HERAKLEİTOS: KOSMOS'TAN İNSAN'A (...devam )

Şiir ve şuur kelimelerinin aynı kökten türetildiği düşünülürse, şair, şuurda sezgisel olarak bulduğu hakikati, simgesel bir dille anlatmakta; şairi takip eden de simgesel olanla sezgisel iletişim kurarak bu özel hakikati onunla paylaşmaktadır.

Metafizikçinin şairden farkı nedir? O, şairin şuurunda sezgisel olarak bulduğu bu iç hakikati, mantıksal bir çerçeveye içerisinde sunma gayretindedir. Eğer şairi, kelimelerden resim yapan bir ressama benzetecek olursak, bu, manası şairde olan özel bir resimdir. Eskilerin dediği gibi,anlam şairin kanundadır (el-ma'nâ f î batn-ı şair). Oysa metafizikçi, şairden farklı olarak mantıksal bir resim yapma iddiasındadır ki, bu resim aslında, metafizikçinin kendi dünyasında karşılığı olan bir tecrübenin simgesel dille anlatımıdır.

Herakleitos bu manada,insanlara kendisinin değil, logosun sesini yineleyerek söylediği ve insanların anlamadığı bir gerçekten söz etmektedir: "Benim değil, logos'un sesini duyduktan sonra, bütün şeylerin tek bir şey olduğunu söylemek, bilgeliktir", (fr. 50)

Şöyle der Herakleitos: "Bu logos ki vardı vardır her zaman uslarıyla yabancıdır ona, duymadan önce de, bir kez duyduktan sonra da. her şey bu logos'a göre olup biter oysa,ama onlar ne yaptıklarını bilmez görünürler, benim her birini doğasını ayırarak ve nasıl olduklarını göstererek ortaya koyduğum türden sözler ya da eylemlerle.

Başka insanlar uyanıkken ne yaptıklarını bilmezler, tıpkı uykuda yaptıklarını unuttukları gibi (fr. I).

Düşünme herkeste ortaklaşadır (fr. 113). Ortaklaşa olan şeye uyulmalıdır; fakat logos, ortaklaşa olduğu hâlde, çokluk kendilerine özgü düşünmeleri varmış gibi yaşıyor. - Nasıl ki ateşe yaklaştırılan kömürler başkalaşarak ateşleşirler, uzaklaşınca da sönerlerse,ruhumuz da ortaklaşa olanın ardından gittiğinde logos'tan pay alır, ayrılırsa logos'suzdur.-Akılla konuşmak isteyenler, herkeste ortaklaşa olan (akıl yani logos) ile kendini kuvvetlendirmelidir. Ruhta kendi kendine çoğalan bir logos vardır (fr. 115). Uyanık kişiler için tek ve ortaktır evren, uyuyanlar ise kendi dünyalarına dönerler (fr. 89).

Beni değil, logos'u dinlemek, her şeyin bir olduğunu uyumla söylemektir bilgelik! (fr. 50).Her şey bu yasaya göre olup bittiği halde, çokluk (insanlar) kendilerine özgü düşünceleri varmış gibi davrandıkları ve evrensel olana (logosa) uymadıkları için uykudakiler gibidirler. Bu sebeple Herakleitos'un bu gerçeği sezemeyen diğer insanlarla arasının pek de hoş olmadığı bildirilenler arasında. Onun nazarında insanların pek de önemi yok.

Kendi deyimiyle uyuyan ve uyanıkken de uykuda gibi olan bu insan topluluğu ile, bu sürü ile birlikte yaşamak yerine yalnızlığı tercih eder. Ne ki yalnızlık, bir çaresizlik, bir eksiklik değildir. O ferdî yalnızlığını, fert olma durumunu ihmal ederek, evrensel olanla bütünleşme yoluyla aşmayı denemektedir.

Bizim gözümüzde maymun neyse, tanrı ya da hakikat karşısında insan öyledir (fr.79, 82, 83). Diğer insanlara kapalılığı da bu sebeple olsa gerektir; bunun için ve bundan dolayı başkalarıyla iletişime geçme yollarını denemez. Fakat içinden (ruhtan), evrensel Logos'a geçit açar. Çünkü, ruh, kendinde çoğalan bir logostur ve tıpkı kömürün ateşte yanması gibi ortak olana katılıp ondan pay aldıkça ruh logoslaşır, evrenle bütünleşir: Ortak olana uyum ile yalnızlık aşılmakta, böylece yalnızlıktan kurtulurken evrenle tümleşilmektedir. Bu, Nietzsche'in Yunanlıların Trajik Çağında Felsefemde işaret ettiği trajik durumdur: En yüksek insanda, en ters insanda da aynı iç yasa ve doğruluk (adalet) kendini gösterir ve insan doğada ayrıcalıklı bir yere sahip değildir.

