Geleneğe Karşı Olan Hint Felsefesi - 2
|
Tüm önlemlere karşın, Siddharta bir gün koruda arabayla gezerken ölüme çok yaklaşmış, titrek bir ihtiyar, ikinci gezintisinde tir tir titreyen ateşli ağır bir hasta ve üçüncüsünde çürüyen bir ceset; ve son gezintisinde de dünyadaki acıların ötesine geçtiği yüzünden okunan bir derviş görmüş. Yaşlılığın, hastalığın, ölümün ve acının bu görüntüleri genç adamı derinden etkileyerek, sarsmış.
Saraydaki zenginlik, bolluk içindeki eğlenceli yaşamdan tiksinmiş, rahatı huzuru kalmamış. Gerçeği ve acılardan kurtulmanın yolunu bulmak için yalnız başına bir çileci olarak yaşamaya ve varını yoğunu, taht üzerindeki hakkını bırakmaya karar vermiş; ve bir gece, geceyarısı, uyumakta olan karısını ve yeni doğmuş oğlunu terk ederek saraydan çıkıp gitmiş.
O gece içinde çok yol almış ve sıkı bir çileci yaşam sürüp derin düşüncelere dalabilmek için Uruvela adındaki bir yerde yerleşmiş.
Kendisini sıkıntıya sokmakta ve çilelere katlanmakta o kadar aşırı gitmiş ki bir süre sonra bir deri bir kemik kaldığı gibi saçları da tutam tutam dökülmüş. Böyle kendi kendini üzmenin, sıkmanın sınırına gelince bu yolla hiç bir yere varamayacağı nı iyice anlamış. Çileciliği bırakmış. Büyük bir ağacın gölgesi altına oturmuş ve gerçek aydınlanmaya kavuşmadan buradan kalkmamayı kafasına koymuş.
İşte burada aydınlanmış. Olağanüstü keskin bir biçimde canlıların sonsuz bir döngü (çark) içinde doğup, büyüyüp, öldüğünü ve sonra yeniden doğduğunu görmüş. Niçin, diye kendi kendisine sormuş, niçin yeryüzündeki bu bitmez tükenmez acılar, sıkıntılar her yeni doğumla yenilensin? Bu dönüp durmaya bir dur demenin, bu zinciri kırmanın bir yolu yok mu? Aydınlığa çıkmak için gece gündüz demeden haftalarca kendisiyle boğuştuktan sonra, öğretisinin özünü «Dört Yüce Gerçek»te toplayarak özetlemiş.
—Yaşam acıdır (üzüntüdür, ıstıraptır).
—Acıların (üzüntünün, sıkıntının) kaynağı doyumsuz istekler, tutkulardır.
—Tutkulara bağımlılıktan kurtulan kişi kurtulur, ölüm doğum döngüsünün dışına çıkar.
—Kurtuluşa götüren yol ise "Sekiz Basamaklı Yüce Yol"dur; doğru inanmak, doğru düşünmek, doğru konuşmak, doğru davranmak, doğru yaşamak, doğru yönelmek, doğru kavramak, doğru erişmek.
Böylece Siddharta yedi yıllık yoğun bir arayış ve çaba sonunda aydınlığa kavuşmuş ve Buddha olmuş, sonra da öğretisini insanlara ulaştırmak, yaymak için yollara düşmüş. Seksen yaşında ölünceye dek gezgin bir bilge, konuşmacı, öğretmen, ve bir yardımsever olarak Hindistan'ın bütün kuzeydoğusunu bir baştan bir başa dolaşmış. Öğrencilerinin, izdeşlerinin sayısı gün geçtikçe artmış, ünü yayıldıkça yayılmış. Sayısız öyküde insanlara nasıl yol göstermiş olduğu anlatılır.
Bir gün ülkesine ve babasının sarayına da uğramış, aradan geçen bütün bu uzun süre içinde kendisine sadık kalmış olan karısını kutsamış, ve bu arada büyümüş olan oğlunu da örgütüne alarak yine yola koyulmuş.
