Felsefe deyince ne anlıyoruz? - 1
|
Oğuzhan Özdemir
Bu yazıda felsefe’nin ilk zamanlardaki kapsamına ve içeriğine işaret etmeye ve görüşümüzü ifade etmeye çalışacağız. Bizim için önemli olan, felsefenin insanı insan yapan bir etkinlik olarak ele alınması ve felsefecinin de buna riayet etmesidir.
Felsefe tanımları içersinde, felsefeyi İslâm Felsefesi şeklinde kabul etmek isteriz; ama günümüz açısından bu tam olarak mümkün olmayabilir. Zîrâ felsefe tarihi İslâm filozoflarının yaşadığı asırları bir hayli aşmıştır. Felsefî birikim ve etkinlik daha geniş bir çerçeveye yayılmıştır.Ve bugün için söylüyorum, hatta 18.yüzyıldan başlatsak daha doğru olur, felsefe Batı tekeline girmiş ve batılılaşmıştır. Bu ifademden kasıt, sadece felsefenin seyrini göstermek değil, felsefenin bu seyrine göre algılanıp kabul edildiğini hatırlatmaktır. Daha ileri gidenler oldukça fazladır, bunlar Heidegger’in kabul ettiği gibi felsefenin özünde Grek olduğunu ve günümüze kadar –yani kendisine kadar- Batı’ya ait ve Batılı olduğunu benimsemektedirler.
Hikmet ile felsefeyi bir arada tarif edebilen İslâm filozoflarına bakarak Rene Guenon’un felsefenin hikmet yerine konulmaya başlaması ve felsefe ayrımını, Dr.Ali Şeriati’nin hikmet ifadesi ile tartışacağız. Bugün, Türk-İslâm medeniyeti odaklı değil, Batı medeniyeti odaklı bir ülkede, sunî bir yönlendirmede olduğumuzu görmezden gelemeyiz. Daha eski bir asırda, Osmanlı’da, Selçuklu’da yaşıyor olsaydık felsefe ve hikmet ilişkisini değerlendirişimiz daha farklı olacaktı, İslâm filozoflarının anlayışına yakın belirlenimlerde bulunabilecektik belki de; ayrıca bu asırlarda böyle bir ayrım söz konusu değildir. Türk kültür ve dilinin muhafaza edilip edilmediğini de sadece hatırlatıyoruz. İslâm filozoflarının felsefeleri –her filozof için geçerli- filozofların içinde bulundukları çağdan, kültürden, devlet ve yönetim biçimi(politik ortamından) ile dönemin düşünsel ve gündelik sorunlarından bağımsız değildir. Fârâbî’nin Medinetü’l Fazıla’sı filozofça olması gereken bir devleti, Eflatun’un Devlet’i yine aynı şekilde Eflatunca olması gereken devleti anlatır. İkisi de filozoftur ama belirttiğim bağlamlardan tamamen farklıdır felsefeleri.
Tüm bu nedenler ve burada belirtmeyi unuttuğumuz etkenler yüzünden felsefe ve hikmeti bahsettiğimiz şekilde ilişkilendiriyoruz. Hikmeti felsefeden dışlamaktan ziyade, felsefî etkinliğin hikmete de yer verebileceğini söylemek daha nitelikli olur kanısındayız. Tarihte, Muhyiddin ibnü’l Arâbî gibi felsefî düşünceler ortaya koyup da mevzuya öz itibari ile -temelde- hikemî açıdan bakanlar, sufîler, hakîmler olduğu gibi, işe daha çok felsefî açıdan -salt akla dayanan- bakan Fârâbi, İbn-i Sînâ, İbn-i Rüşd gibi filozoflar da vardır. Hakîm-filozof olan “imam” Gazâlî’yi de unutmamız gerekir.Verdiğim örnekler çok uç noktaları işaret etmektedir, daha basit örnekler için felsefe ve hikmet birlikteliği daha dikkatsiz işlenir ve ayırt etmek zordur; hatta farklı çevrelerce kabul görmeyebilir. Sokrates, Platon daha öncelerden Pythagoras, Herakleitos gibi hikemî düşüncelere sahip antikçağ filozofları da bulunmaktadır. Pythagoras’ın philosophia-philosophos’u ifade ederken “Biz sophos değil, ancak olsak olsak philosophos oluruz” dediği rivayet edilir. Bu ayrım teorik felsefe ile pratik felsefe ilişkisi için önemlidir. Her alanda teorik olanın pratik olan ile çelişkisizliği, bilgin ve bilge ayrımı için dikkat edilmesi gereken en temel meta-felsefe sorunudur. Bilge olmak ya da hakîm olmak değil, bilgeliği, bilgiyi, hikmeti, hakikati seven, arayan, isteyen olmak. Tam da bu açıdan felsefe ile hikmet ve diğer hakikat, bilgi, bilgelik kesişmesi kendini gözler önüne seriyor; görece fark edilmesi zor ve ince, ama görüldüğünde de net bir şekilde zihne yerleşen sağlam bir ayrıma tekâbül ediyor.
