisi de «derin bir uykudan ya da uzun bir dalgınlıktan» uyanır ya da kurtulur gibi kendine gelirse de, bundan amacı kendi kendini yorumlamaktan başka birşey değildir. Rameau'nun yeğeni açıkça söyler: «Pandomim yaparken kendimi çok iyi anlıyorum». Eğer Rameau olarak kalmak istiyorsa kendine gelir gelmez, yine hemen pantomimlerine başlamalıdır. Onun sorununun çözümü tam da sorunun öteki yüzüdür. Bu anlamda onun için ya hiçbir çözüm yoktur, ya da yalnızca bir tane vardır: toplumda geçerli başka her çeşit çözümün salt tersine çevrilmesi. Hegel'de durum başkadır: Tersine çevirmenin sınırı Tin için, bunun kalkmasıyla («Aufhebung») birlikte «daha yüksek bir bilince erişmesinde ortaya çıkar. Tüm olanaklı içeriklerini dil aracılığıyla kurtara kurtara, artık kurtulan ile kurtarılan arasında bir ayırımın kalmadığı son-geçerli bir kurtarma işlemine varmalıdır. Bu da pekala olabilir Hegel'e göre, çünkü burada söz konusu olan Rameau'nun yeğeni gibi bir birey değildir, kendi karışıklığının kaldırılmasından sonra da Tin olarak kalan Tin'in kendisidir. Hegel tüm bu karışıklığın kendi kendini dinleyen çınlamasından ne kadar da güzel söz ederken, yabancı söylemin (hatta insanın yabancılaştığı kendi söyleminin) içsenmesinin sorun-çözücü işlevinin pekala bilincindedir. Bu karışıklıktan kurtulmanın yolu doğanın suçsuzluğuna geri dönmek değildir, hayır, kendi kendini içseyen, kültürün Tin'indedir. «Kendi kendini dinleyen çınlama» parçalanmışlığın dilinin içsendiğini anlatır. İçsendiğinde de, «gerçek dünyanın kendi kendisi üzerinde gerçekleştirdiği refleksion»un bir parçasıdır artık, bununla da Tin'in kültür tarihinde yeni bir dönüm noktasına erişilmiş olur.
Özetleyip yineleyelim: Yukarda, tüm kültür ve eğitim sürecinin bireyin emrine hazır bulunması gerektiğini belirtmiş ve onun dil aracılığıyla, tözün tarihsel gerçekleşme biçimiyle hesaplaşıp hesaplaşamıyacağmı ve böylelikle Dünya-Tini'nin gerçek dünyasına bir bakış atıp atamayacağını sormuştuk. Bu soruyu yanıtlarken şuna dikkat edilmesi gerekir: her ne kadar parçalanmışlığın diliyle daha önceki bütün aşamaların asılsızlığı ortaya çıkarılmış oluyorsa da, bu korkunç karışıklığın karşıtları, ancak Tin dialektik süreçte daha yüksek bir aşamaya geçtiği zaman, birbirleriyle bağdaşıp gerçek bir birliğe kavuşabilmektedir. Bundan sonra varılan aşama «salt görü ve Aydınlanma» aşamasıdır. Bu aşamanın — Devrim'in meydana getirdiği «mutlak özgürlük» ten başka birşey olmayan — sonunda «bütünüyle kendine dönmüş olan Tin kültürün bu ülkesini bırakır ve başka bir diyara, ahlaksal bilincin ülkesine göçer». Kültürün son ereği, kültürün bu yoldan sona erip tamamlanmasıdır. Gerçi «Tin'in kendi üzerine ve kendinden söylemesi» sorun-çözücü bir iç söylem olarak iş görmektedir ama asıl çözüm tözden, dialektik bir «yukarı» dan gelmektedir. Kültür yoluyla dolambaç yakınlaşmıştı ve dolambaç olarak yaşanmıştı. «Tinsellik dolu dil» gerçek dünyaya bir bakış atılmasını sağlamıştı, ancak çatışkıdan çıkış yolunu dil kendi başına bulamamaktadır. Bilinç kendini «tüm koşulların kendi kendini parçalayan doğası ve bunun bilinçli parçalanması» olarak tanımış, bilinciyle kendisi olmanın boş gururuna ermiş, kendi dilsel anlatımını da birlikts getiren bu boş gurur önünde Dünya-Tini de bir yüzüyle kendini açıklamıştır ama çözüme dilin bilinciyle varılamamaktadır. Dil yalnızca gerçek gücü «yargılamak» tadır, ama bunu «kavramak» ta değildir. «Fenomenoloji»nin «kültür»le ilgili bölümü böylece sona erer.
