Geleneğe Karşı Olan Hint Felsefesi - 3

Geçmişte (1 ve 2), Dört Yüce Gerçeğe göre tüm yaşamın ve acıların tek nedeni olan bilgisizlik ve bilgisizlik yüzünden oluşan bağımlılık ve tutsaklık yani tutkular, dürtüler ve doyumsuzluk, etki tepki süreci içinde yeni bir varoluşun, yeni bir yaşamın, yeni acıların tohumunu eker.



Şimdiki zamanda (3 - 9) yaşam tekerleği döner. Bir döl, dölyatağına düşerek gelişmeye başlar, kendisini bilmez (3), Ana karnında gelişen dölüt (cenin) kendine özgü bir biçim ve nitelik kazanır (4), duyu organları yavaş yavaş oluşur (5). (Hintlilere göre duyuların sayısı altıdır, bizim saydığımız beş duyuya düşünmeyi de eklerler.)

Yeni doğan canlı önce dokunarak (6) sonra duyarak ve algılayarak (7) içinde yaşayacağı çevreyle ilişki kurar.

Çevreyle kurulan ilişki sonunda yeni istekler, tutkular belirir ve türlü türlü nesnelere karşı açlık başlar. (8) Bu tutkuların dürtüsüyle büyüyen canlı­lar dünyaya bulaşır ve iyi yaşamak için çalışıp çabalarlar. (9) Böylelikle yeni bir ortam yaratılır, türlü türlü işler (karma) etki-tepki yasasıyla (dharma) yeni oluşumları ve gelişimleri başlatır. (10) Ve bu döngü yeni canlının yine en baştan do­ğum (11) yaşlılık ve ölüme (12) giden aynı yoldan ge­çeceği gelecekte (11 ve 12) kapanır ve orada yine en baştan başlar.

Öteki Hint öğretilerinde ve dinlerinde de üzerinde durulan genedoğum inancı, Buda'nın yıkmadığı bir inanç olarak kalmıştır. Genedoğum onun için etki tepki yasasının kesinkes geçerli olmasının doğal bir sonucudur. Ancak genedoğum inancı sü­rekli bir benlik, ölümsüz bir ruh olmadığı düşünce­siyle bağdaştırılabilir mi? Şimdi yapılan işlerden etkilenerek biçimlenen ruhun genedoğumdan sonra yine aynı ruh olacağı söylenebilir mi?

Uzun bir süre Batılı araştırmacılar tam bu noktada Budacı öğretinin tutarsız bir yanını, bir çeliş­kisini yakaladıklarını sandılar. Budacılar içinse burada böyle bir çelişki yoktur.

Bir Budacı genedoğumdan söz ettiği zaman, yeni doğan bir canlının öyle değil de böyle oluşunun kendi "suçu", daha önceki yaşamlarındaki etkinliklerinin (karma'sının) bir sonucu olduğunu söylemez - söylese, bu insanın kalıcı bir benliği olduğu anlamına gelirdi - ancak, karmaşık bir ilişkiler ağı içinde, türlü türlü olaylar ve etkilerle biçimlenen bir canlının kendisine örülmüş olan ağlardan, ilişkilerden ayrı ve bağımsız olduğunu da söylemez. Ger­çekte eski ve yeni "ruh" diye ayrım yapılarak sorulmuş bir soru, kişilik her an yok olup yeniden doğdu­ğuna göre bir Budacı için anlamsızdır.

Genedoğuma götüren neden sonuç zinciri, ger­çekte zaman, yer ve kişi bakımından belirlenmişlik, seçilmişlik ve yazgı olmadığına göre, belirli bir kişiyi ve belirli bir yaşamı değil, ayrı ayrı dharma'ları etkileyerek yeni doğumlara, oluşumlara yol açar.

Yaşam acı olduğuna göre, şimdi en önemli soru soruluyor: Acılara yol açan bu sonsuz ve kısır döngüden nasıl kurtulmalı?

Yukarıdaki tekerleğe göre bu döngünün nedeni "tutkular" bunun da nedeni "bilgisizlik 'tir. Şimdi biz insanlar, tüm tutkulardan, kızgınlıklardan, isteklerden arınabilsek, geçici isteklerle yanıp tutu­şarak sürekli koşuşup durmasak, nesnelerin çekiciliğine tutulmasak, yaşam tekerleğini çeviren ger­çek nedeni gören bir aydın, bir bilge, bir ermiş olabilsek o zaman bu sonsuz dönüşün dışına çıkıp ba­ğımsızlaşabilir, kurtulabilirdik.