Sevgili öğrencisi Ananda nın kolları arasında ölmüş, söylenceye göre o sırada gökten çiçekler yağmış ve bir musiki işitilmiş. Buda'nın son sözleri ise şunlar olmuş:"Burada duran her şey ergeç çözüşür. Kurtulmaya bakın, durmayın!"
b) Buda'nın Öğretisi
Kaynaklar
Buda'nın öğretisi üzerine bilgilerimiz ancak daha sonraki yüzyıllarda derlenmiş ve daha da sonra yazıya geçirilmiş olan metinlerin toplandığı üç Pitaka'ya (üç sepet) dayanır. Araştırmacılar, büyük bir olasılıkla Buda’nın gerçek öğretisi olduğunu sandıkları özgün görüşleri bu derlemelerden yola çıkarak, daha sonraki değişmelerden ve eklentilerden ayıklamayı başarmışlardır. Sanskritçenin Pali
lehçesinde yazılmış olan Pitaka’ların en iyi korunmuş ve gerçek öğretiye en yakın metinler oldukları anlaşılmaktadır. Bizim, ayrıntılara dalmayacak olan incelememizin bu bölümünde, önce Buda'nın gerçek öğretisi anlatılmaya çalışılacak; daha sonra Budacılığın tarihine ve yayılışına bir göz atılacak ve son olarak da sonradan gelişen başka Budacı öğ retilere ve akımlara yer verilecektir.
Tanrıtanımaz Bir Din
Bir Budacının inancının temelini yukarıda sözü edilmiş olan «Dört Yüce Gerçek» oluşturur. Budacı inanışın dayandığı bu kısa ve özlü sözlerde Tanrı adının geçmediğini, yalnızca insanların, daha doğrusu tüm canlıların yaradılışları gereği çektiği acıdan, sıkıntıdan söz edildiğini görürüz. Budacılık gerçekten de, hiç olmazsa ilk biçimiyle, tanrıtanımaz (atheist) bir dindir. Avrupa'da, Hıristiyan
bağnazlığının egemen olduğu bir çağda güçlenmiş olan «Tanrıcılık (Theism)» akımına göre, Tanrının bir kişiliği olduğuna inanmak din tanımıyla özdeşleştirilmiş, din sayılmıştır. Böyle bir tanımın dar bakış açısından bakanlar için tanrıtanımaz bir din bir saçmalıktan, bir çelişkiden başka bir şey olamaz.
Oysa Budacılık ve tanrıtanımaz başka dinler (örneğin Caynacılık) bu din tanımının çok dar tutulmuş olduğunu bize göstermektedir. Bu dinler, yeryüzünün geniş bölgelerinde, bir ahlak yasası koyan, insanı olgunlaştıran, yücelten, genedoğum, kurtuluş ve gerçeğe ermek gibi inançlar aşılayan, ancak tanrı kavramını tanımadığı için de «tanrıtanımaz» olarak nitelenen dinler olabileceğinin kanıtıdırlar.
Bu dinlerin değişik toplumlarda gelişme ortamı buldukları zaman kutsal yazıları, rahip ve keşişleri, manastır ve tapınakları, tapınış biçimleri ve törenleriyle Hıristiyanlığa ve öteki tanrı tanır dinlere pek çok bakımdan ve kimi zaman da şaşırtıcı biçimde benzediği göze çarpar. Ne var ki, Budacılık, bir süre sonra gerçek öğretiden saparak, Buda'nın bir tanrıymışçasına yüceltilmesiyle, tanrı tanır bir din görünümünü almıştır.
Buda'nın kendisinin tanrılaştırılmaya kesinkes karşı olduğunu elimizdeki belgelerden anlıyoruz.
Tumturaklı konuşmasını bilen bir kimse Buda'yı överek göklere çıkarınca ve ona "Ey bilgelerin en bilgesi" deyip durunca, Buda:
"Ağzından çıkan sözler büyük ve tumturaklı...
Sen geçmişin bütün bilgelerini tanıdın mı?...
Onları anladın mı?...
Ya geleceğin bilgelerini tanıdın mı?.."
Bu sorulara olumlu bir yanıt alamayınca, bu kez:
"Hiç olmazsa beni gördün. Ama beni tanıdın mı? Beni gerçekten anladın mı?" diye sormuş, ve adam ne diyeceğini iyice şaşırınca, Buda şunları eklemiş:
"Öyleyse sözlerin niye böyle büyük ve tumturaklı? Niye kendini tutamayıp övgü şarkılarına başlıyorsun?"
