Felsefe deyince ne anlıyoruz? - 2
|
Belirttiğimiz tutum söz konusu olursa felsefe yine daraltılmış olacaktır. Herkes kendine göre doğru olanı rasyonel sınırlar içinde gerekçelendirebilir, belirtebilir. Bu rasyonellik analitik felsefenin, mantıkçı pozitivizmin anladığı tarzda olmak zorunda da değildir. Bizim asıl endişemiz felsefe ile onu yapan arasındaki tutarlılıktır, bildiği ile eyleme marifetine sahip olmadır. Albert Camus’nün Sisifos Söyleni’nin “uyumsuz-absürd ve intihar” kısmında “Nietzsche’nin istediği gibi, bir filozofun saygımızı hak etmek için,başkalarına öğütlediğini önce kendisi yapması gerektiği düşünülürse…” olarak belirttiği teori-pratik birlikteliği bizim felsefe anlayışımızın, felsefenin de en temel konusu olan insan anlayışımızın başlangıç noktası, mihenk taşıdır, şüphesiz felsefe yapma gâyemizdir. Bu gâye de yaşamın ne için yaşanması gerektiği, yani yaşamın nasıl bir gâye taşıdığı sorumuz ile doğrudan alakalıdır. Burada Nietzsche’den bir alıntı yapmanın ne demek istediğimizi daha geniş ve örneklendirilebilir tarzda ortaya koyacağını temenni ediyoruz:
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun sebebini de aklın kendisinde değil, fakat aklını kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.” (Kant).Kant’ın “aydınlanma nedir?” başlığı altında verdiği bu cevap pratik felsefenin,daha özel bir ifade ile ahlâk alanının içerisinde yer almalıdır. “Bilgi yüklü merkep” anlayışına karşı aklın ahlâk ile büyüyüp olgunlaştığı düşüncesini Türk-İslâm geleneğinde -tüm doğu geleneklerinde- benimsendiği şekli ile biz de benimsiyoruz. Hakikati, bilgiyi, bilgeliği, doğruyu, erdemi seveceksek hakikate uygun, doğru davranmak doğal olacaktır.
Çıkarlardan, gelip geçici türe ait anlık hazlardan -insan olmaklık değil, insan türünün mensubu olma bağlamında; beşer olma- bağımsız bir eylem alanı ve bunu inceleyen bir pratik felsefe, olması gerekene göre olması gerekendir. Fikirler yanlış da olsa insan düşündüğü gibi, ilkelerine uygun yaşadığında tutarlılığını koruyabilir. Düşüncelerimizin bireylere ya da topluma göre yanlış olup olmaması değildir burada önemle belirtmeye çalıştığımız, tutarlılığın korunmasıdır, teorik olan ile pratiğin birlikteliğidir.
Felsefe’de yaşamın kendisi, yaşamın ne’liği sorgulanmaya değer en önemli konudur. “Sorgulanmayan yaşam, yaşam değildir”, diyen Sokrates her şeye dair olan yaşamın, yani yaşama dair olan her şeyin sorgulanabilirliğini belirtmiş olmaktadır. Bu bağlamda Aristoteles’in felsefe için belli bir yetenek, belli bir istek ve belli bir çaba gerektiği anlayışını da hatırlatmak istiyoruz ve Kant’ın başka bir sözü ile bu hususu sonlandırıyoruz: “Ahmaklara yardım etmek boşa harcanan bir çabadır, dahiler ise nasıl olsa kendi başlarının çaresine bakarlar.”
