Felsefenin yararı nedir?
|
Son olarak felsefenin yararı Veya gerekliliği, onun toplumsal-kültürel işlevi ve felsefenin tarihsel gelişimi ile ilgili olarak birkaç söz söylemek istiyoruz.. Mongolfier kardeşler icat etmiş oldukları balonla ilk uçuşlarım yapmak istedikleri sırada, gösteriyi izlemek için meydanda toplanan seyirciler arasından biri, yanında bulunan saygıdeğer görünüşlü, yaşlı bir baya dönerek biraz da naif bir tavırla şu soruyu sorar: ‘İyi de bayım, bu ne işe yarar?’. Sözü edilen yaşlı bay -ki o sıralarda Fransa’yı ziyaret etmekte olan ünlü Amerikalı bilgin ve siyaset adamı Benjamin Franklin’dir- hoşgörülü bir şekilde gülümseyerek şu cevabı verir: ‘İyi de bayım, yenidoğmuş bir bebek ne işe yarar?’.
Kanımızca bu cevap, felsefenin ve aslında daha genel olarak diğer önemli temel kültürel etkinliklerin son tahlilde ne işe yaradıkları sorusuna verilebilecek en güzel ve anlamlı bir cevaptır. Konuya salt bir işe yaramak açısından baktığımızda en çok işe yaradığını düşündüğümüz bazı etkinliklerimiz, örneğin bilim bile çoğu kez bir işe yaramaz. Çünkü tıp bilimi sayesinde hastalıklarımızı iyileştirip, acılarımızı azalttığımız bir gerçektir; evet, tıp bu açıdan faydalıdır ve sağlığımızı korumamıza yarar. Ama evrenin geçmişte ne kadar zaman önce, nasıl meydana geldiğini, uzayda, nerelerde, hangi galaksilerin bulunduğunu, dinazorlann günümüzden ne kadar önce ve neden ortadan kalktıklarını bilmek dar anlamda bizim ne işimize yarar?
Belki aritmetik bilimi, alışveriş yaparken ne kadar para ödeyeceğimizi, ihtiyaçlarımızı en hesaplı olarak nasıl karşılayabileceğimizi bilmemize yarar; ama uzayda bir noktadan bir doğruya birden fazla paralel çizilip çizilemeyeceğine ilişkin olarak geometride çağlar boyunca yapılmış olan bütün o geometrik tartışmalar ne işe yarar?
Örnekleri çoğaltmak mümkün, ama gereksizdir. Bilimin zaman zaman, hatta çoğu zaman işimize yaradığı bir gerçektir. Ama bilim adamı veya bilim adamlarının çoğu, araştırmalarını yaparken, yapakları araştırmaların bir işe yarayıp yaramayacağını kendilerine sormazlar bile. Bilim adamının amacı, Aristoteles’in söylediği gibi, herşeyden önce ve asli olarak ‘insanın doğal olarak sahip olduğu bilme arzusunu doyurmak’tır. Bir bilimsel araştırmayı tetikleyen şey, çoğu zaman pratik bir probleme çözüm bulmak amacı değil, bir başka bilimsel çalışma ve bu bilimsel çalışmanın ortaya koyduğu başka bir bilimsel problemdir.
Aynı şekilde sanatın veya sanat eserinin bize bir yarar sağladığını söylemek, hemen hemen sanatın varlık amacım inkâr etmektir. Evimizde kullandığımız bir sandalyenin açıklayıcı nedeni, üzerinde oturma imkânını sağlaması suretiyle bize yarar sağlamasıdır. Ceketimizi aşağımız bir askı da ceketimizin buruşmamasına yarar. Ama sandalyenin kendisinin XVI. Louis stili bir sandalye olması veya askının, diyelim ki ünlü bir heykeltıraşın elinden çıkma bir askı olmasının, bu birinci anlamda bir fayda sağlaması söz konusu değildir. Bu son iki durumda faydanın dışında ve ondan tamamen bağımsız bir değer işin içine karışmaktadır ki o da ‘güzel olanla, ‘estetik bakımdan haz verici, heyecan verici olanla ilgili değerdir. Kantin estetik değerin özelliğini belirttiği dört ünlü formülünden birincisini, sanatın temel kavramları olan estetik hazla onun konusu olan güzelin ne olduklarına ilişkin formülünü burada zikretmemiz yetinde olacaktır: “Estetik haz, bir nesneyi veya bir temsil biçimini hiçbir çıkar gütmeyen bir hoşlanma veya hoşlanmama duygusuyla yargılama yetisidir. Bu hoşlanma duygusunun konusu olan şeye de güzel denir”.