Buda her türlü gösterişi ve töreni de hiçe saymıştır. O yalnız insanın kişiliğine ve davranışına değer verirdi. Bir gün bir Brahman ona Gaya'nın kutsal suyunda yıkanmak için oraya kadar gitmeyi önermiş.
Buda demiş ki: "Burada yıkansana, ey Brahman! Yaradılmış her şeye aynı saygıyı göstersene. Doğruyu konuşmuşsan, bir canlı öldürmemişsen, sana verilmemiş olanı almamışsan, erdemli olmayı bilmişsen, - o zaman, Gaya'ya gitmeye ne gerek var? Her su sana Gaya’dır!"
Dharma
Buda, anlaşıldığına göre, "var oluş sonlu mu, sonsuz mu?", "Zamanın bir başı sonu var mı?" gibi soyut soruları, öğretisiyle doğrudan doğruya ilişkili görmeyerek geri çevirmiş, yanıtlamamıştır. Bilinmeyen her şeyin çözümünün, her sorunun yanıtının Tanrı esini Veda'larda bulunacağına inanan, çok bilmiş Brahman rahiplerini alaya almıştır. Başlangıçtaki biçimiyle Budacılık, evrenin ne olduğu ve nasıl oluştuğu üzerine gelişkin ve kesin düşünceler ortaya atmaktan çok uzaktır.
Varoluşu birleşerek oluşturan en son ve en küçük parçacıklara dharma adı verilir. Sayısız dharma vardır. Dharma'dan tam olarak ne anlaşılması gerektiği üzerinde Budacı okullar arasında bir görüş birliği yoktur. Yalnız şurası bellidir: Dharma deyince canlı bir öz, bir ruh ya da canlılık anlaşılmaz, dharma'lar cansız parçacıklardır. Canlı ve cansız bütün yaratıkların, dağların, taşların, vb.
böyle küçücük cansız dharma'ların bir araya gelmesiyle oluştuğu kabul edilir. Demek ki tüm varoluş küçücük dharma'lardan oluşmuş bir görüntüdür.
Bir dharma ayrıca sürekli ve kalıcı bir şey de değildir, oluşan, sonra yine hemen yok olan kısa süreli bir görüntüdür. Sürekli, kalıcı bir varlık ise hiç yoktur ve olmamıştır. Yalnızca sürekli bir çevrim ve akış, dharma'ların kesintisiz bir oluş ve yok oluş süreci vardır. Her varlık geçicidir ve bir an için parlar ve parlayarak algılandığı anda yine sönerek geçmişte kalır. Yalnız içinde yaşadığımız şimdiki an gerçektir, ve evren sürekli yinelenen «şu ambardan, «geçiciliğin sürekliliğinden» başka bir şey delildir.
Bu durumda kalıcı bir kişilik, benlik de olamaz. Bilincimiz, duygularımız, ruhumuz her an yeniden oluşur ve çözülür. Zihindeki düşünce ve duyguların oluşma ve çözülme hızı, birbirlerini izlemeleri, çağrıştırmaları sanki kalıcı ve sürekli bir benliğimiz, kişiliğimiz varmış duygusuna kapılmamıza yol açarak bizi yanıltır.
Bu bakış açısı bizim alışmadığımız bambaşka bir zaman anlayışını da içermektedir. Geçmişten, «şimdiki zaman» dediğimiz içinde bulunduğumuz şu an’a gelerek geleceğe uzanan, kesintisiz bir akış, bir süreklilik olarak algıladığımız zaman kavramı Budacılara göre bir akış değil, yalnızca kısa kısa anların art arda dizilmesidir. Kalıcı bir şey olmadığı gibi bizim anladığımız anlamda bir tarih,
bir geçmiş de yoktur. Buda da, böyle bir anlayışla geleneği ve geçmişin birikimini önemsememiş, geleneğe bağlı olduğunu göstermeye büyük önem veren Hint düşünürlerinin tam tersine, neredeyse hiç bir zaman, hiç bir konuda geleneklere dayanmamıştır.
