Geleneğe Karşı Olan Hint Felsefesi - 4

Onun mantıkla ilgili açıklamaları, hepsi de değilleme (Negation) üzerine kurulu dört kuramda toplanır.

1. Budacılığa sonradan girmiş olan çok önemli «İki Gerçek Öğretisi» Nagarjuna'nındır.

Biri alçak biri yüksek olmak üzere iki gerçek olduğu varsayılır. Bir düşünce, bir sav (tez) inceden inceye gözden geçirilmemişse ilk bakışta gerçekmiş gibi görünebilir, ancak daha yüksek bir açıdan ele alınınca bunun gerçek olmadığı anlaşılır.

A = aşağı gerçek
B = yüksek gerçek

Biri öbürünü değilleyen bu iki bakış açısı AB diye bireştirilerek bir bütün, daha üst bir gerçek olarak ele alınırsa ve buna, bu kez daha da yüksek bir açıdan bakılırsa, gerçek olduğu sanılan bu yeni düşüncenin de gerçek olmadığı anlaşılır, bu durum şöyle özetlenir:

AB = aşağı gerçek
C = yüksek gerçek

Bu böyle sürüp gider:

ABC = aşağı gerçek
D - yüksek gerçek

Böylece aşama aşama, gittikçe daha yüksek ve anlamlı gerçeklere ulaşılır.

2. Nagarjuna'nın ikinci bir kuramı «Dört Türlü Yanıt Yöntemi»dir. «Evet» ya da «hayır» yanıtı bekleyen herhangi bir soruya gerçekte şu yanıtların birisinin verilmesi gerekir: ya tam bir «evet»; ya tam bir «hayır»; ya, koşullara bağlanarak duruma göre, «böyleyse evet şöyleyse hayır»; ya da son olarak «ne evet ne hayır». Ve bu sonuncu yanıt ya "bu soru beni ilgilendirmez" ya da "ben evet ve hayırın ötesindeyim" demektir.

En yüce gerçek açısından Nagarjuna'ya göre yanıtlar hep «ne evet ne hayır» biçiminde olduğuna göre O, her türlü nitelemenin ve kavrayışın ötesinde olandır.

3. «Varoluşun Sekiz Katlı Değillenme Yöntemindeyse Nagarjuna bu kez «Ne Evet Ne Hayır» yanıtını ele alıyor ve bununla yaşamın türlü türlü gerçeklerini son gerçek açısından sınayarak şunu gösteriyor: "Ne doğum var ne ölüm; ne sürekli bir oluş var ne yok oluş; ne birlik var ne çokluk; ne geliş var ne gidiş." Bütün bunlardan çıkan anlam yine en yüce gerçeğin her türlü nitelemenin ötesinde olduğudur.

4. Yukarıda belirtilen bu yolların kazandırdığı içgörüyle «Doğru Gerçeğ»e («Hakk»a) ya da «Orta YoI»a ulaşılır. Bu yola «Orta Yol» denmiştir, çünkü bu yolda sağdaki ve soldaki aşırılıklardan, her türlü tek yönlü ve tek yanlı sapmalardan sakınmak ve «ak mı kara mı» sorusunun bizi soktuğu çıkmazı aş­mak gereklidir.

Dört Önemli Budacı Düşünce Sistemi

Buda'nın özdeyişleri arasında hem "her şey gerçektir (vardır)." hem de "hiç bir şey yoktur" sözleri bulunmaktadır. Bu sözlerde ilk bakışta görülen sözde çelişki Buda'nın ölümünden sonra ta İS ilk yüzyıllara dek birbiriyle tümden çelişen yorumlara yol açmıştır. Kimi akımlar bu iki karşıt özdeyişten ilkine bağlanmışlar ve böylece gerçekçi (realist) bir evren görüşüne ulaşmışlar; kimileriyse ikinci özdeyişe ağırlık vererek yokluğu vurgulayan «Hiçlik Yanlıları» (Nihilistler) takımını oluşturmuşlardır.

Dört Budacı düşünce sistemi, yine bu uzun dönem içinde gelişmiş olan Budacı «Çoklu Değilleme» mantığının «varlık» ve «yokluk» sorununa nasıl uygulandığını daha iyi göstermek için aşağıdaki sı­rayla ele alınmıştır.