IV. Kültürün Dili Hegel'in Diline Örnek mi Oluşturmaktadır?
Yukarda koyduğumuz sorunu yeniden yakalayıp geliştirmemize izin verecek başka bir bakış açısı var mıdır acaba? «Fenomenoloji»de Hegel, «Rameau'nun Yeğeni»ndeki çılgın müzikçiyle ilgili yeri alıntılayıp yorumlamaktadır: bu alıntı ve onu izleyen yorumla o bölüm, «yabancı söylem» olarak, yazarı Diderot'nun amacını aşan yeni bir anlam kazanmıştır. Bu anlam nedir? Diderot ile Hegel arasındaki bu «dilsel etkileşim» nasıl işlemekte ve neye yaramaktadır? Eğer böyle bir etkileşim oluyorsa, bu Hegel'in söyleminin içinde olmaktadır. Yukarda, dilin iç söylem biçiminde bağımsız yabancı dışlaştırmaları içseyerek nasıl sorun-çözücü bir işlevi gerçekleştirdiğini göstermeye çalışmıştık. «Tin'in söylemi» nde de durum buydu. Bu konuyu daha da genişletip gerekli değişikliklerle Hegel'in dil ve söylemine uygulayabiliriz: Tanınmış yapıtların yazarı olarak Hegel'in kendisi metinlerinde nasıl bir sorun-çözümünü, «birey/kültür, Dünya-Tini, tözün gerçekleşmesi» sorun karmaşası için bir çözümü denemiştir? Daha doğrusu: kendisi şu «yazar» denen birey olarak Dünya-Tini'nin dolambaçlarıyla nasıl hesaplaşmiştır? Bu bağlamda belki de «Tinin Fenomenolojisi» bütünüyle bir «yolun kısaltılması» (aynı yapıtın «Önsöz» ünde kullanılan anlamda bir «Abbreviatur») olarak görülebilecek midir? Sonra da, Rameau'nun Yeğenine benzer bir yoldan dilsiz tarihsel kimlikleri dillendirdiği tüm felsefe tarihinin «yabancı söylem» lerini dolaysız ya da dolaylı söylem biçiminde — birlikli olarak yeniden verdiği için de, Rameau'nun yeğeninin söyleminin Hegel'in söyleminin anlaşılması için bir örnek olarak değerlendirilebileceği ortaya çıkmayacak mıdır? «Tin'in Fenomenolojisi»nin içeriği (Tin'in kültür süreci içinde ve onu aşarak ilerleyişi olan bu içerik), yapısal bir biçimde yazıya dönüşmekte olan, Hegel'in iç söylemiyle nasıl bir ilişki içindedir? Bu açıdan, daha yüksek bir basamağa dialektik geçişin kendisi («kültür»ün özünün zorunlu bir koşulu olarak göz önünde bulundurmamız gereken bu geçiş) yeniden sorun olmayacak mıdır, tabii başka bir düzeyde, Hegel'in söylemi düzeyinde? Bu düzey de Hegel'in dilsel davranışını gerçek bir dünyadaki «etkileşim» olarak bütün «ideolojik» sonuçlarıyla varsaymayacak mıdır?
Kojéve, Hegel'e göre tek-varlığın genelle bireşiminden söz ederken, şöyle yazmaktadır:
Ama nasıl olup da «Fenornenolojinin dili mutlak bilginin «yetkin dili»ne dönüşmektedir? Hegel'in söylemi, «Tin'in söylemi» ne (dolayısıyla Rameau'nun yeğeninin söylemine) olan yapısal benzerliğine göre, «açımlama»sı içinde kendi kendini nasıl işitmektedir? Kendi kendisiyle çelişen tek-varlığın olmakta olan genelle bireşimini bu yapıya göre araştırmaktır burada söz konusu olan. Dünya -Tininin yolunun «uzunluk» u karşısında bireyin kendi kendisiyle ilişkisinin gittikçe daha çok sorun olduğu bu gerçek dünyada Hegel'in metni ve dolayısıyla felsefesine karşı görevimiz bugün bu noktada belirlenmektedir.