Budacı düşüncenin bir koca yokluk üzerine kurulduğu anlaşılıyor. Tanrı yok, yaratıcı yok, yaradılış yok, benlik yok, kalıcı bir varlık yok, ölümsüz bir ruh yok... Ünlü bir Rus araştırmacı bilgin Budacılığın temel öğretisini şöyle özetlemiştir: "Var olan bir şey yok, sürekli olan bir şey yok, dünyada mutlu olunacak bir şey yok" Ancak, buradaki "mutlu olmak" sözünden bizim dışımızdaki varlıkların bize verdiği mutluluk anlaşılmalıdır, yoksa bir Budacı için pekâlâ, ileride göreceğimiz gibi, kalıcı bir kurtuluşun tattırdığı bir mutluluk duygusu vardır, ne var ki, bunda da bir tür "yokluk tadı" yok değildir.
Etki Tepki Yasası, Genedoğum, Niruana
Dharma'nın oluş ve yok oluş süreci rasgele ve kuralsız olmayıp bir neden sonuç ilişkisine sımsıkı bağlıdır (ve bu bakımdan bu kuram Yunan atom kuramlarına benzemez). Her dharma kendisinden önceki başka dharma'ların oluşturduğu koşullar ve ortam içinde bir kurala bağlı olarak ortaya çıkar. Etki tepki yasasıyla her şey birbirine kaçınılmaz bir ilişkiler ağıyla bağlanmıştır. Budacılıkta kalıcı olan bir şey varsa işte o da var oluşun bu yasasıdır. Belki kavram karmaşasına yol açılacak ama yine de şunu belirtelim: Budacı yazında bu yasaya da «dharma» denir. Etki tepki yasası (dharma) dünyadaki olaylar için geçerli olduğu gibi davranışlarımızı da düzenler. Böylece bu yasa bir tür ahlak yasasına dönüşerek erdemli davranışlara dayalı bir toplum düzeninin temelini oluşturur.
Ana kavramlarıyla Buda'ya dayanan ünlü «Yaşam Tekerleği»yle Budacılar, her türlü oluşuma yol açan etki-tepki zincirini «On İki Katlı Yasa» olarak açıklamışlardır.
Yaşam tekerleğiyle ilk kez karşılaştığımızda tekerleğin üzerine serpiştirilmiş kavramlar arasında kolay kolay bir ilişki kuramayız. Bunun bir nedeni, örneğin, tekerleğin dış bölümünde göze çarpan kişilik, doğum, bilgisizlik gibi bizim başka bağlamlar içinde gördüğümüz kavramların ilk bakışta ne olduğunu anlayamadığımız bir ilişkiyle sıralanmış olmasıdır. Yine de, yaşamın sürekli bir dönüşümden oluştuğu düşüncesini ilk bakışta çıkarmak pek güç olmasa gerek.
Saraydaki zenginlik, bolluk içindeki eğlenceli yaşamdan tiksinmiş, rahatı huzuru kalmamış. Gerçeği ve acılardan kurtulmanın yolunu bulmak için yalnız başına bir çileci olarak yaşamaya ve varını yoğunu, taht üzerindeki hakkını bırakmaya karar vermiş; ve bir gece, geceyarısı, uyumakta olan karısını ve yeni doğmuş oğlunu terk ederek saraydan çıkıp gitmiş.
O gece içinde çok yol almış ve sıkı bir çileci yaşam sürüp derin düşüncelere dalabilmek için Uruvela adındaki bir yerde yerleşmiş.
Kendisini sıkıntıya sokmakta ve çilelere katlanmakta o kadar aşırı gitmiş ki bir süre sonra bir deri bir kemik kaldığı gibi saçları da tutam tutam dökülmüş. Böyle kendi kendini üzmenin, sıkmanın sınırına gelince bu yolla hiç bir yere varamayacağı nı iyice anlamış. Çileciliği bırakmış. Büyük bir ağacın gölgesi altına oturmuş ve gerçek aydınlanmaya kavuşmadan buradan kalkmamayı kafasına koymuş.
İşte burada aydınlanmış. Olağanüstü keskin bir biçimde canlıların sonsuz bir döngü (çark) içinde doğup, büyüyüp, öldüğünü ve sonra yeniden doğduğunu görmüş. Niçin, diye kendi kendisine sormuş, niçin yeryüzündeki bu bitmez tükenmez acılar, sıkıntılar her yeni doğumla yenilensin? Bu dönüp durmaya bir dur demenin, bu zinciri kırmanın bir yolu yok mu? Aydınlığa çıkmak için gece gündüz demeden haftalarca kendisiyle boğuştuktan sonra, öğretisinin özünü «Dört Yüce Gerçek»te toplayarak özetlemiş.