1. Vasubandhu'nun «Gerçekçi (Realist) Sistemi» - İS 420 ile 500 yılları arasında yaşamış olan ve varoluşun, bir yanda pek çok ve türlü türlü somut ve kalıcı nesnelerden, öte yanda da geçici bir süre yeryüzünde kalarak bu nesnelerle ilgilenen kişiliklerden, benliklerden (ruhlardan) oluştuğunu göz önünde tutan Vasubandhu «değilleme»yi yalnızca «kişiler» üzerinde uygulamakta ve zaman içinde sü­rekli ve kalıcı «benlikler (ruhlar)» olabileceği dü­şüncesini yadsımaktadır. Görünen dünyanın ger­çek olduğundan ise kuşku duymadığı için bu sistem «gerçekçi (realist)» diye adlandırılmıştır.

2. Harivarman'ın (İS 250-350) «Hiçlik Öğretisinde ise değilleme işlemi bir adım daha ileri götü­rülüyor. Ona göre ne kişilikler, benlikler, ne yaratılmış nesneler ne de bunlarla ilgili kavramlar ger­çektir. Gerçekte hepsi bir hiçtir, boştur. Bunun için, bu sisteme «hiçlik yanlısı (nihilist)» denmiştir. 1. ve 2. sistemler «Küçük Aracın (Hinayana'nın)» içindedir.

3. «Kavramcı (İdealist) Sistem» adındaki üçüncü sistem, yine biraz önce adı geçen Vasubandhu'ya dayanır. Yaşamının son yıllarına doğru Vasubandhu'yu, «Kavramcı Yalın-Bilinç» akımını başlatmış olan kardeşi Asanga, kendi öğretisine çekmiştir. Vasubandhu'nun, bu öğretiyi açıklayan yazıları bu akımın dayanağını oluşturur. Bu öğretiye göre (1. sistemde olduğu gibi) ne yalnız somut varlıklar gerçektir ne de (2. sistemde olduğu gibi) var olan her şey yokluktur, hiçliktir.

Gerek nesnelerin gerek bu nesnelerin karşısındaki kişilerin iki kez değilleme işleminden geçirilmesiyle yine olumlu bir durum elde edilir; buna bakılarak yalnız kavramların gerçek olabileceği görü­şü ileri sürülmüştür. Bunun için de bu sisteme «Kavramcı (idealist)» denmiştir.

4. Değilleme mantığı doruğuna bu konunun ba­şında adı geçen «Hiçlik yanlısı (Nihilist)» Nagarjuna ile ulaşmıştır. Yukarıda değinilen akımlar onun «Dört Türlü Yanıt Yöntemi»nde belirttiği «varlık ya da yokluk, olmak ya da olmamak (Latince: ens ya da nonens)» sorusuna ya «evet» ya «hayır» ya da «hem evet hem hayır» diye yanıt vermenin ötesine geçememişlerdir.

Nagarjuna'ya göre çözüm «ne evet ne hayır» yanıtıdır. Nagarjuna'nın Orta Yolunda (başka Budacı öğretiler de kendi yollarını böyle nitelemişlerdir), o değil bu değil, diye sürekli değillemeyle gerçek araştırılınca durmadan değişen ve dönüşen görüntülerde (nesne, kişilik ya da kavramlarda) kalıcı bir öz bulunamaz, bu yolla gerçeği aramak boşunadır, geriye kalan ve kendi başlarına bir anlam taşımayan aldatıcı biçimlerle gerçeğe ulaşılamaz. Ancak bu görüş 2. sistemin yine nihilist olan görüşüyle karıştırılmamalıdır.

Nagarjuna «Ne olmak ne de olmamak» derken daha çok şunu anlatmak istiyor:

Dünyayı yorumlamaya ve varoluşun gizini çözmeye çalışan bütün uğraşlar, ister istemez ve kaçınılmaz olarak sınırlarla karşılaşacaklardır; ve yalnız bilge kişi var mı yok mu sorusuna takılmadan "ne var ne yok" diyerek her şeye tepeden bakacak ve tartışmaksızın susmayı yeğleyecektir. 3. ve 4. sistemler «Büyük Aracın (Mahayana)» içindedir.

Bu dört sistem zaman bakımından sıraya sokulunca, sistemlerin gelişimini göstermek için izledi­ğimiz sıranın, - çok şaşırtıcı ama -, tam tersi olan bir sıralamayla karşılaşırız. Konuya açıklık getiren en tutarlı öğretiyi - bu arada değilleme mantığını da geliştirmiş olan Nagarjuna, üstün bir yetenek ve keskin bir bakışla yüzyıllar sonra adım adım yaklaşılarak varılan görüş açısını daha baştan ortaya koyabilmiştir.