Ya o zaman ödülümüz ne olurdu? Ne ölümsüzlük ne ruh ne cennetle cehennem ne de avunulacak bir şey olmadığına göre kurtulan bir kişi ne elde eder?

Nirvana'yı.

Sözcük anlamı aşağı yukarı şöyle: bir alev sönünce ortaya çıkan durum. Bir alev sönünce geriye ne kalır? Hiç! İşte bu koca hiçlik Nirvana kavramı­nın anlamıdır. Buda'nın kendisi bu durumu bir kimsenin her türlü tutkusundan arındığı ve ölüm doğum döngüsünden kurtulduğu durum, yani dinginlik (iç barış) olarak nitelemiştir. Bu bize belki büyük bir ödül gibi gözükmeyebilir ama Buda'ya göre bir insanın erişebileceği tek ve biricik şey de budur.

Budacı yazında sonraları Nirvana kavramına türlü türlü yorumlar ve açıklamalar getirilmiştir. Sonradan gelişen Budacı din, Nirvana'yı - birazına bu dünyada yaşarken, birazına da öldükten sonra öbür dünyada kavuşulabilecek - bir mutluluk ya­şantısı olarak tanımlamıştır. Köktenci ya da bozulmamış Budacılıkta ise Nirvana kesin bir hiçlik kavramıdır.

Nirvana, üzerinde hiç bir şey söylenemeyecek, hiç bir sözcüğe sığdırılamayacak bir kavramdır. Bu yüzden Budacıların Nirvana’dan ne anladıklarını ne kadar açıklamaya çalışırsak çalışalım okuyucuyu yeterince aydınlatanlayız, çünkü - tüm öteki Hint bilgelik öğretilerinde olduğu gibi - sezerek ve içe dalarak (meditasyonla) yol almadıkça, ona ermedikçe O'nu kavrayamayız.

Doğru Davranış Yasası

Doğru ve erdemli bir yaşam ile ilgili görüşlerini özetlemesi istenince Buda kurtuluşa götüren yolda, şu beş yasağı koydu:

1. Öldürme!
2. Verilmeyeni alma!
3. Yalan söyleme!
4. İçki içme!
5. Beline hakim ol!

Buda’nın yasaklarının sayısı Musa'nın On Emrinin yarısıdır, ama öyle geniş kapsamlıdır ki, bunlara uymak belki de On Emre, uymaktan çok daha güçtür.

Budacılığın Caynacılığa, öğretisi bakımından pek benzemediği halde koyduğu davranış yasası bakımından çok yaklaştığını görüyoruz. Ayrıca bu beş yasakla getirilen anlayışın Hıristiyanlığın ahlak anlayışına da ters ve uzak olmadığı hemen gö­rülüyor. Buda da bir gün şöyle dememiş miydi: "Kızgınlık tatlılıkla yok edilir. Kötülük iyilikle... Nefret nefretle yok edilemez! Nefret sevgiyle yok edilir...!"

Budacılığın Hıristiyanlığa benzeyen bir başka yanı da Buda'nın da İsa gibi bütün insanlara, her kesime, tüm uluslara seslenmiş olmasıdır. Her iki din de uluslarüstüdür. Buda aşağı kastların kurtuluşa daha uzak oldukları gibi bir görüşü kesinlikle ileri sürmemiştir. Ne var ki Kast düzenini yıkmak için köklü bir girişimde bulunduğu da söylenemez; yalnız demiştir ki:

"Ey erenler, nasıl, gürül gürül akan akarsular... denize ulaşıp karıştıklarında adlarını ve varlıklarını yitirirlerse, bu kastların dördü de çıktıkları yerin töresini ve yasası­nı aştıklarında adlarını ve varlıklarını yitirirler..."

Kast ayrımı onun için öyle önemsiz bir konuydu ki belirli bir kasta bağlı olmanın Budacılık açısından bir ayrıcalık sağlayıp sağlamadığını tartışmak bile yersizdir. Burada halka dönük, demokratik bir yaklaşım seziliyor - ve bu durum, Budacılığın Brahman dinine karşı devrimci niteliğini göstermektedir. Öte yandan Budacılığın soylulara dö­nük, aristokratik bir havası olduğu da yadsınamaz. Bu durum Buda nın ister istemez hep üst düzeydeki ve üst kesimlerdeki kendisini anlayabilecek olan kimselere yönelmiş ve seslenmiş olmasından ve ilk yandaşlarını da bu kesim içinde bulmasından bellidir; ancak yol eri olmak için öyle sıkı bir davranış yasası getirmiştir ki hangi kesimden gelirse gelsin bunlara gerçekten uyabilecek kimselerin seçkin bir azınlık oluşturmaktan öteye geçmesi zordur.

c) Budacılığın Tarihi ve Yayılması

Burada Budacılığın tarihindeki yalnız en önemli gelişmelerin altını çizeceğiz.