«Tin'in söylemi»nin birinci derecede vardığı çözüm, «Tin'in kendi karışıklığından Tin olarak kendine geri dönmesi»dir." Her ne kadar Diderot'nun çılgın müzikçisi de «derin bir uykudan ya da uzun bir dalgınlıktan» uyanır ya da kurtulur gibi kendine gelirse de, bundan amacı kendi kendini yorumlamaktan başka birşey değildir. Rameau'nun yeğeni açıkça söyler: «Pandomim yaparken kendimi çok iyi anlıyorum». Eğer Rameau olarak kalmak istiyorsa kendine gelir gelmez, yine hemen pantomimlerine başlamalıdır. Onun sorununun çözümü tam da sorunun öteki yüzüdür. Bu anlamda onun için ya hiçbir çözüm yoktur, ya da yalnızca bir tane vardır: toplumda geçerli başka her çeşit çözümün salt tersine çevrilmesi. Hegel'de durum başkadır: Tersine çevirmenin sınırı Tin için, bunun kalkmasıyla («Aufhebung») birlikte «daha yüksek bir bilince erişmesinde ortaya çıkar. Tüm olanaklı içeriklerini dil aracılığıyla kurtara kurtara, artık kurtulan ile kurtarılan arasında bir ayırımın kalmadığı son-geçerli bir kurtarma işlemine varmalıdır. Bu da pekala olabilir Hegel'e göre, çünkü burada söz konusu olan Rameau'nun yeğeni gibi bir birey değildir, kendi karışıklığının kaldırılmasından sonra da Tin olarak kalan Tin'in kendisidir. Hegel tüm bu karışıklığın kendi kendini dinleyen çınlamasından ne kadar da güzel söz ederken, yabancı söylemin (hatta insanın yabancılaştığı kendi söyleminin) içsenmesinin sorun-çözücü işlevinin pekala bilincindedir. Bu karışıklıktan kurtulmanın yolu doğanın suçsuzluğuna geri dönmek değildir, hayır, kendi kendini içseyen, kültürün Tin'indedir. «Kendi kendini dinleyen çınlama» parçalanmışlığın dilinin içsendiğini anlatır. İçsendiğinde de, «gerçek dünyanın kendi kendisi üzerinde gerçekleştirdiği refleksion»un bir parçasıdır artık, bununla da Tin'in kültür tarihinde yeni bir dönüm noktasına erişilmiş olur.
Özetleyip yineleyelim: Yukarda, tüm kültür ve eğitim sürecinin bireyin emrine hazır bulunması gerektiğini belirtmiş ve onun dil aracılığıyla, tözün tarihsel gerçekleşme biçimiyle hesaplaşıp hesaplaşamıyacağmı ve böylelikle Dünya-Tini'nin gerçek dünyasına bir bakış atıp atamayacağını sormuştuk. Bu soruyu yanıtlarken şuna dikkat edilmesi gerekir: her ne kadar parçalanmışlığın diliyle daha önceki bütün aşamaların asılsızlığı ortaya çıkarılmış oluyorsa da, bu korkunç karışıklığın karşıtları, ancak Tin dialektik süreçte daha yüksek bir aşamaya geçtiği zaman, birbirleriyle bağdaşıp gerçek bir birliğe kavuşabilmektedir. Bundan sonra varılan aşama «salt görü ve Aydınlanma» aşamasıdır. Bu aşamanın — Devrim'in meydana getirdiği «mutlak özgürlük» ten başka birşey olmayan — sonunda «bütünüyle kendine dönmüş olan Tin kültürün bu ülkesini bırakır ve başka bir diyara, ahlaksal bilincin ülkesine göçer». Kültürün son ereği, kültürün bu yoldan sona erip tamamlanmasıdır. Gerçi «Tin'in kendi üzerine ve kendinden söylemesi» sorun-çözücü bir iç söylem olarak iş görmektedir ama asıl çözüm tözden, dialektik bir «yukarı» dan gelmektedir. Kültür yoluyla dolambaç yakınlaşmıştı ve dolambaç olarak yaşanmıştı. «Tinsellik dolu dil» gerçek dünyaya bir bakış atılmasını sağlamıştı, ancak çatışkıdan çıkış yolunu dil kendi başına bulamamaktadır. Bilinç kendini «tüm koşulların kendi kendini parçalayan doğası ve bunun bilinçli parçalanması» olarak tanımış, bilinciyle kendisi olmanın boş gururuna ermiş, kendi dilsel anlatımını da birlikts getiren bu boş gurur önünde Dünya-Tini de bir yüzüyle kendini açıklamıştır ama çözüme dilin bilinciyle varılamamaktadır. Dil yalnızca gerçek gücü «yargılamak» tadır, ama bunu «kavramak» ta değildir. «Fenomenoloji»nin «kültür»le ilgili bölümü böylece sona erer.