Rönesans ve Aydınlanma ile felsefenin gelişim seyrinin,bu ikili yönelimden tek bir çizgide ilerlemesi gerektiği anlayışına -hikmetin felsefeden dışlanması ve onun yerine geçmesi- sürüklenmesini benimsemiyoruz. Hikmeti ve metafiziği dışlayan bir felsefe anlayışına taraftar değiliz. Var olandan başlayan felsefe “varlık” kavramı içerisinde yer alan her şeyi-kapsamı- konu edinebilir, soruşturma nesnesi değil de –nesneleştirme ifadesini kullanmak istemiyorum, daha çok bilimin yaklaşım anlayışıdır bu- İlkçağ’daki ifadesi ile “poiesis” olarak sorgulayabilir.
Felsefe yerine hikmeti rahatça kullanamazken, felsefenin hikmete yer vermesi gerektiğini sıkça tekrarlıyorum. Bunu yaparken felsefe ile hikmeti Rene Guenon’un bir giriş olmaklık, Ali Şeriati’nin de farklılık ifadesi ile ayırıyoruz. Felsefe yaparken ya da onu yapmayı öğrenirken, metafiziği ve felsefenin giriş niteliğinin bittiği yerden sonraki hikmete girmeyi bir kenara bırakmayı, onu felsefî etkinliğin dışına itmeyi bir zorunluluk olarak görmüyoruz. Bilimsel bir dayanağı olmama endişesi ile felsefenin bilimsel, daha doğru bir ifade ile olgusal olanı, görüneni incelemesi, felsefe dilinin sınırlandırılarak -örneğin hukuk dili gibi- belirlenmesi ve metafiziğin bırakılması gerektiği safsatasına ve bunun dayandığı tavra karşıyız. İbn-i Sînâ’nın dediği gibi felsefe temelde, en genel anlamda metafiziktir. Felsefenin bilimsel bir dayanağı olmak zorunda değildir; bu tutum bilimin, özellikle de pozitif-modern bilimlerin kendilerini diğer bilgi türlerini hiçe sayarcasına bir bilgi-türü- aracı olan deney ve gözlemi matematikle destekleyerek-(değişmez,kesin sistemle;ideal gerçeklik alanı, sayılar alanı)- tek hakiki ve doğru bilgi kaynağı olarak empoze etmelerine dayanmaktadır. Bilmenin yollarını daraltan bu haksız tutum felsefenin düşünce genişliğini ve felsefecinin ilk zamanlardaki “rahatlığını” daraltmaktadır. Bu rahatlık bağımsızlık anlamındadır. Her türlü düşünülebileni konusu yapabilen felsefenin-ti estin(grek.): bu(her şey) ne’dir?’in- tamamı, “bence” ile başlayarak, öznellikten doğarak,bilimsel bir dayanağı da olmayarak metafiziktir. Felsefe yapmak metafizik yapmaktır. Bilimsel dayanaklar ileri sürülerek felsefe yapılabilir, bunun yapılamaz olduğunu ve yapılmaması gerektiğini söylemiyoruz.
Bunun yanında doğadaki nedenleri, işleyişi açıklayan bilimin ifadelerine ters bir felsefe yapılması gerektiğini de savunmuyoruz. Biz sadece, felsefeyi genel olarak ifade etmeye çalışıyoruz, ilk zamanlarda olduğu gibi sınırlandırmadan, hikmeti inkâr etmeden. Bu felsefe özgürlüğü edası ile felsefenin aklîliğin sınırları dışında bir dile sahip olabileceğini, teolojinin veya başka bir alanın felsefe adı altında “olduğu gibi” ortaya konulabileceğini de kastetmiyoruz. Felsefî olan ile olmayanın durumunu değil, felsefenin ilk zamanlardakinden -bilimlerin felsefeden ayrılmaya başladığı dönemlere kadar uzanır- daha sınırlı ve farklı anlamda bir çerçeveye oturtulması durumunu anlatıyoruz.