Ahlaka gelelim: Onun bir işe yaraması şöyle dursun, gerçekten ahlaklı davranan üstün bazı insan örneklerinde olduğu gibi (örneğin Sokrates, İsa, Budha), bu davranışları sergileyen insanlara hayatları boyunca eza, cefa, mihnet, hatta ölüm getirmiş olduğu olgusal bir gerçektir. O halde ahlaksal davranmanın insana alışılagelen, normal anlamda bir fayda, bir zevk vermediği de açıktır.
Nihayet bütün bunlara benzer bir şekilde felsefe de özü itibariyle ve son tahlilde bir işe yaramaz; meğer ki insanın kendisini çevreleyen evreni, insan hayatının bir anlamı olup olmadığını, insan kaderinin ne olduğunu, insanın hangi eylemleri ile ne ölçüde kaderini değiştirebileceğini ve kendi seçiminin sınırları içerisinde hangi eylem ve çabaların peşinden koşması gerektiğini, ne tür bir hayatın gerek bireysel, gerek toplumsal olarak en iyi hayat olduğunu vb. bilmeye çalışmasının insan için çok yararlı, çok faydalı bir şey olduğunu söylemiş olmayalım! Felsefi araştırmanın şüphesiz daha önce işaret ettiğimiz gibi başka planlardan başka faydaları vardır, örneğin bilimlere yardıma olabilir, dinlere yardımcı olmuştur vb. Ancak onun arkasında bulunan en temel motif, en iyi biçimde Sokrates’in şu cümlesinde ifade edilmiş olan motiftir: “Soruşturulmayan, üzerinde düşünülmeyen bir hayat, ya şanmaya değmez”. însan, kendi hayatım inceleme kabiliyetidir. Bu olmaksızın o, hiçtir. Felsefe, insanı insan yapan ve bir hiç olmaktan kurtaran araştırma, soruşturma ruhunun, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme etkinliğinin, önemli sorular sorma ve onlara ciddi olarak cevaplar arama özelliğinin, erdemli olma ve mudu yaşama talebinin, kısaca bilgeliğe ulaşma özleminin en hakiki ve belki tek ifadesidir.
Kaynak: Ahmet Arslan - Felsefeye Giriş
Kanımızca bu cevap, felsefenin ve aslında daha genel olarak diğer önemli temel kültürel etkinliklerin son tahlilde ne işe yaradıkları sorusuna verilebilecek en güzel ve anlamlı bir cevaptır. Konuya salt bir işe yaramak açısından baktığımızda en çok işe yaradığını düşündüğümüz bazı etkinliklerimiz, örneğin bilim bile çoğu kez bir işe yaramaz. Çünkü tıp bilimi sayesinde hastalıklarımızı iyileştirip, acılarımızı azalttığımız bir gerçektir; evet, tıp bu açıdan faydalıdır ve sağlığımızı korumamıza yarar. Ama evrenin geçmişte ne kadar zaman önce, nasıl meydana geldiğini, uzayda, nerelerde, hangi galaksilerin bulunduğunu, dinazorlann günümüzden ne kadar önce ve neden ortadan kalktıklarını bilmek dar anlamda bizim ne işimize yarar?
Belki aritmetik bilimi, alışveriş yaparken ne kadar para ödeyeceğimizi, ihtiyaçlarımızı en hesaplı olarak nasıl karşılayabileceğimizi bilmemize yarar; ama uzayda bir noktadan bir doğruya birden fazla paralel çizilip çizilemeyeceğine ilişkin olarak geometride çağlar boyunca yapılmış olan bütün o geometrik tartışmalar ne işe yarar?