Biz burada, ileride yakından incelendiği zaman daha iyi anlaşılacak olan bir noktaya, yanıltıcı çağrışımların daha baştan önüne geçmek için şimdiden değinmeyi yararlı görüyoruz. Nagarjuna'nın Budacı diyalektiği, Hegel'in diyalektik dü­şünce yönteminden temelden ayrıldığı gibi, Çinlilerin, Hegel'in diyalektiğine yaklaşan ve karşıtlıkların barışmasıyla daha yüce gerçeklere ulaşılabileceğini ileri süren görüşünden de ayrılır. Hegel'de bir savın (tez) hemen ardından bu savı olumsuzlayan bir karşı sav (antitez) ortaya atılır; sonra da bu ikisi (tez ile antitez) daha üst düzeydeki bir bireşimle (sentez) bir araya gelerek birbirlerine kar­şıt olma özelliklerini yitirirler. Oysa Nagarjuna'da daha değillemenin ilk adımında baştaki sav (tez) değillenerek dışlanır ve sonra, karşı savın da, bir üst aşamada ve daha geniş bir bağlamda değillenerek dışlandığı görülür. Sonunda ise ortada kala kala, artık daha yakından ele alınamayacak ancak sezgiyle kavranabilecek olan «hiçlik» kalır ki bu da «Nirvana»dır.

Zen Budacılığı Üzerine Bir Kaç Söz

Kökleri Hindistan'da olsa da daha çok Çin'de geli­şerek özgün biçimine kavuşan - orada ve özellikle Japonya'da yaşatılarak günümüze ulaşan - Zen Budacılığına, Hint felsefesine ayrılmış olan bu bölü­mün içinde yer verilmesi belki doğru olmamıştır. Ancak, Budacılığın tarihi gözden geçirilirken değinilmesi gereken, önemli ve yaygın akımlardan biri olduğu ve ayrıca Budacı görüşün gerek içe dalıma (meditasyona) yönelmesini gerekse günlük yaşama yansıyarak uygulamaya dönüşmesini gösterdiği ve bu bakımdan yukarıda değindiğimiz salt mantığa dayalı, kılı kırk yaran sistemlerden oldukça değişik ve özgün bir örnek oluşturduğu için Zen Budacılığı üzerine bu bölümde bir kaç söz söylemeyi gerekli gördük.

Zen Budacılığı bizim bildiğimiz felsefe tanımı­na sığmaz. Felsefelere özgü tutarlı ve gelişkin bir düşünce sistemi ortaya koymaz. Ne var ki, din tanı­mına da girmez. Zen Budacılığının tapınakları manastırları, keşişleri varsa da, belirli bir inanca ya da düşünceye bağlılığını gösteren bağlayıcı sözler yoktur. Bu bakımdan - yalnız Budacılık değil - bir dünya görüşü ortaya koymaya çalışan tüm düşünce yapıları içinde Zen Budacılığı benzersizdir.

Zen Budacılığının ne olduğu yandaşlarına sorulursa, "Zen yaşantısını tatmaktır", diyeceklerdir. Dışarıdan bakan kimse için Zen Budacılığının ne olduğunu anlamak, felsefe ağırlıklı Budacı akımları anlamaktan çok daha güçtür. Zen Budacılığının değişik ve özgün niteliğini az çok görebilmek için yalnız birkaç ayrıntıya yer vererek kestirme yoldan bu konuya bir göz atmaya çalışalım.

Zen yandaşlarının felsefelere ve akılcı öğretilere ve hiç bir inanca bağlı olmak istememelerinin nedeni şu: Sözcüklere, kavramlara, öğretilere, kesin kurallara, ya da davranış yasalarına bağlılık bizim her zaman ve her yerde geçerli olan gerçeğe, o derin anlama ulaşmamızı engeller. Bu durum Buda’nın sözleri için de geçerlidir. Onun konuşmaları ve aktarılan sözleri konuştuğu dilin olanaklarıyla sınırlandığı gibi dinleyicilerinin anlayışına ve içinde bulunduğu ortama uymuştur. Katıksız yalın gerçek ise sözcüklerle söylenemez.