—Yaşam acıdır (üzüntüdür, ıstıraptır).
—Acıların (üzüntünün, sıkıntının) kaynağı doyumsuz istekler, tutkulardır.
—Tutkulara bağımlılıktan kurtulan kişi kurtulur, ölüm doğum döngüsünün dışına çıkar.
—Kurtuluşa götüren yol ise "Sekiz Basamaklı Yüce Yol"dur; doğru inanmak, doğru düşünmek, doğru konuşmak, doğru davranmak, doğru yaşamak, doğru yönelmek, doğru kavramak, doğru erişmek.
Böylece Siddharta yedi yıllık yoğun bir arayış ve çaba sonunda aydınlığa kavuşmuş ve Buddha olmuş, sonra da öğretisini insanlara ulaştırmak, yaymak için yollara düşmüş. Seksen yaşında ölünceye dek gezgin bir bilge, konuşmacı, öğretmen, ve bir yardımsever olarak Hindistan'ın bütün kuzeydoğusunu bir baştan bir başa dolaşmış. Öğrencilerinin, izdeşlerinin sayısı gün geçtikçe artmış, ünü yayıldıkça yayılmış. Sayısız öyküde insanlara nasıl yol göstermiş olduğu anlatılır.
Bir gün ülkesine ve babasının sarayına da uğramış, aradan geçen bütün bu uzun süre içinde kendisine sadık kalmış olan karısını kutsamış, ve bu arada büyümüş olan oğlunu da örgütüne alarak yine yola koyulmuş.
Sevgili öğrencisi Ananda nın kolları arasında ölmüş, söylenceye göre o sırada gökten çiçekler yağmış ve bir musiki işitilmiş. Buda'nın son sözleri ise şunlar olmuş:"Burada duran her şey ergeç çözüşür. Kurtulmaya bakın, durmayın!"
b) Buda'nın Öğretisi
Kaynaklar
Buda'nın öğretisi üzerine bilgilerimiz ancak daha sonraki yüzyıllarda derlenmiş ve daha da sonra yazıya geçirilmiş olan metinlerin toplandığı üç Pitaka'ya (üç sepet) dayanır. Araştırmacılar, büyük bir olasılıkla Buda’nın gerçek öğretisi olduğunu sandıkları özgün görüşleri bu derlemelerden yola çıkarak, daha sonraki değişmelerden ve eklentilerden ayıklamayı başarmışlardır. Sanskritçenin Pali
lehçesinde yazılmış olan Pitaka’ların en iyi korunmuş ve gerçek öğretiye en yakın metinler oldukları anlaşılmaktadır. Bizim, ayrıntılara dalmayacak olan incelememizin bu bölümünde, önce Buda'nın gerçek öğretisi anlatılmaya çalışılacak; daha sonra Budacılığın tarihine ve yayılışına bir göz atılacak ve son olarak da sonradan gelişen başka Budacı öğ retilere ve akımlara yer verilecektir.
Tanrıtanımaz Bir Din
Bir Budacının inancının temelini yukarıda sözü edilmiş olan «Dört Yüce Gerçek» oluşturur. Budacı inanışın dayandığı bu kısa ve özlü sözlerde Tanrı adının geçmediğini, yalnızca insanların, daha doğrusu tüm canlıların yaradılışları gereği çektiği acıdan, sıkıntıdan söz edildiğini görürüz. Budacılık gerçekten de, hiç olmazsa ilk biçimiyle, tanrıtanımaz (atheist) bir dindir. Avrupa'da, Hıristiyan
bağnazlığının egemen olduğu bir çağda güçlenmiş olan «Tanrıcılık (Theism)» akımına göre, Tanrının bir kişiliği olduğuna inanmak din tanımıyla özdeşleştirilmiş, din sayılmıştır. Böyle bir tanımın dar bakış açısından bakanlar için tanrıtanımaz bir din bir saçmalıktan, bir çelişkiden başka bir şey olamaz.
Oysa Budacılık ve tanrıtanımaz başka dinler (örneğin Caynacılık) bu din tanımının çok dar tutulmuş olduğunu bize göstermektedir. Bu dinler, yeryüzünün geniş bölgelerinde, bir ahlak yasası koyan, insanı olgunlaştıran, yücelten, genedoğum, kurtuluş ve gerçeğe ermek gibi inançlar aşılayan, ancak tanrı kavramını tanımadığı için de «tanrıtanımaz» olarak nitelenen dinler olabileceğinin kanıtıdırlar.