Son olarak teorik ve pratik olarak ayırma gereksinimi duyduğumuz felsefe için Kindî’den iki ayrı tanıma değineceğiz. Kindî, “felsefe, insanın gücü ölçüsünde ebedî ve küllî olan varlıklarnı hakikatini, mahiyet ve sebeplerini bilmesidir”, derken teorik felsefeye ,”felsefe, insanın kendini bilmesidir” - (‘ilim kendin bilmektir’,Yunus Emre)- derken de pratik felsefeye delalet etmektedir. Devam edersek Kindî’nin açıklamalarına; “filozofun bilgiden amacı gerçeğin bilgisini yakalamak, davranışının amacı ise o bilgiye göre davranmaktır.” Nitekim bilgelik(el hikme), küllî varlıkların hakikatini bilme ve bu bilgiyi hakikat doğrultusunda gerektiği gibi kullanmadan, hakka göre eylemekten ibarettir. Ayrıca tüm faziletleri sağlayan, felsefî bilginin kendisidir. Zaten “düşünme gücü” de fazileti tamamlamak için vardır.”
Hakikatin, yani insanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatinin bilinmesi ve buna göre eylemde bulunulması, teorik ve pratiğin, bilmek ile ahlâkın birlikteliği şeklinde bizce felsefeyi ifade etmektedir. Felsefeci de bu anlayışı şahsında barındıran bir şahsiyet olmalıdır. Teorik felsefeyi bu bağlamda kabul etmese de tutarlı olmalı, tutarlılığını sisteme, insanlara karşı çıkarları, zaafları için görmezden gelerek çiğnememelidir. Çelişik bir nicelik ürünü, bir varlık türü yani beşer değil, Emanuel Mounier’in dediği gibi bir şahsiyet-nitelikli bir insan- olmalıdır. İşte en önemli felsefe bizce budur.
“Mü’mîn bir kimse, kendi kabullerini îmândan gelen kanaatlerine dayandırıyorsa salt mü’mîn olup felsefenin eşiğine adım atmamış demektir. Şayet inançları arasında, bilimin nesnesi olma kapasitesine sahip olan şeyler bulunuyorsa ancak o zaman filozof olabilir. Bu yeni felsefî görüşleri, İslâmiyet’e ait olduğu ölçüde de İslâm filozofu olarak kabul edilebilir.”
“ ‘Entelektüel vicdan’ üzerine: Bana öyle geliyor ki, bugün sahici ikiyüzlülükten daha az rastlanan bir şey yoktur.... İki yüzlülük, inancın güçlü olduğu çağlara özgüdür: Bu çağlarda, başka bir inancı sergileme zorunluluğu olduğunda bile, sahip olunan inanç bırakılmamıştır. Oysa bugün bırakılıyor; ya da daha yaygın olarak, ikinci bir inanç elde ediliyor- her durumda da namuslu kalınabiliyor.... Kendine karşı hoşgörü, daha çok sayıda kanı’nın yolunu açar: Bugün bütün dünyanın yaptığı gibi, birlikte geçinip gidiyorlar, kendilerini tehlikeye atmaktan sakınıyorlar. Bugün nasıl tehlikeye atınılabilir? Tutarlı olunduğunda. Dosdoğru bir çizgi izlendiğinde. Ne yaptığı bilinmez olunmadığında. Dürüst olunduğunda... Korkarım ki çağdaş insan, bazı kötülüklere karşı fazla rahattır: Öyle ki bu kötülükler neredeyse yok olup gitmektedir. Güçlü istencin koşullandırdığı tüm kötülükler (belki de istenç güçlü olmadan kötülük var olmuyor) bizim ılımlı atmosferimizde yozlaşarak erdeme dönüşüyor... Tanımış olduğum az sayıda ikiyüzlü kişi, ikiyüzlülüğün taklidini yapıyorlardı: Günümüz insanının onda birinin olduğu gibi, onlar da oyuncuydu.-” Nietzsche; Putların Alacakaranlığı, Morpa Kültür Yayınları,Çev:Regaip Minareci,İstanbul 2005, s.69-70)
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun sebebini de aklın kendisinde değil, fakat aklını kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.” (Kant).Kant’ın “aydınlanma nedir?” başlığı altında verdiği bu cevap pratik felsefenin,daha özel bir ifade ile ahlâk alanının içerisinde yer almalıdır. “Bilgi yüklü merkep” anlayışına karşı aklın ahlâk ile büyüyüp olgunlaştığı düşüncesini Türk-İslâm geleneğinde -tüm doğu geleneklerinde- benimsendiği şekli ile biz de benimsiyoruz. Hakikati, bilgiyi, bilgeliği, doğruyu, erdemi seveceksek hakikate uygun, doğru davranmak doğal olacaktır.