Örnekleri çoğaltmak mümkün, ama gereksizdir. Bilimin zaman zaman, hatta çoğu zaman işimize yaradığı bir gerçektir. Ama bilim adamı veya bilim adamlarının çoğu, araştırmalarını yaparken, yapakları araştırmaların bir işe yarayıp yaramayacağını kendilerine sormazlar bile. Bilim adamının amacı, Aristoteles’in söylediği gibi, herşeyden önce ve asli olarak ‘insanın doğal olarak sahip olduğu bilme arzusunu doyurmak’tır. Bir bilimsel araştırmayı tetikleyen şey, çoğu zaman pratik bir probleme çözüm bulmak amacı değil, bir başka bilimsel çalışma ve bu bilimsel çalışmanın ortaya koyduğu başka bir bilimsel problemdir.
Aynı şekilde sanatın veya sanat eserinin bize bir yarar sağladığını söylemek, hemen hemen sanatın varlık amacım inkâr etmektir. Evimizde kullandığımız bir sandalyenin açıklayıcı nedeni, üzerinde oturma imkânını sağlaması suretiyle bize yarar sağlamasıdır. Ceketimizi aşağımız bir askı da ceketimizin buruşmamasına yarar. Ama sandalyenin kendisinin XVI. Louis stili bir sandalye olması veya askının, diyelim ki ünlü bir heykeltıraşın elinden çıkma bir askı olmasının, bu birinci anlamda bir fayda sağlaması söz konusu değildir. Bu son iki durumda faydanın dışında ve ondan tamamen bağımsız bir değer işin içine karışmaktadır ki o da ‘güzel olanla, ‘estetik bakımdan haz verici, heyecan verici olanla ilgili değerdir. Kantin estetik değerin özelliğini belirttiği dört ünlü formülünden birincisini, sanatın temel kavramları olan estetik hazla onun konusu olan güzelin ne olduklarına ilişkin formülünü burada zikretmemiz yetinde olacaktır: “Estetik haz, bir nesneyi veya bir temsil biçimini hiçbir çıkar gütmeyen bir hoşlanma veya hoşlanmama duygusuyla yargılama yetisidir. Bu hoşlanma duygusunun konusu olan şeye de güzel denir”.
Ahlaka gelelim: Onun bir işe yaraması şöyle dursun, gerçekten ahlaklı davranan üstün bazı insan örneklerinde olduğu gibi (örneğin Sokrates, İsa, Budha), bu davranışları sergileyen insanlara hayatları boyunca eza, cefa, mihnet, hatta ölüm getirmiş olduğu olgusal bir gerçektir. O halde ahlaksal davranmanın insana alışılagelen, normal anlamda bir fayda, bir zevk vermediği de açıktır.
Nihayet bütün bunlara benzer bir şekilde felsefe de özü itibariyle ve son tahlilde bir işe yaramaz; meğer ki insanın kendisini çevreleyen evreni, insan hayatının bir anlamı olup olmadığını, insan kaderinin ne olduğunu, insanın hangi eylemleri ile ne ölçüde kaderini değiştirebileceğini ve kendi seçiminin sınırları içerisinde hangi eylem ve çabaların peşinden koşması gerektiğini, ne tür bir hayatın gerek bireysel, gerek toplumsal olarak en iyi hayat olduğunu vb. bilmeye çalışmasının insan için çok yararlı, çok faydalı bir şey olduğunu söylemiş olmayalım! Felsefi araştırmanın şüphesiz daha önce işaret ettiğimiz gibi başka planlardan başka faydaları vardır, örneğin bilimlere yardıma olabilir, dinlere yardımcı olmuştur vb. Ancak onun arkasında bulunan en temel motif, en iyi biçimde Sokrates’in şu cümlesinde ifade edilmiş olan motiftir: “Soruşturulmayan, üzerinde düşünülmeyen bir hayat, ya şanmaya değmez”. însan, kendi hayatım inceleme kabiliyetidir. Bu olmaksızın o, hiçtir. Felsefe, insanı insan yapan ve bir hiç olmaktan kurtaran araştırma, soruşturma ruhunun, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme etkinliğinin, önemli sorular sorma ve onlara ciddi olarak cevaplar arama özelliğinin, erdemli olma ve mudu yaşama talebinin, kısaca bilgeliğe ulaşma özleminin en hakiki ve belki tek ifadesidir.
Kaynak: Ahmet Arslan - Felsefeye Giriş