Buda’nın ölümünden sonraki ilk yüzyıllarda kulaktan kulağa yayılan bilgiler derlenerek pek çok kurulda (konsilde) incelenmiş ve bunlar içinden bağlayıcı ve kutsal sayılması gerekenler saptanarak yazıya geçirilmiştir. Fakat, bu arada, bu derlemeler içinden bir seçim yapılırken ve hangi bilgilerin özgün ve çarpıtılmamış olduğu ve hangilerinin olmadığı saptanırken derin görüş ayrılıkları belirmiş, bölünmelerin ve pek çok ayrılıkçı ve sapkın Budacı akımın, yol ve kolun türemesinin önüne geçilememiştir. Önemli bir dönemece İÖ ve İS ilk yüzyıllar içinde gelinmiştir.

Buda, herkesi kendisiyle baş başa bırakan ve herkesin kendi kendisine ışık olması, gerçeğe ve kurtuluşa giden yolu kendi içinde araması gerekti­ğini öğütleyen bir öğretiyi yaymaya çalışmıştı. Özellikle kendisine tapınılabilecek ve yakarılarak kendisinden yardım dilenilebilecek bir tanrı kavramını açıkça red etmişti, şöyle demişti: "Bizim dışı­ mızdaki bir kimsenin bizi mutluluğa ya da mutsuzluğa eriştireceğini sanmak budalalıktır." Ve en sevdiği ve kendisine çok bağlı olan öğrencisi Ananda'ya şu öğüdü vermişti: "Şimdi ya da ben öldükten sonra, kim olursa olsun Ananda, bir kişi, kendi kendisine ışık olur, kendi özünden başka yerde sığınak, dayanak aramazsa ve gerçeğe yönelerek kendisinden başka kimseye tutunmaz, yaslanmazsa - en yü­ce gerçeğe çıkan yolu bulur."

Ancak bir süre sonra Budacılık örgütlü bir din, bir kilise olarak kurumlaşmaya yüz tutmuştur. Buda tanrılaştırılmıştır. Gökyüzü gerçek Buda’ya katılan ve Hıristiyan Katolik Kilisesinin ermişleri (azizleri) gibi darda kalanların yardımına koşan sayısız Budalarla dolup taşmıştır. Ayrıca bir kilise olmanın gereği olarak Ortaçağ Hıristiyan kilisesininkini andıran toplu tapmış, dualar, tütsü yakma, su serpme, kutsal yazılardan okumalar, gösterişli giysilerle kutlama törenleri, günah çıkarma, cenaze törenleri gibi uygulamalar yerleşmiştir.

Bu gibi - konumuzun dışında olan - gelişmelere yakından bakıldığında görülen, kimi zaman çok şa­şırtıcı benzerlikler pek çok Batılı düşünürü düşündürmüş ve şu soru ortaya atılmıştır: Yoksa Hıristiyanlıktaki bu bir dizi katı ve tartışılmaz inanç ve tö­re, rahipler arası ast üst ilişkisi ve daha başka bir sürü olgu Budacılığın Buda'nın gerçek öğretisinden uzaklaşması gibi İsa'nın gerçek öğretisinden bir uzaklaşma, bir sapma mıdır?

Budacılığın örgütlü bir din görünümünü alan koluna «Mahayana, (kurtuluşa götüren) büyük araç (taşıt)» dendi, buna karşılık, Buda'nın gerçek öğretisine oldukça yakın olan ve Buda'yı büyük bir öğretmen ve bir din kurucusu olarak tanıyan, ancak onu tanrı katına çıkarmayan kol ise küçümsenerek «Hinayana, küçük araç (taşıt)» diye adlandı­rıldı. Bu her iki kol da günümüzde varlığını sürdürmektedir. Hindistan'dan çıkan Budacılık Asya'nın pek çok köşesine yayılmıştır. Güneyde Seylan'a; Hindi-çin’e, Burma ve Siyama (Tayland, Kamboçya); kuzeyde ilk yüzyıla yakın olan yıllarda Çin'e ve bundan 500 yıl sonra Japonya'ya ve bir yüzyıl sonra da Tibet'e girerek buralarda çağımıza dek kalmıştır. Girdiği tüm bu ülkelerin kültür yaşamının önemli bir parçası olmuş ve düşünce yaşamının temelini oluşturmuştur. Gittiği her yerde o yerin halkının özelliklerine, kültürüne, eski inanışlarına uyum sağlayarak değişime uğramıştır. Bozulmamış sayı­labilecek bir biçimde Zen Budacılığı adıyla Japonya'da yaşamaktadır.