Bu görüşe uygun Zen geleneğine göre Buda'nın susarak anlatmak istediği yalın gerçeği bir öğrencisi anlamış ve bu ileti kesintisiz bir pirler zinciriyle kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılmış. Şu Zen sözleri bu görüşü yansıtıyor:

"Gönülden gönüle yol bularak...",
"söze dönüşmeden yazıya dökülmeden...",
"öğretmeye çalışmadan öğretilerek...",
"kendi özüne bak, doğal özünü anla, aydınlan (Buda ol)",
"kutsal bilgi bilgi değildir."

Zen Budacıların kendilerine özgü bir içe dalım (meditasyon) yöntemi de vardır.

Sınava giren isteklilere bir bulmaca verilir. Sınananlar büyük bir odada Zen ustalarının sıkı gö­zetimi altında gerekli görülen oturuş ve duruş bi­çimlerinde günlerce gecelerce meditasyon yaparlar. Üç katlı sessizlik, düşünürken - ve düşünmeye verilen düzenli aralarda - yemek yerken ve temizlenirken bozulmaz, gereksiz hiç bir gürültü çıkarılmaz, konuşulmaz. Kim - genellikle bir kaç gün sonra - çözümü bulduğuna inanırsa sorumlu ustaya başvurur, o da kendisine sunulan çözümü değerlendirerek görüşünü bildirir.

Meditasyonu çok önemsemelerine karşın Zen Budacılar günlük işlerle ilgili, yaşama dönük kimselerdir, çünkü öğreti Zen yaşantısının günlük ya­şama yansıtılmasını buyurur. "İş yok, aş yok", "Öğreti yaşamdır!", "Yürümek, durmak, oturmak yatmak, işte yüce öğreti bu!", tüm bunlar hep Zen pirlerinin özdeyişleridir ve bu sözlerle günlük ya­şamdan kopmamak gerektiği açıkça bildirilmiş­tir.

Katı ve kesin öğretileri benimsemeyen ve günlük uğraşlardan kopmayan Zen Budacılarının Zen söz konusu olunca ortak bir davranışı vardır: Susmak!

Zen Budacıların özgün nitelikleri ve tutumları çoğunlukla ince bir alayla yüklü, derin çelişkiler içeren ve bize ilk bakışta anlamsız gelen eski Zen öykülerinde sergilenir. Böyle bir Zen öyküsü Sozan ve 9. yüzyıl Zen ustalarından biri olan Daian'dan söz etmektedir.

Daian şöyle bir söz söylemiş:

 "Varlık ve yokluk bir ağacı saran sarmaşık gibidir." Bu söz Sozan'ın kulağına çalınınca kalkmış, Daian'a şu soruyu sormak için uzun ve yorucu bir yolculuğu göze alarak gelmiş: "Ağaç kesilse, sarmaşık solsa ne olur?' Sozan'ı burada ilgilendiren konu şuydu: «Varlık» ve «yokluk» kavramları zihnimizden silinirse ne olur? Biz bu karşıtlığa hep bağımlı mıyız, bunun ötesine geçilemez mi? Usta bir duvar örmekle uğra­şıyormuş. Ne mi demiş? O sırada sürmekte olduğu el arabasını devirmiş ve bir kahkaha atarak oradan uzaklaşmış. Düş kırıklığına uğrayan Sozan başka bir Zen ustasına başvurmuş. Ona bu durumu anlatıp aynı soruya sorunca benzer bir davranışla karşı­laşmış. Ancak bu kez Sozan gerçeği çakmış ve gü­lümsemiş, saygıyla eğildikten sonra oradan uzaklaşmış. Birdenbire ustanın bir söz söylemeden ne demek istediğini anlamış: Düşüncelerimiz varlık ve yokluk, doğum, ölüm, etki tepki gibi kavramlara takılmışsa o zaman sözlerin ve kavramların ağına yakalanır ve gerçekten gitgide uzaklaşırız. Kavramlarla boğuşan konuşmacılardan, dinleyicilerden ya da sözleri ölçüp biçen mantıkçılardan, eleştiricilerden biri değilsek, yaşamın yalın gerçeğine yö­nelmişsek, işte o zaman sözlerle anlatılamayan ger­çek apaçık ortada!


Kaynak: H.J Störig - İlkçag Felsefesi - Hint, Çin, Yunan

1 - 2 - 3 - 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP