Metafizik Kavramı, anlamı ve içerigi üzerine - Bölüm A - 1
|
Metafizik; felsefenin en önemli kısmı hatta bel kemiği olarak, varlığın ne olduğu, varlık türleri vb. sorularla filozofun sürekli uğraştığı temel alandır. Metafizik felsefe tarihi boyunca birçok filozof tarafından ele alınmıştır. Aristoteles ile tam olarak alan belirlenmiş olsa da öncesinde de metafizik konular tartışılmıştır. Metafizik varlığın özüne ve geneline ilişkin olarak kapsadığı geniş bakış açısıyla doğa bilimlerinden ayrılmaktadır. Doğa bilimleri varlığın bir yönünü sınırlı olarak ele alsa da metafizik daha kapsayıcı ve daha genel olduğu için doğa bilimlerinden ayrı yer tutmaktadır.
Metafizik Nedir?
Felsefe tarihi boyunca, üzerinde en yoğun olarak düşünülen, tartışılan konulardan birisi metafizik olmuştur. Zaman zaman felsefenin özü ve omurgası olarak nitelenen, zaman zaman da düşmanca saldırılara maruz kalarak bütünü ile yok edilme girişimleri ile karşı karşıya kalan metafizik; nasıl ele alınırsa alınsın güncelliğini hiç yitirmemiştir. Metafiziğin her zaman gündemde olan bir konu olmasının nedenleri arasında, bir yandan üzerine eğildiği problemlerin önemini hiç yitirmemiş olması; diğer yandan da hem kapsamının hem de tanımının felsefe tarihinin her döneminde bir kez daha tartışılmış olması gösterilebilir.
Metafizik, en genel anlamı ile evrene ilişkin bilgi edinme çabasının bir sonucudur. Burada, özelleşmiş doğa bilimlerinin de evrene ilişkin bilgi edinme gayretinde oldukları; bu yüzden de metafiziğin alanı ve uğraşısına ilişkin bu tanımın metafiziğin doğa bilimlerinden net bir biçimde ayırt edilmesini sağlamadığı söylenebilir. Doğa bilimleri de dünyadaki olgulara ilişkin bilgi edinme gayretindedirler. Ne var ki tek tek doğa bilimleri, olgular hakkında bilgi edinme ve bunu da bilimsel bakış açısı ile gerçekleştirme gayretinde olmaları bakımından benzer olsalar da inceledikleri konular bakımından birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Her biri dünyadaki olguların kendilerine konu ettikleri kısmını incelerken bunu, incelediği konunun gerektirdiği özel bir bakış açısı ile yaparlar. Söz gelimi, doğa bilimleri arasında sayabileceğimiz fizik, kimya, zooloji ve botaniğin hem inceledikleri olgu hem de bu olgulara yaklaşım biçimleri birbirlerinden farklıdır. Bu yüzden her biri belli bir olgular öbeğini, belli bir açıdan ve belli yönleri ile ele alırken pek çok yönünü de dışarıda bırakırlar.
Metafiziğin doğa bilimlerinden ayrıldığı temel noktalardan biri genele ilişkin, kuşatıcı bilgi edinme çabası ile ilgili tavrıdır. O, belli bir olgu veya olgu öbeğinin şu veya bu yönüne değil; bir bütün olarak evrene yönelir. Hiçbir yanını eksik bırakmaksızın evreni bütün olarak ele alma amacını güder. Bu durumda metafizik, genelliği ile doğa bilimlerinden ayrılmaktadır. Metafizik, şu veya bu olguya değil, bir bütün olarak evrene ilişkin en genel, en kuşatıcı ilkeleri soruşturma etkinliği olarak anlaşılabilir.
Eğer bunlar en genel ilkeler olacaksa, hem evrendeki her şey hem de bir bütün olarak evrenin kendisi bu ilkelere tabi olmalıdır. En kuşatıcı ve genel ilkelerin ortaya çıkarılmaya çalışılması da evrenin bütünlüklü bilgisine sahip olma, onu bütün olarak kavrama çabası ile ilişkilidir. Böylelikle metafiziği, evreni bütünü ile bilme çabası olarak da tanımlayabiliriz. Bu en genel ve en kuşatıcı ilkeler aynı zamanda öze ilişkin olduklarından, soruşturulmaları zaman zaman varlığın özünü ortaya koyma çabası olarak da anlaşılmıştır.