Budacıların sayısının 200 ile 500 milyon arasında olduğu sanılmaktadır, ancak Budacılık Buda'nın yolundan gitmek isteyen bir kimsenin aynı zamanda başka bir din toplumuna bağlı olup olmadığına aldırmadığı için kesin bir sayı verilmesi olanaksızdır. Burada, Budacılığın hiç bir zaman, tarihinin hiç bir döneminde, örneğin Orta Amerika'nın Hıristiyanlaştırılmasında olduğu gibi zor kullanarak, kan dökerek, baskı ve kıyıma başvurarak yayayılmadığını belirtmek gerekir. Budacılık iki bin beş yüz yıllık geçmişiyle gerçek bir barış öğretisi oldu­ğunu kanıtlamıştır.

Ne var ki, Budacılık, anayurdu olan Hindistan'da önemini giderek yitirmiş, bir kaç yüzyıl sü­ren parlak bir Budacı hükümdarlar döneminden sonra gösterişe dönük törenler ve uygulamalarla yozlaşıp, İS ikinci yüzyıla doğru iyice çökmeye baş­lamış, ve bunun üzerine kendisini toparlayarak yenileyen eski Brahmanizm yeni bir solukla ileri atılmıştır.

19’uncu yüzyıla dek Batı'ya çok yabancı olan Budacılık ve Budacı felsefe geçen yüzyılda araştırılmaya ve incelenmeye başlanmış ve ancak son zamanlarda, başarılı ve ayrıntılı incelemeler ve çalış­malarla bir ölçüde anlaşılabilmiştir.

d) Budacı Felsefe Sistemleri

Gerek Hindistan’da gerek Çin'de, Budacılığın köklerinden çıkarak değişik yönlerde gelişmiş olan felsefe sistemlerinin çokluğu ve çok yönlülüğü bizi şa­şırtmaktadır. Yüzyıllar boyunca kuşaktan kuşağa aktarılarak yoğurulan ve bu arada ünlü birkaç dü­şünürün katkısıyla en ince ayrıntılara kılı kırk yararak inen, tutarlı düşünce yapılarının ve kuramların (teorilerin) geliştirilmiş ve zengin bir Budacı felsefe yazınının oluşmuş olduğunu görüyoruz.

Budacı öğreti Nirvana'ya (çözülüşe) götüren iki yol tanır. Bunlardan biri, mantık işlemleriyle aşama aşama doğruyu ve gerçeği bulmak, öteki ise içe dalım (meditasyon) gibi belirli birtakım uygulamalarla derinliklerimizdeki, dolambaçlı yoldan ge­çerek gerçeğe ermektir. Aşağıda, bu her iki yönü de göstermeye çalışan seçilmiş örnekler verilecektir.

İlkin, pek çok başka düşünce sisteminin de dayanağını oluşturmuş olan ve bu konunun önde gelen uzmanlarınca önemli sayılan dört Budacı sistem anlatılacaktır. Aynı zamanda Budacı düşü­nürlerin geliştirdikleri değişik ve özgün bir kanıtlama yöntemi de açıklanacaktır.

İkinci yolu göstermek için Zen-Budacılığına de­ğineceğiz.

Değilleme Mantığı

Körlük, bilgisizlik Buda'ya göre, acılarla dolu bir yaşam sürecinin sürüp gitmesine yol açan başlıca nedendir. Çocukluk çağındaki kavrayış yetersizliği, saplantılar, beklentiler; yetişkinlik çağındaki kör inançlar, önyargılar, türlü türlü tutkular, günlük yaşamın çarkına bağımlılık, hep aynı kökten, yaşamın ne olduğunu görememekten, bilinçsizlikten, daha doğrusu tutkuları kışkırtan bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Bu bilgisizlikten kurtulmanın yolu ise aydınlanmadır.

Bilgisizliğin karanlık örtüsünü azar azar aralayarak kaldırmak için Budacı filozoflar değişik ve özgün bir «değilleme mantığı» geliştirmişlerdir. Özellikle Güney Hindistan'da doğmuş ve İS 125 yıllarında yaşamış olan - ve pek çok kimsenin Budacı felsefenin en büyük düşünürü olarak gördüğü - Nagarjuna bu yöntemi geliştirerek yetkinleştirmiştir.

1 - 2 - 3 - 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP