Felsefenin Konusu nedir - 1
|
felsefe, nedir? Bu soruyu büyük filozoflara soracak olursak düş kırıklığına uğrarız, çünkü filozofların her biri sorumuzu başka türlü yanıtlayacak ve felsefe diye neyle uğraşıyorsa ve ne öğretiyorsa, onu bize felsefe budur diye anlatmaya kalkacaktır.
Kendimizi belirli bir felsefeyle sınırlamazsak sorumuzu şöyle de sorabiliriz: Çeşitli dönemlerde yaşamış olan sayısız filozof hangi konularla uğraşmış acaba? Bu soruya ise bir tek yanıt var: Her şeyle! Gerçekten de felsefenin konusu olamayacak ve olmamış hiç bir konu kalmamış gibidir. En büyükten en küçüğe ve en önemliden - (gerçekte önemli ve önemsiz olan bir şey varsa), - en önemsize dünyanın nasıl olduğundan günlük yaşamdaki doğru davranış biçimlerine, özgürlük, ölüm ve ölümsüzlük gibi ölümsüz sorulardan yemek içmeye kadar her şey felsefi düşüncelerin konusu olmuştur. Ancak biz felsefenin yöneldiği alanları felsefe kitaplarında gösterildiği gibi biraz daha bilimsel bir yaklaşımla şöyle sayabiliriz: Varoluşun giziyle «metafizik» (fizikötesi); bütün varoluşla, «ontoloji» (varlık bilgisi) - (bu iki dal birbiriyle pek çok felsefe dalında olduğu gibi kesişir); doğru düşünmek ve doğruyu aramakla «mantık» (Logik); doğru davranışla «ethik» (ahlak bilgisi); bilmek ve bilginin sınırlarıyla «bilgi kuramı»; güzelliği aramakla ise «estetik» uğraşır. Doğayla doğa felsefesi, kültürle kültür felsefesi, dinle din felsefesi, toplumla toplum felsefesi, tarihle tarih felsefesi, siyasetle siyaset felsefesi, hukukla hukuk felsefesi, dille dil felsefesi ilgilenir. Bir iktisat felsefesi, teknik felsefesi, para felsefesi bile vardır.
Bu sıralamada sözü geçen bütün bu konuların her birinin ayrı bir bilimin de inceleme ve araştırma konusu olduğu besbellidir.
İktisatla iktisat bilimi, dille dilbilim, hukukla hukuk bilimi, siyasetle siyaset bilimi uğraşır. Tarih biliminin konusu tarih, toplum biliminin (sosyoloji) konusu toplum, din biliminin konusu dindir. Doğayı ise fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi daha sayamadığımız pek çok bilim konu edinmiştir.
Bir araştırma ve bilgi edinme yolu olan felsefeyle bu ayrı ayrı bilimler arasında konuları paylaşmak açısından bir sınır çizilemez. Felsefe bu sayılan bilimlerle aynı konulara eğildiği halde onların her birinden ayrı olduğuna göre demek ki felsefenin kendisine özgü bir yöntemi olmalı. Şimdi de bu yöntemin (metodun) ne olduğu sorusu beliriyor. İşte burada da ayrıntılara girersek bu işin içinden çıkamayız. Pek çok düşünür kendi yöntemini felsefenin yöntemi olarak göstermiştir. Ayrıca pek çok araştırma dalında kökeni felsefeye dayanan yöntemler kullanılmaktadır. Felsefe de, bilimlerin geliştirmiş olduğu yöntemlerden kendisi için uygun gördükle
rini seçerek almıştır.