Varlığın özünü araştıran metafizik, varlığın ilk ilkelerini veya varlığa ilişkin nihai, çürütülemez hakikatleri ortaya çıkarma yolu ile bunu gerçekleştirme gayretinde olmuştur.
Varlığın özünü bilme uğraşısı olarak ele alındığında metafizik, fizik ötesini tanıma çabası olarak da anlaşılabilir. Çünkü görünür olan varlığın özünden bahsettiğimizde, fiziki dünyanın ötesinde olan bir şeye yönelmiş oluruz. Amaç; görünür varlığın ötesindeki nihai gerçekliğe ulaşmaktır. Yöntem ise görünürde olanın eleştirel bir incelemeye tabi tutulması yolu ile onun ötesinin bilgisine ulaşmaktır.
Fiziki dünyanın ötesinde, görünür gerçekliğin ardında olan özün tanrısal bir şey olduğu metafizikçilerce kabul edilegelmiştir. Bundan dolayı da varlığın özüne ilişkin olan şey çoğu zaman tanrısal bir şey olarak anlaşılmıştır. Varlığın özünün kavranması ile, şeylerin ilk ilkeleri kavranacak böylelikle de var olanlar hakkında nihai, tanrısal bilgiye ulaşılacaktır.
Şeylerin kendilerine özgü kökenlerine inmek, o şeyin kendi başına değil, bütün içindeki konumuyla soruşturulmasını gerektirir. Bir şeyin tam olarak kökten bilinebilmesi, tümüyle evrenin ya da varlığın özünün bütünlüklü olarak kavranmasına bağlıdır. Böylelikle, metafiziğin uğraşısı kimi zaman evrenin tümünü kuşatacak, onu bütünlüklü olarak kavrayacak ilkelerin bilinmesi; kimi zaman varlığın özüne ilişkin olan şeyin kavranması, kimi zamansa fizik ötesindeki tanrısal gerçekliğe ulaşılması çabası olarak anlaşılmıştır.
Metafiziğin sorduğu sorular, farklı metafizik sistemlerinin gerek terminolojileri, gerekse yapıları bakımından farklılıklar göstermektedir. Burada bu sorularda ortak bulunan benzer karakteristik özellikleri anmaya çalışacağız.
Metafiziğin evreni kuşatan ilkelere yönelen tavrı, sorularında da kendini gösterir. Bunlar, hiçbir şeyi dışarıda bırakmayacak, köktenci bir soruşturmaya yönelik sorulardır. Metafiziğin klasik soruları, ‘Evren tümüyle nasıl kurulmuştur?’, ‘Varlığın ne gibi bir özü vardır?’, ‘Fizik ötesinin yapısı nasıldır?’, ‘Bir şey (her şey) derinlemesine nasıldır?’ gibi sorulardır. Bu tip sorulara verilmiş olan yanıtlar ve ortaya çıkan yeni sorular, felsefe tarihi boyunca metafiziği çeşitlendirmiş ve zenginleştirmiştir. Ne var ki bu çeşitlilik içindeki metafizik sistemlerden bazılarının yaklaşımı, birbirlerini destekleyecek ve tamamlayacak biçimde yan yana dururken bazıları da bütünü ile birbirini değilleyecek, hiçe sayacak biçimde karşı karşıya gelmişlerdir. Karşıtı olanı çürütürken, kendi savını güçlendiren uzun kanıtlama zincirleri birbirini izlemiş ve konu, içinden çıkılamaz bir hâl almıştır. Çeşitlilik bir yerden sonra, Kant’ın da belirttiği üzere, felsefeyi bir yazboz tahtası hâline getirmiştir. Bir metafizik sisteminde doğru olarak kabul edilen bir şeyin tam tersi, bir başka metafizik sisteminde doğru olarak kabul edilmiştir. Metafiziğin soruşturması, görünürdeki fiziki gerçekliğin ötesine uzandığından dolayı bu soruşturmanın sonuçları çoğu zaman o metafizik sisteminin içinde değerlendirilmiştir. Ne var ki bu metafizik sistemlerinin kendi ön kabulleri bir kez onaylandıktan sonra, biri ortaya koyduğu savı, diğeri de bu savın zıddını, aynı titizlik ve dakiklik ile kanıtlayabildiği için gerçekte bu sonuçlardan hangisinin doğru olduğunu söyleme olanağı da olmamıştır.