Bu dinlerin değişik toplumlarda gelişme ortamı buldukları zaman kutsal yazıları, rahip ve keşişleri, manastır ve tapınakları, tapınış biçimleri ve törenleriyle Hıristiyanlığa ve öteki tanrı tanır dinlere pek çok bakımdan ve kimi zaman da şaşırtıcı biçimde benzediği göze çarpar. Ne var ki, Budacılık, bir süre sonra gerçek öğretiden saparak, Buda'nın bir tanrıymışçasına yüceltilmesiyle, tanrı tanır bir din görünümünü almıştır.
Buda'nın kendisinin tanrılaştırılmaya kesinkes karşı olduğunu elimizdeki belgelerden anlıyoruz.
Tumturaklı konuşmasını bilen bir kimse Buda'yı överek göklere çıkarınca ve ona "Ey bilgelerin en bilgesi" deyip durunca, Buda:
"Ağzından çıkan sözler büyük ve tumturaklı...
Sen geçmişin bütün bilgelerini tanıdın mı?...
Onları anladın mı?...
Ya geleceğin bilgelerini tanıdın mı?.."
Bu sorulara olumlu bir yanıt alamayınca, bu kez:
"Hiç olmazsa beni gördün. Ama beni tanıdın mı? Beni gerçekten anladın mı?" diye sormuş, ve adam ne diyeceğini iyice şaşırınca, Buda şunları eklemiş:
"Öyleyse sözlerin niye böyle büyük ve tumturaklı? Niye kendini tutamayıp övgü şarkılarına başlıyorsun?"
Buda her türlü gösterişi ve töreni de hiçe saymıştır. O yalnız insanın kişiliğine ve davranışına değer verirdi. Bir gün bir Brahman ona Gaya'nın kutsal suyunda yıkanmak için oraya kadar gitmeyi önermiş.
Buda demiş ki: "Burada yıkansana, ey Brahman! Yaradılmış her şeye aynı saygıyı göstersene. Doğruyu konuşmuşsan, bir canlı öldürmemişsen, sana verilmemiş olanı almamışsan, erdemli olmayı bilmişsen, - o zaman, Gaya'ya gitmeye ne gerek var? Her su sana Gaya’dır!"
Dharma
Buda, anlaşıldığına göre, "var oluş sonlu mu, sonsuz mu?", "Zamanın bir başı sonu var mı?" gibi soyut soruları, öğretisiyle doğrudan doğruya ilişkili görmeyerek geri çevirmiş, yanıtlamamıştır. Bilinmeyen her şeyin çözümünün, her sorunun yanıtının Tanrı esini Veda'larda bulunacağına inanan, çok bilmiş Brahman rahiplerini alaya almıştır. Başlangıçtaki biçimiyle Budacılık, evrenin ne olduğu ve nasıl oluştuğu üzerine gelişkin ve kesin düşünceler ortaya atmaktan çok uzaktır.
Varoluşu birleşerek oluşturan en son ve en küçük parçacıklara dharma adı verilir. Sayısız dharma vardır. Dharma'dan tam olarak ne anlaşılması gerektiği üzerinde Budacı okullar arasında bir görüş birliği yoktur. Yalnız şurası bellidir: Dharma deyince canlı bir öz, bir ruh ya da canlılık anlaşılmaz, dharma'lar cansız parçacıklardır. Canlı ve cansız bütün yaratıkların, dağların, taşların, vb.
böyle küçücük cansız dharma'ların bir araya gelmesiyle oluştuğu kabul edilir. Demek ki tüm varoluş küçücük dharma'lardan oluşmuş bir görüntüdür.
Bir dharma ayrıca sürekli ve kalıcı bir şey de değildir, oluşan, sonra yine hemen yok olan kısa süreli bir görüntüdür. Sürekli, kalıcı bir varlık ise hiç yoktur ve olmamıştır. Yalnızca sürekli bir çevrim ve akış, dharma'ların kesintisiz bir oluş ve yok oluş süreci vardır. Her varlık geçicidir ve bir an için parlar ve parlayarak algılandığı anda yine sönerek geçmişte kalır. Yalnız içinde yaşadığımız şimdiki an gerçektir, ve evren sürekli yinelenen «şu ambardan, «geçiciliğin sürekliliğinden» başka bir şey delildir.