Felsefenin öteki bilimlerden nerede ayrıldığı ise gösterilebilir. Bir kez daha, yukarıda saydığımız konuları ve alanları ve öteki bilimlerin sıralanışını gözden geçirirsek felsefenin herşeyi içine alarak bütün varoluşun tüm konularını kapsamış olduğunu görürüz. Felsefeden başka, konusu her şey olan başka bir bilim de bulamayız. Varoluşu bütünlüğü içinde kavramak, araştırmak yalnız felsefenin işidir. Bütünü kavramaya yönelik olma özelliği felsefeyi bütün öteki bilimlerden ayırır: Bilimler devlet, dil, tarih, yaşam gibi kendi belirli ve sınırlı alanlarını incelemeyi görevleri olarak bilirlerken, felsefe belirli bir bilimin yoğunlaşmış ve sınırlanmış düşüncelerini alarak daha geniş bir bağlam içinde yeniden değerlendirir ve bütünlük içindeki yerine oturtur, bilimler arasındaki ortak düşünceleri bulup çıkarır ve bunun yanında, bilimlerin vardığı sonuçları, yargıları geniş bir açı içinde bütünleştirerek, ilişkiler kurarak, birleştirerek tutarlı bir bütünlük içinde bağdaştırarak, bir dünya görüşü oluşturur. Felsefe, bilgileri, bulguları başka açılardan, değişik yönlerden aydınlatmaya, yorumlamaya çalışınca onun öteki bilimlerden nerede ayrıldığı iyice anlaşılır.
Ne var ki, varoluşun tümüyle uğraşan yalnız felsefe değildir. Felsefe bu alanı din ve güzel sanatlarla paylaşır. Bu ikisi de kendilerine göre ve kendilerine özgü yaklaşımlarla varoluşu bütünlüğüyle kavramaya yönelmişlerdir. Burada da sınırlar kesin değildir. Felsefe yaşamın bütünlüğünü ve anlamını kavramaya çalışırken dine yaklaşabilir. Gerçekten de din ve felsefe uzun tarih dönemleri boyunca birbirlerinden ayrı düşünülemeyecek kadar birbirlerine sımsıkı bağlıydılar. Öte yandan, felsefi bir düşünce çok yetkin ve görkemli bir anlatımla bir sanat eserinde, örneğin bir şiirde ya da bir mimarlık şaheserinde ortaya çıkmış olabilir. Kimi zaman sanat eserleri çoğu kez şaheserleri dinin alanına da girerler. Ancak gerekli ve bizim amaçlarımız için yeterli bir ayırımı burada da gösterebiliriz. Felsefeyi din ve sanattan ayıran özellik onun aklın yolunu seçmesidir. Din ise akla değil, önce inanca ve duygulara seslenir. Sanat da yine öncelikle akılcı olmaya değil, içeride biçimlenen bir düşüncenin dışavurumuna, dışarıda yaratılmasına çabalar, ve eğer yaratılan şey gerçekten de yetkin bir yapıt ise gerçeği, simgelerle dolu gizli bir anlatımla da olsa, bütünlüğüyle gösterebilir. Büyük sanat eserleri çoğunlukla akıldışına, duygulara, güzelliğe, gösterişe ve yüceliğe yönelmişlerdir.
Gerçeği ve yaşamı anlama ve anlatma girişimlerinin, yani din, sanat, felsefe ve bilimlerin, tarih içinde birbirleriyle karşılıklı ilişkisine baktığımızda bunların zaman zaman bir arada, iç içe oldukları ve zaman zaman birbirlerinden ayrılarak çatıştıkları görülür. Bazı kültürlerde, genellikle eski çağlarda bunların hepsi ayrılmaz bir bütün olarak birarada bulunurlar. Eski Hintliler örneğin, yüzyıllarca önce adı sanı bilinmeyen yazarlarca yazılmış, dini olduğu kadar felsefi olan ve aynı zamanda gerçek bir sanat eseri sayılan ve bizim bildiğimiz anlamda bilimler olmadığından bunları da içeren yapıtlar bırakmışlardır. Bütün Avrupa Ortaçağı boyunca din ve felsefe iç içeydi. Buna karşılık Eski Yunanlılarda felsefe, inançları işe karıştırmadan, yalnızca akıl yoluyla, yani düşünerek varoluşun anlamını (ya da anlamsızlığını) kavramak amacıyla ortaya çıkmıştır. Son yüzyıllarda Batı'daki gelişmelerle, Eski Yunanlılar zamanından beri felsefenin bir parçası olan bilimlerin birer birer ayrılarak - tıpkı felsefenin uzun süre bir arada bulunduğu dine karşı çıkarak bağımsızlaşması gibi - bağımsızlaştıkları ve sonunda felsefenin yaşama hakkını tehdit ettikleri görülüyor.