Bir yandan felsefe tarihi böylesi bir metafizik çeşitliliğini barındırırken diğer yandan da hemen her metafizikçi, evreni bütünü ile bilme amacını gerçekleştirenin kendi metafizik sistemi olduğunu iddia etmiştir. Gerçekten de evreni ister birbirleri ile çatışan ister uzlaşan bir görüşle kavrasınlar, hemen hemen tüm metafizik sistemlerde ortak bir özellik vardır: Hiçbiri, verdikleri yanıtların evrenin tümü hakkındaki kökten, doğru bilgiyi verdiğinden kuşkuya düşmemiştir.
Metafizik Nedir?
Felsefe tarihi boyunca, üzerinde en yoğun olarak düşünülen, tartışılan konulardan birisi metafizik olmuştur. Zaman zaman felsefenin özü ve omurgası olarak nitelenen, zaman zaman da düşmanca saldırılara maruz kalarak bütünü ile yok edilme girişimleri ile karşı karşıya kalan metafizik; nasıl ele alınırsa alınsın güncelliğini hiç yitirmemiştir. Metafiziğin her zaman gündemde olan bir konu olmasının nedenleri arasında, bir yandan üzerine eğildiği problemlerin önemini hiç yitirmemiş olması; diğer yandan da hem kapsamının hem de tanımının felsefe tarihinin her döneminde bir kez daha tartışılmış olması gösterilebilir.
Metafizik, en genel anlamı ile evrene ilişkin bilgi edinme çabasının bir sonucudur. Burada, özelleşmiş doğa bilimlerinin de evrene ilişkin bilgi edinme gayretinde oldukları; bu yüzden de metafiziğin alanı ve uğraşısına ilişkin bu tanımın metafiziğin doğa bilimlerinden net bir biçimde ayırt edilmesini sağlamadığı söylenebilir. Doğa bilimleri de dünyadaki olgulara ilişkin bilgi edinme gayretindedirler. Ne var ki tek tek doğa bilimleri, olgular hakkında bilgi edinme ve bunu da bilimsel bakış açısı ile gerçekleştirme gayretinde olmaları bakımından benzer olsalar da inceledikleri konular bakımından birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Her biri dünyadaki olguların kendilerine konu ettikleri kısmını incelerken bunu, incelediği konunun gerektirdiği özel bir bakış açısı ile yaparlar. Söz gelimi, doğa bilimleri arasında sayabileceğimiz fizik, kimya, zooloji ve botaniğin hem inceledikleri olgu hem de bu olgulara yaklaşım biçimleri birbirlerinden farklıdır. Bu yüzden her biri belli bir olgular öbeğini, belli bir açıdan ve belli yönleri ile ele alırken pek çok yönünü de dışarıda bırakırlar.
Metafiziğin doğa bilimlerinden ayrıldığı temel noktalardan biri genele ilişkin, kuşatıcı bilgi edinme çabası ile ilgili tavrıdır. O, belli bir olgu veya olgu öbeğinin şu veya bu yönüne değil; bir bütün olarak evrene yönelir. Hiçbir yanını eksik bırakmaksızın evreni bütün olarak ele alma amacını güder. Bu durumda metafizik, genelliği ile doğa bilimlerinden ayrılmaktadır. Metafizik, şu veya bu olguya değil, bir bütün olarak evrene ilişkin en genel, en kuşatıcı ilkeleri soruşturma etkinliği olarak anlaşılabilir.
Eğer bunlar en genel ilkeler olacaksa, hem evrendeki her şey hem de bir bütün olarak evrenin kendisi bu ilkelere tabi olmalıdır. En kuşatıcı ve genel ilkelerin ortaya çıkarılmaya çalışılması da evrenin bütünlüklü bilgisine sahip olma, onu bütün olarak kavrama çabası ile ilişkilidir. Böylelikle metafiziği, evreni bütünü ile bilme çabası olarak da tanımlayabiliriz. Bu en genel ve en kuşatıcı ilkeler aynı zamanda öze ilişkin olduklarından, soruşturulmaları zaman zaman varlığın özünü ortaya koyma çabası olarak da anlaşılmıştır.
Varlığın özünü araştıran metafizik, varlığın ilk ilkelerini veya varlığa ilişkin nihai, çürütülemez hakikatleri ortaya çıkarma yolu ile bunu gerçekleştirme gayretinde olmuştur.
Varlığın özünü bilme uğraşısı olarak ele alındığında metafizik, fizik ötesini tanıma çabası olarak da anlaşılabilir. Çünkü görünür olan varlığın özünden bahsettiğimizde, fiziki dünyanın ötesinde olan bir şeye yönelmiş oluruz. Amaç; görünür varlığın ötesindeki nihai gerçekliğe ulaşmaktır. Yöntem ise görünürde olanın eleştirel bir incelemeye tabi tutulması yolu ile onun ötesinin bilgisine ulaşmaktır.