Felsefeyi rasyonel bir soruşturma olarak değerlendirdiğimizde, aklın diğer melekeler karşısındaki konumunu, yeterliliğini ve îmân ile olan birlikteliğini -karşıtlığını göz önünde bulundurmalıyız. Bize göre akıl ile îmânın uyumu iki farklı alan arasındaki uyum değildir, bir doğru ile başka bir doğru arasındaki uyumdur. İslâm ve Batı Ortaçağ Hıristiyan felsefesinde, felsefe vahyin içeriğini anlama çabası olarak da karşımıza çıkabilir, bunu inkâr edemeyiz. Ayrıca tüm bilgilerimizin, anlamalarımızın temelde “inanma-inanç” ile alakalı olduğu kaçınılmaz bir gerçektir.-Burada inanç-inanma ile îmân’ı birbirinden ayırıyoruz.- Etienne Gilson’dan verdiğimiz ifade felsefe ile felsefeci algılayışımızı bu bağlamda gâyet doğru ifade etmektedir. Türk âlimi, ehli sünnet kelâmcısı Matûrîdî’nin dediği gibi “akıl ile vahiy çelişmez”. Ortaçağ felsefesine ait olan görüşe göre, bizce de “îmân aklı çağırır” .Felsefeyi pratik olarak değerlendirmek gerekirse de temel olarak şunu kabul edebiliriz: “Îmânın doğruluğuna bağlı felsefe doğrudur.” Buna aykırı bir felsefeyi benimseyemeyeceğimiz gibi buna aykırı bir eylem alanını(pratiğini) da, bu eylem alanına ait pratik felsefeyi -ahlâkı- de benimseyemeyiz. Görüşümüze aykırı bir felsefe kendi içerisinde ele alındığında tutarlı ve doğrudur, ama başka bir sisteme göre yanlıştır, tutarsızdır. Bu sebeple doğru felsefe dediğimizin felsefe olabileceğini, bize göre gerekçelendirdiğimiz açıdan doğru olmayan felsefenin felsefe sayılamayacağını düşündüğümüz zannedilmesin. Her felsefe birbiri ile uyuşmak zorunda değildir, bu bir matematik, fizik de değildir (ki örneğin geometride yeryüzü için Öklit ve uzay için Riemann olmak üzere iki farklı geometri vardır, birbirinin yerine uygulanamazlar). Her felsefe aklîliğini kendi kendisinden,kendi sisteminden alır.
Bu yazıda felsefe’nin ilk zamanlardaki kapsamına ve içeriğine işaret etmeye ve görüşümüzü ifade etmeye çalışacağız. Bizim için önemli olan, felsefenin insanı insan yapan bir etkinlik olarak ele alınması ve felsefecinin de buna riayet etmesidir.
Felsefe tanımları içersinde, felsefeyi İslâm Felsefesi şeklinde kabul etmek isteriz; ama günümüz açısından bu tam olarak mümkün olmayabilir. Zîrâ felsefe tarihi İslâm filozoflarının yaşadığı asırları bir hayli aşmıştır. Felsefî birikim ve etkinlik daha geniş bir çerçeveye yayılmıştır.Ve bugün için söylüyorum, hatta 18.yüzyıldan başlatsak daha doğru olur, felsefe Batı tekeline girmiş ve batılılaşmıştır. Bu ifademden kasıt, sadece felsefenin seyrini göstermek değil, felsefenin bu seyrine göre algılanıp kabul edildiğini hatırlatmaktır. Daha ileri gidenler oldukça fazladır, bunlar Heidegger’in kabul ettiği gibi felsefenin özünde Grek olduğunu ve günümüze kadar –yani kendisine kadar- Batı’ya ait ve Batılı olduğunu benimsemektedirler.
Hikmet ile felsefeyi bir arada tarif edebilen İslâm filozoflarına bakarak Rene Guenon’un felsefenin hikmet yerine konulmaya başlaması ve felsefe ayrımını, Dr.Ali Şeriati’nin hikmet ifadesi ile tartışacağız. Bugün, Türk-İslâm medeniyeti odaklı değil, Batı medeniyeti odaklı bir ülkede, sunî bir yönlendirmede olduğumuzu görmezden gelemeyiz. Daha eski bir asırda, Osmanlı’da, Selçuklu’da yaşıyor olsaydık felsefe ve hikmet ilişkisini değerlendirişimiz daha farklı olacaktı, İslâm filozoflarının anlayışına yakın belirlenimlerde bulunabilecektik belki de; ayrıca bu asırlarda böyle bir ayrım söz konusu değildir. Türk kültür ve dilinin muhafaza edilip edilmediğini de sadece hatırlatıyoruz. İslâm filozoflarının felsefeleri –her filozof için geçerli- filozofların içinde bulundukları çağdan, kültürden, devlet ve yönetim biçimi(politik ortamından) ile dönemin düşünsel ve gündelik sorunlarından bağımsız değildir. Fârâbî’nin Medinetü’l Fazıla’sı filozofça olması gereken bir devleti, Eflatun’un Devlet’i yine aynı şekilde Eflatunca olması gereken devleti anlatır. İkisi de filozoftur ama belirttiğim bağlamlardan tamamen farklıdır felsefeleri.