Kendimizi belirli bir felsefeyle sınırlamazsak sorumuzu şöyle de sorabiliriz: Çeşitli dönemlerde yaşamış olan sayısız filozof hangi konularla uğraşmış acaba? Bu soruya ise bir tek yanıt var: Her şeyle! Gerçekten de felsefenin konusu olamayacak ve olmamış hiç bir konu kalmamış gibidir. En büyükten en küçüğe ve en önemliden - (gerçekte önemli ve önemsiz olan bir şey varsa), - en önemsize dünyanın nasıl olduğundan günlük yaşamdaki doğru davranış biçimlerine, özgürlük, ölüm ve ölümsüzlük gibi ölümsüz sorulardan yemek içmeye kadar her şey felsefi düşüncelerin konusu olmuştur. Ancak biz felsefenin yöneldiği alanları felsefe kitaplarında gösterildiği gibi biraz daha bilimsel bir yaklaşımla şöyle sayabiliriz: Varoluşun giziyle «metafizik» (fizikötesi); bütün varoluşla, «ontoloji» (varlık bilgisi) - (bu iki dal birbiriyle pek çok felsefe dalında olduğu gibi kesişir); doğru düşünmek ve doğruyu aramakla «mantık» (Logik); doğru davranışla «ethik» (ahlak bilgisi); bilmek ve bilginin sınırlarıyla «bilgi kuramı»; güzelliği aramakla ise «estetik» uğraşır. Doğayla doğa felsefesi, kültürle kültür felsefesi, dinle din felsefesi, toplumla toplum felsefesi, tarihle tarih felsefesi, siyasetle siyaset felsefesi, hukukla hukuk felsefesi, dille dil felsefesi ilgilenir. Bir iktisat felsefesi, teknik felsefesi, para felsefesi bile vardır.
Bu sıralamada sözü geçen bütün bu konuların her birinin ayrı bir bilimin de inceleme ve araştırma konusu olduğu besbellidir.
İktisatla iktisat bilimi, dille dilbilim, hukukla hukuk bilimi, siyasetle siyaset bilimi uğraşır. Tarih biliminin konusu tarih, toplum biliminin (sosyoloji) konusu toplum, din biliminin konusu dindir. Doğayı ise fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi daha sayamadığımız pek çok bilim konu edinmiştir.
Bir araştırma ve bilgi edinme yolu olan felsefeyle bu ayrı ayrı bilimler arasında konuları paylaşmak açısından bir sınır çizilemez. Felsefe bu sayılan bilimlerle aynı konulara eğildiği halde onların her birinden ayrı olduğuna göre demek ki felsefenin kendisine özgü bir yöntemi olmalı. Şimdi de bu yöntemin (metodun) ne olduğu sorusu beliriyor. İşte burada da ayrıntılara girersek bu işin içinden çıkamayız. Pek çok düşünür kendi yöntemini felsefenin yöntemi olarak göstermiştir. Ayrıca pek çok araştırma dalında kökeni felsefeye dayanan yöntemler kullanılmaktadır. Felsefe de, bilimlerin geliştirmiş olduğu yöntemlerden kendisi için uygun gördükle
rini seçerek almıştır.