Fiziki dünyanın ötesinde, görünür gerçekliğin ardında olan özün tanrısal bir şey olduğu metafizikçilerce kabul edilegelmiştir. Bundan dolayı da varlığın özüne ilişkin olan şey çoğu zaman tanrısal bir şey olarak anlaşılmıştır. Varlığın özünün kavranması ile, şeylerin ilk ilkeleri kavranacak böylelikle de var olanlar hakkında nihai, tanrısal bilgiye ulaşılacaktır.
Şeylerin kendilerine özgü kökenlerine inmek, o şeyin kendi başına değil, bütün içindeki konumuyla soruşturulmasını gerektirir. Bir şeyin tam olarak kökten bilinebilmesi, tümüyle evrenin ya da varlığın özünün bütünlüklü olarak kavranmasına bağlıdır. Böylelikle, metafiziğin uğraşısı kimi zaman evrenin tümünü kuşatacak, onu bütünlüklü olarak kavrayacak ilkelerin bilinmesi; kimi zaman varlığın özüne ilişkin olan şeyin kavranması, kimi zamansa fizik ötesindeki tanrısal gerçekliğe ulaşılması çabası olarak anlaşılmıştır.
Metafiziğin sorduğu sorular, farklı metafizik sistemlerinin gerek terminolojileri, gerekse yapıları bakımından farklılıklar göstermektedir. Burada bu sorularda ortak bulunan benzer karakteristik özellikleri anmaya çalışacağız.
Metafiziğin evreni kuşatan ilkelere yönelen tavrı, sorularında da kendini gösterir. Bunlar, hiçbir şeyi dışarıda bırakmayacak, köktenci bir soruşturmaya yönelik sorulardır. Metafiziğin klasik soruları, ‘Evren tümüyle nasıl kurulmuştur?’, ‘Varlığın ne gibi bir özü vardır?’, ‘Fizik ötesinin yapısı nasıldır?’, ‘Bir şey (her şey) derinlemesine nasıldır?’ gibi sorulardır. Bu tip sorulara verilmiş olan yanıtlar ve ortaya çıkan yeni sorular, felsefe tarihi boyunca metafiziği çeşitlendirmiş ve zenginleştirmiştir. Ne var ki bu çeşitlilik içindeki metafizik sistemlerden bazılarının yaklaşımı, birbirlerini destekleyecek ve tamamlayacak biçimde yan yana dururken bazıları da bütünü ile birbirini değilleyecek, hiçe sayacak biçimde karşı karşıya gelmişlerdir. Karşıtı olanı çürütürken, kendi savını güçlendiren uzun kanıtlama zincirleri birbirini izlemiş ve konu, içinden çıkılamaz bir hâl almıştır. Çeşitlilik bir yerden sonra, Kant’ın da belirttiği üzere, felsefeyi bir yazboz tahtası hâline getirmiştir. Bir metafizik sisteminde doğru olarak kabul edilen bir şeyin tam tersi, bir başka metafizik sisteminde doğru olarak kabul edilmiştir. Metafiziğin soruşturması, görünürdeki fiziki gerçekliğin ötesine uzandığından dolayı bu soruşturmanın sonuçları çoğu zaman o metafizik sisteminin içinde değerlendirilmiştir. Ne var ki bu metafizik sistemlerinin kendi ön kabulleri bir kez onaylandıktan sonra, biri ortaya koyduğu savı, diğeri de bu savın zıddını, aynı titizlik ve dakiklik ile kanıtlayabildiği için gerçekte bu sonuçlardan hangisinin doğru olduğunu söyleme olanağı da olmamıştır.
Bir yandan felsefe tarihi böylesi bir metafizik çeşitliliğini barındırırken diğer yandan da hemen her metafizikçi, evreni bütünü ile bilme amacını gerçekleştirenin kendi metafizik sistemi olduğunu iddia etmiştir. Gerçekten de evreni ister birbirleri ile çatışan ister uzlaşan bir görüşle kavrasınlar, hemen hemen tüm metafizik sistemlerde ortak bir özellik vardır: Hiçbiri, verdikleri yanıtların evrenin tümü hakkındaki kökten, doğru bilgiyi verdiğinden kuşkuya düşmemiştir.