Çıkarlardan, gelip geçici türe ait anlık hazlardan -insan olmaklık değil, insan türünün mensubu olma bağlamında; beşer olma- bağımsız bir eylem alanı ve bunu inceleyen bir pratik felsefe, olması gerekene göre olması gerekendir. Fikirler yanlış da olsa insan düşündüğü gibi, ilkelerine uygun yaşadığında tutarlılığını koruyabilir. Düşüncelerimizin bireylere ya da topluma göre yanlış olup olmaması değildir burada önemle belirtmeye çalıştığımız, tutarlılığın korunmasıdır, teorik olan ile pratiğin birlikteliğidir.
Felsefe’de yaşamın kendisi, yaşamın ne’liği sorgulanmaya değer en önemli konudur. “Sorgulanmayan yaşam, yaşam değildir”, diyen Sokrates her şeye dair olan yaşamın, yani yaşama dair olan her şeyin sorgulanabilirliğini belirtmiş olmaktadır. Bu bağlamda Aristoteles’in felsefe için belli bir yetenek, belli bir istek ve belli bir çaba gerektiği anlayışını da hatırlatmak istiyoruz ve Kant’ın başka bir sözü ile bu hususu sonlandırıyoruz: “Ahmaklara yardım etmek boşa harcanan bir çabadır, dahiler ise nasıl olsa kendi başlarının çaresine bakarlar.”
Son olarak teorik ve pratik olarak ayırma gereksinimi duyduğumuz felsefe için Kindî’den iki ayrı tanıma değineceğiz. Kindî, “felsefe, insanın gücü ölçüsünde ebedî ve küllî olan varlıklarnı hakikatini, mahiyet ve sebeplerini bilmesidir”, derken teorik felsefeye ,”felsefe, insanın kendini bilmesidir” - (‘ilim kendin bilmektir’,Yunus Emre)- derken de pratik felsefeye delalet etmektedir. Devam edersek Kindî’nin açıklamalarına; “filozofun bilgiden amacı gerçeğin bilgisini yakalamak, davranışının amacı ise o bilgiye göre davranmaktır.” Nitekim bilgelik(el hikme), küllî varlıkların hakikatini bilme ve bu bilgiyi hakikat doğrultusunda gerektiği gibi kullanmadan, hakka göre eylemekten ibarettir. Ayrıca tüm faziletleri sağlayan, felsefî bilginin kendisidir. Zaten “düşünme gücü” de fazileti tamamlamak için vardır.”
Hakikatin, yani insanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatinin bilinmesi ve buna göre eylemde bulunulması, teorik ve pratiğin, bilmek ile ahlâkın birlikteliği şeklinde bizce felsefeyi ifade etmektedir. Felsefeci de bu anlayışı şahsında barındıran bir şahsiyet olmalıdır. Teorik felsefeyi bu bağlamda kabul etmese de tutarlı olmalı, tutarlılığını sisteme, insanlara karşı çıkarları, zaafları için görmezden gelerek çiğnememelidir. Çelişik bir nicelik ürünü, bir varlık türü yani beşer değil, Emanuel Mounier’in dediği gibi bir şahsiyet-nitelikli bir insan- olmalıdır. İşte en önemli felsefe bizce budur.
“Mü’mîn bir kimse, kendi kabullerini îmândan gelen kanaatlerine dayandırıyorsa salt mü’mîn olup felsefenin eşiğine adım atmamış demektir. Şayet inançları arasında, bilimin nesnesi olma kapasitesine sahip olan şeyler bulunuyorsa ancak o zaman filozof olabilir. Bu yeni felsefî görüşleri, İslâmiyet’e ait olduğu ölçüde de İslâm filozofu olarak kabul edilebilir.”