IV. Kültürün Dili Hegel'in Diline Örnek mi Oluşturmaktadır?
Yukarda koyduğumuz sorunu yeniden yakalayıp geliştirmemize izin verecek başka bir bakış açısı var mıdır acaba? «Fenomenoloji»de Hegel, «Rameau'nun Yeğeni»ndeki çılgın müzikçiyle ilgili yeri alıntılayıp yorumlamaktadır: bu alıntı ve onu izleyen yorumla o bölüm, «yabancı söylem» olarak, yazarı Diderot'nun amacını aşan yeni bir anlam kazanmıştır. Bu anlam nedir? Diderot ile Hegel arasındaki bu «dilsel etkileşim» nasıl işlemekte ve neye yaramaktadır? Eğer böyle bir etkileşim oluyorsa, bu Hegel'in söyleminin içinde olmaktadır. Yukarda, dilin iç söylem biçiminde bağımsız yabancı dışlaştırmaları içseyerek nasıl sorun-çözücü bir işlevi gerçekleştirdiğini göstermeye çalışmıştık. «Tin'in söylemi» nde de durum buydu. Bu konuyu daha da genişletip gerekli değişikliklerle Hegel'in dil ve söylemine uygulayabiliriz: Tanınmış yapıtların yazarı olarak Hegel'in kendisi metinlerinde nasıl bir sorun-çözümünü, «birey/kültür, Dünya-Tini, tözün gerçekleşmesi» sorun karmaşası için bir çözümü denemiştir? Daha doğrusu: kendisi şu «yazar» denen birey olarak Dünya-Tini'nin dolambaçlarıyla nasıl hesaplaşmiştır? Bu bağlamda belki de «Tinin Fenomenolojisi» bütünüyle bir «yolun kısaltılması» (aynı yapıtın «Önsöz» ünde kullanılan anlamda bir «Abbreviatur») olarak görülebilecek midir? Sonra da, Rameau'nun Yeğenine benzer bir yoldan dilsiz tarihsel kimlikleri dillendirdiği tüm felsefe tarihinin «yabancı söylem» lerini dolaysız ya da dolaylı söylem biçiminde — birlikli olarak yeniden verdiği için de, Rameau'nun yeğeninin söyleminin Hegel'in söyleminin anlaşılması için bir örnek olarak değerlendirilebileceği ortaya çıkmayacak mıdır? «Tin'in Fenomenolojisi»nin içeriği (Tin'in kültür süreci içinde ve onu aşarak ilerleyişi olan bu içerik), yapısal bir biçimde yazıya dönüşmekte olan, Hegel'in iç söylemiyle nasıl bir ilişki içindedir? Bu açıdan, daha yüksek bir basamağa dialektik geçişin kendisi («kültür»ün özünün zorunlu bir koşulu olarak göz önünde bulundurmamız gereken bu geçiş) yeniden sorun olmayacak mıdır, tabii başka bir düzeyde, Hegel'in söylemi düzeyinde? Bu düzey de Hegel'in dilsel davranışını gerçek bir dünyadaki «etkileşim» olarak bütün «ideolojik» sonuçlarıyla varsaymayacak mıdır?
Kojéve, Hegel'e göre tek-varlığın genelle bireşiminden söz ederken, şöyle yazmaktadır:
«Bu bireşim mutlak bilginin yetkin dilinden başka bir yerde gerçekleşmemektedir, kendini (bütünüyle Hegel kalarak) evrensel insan (Tin) olarak açıklayan Hegel'in kendi dilinde, fenomenoloji olan o dilde».
Ama nasıl olup da «Fenornenolojinin dili mutlak bilginin «yetkin dili»ne dönüşmektedir? Hegel'in söylemi, «Tin'in söylemi» ne (dolayısıyla Rameau'nun yeğeninin söylemine) olan yapısal benzerliğine göre, «açımlama»sı içinde kendi kendini nasıl işitmektedir? Kendi kendisiyle çelişen tek-varlığın olmakta olan genelle bireşimini bu yapıya göre araştırmaktır burada söz konusu olan. Dünya -Tininin yolunun «uzunluk» u karşısında bireyin kendi kendisiyle ilişkisinin gittikçe daha çok sorun olduğu bu gerçek dünyada Hegel'in metni ve dolayısıyla felsefesine karşı görevimiz bugün bu noktada belirlenmektedir.