Bu durumda kalıcı bir kişilik, benlik de olamaz. Bilincimiz, duygularımız, ruhumuz her an yeniden oluşur ve çözülür. Zihindeki düşünce ve duyguların oluşma ve çözülme hızı, birbirlerini izlemeleri, çağrıştırmaları sanki kalıcı ve sürekli bir benliğimiz, kişiliğimiz varmış duygusuna kapılmamıza yol açarak bizi yanıltır.
Bu bakış açısı bizim alışmadığımız bambaşka bir zaman anlayışını da içermektedir. Geçmişten, «şimdiki zaman» dediğimiz içinde bulunduğumuz şu an’a gelerek geleceğe uzanan, kesintisiz bir akış, bir süreklilik olarak algıladığımız zaman kavramı Budacılara göre bir akış değil, yalnızca kısa kısa anların art arda dizilmesidir. Kalıcı bir şey olmadığı gibi bizim anladığımız anlamda bir tarih,
bir geçmiş de yoktur. Buda da, böyle bir anlayışla geleneği ve geçmişin birikimini önemsememiş, geleneğe bağlı olduğunu göstermeye büyük önem veren Hint düşünürlerinin tam tersine, neredeyse hiç bir zaman, hiç bir konuda geleneklere dayanmamıştır.
Budacı düşüncenin bir koca yokluk üzerine kurulduğu anlaşılıyor. Tanrı yok, yaratıcı yok, yaradılış yok, benlik yok, kalıcı bir varlık yok, ölümsüz bir ruh yok... Ünlü bir Rus araştırmacı bilgin Budacılığın temel öğretisini şöyle özetlemiştir: "Var olan bir şey yok, sürekli olan bir şey yok, dünyada mutlu olunacak bir şey yok" Ancak, buradaki "mutlu olmak" sözünden bizim dışımızdaki varlıkların bize verdiği mutluluk anlaşılmalıdır, yoksa bir Budacı için pekâlâ, ileride göreceğimiz gibi, kalıcı bir kurtuluşun tattırdığı bir mutluluk duygusu vardır, ne var ki, bunda da bir tür "yokluk tadı" yok değildir.
Etki Tepki Yasası, Genedoğum, Niruana
Dharma'nın oluş ve yok oluş süreci rasgele ve kuralsız olmayıp bir neden sonuç ilişkisine sımsıkı bağlıdır (ve bu bakımdan bu kuram Yunan atom kuramlarına benzemez). Her dharma kendisinden önceki başka dharma'ların oluşturduğu koşullar ve ortam içinde bir kurala bağlı olarak ortaya çıkar. Etki tepki yasasıyla her şey birbirine kaçınılmaz bir ilişkiler ağıyla bağlanmıştır. Budacılıkta kalıcı olan bir şey varsa işte o da var oluşun bu yasasıdır. Belki kavram karmaşasına yol açılacak ama yine de şunu belirtelim: Budacı yazında bu yasaya da «dharma» denir. Etki tepki yasası (dharma) dünyadaki olaylar için geçerli olduğu gibi davranışlarımızı da düzenler. Böylece bu yasa bir tür ahlak yasasına dönüşerek erdemli davranışlara dayalı bir toplum düzeninin temelini oluşturur.
Ana kavramlarıyla Buda'ya dayanan ünlü «Yaşam Tekerleği»yle Budacılar, her türlü oluşuma yol açan etki-tepki zincirini «On İki Katlı Yasa» olarak açıklamışlardır.
Yaşam tekerleğiyle ilk kez karşılaştığımızda tekerleğin üzerine serpiştirilmiş kavramlar arasında kolay kolay bir ilişki kuramayız. Bunun bir nedeni, örneğin, tekerleğin dış bölümünde göze çarpan kişilik, doğum, bilgisizlik gibi bizim başka bağlamlar içinde gördüğümüz kavramların ilk bakışta ne olduğunu anlayamadığımız bir ilişkiyle sıralanmış olmasıdır. Yine de, yaşamın sürekli bir dönüşümden oluştuğu düşüncesini ilk bakışta çıkarmak pek güç olmasa gerek.