Tüm bu nedenler ve burada belirtmeyi unuttuğumuz etkenler yüzünden felsefe ve hikmeti bahsettiğimiz şekilde ilişkilendiriyoruz. Hikmeti felsefeden dışlamaktan ziyade, felsefî etkinliğin hikmete de yer verebileceğini söylemek daha nitelikli olur kanısındayız. Tarihte, Muhyiddin ibnü’l Arâbî gibi felsefî düşünceler ortaya koyup da mevzuya öz itibari ile -temelde- hikemî açıdan bakanlar, sufîler, hakîmler olduğu gibi, işe daha çok felsefî açıdan -salt akla dayanan- bakan Fârâbi, İbn-i Sînâ, İbn-i Rüşd gibi filozoflar da vardır. Hakîm-filozof olan “imam” Gazâlî’yi de unutmamız gerekir.Verdiğim örnekler çok uç noktaları işaret etmektedir, daha basit örnekler için felsefe ve hikmet birlikteliği daha dikkatsiz işlenir ve ayırt etmek zordur; hatta farklı çevrelerce kabul görmeyebilir. Sokrates, Platon daha öncelerden Pythagoras, Herakleitos gibi hikemî düşüncelere sahip antikçağ filozofları da bulunmaktadır. Pythagoras’ın philosophia-philosophos’u ifade ederken “Biz sophos değil, ancak olsak olsak philosophos oluruz” dediği rivayet edilir. Bu ayrım teorik felsefe ile pratik felsefe ilişkisi için önemlidir. Her alanda teorik olanın pratik olan ile çelişkisizliği, bilgin ve bilge ayrımı için dikkat edilmesi gereken en temel meta-felsefe sorunudur. Bilge olmak ya da hakîm olmak değil, bilgeliği, bilgiyi, hikmeti, hakikati seven, arayan, isteyen olmak. Tam da bu açıdan felsefe ile hikmet ve diğer hakikat, bilgi, bilgelik kesişmesi kendini gözler önüne seriyor; görece fark edilmesi zor ve ince, ama görüldüğünde de net bir şekilde zihne yerleşen sağlam bir ayrıma tekâbül ediyor.
Rönesans ve Aydınlanma ile felsefenin gelişim seyrinin,bu ikili yönelimden tek bir çizgide ilerlemesi gerektiği anlayışına -hikmetin felsefeden dışlanması ve onun yerine geçmesi- sürüklenmesini benimsemiyoruz. Hikmeti ve metafiziği dışlayan bir felsefe anlayışına taraftar değiliz. Var olandan başlayan felsefe “varlık” kavramı içerisinde yer alan her şeyi-kapsamı- konu edinebilir, soruşturma nesnesi değil de –nesneleştirme ifadesini kullanmak istemiyorum, daha çok bilimin yaklaşım anlayışıdır bu- İlkçağ’daki ifadesi ile “poiesis” olarak sorgulayabilir.