Felsefenin öteki bilimlerden nerede ayrıldığı ise gösterilebilir. Bir kez daha, yukarıda saydığımız konuları ve alanları ve öteki bilimlerin sıralanışını gözden geçirirsek felsefenin herşeyi içine alarak bütün varoluşun tüm konularını kapsamış olduğunu görürüz. Felsefeden başka, konusu her şey olan başka bir bilim de bulamayız. Varoluşu bütünlüğü içinde kavramak, araştırmak yalnız felsefenin işidir. Bütünü kavramaya yönelik olma özelliği felsefeyi bütün öteki bilimlerden ayırır: Bilimler devlet, dil, tarih, yaşam gibi kendi belirli ve sınırlı alanlarını incelemeyi görevleri olarak bilirlerken, felsefe belirli bir bilimin yoğunlaşmış ve sınırlanmış düşüncelerini alarak daha geniş bir bağlam içinde yeniden değerlendirir ve bütünlük içindeki yerine oturtur, bilimler arasındaki ortak düşünceleri bulup çıkarır ve bunun yanında, bilimlerin vardığı sonuçları, yargıları geniş bir açı içinde bütünleştirerek, ilişkiler kurarak, birleştirerek tutarlı bir bütünlük içinde bağdaştırarak, bir dünya görüşü oluşturur. Felsefe, bilgileri, bulguları başka açılardan, değişik yönlerden aydınlatmaya, yorumlamaya çalışınca onun öteki bilimlerden nerede ayrıldığı iyice anlaşılır.
Ne var ki, varoluşun tümüyle uğraşan yalnız felsefe değildir. Felsefe bu alanı din ve güzel sanatlarla paylaşır. Bu ikisi de kendilerine göre ve kendilerine özgü yaklaşımlarla varoluşu bütünlüğüyle kavramaya yönelmişlerdir. Burada da sınırlar kesin değildir. Felsefe yaşamın bütünlüğünü ve anlamını kavramaya çalışırken dine yaklaşabilir. Gerçekten de din ve felsefe uzun tarih dönemleri boyunca birbirlerinden ayrı düşünülemeyecek kadar birbirlerine sımsıkı bağlıydılar. Öte yandan, felsefi bir düşünce çok yetkin ve görkemli bir anlatımla bir sanat eserinde, örneğin bir şiirde ya da bir mimarlık şaheserinde ortaya çıkmış olabilir. Kimi zaman sanat eserleri çoğu kez şaheserleri dinin alanına da girerler. Ancak gerekli ve bizim amaçlarımız için yeterli bir ayırımı burada da gösterebiliriz. Felsefeyi din ve sanattan ayıran özellik onun aklın yolunu seçmesidir. Din ise akla değil, önce inanca ve duygulara seslenir. Sanat da yine öncelikle akılcı olmaya değil, içeride biçimlenen bir düşüncenin dışavurumuna, dışarıda yaratılmasına çabalar, ve eğer yaratılan şey gerçekten de yetkin bir yapıt ise gerçeği, simgelerle dolu gizli bir anlatımla da olsa, bütünlüğüyle gösterebilir. Büyük sanat eserleri çoğunlukla akıldışına, duygulara, güzelliğe, gösterişe ve yüceliğe yönelmişlerdir.
Gerçeği ve yaşamı anlama ve anlatma girişimlerinin, yani din, sanat, felsefe ve bilimlerin, tarih içinde birbirleriyle karşılıklı ilişkisine baktığımızda bunların zaman zaman bir arada, iç içe oldukları ve zaman zaman birbirlerinden ayrılarak çatıştıkları görülür. Bazı kültürlerde, genellikle eski çağlarda bunların hepsi ayrılmaz bir bütün olarak birarada bulunurlar. Eski Hintliler örneğin, yüzyıllarca önce adı sanı bilinmeyen yazarlarca yazılmış, dini olduğu kadar felsefi olan ve aynı zamanda gerçek bir sanat eseri sayılan ve bizim bildiğimiz anlamda bilimler olmadığından bunları da içeren yapıtlar bırakmışlardır. Bütün Avrupa Ortaçağı boyunca din ve felsefe iç içeydi. Buna karşılık Eski Yunanlılarda felsefe, inançları işe karıştırmadan, yalnızca akıl yoluyla, yani düşünerek varoluşun anlamını (ya da anlamsızlığını) kavramak amacıyla ortaya çıkmıştır. Son yüzyıllarda Batı'daki gelişmelerle, Eski Yunanlılar zamanından beri felsefenin bir parçası olan bilimlerin birer birer ayrılarak - tıpkı felsefenin uzun süre bir arada bulunduğu dine karşı çıkarak bağımsızlaşması gibi - bağımsızlaştıkları ve sonunda felsefenin yaşama hakkını tehdit ettikleri görülüyor.