Felsefe yerine hikmeti rahatça kullanamazken, felsefenin hikmete yer vermesi gerektiğini sıkça tekrarlıyorum. Bunu yaparken felsefe ile hikmeti Rene Guenon’un bir giriş olmaklık, Ali Şeriati’nin de farklılık ifadesi ile ayırıyoruz. Felsefe yaparken ya da onu yapmayı öğrenirken, metafiziği ve felsefenin giriş niteliğinin bittiği yerden sonraki hikmete girmeyi bir kenara bırakmayı, onu felsefî etkinliğin dışına itmeyi bir zorunluluk olarak görmüyoruz. Bilimsel bir dayanağı olmama endişesi ile felsefenin bilimsel, daha doğru bir ifade ile olgusal olanı, görüneni incelemesi, felsefe dilinin sınırlandırılarak -örneğin hukuk dili gibi- belirlenmesi ve metafiziğin bırakılması gerektiği safsatasına ve bunun dayandığı tavra karşıyız. İbn-i Sînâ’nın dediği gibi felsefe temelde, en genel anlamda metafiziktir. Felsefenin bilimsel bir dayanağı olmak zorunda değildir; bu tutum bilimin, özellikle de pozitif-modern bilimlerin kendilerini diğer bilgi türlerini hiçe sayarcasına bir bilgi-türü- aracı olan deney ve gözlemi matematikle destekleyerek-(değişmez,kesin sistemle;ideal gerçeklik alanı, sayılar alanı)- tek hakiki ve doğru bilgi kaynağı olarak empoze etmelerine dayanmaktadır. Bilmenin yollarını daraltan bu haksız tutum felsefenin düşünce genişliğini ve felsefecinin ilk zamanlardaki “rahatlığını” daraltmaktadır. Bu rahatlık bağımsızlık anlamındadır. Her türlü düşünülebileni konusu yapabilen felsefenin-ti estin(grek.): bu(her şey) ne’dir?’in- tamamı, “bence” ile başlayarak, öznellikten doğarak,bilimsel bir dayanağı da olmayarak metafiziktir. Felsefe yapmak metafizik yapmaktır. Bilimsel dayanaklar ileri sürülerek felsefe yapılabilir, bunun yapılamaz olduğunu ve yapılmaması gerektiğini söylemiyoruz.
Bunun yanında doğadaki nedenleri, işleyişi açıklayan bilimin ifadelerine ters bir felsefe yapılması gerektiğini de savunmuyoruz. Biz sadece, felsefeyi genel olarak ifade etmeye çalışıyoruz, ilk zamanlarda olduğu gibi sınırlandırmadan, hikmeti inkâr etmeden. Bu felsefe özgürlüğü edası ile felsefenin aklîliğin sınırları dışında bir dile sahip olabileceğini, teolojinin veya başka bir alanın felsefe adı altında “olduğu gibi” ortaya konulabileceğini de kastetmiyoruz. Felsefî olan ile olmayanın durumunu değil, felsefenin ilk zamanlardakinden -bilimlerin felsefeden ayrılmaya başladığı dönemlere kadar uzanır- daha sınırlı ve farklı anlamda bir çerçeveye oturtulması durumunu anlatıyoruz.
Felsefeyi rasyonel bir soruşturma olarak değerlendirdiğimizde, aklın diğer melekeler karşısındaki konumunu, yeterliliğini ve îmân ile olan birlikteliğini -karşıtlığını göz önünde bulundurmalıyız. Bize göre akıl ile îmânın uyumu iki farklı alan arasındaki uyum değildir, bir doğru ile başka bir doğru arasındaki uyumdur. İslâm ve Batı Ortaçağ Hıristiyan felsefesinde, felsefe vahyin içeriğini anlama çabası olarak da karşımıza çıkabilir, bunu inkâr edemeyiz. Ayrıca tüm bilgilerimizin, anlamalarımızın temelde “inanma-inanç” ile alakalı olduğu kaçınılmaz bir gerçektir.-Burada inanç-inanma ile îmân’ı birbirinden ayırıyoruz.- Etienne Gilson’dan verdiğimiz ifade felsefe ile felsefeci algılayışımızı bu bağlamda gâyet doğru ifade etmektedir. Türk âlimi, ehli sünnet kelâmcısı Matûrîdî’nin dediği gibi “akıl ile vahiy çelişmez”. Ortaçağ felsefesine ait olan görüşe göre, bizce de “îmân aklı çağırır” .Felsefeyi pratik olarak değerlendirmek gerekirse de temel olarak şunu kabul edebiliriz: “Îmânın doğruluğuna bağlı felsefe doğrudur.” Buna aykırı bir felsefeyi benimseyemeyeceğimiz gibi buna aykırı bir eylem alanını(pratiğini) da, bu eylem alanına ait pratik felsefeyi -ahlâkı- de benimseyemeyiz. Görüşümüze aykırı bir felsefe kendi içerisinde ele alındığında tutarlı ve doğrudur, ama başka bir sisteme göre yanlıştır, tutarsızdır. Bu sebeple doğru felsefe dediğimizin felsefe olabileceğini, bize göre gerekçelendirdiğimiz açıdan doğru olmayan felsefenin felsefe sayılamayacağını düşündüğümüz zannedilmesin. Her felsefe birbiri ile uyuşmak zorunda değildir, bu bir matematik, fizik de değildir (ki örneğin geometride yeryüzü için Öklit ve uzay için Riemann olmak üzere iki farklı geometri vardır, birbirinin yerine uygulanamazlar). Her felsefe aklîliğini kendi kendisinden,kendi sisteminden alır.