Doğada en yüksek görünüş ateştir, fakat basit bir insan olarak değil, bir yıldız olarak... İnsan zorunluluk yoluyla ateşten pay almışsa biraz daha akıllıdır, fakat basit bir insan olarak değil, bir yıldız olarak... Kaderi ile özgürlüğü arasında sıkışan evren karşısında bu trajediyi kendinde duyan ve kendisi ile evren arasında bir denge olduğunu anlayan kişi (Herakleitos),evrenle bütünleşip -belki- mutlak özgürleşme adına ferdin özgürlüğünden vazgeçer.

Nehir metaforunu duruma uyarlarsak, "Aynı ırmağa hem gireriz, hem girmeyiz;hem biziz, hem biz değiliz." (fr.49a). İnsan ve nehir metaforu, yine şairane bir benzetmedir ve N. Fazıl'ın -ki onun da Bergson yoluyla Herakleitos ile bir tür ilişkisi kurulabilir- dilinde insan gerçeği yine nehir benzetmesiyle verilir: "insan bu su misali kıvrım kıvrım akar ya/Bir yanda akan benim, diğer yanda Sakarya".

Herakleitos'un felsefeye kazandırdığı Logos kavramı, bu imkanı (varlık ve bilgi ve hatta değer için bir temel oluşturacak şekilde) metafizikçiye sağlamıştır. Onun evrene ve insana ilişkin görüşlerini, bir şairin kendi hakikatini anlatmak için kullandığı simgesel dil gibi görür ve bu simgesel dilin müsaade ettiği ölçüde onları yorumlarsak -bir şairin şiirini yorumlarmış gibi, işte o zaman Herakleitos'un -Ayer'in belirttiğinin aksine- yolunu şaşırmadığını söyleyebiliriz.

Onun metafiziğindeki imgelem gücü yani şiirsellik Nietsche'nin Sokrat öncesi felsefe ile ilgili söylediklerini tekrar hatırlatmaktadır: O değişmez kavramlar ve bunların değişmez özleri hakkında felsefe yapan bir metafiziğin, kuru bir zihinciliğin etkili bütün coşkusuyla bilgeliğinin peşindedir. Felsefe, bu manada, Sokrates ve Platon dan itibaren Dionysoscu yanını, yani coşkusunu ve heyecanını yitirmiş, zihinci bir yola; Apollon (ölçü)'un yoluna koyulmuştur. Peki ne kaybetmiştir böylece felsefe? Tabi ki yaşama içgüdüsünü!

Nietzsche'nin felsefe ile trajedi arasında kurduğu ilişkiyi hatırlayacak olursak, trajedi insana, alınyazısı ve özgürlük arasında bırakıyordu. Trajedi, Apollon (ölçü) ve Dionisos (duygu) ile temsil edilir. Trajedi, Dionyssosça taşkınlıkları, doğa ile bir olmayı,acı veren bir tutkuyu dile getirir. Ama bunu yüzüne bir ölçülü güzellik maskesi takarak başarır. Evren karşısında bağımsız varlık olarak, bu trajediyi kendinde duyan ve kendisi ile evren arasında bir denge olduğunu anlayan filozof, evreni kavramak isterken kendini de kavrar, bunu sadece mantığıyla değil; bütün kişiliği ile yapar. Varlığı Dionysos ve Apollon gerginliğine bağlı olan insan hayatı trajiktir. Sokrates öncesi felsefede, filozofun kişiliğinde ve bariz bir şekilde Herakleitos'ta bu iki ilke yanyanadır: Char, Herakleitos için "Gerçeğin soylu olduğunu ve onu ortaya koyan imgenin Trajedi olduğunu biliyordu" derken bu duruma işaret etmiş olmalıdır. Bu sebeple, Herakleitos'a 'ağlama'yı; Demokritos'a gülmeyi yakıştıranlar pek de haksız sayılmazlar...

O halde, varoluş felsefelerinde çeşitli bağlamlarda ele alınan yalnızlık, Herakleitos'un kaderi midir? Şöyle der Niezsche:Herakleitos sadece elde bulunan evreni tasvir ediyor; ondan, tıpkı sanatçının, meydana çıkmakta olan eseri karşısında duyduğu haz gibi haz alıyor. Herakleitos'u ağır,gamlı, gözyaşı bol, karanlık, kabahatli, kötümser ve genel olarak nefrete değer bulanlar,sadece onun insan doğası tasvirinden memnun olmamaları için nedenleri olanlardır. Fakat o bütün antipatileri ve sempatileri ile, nefret ve sevgi ile, önemsiz buluyor ve bu gibi kimselere şöyle ders veriyordu: "köpekler tanımadıkları her kişiye havlarlar", yahut,"Eşek için devedikeni, altından daha iyidir."

Pers Kralı Darius ona bir mektup yazıp, "Gelin başımızın tacı olun, sizin halkınız filozoflarının kıymetini bilmiyorlar" diye sarayına davet etmiş. Ama filozof, ısrarla yalnızlığı seçmiştir. Çünkü o, ortak kaderi insan fertleri içinde değil, ferdin gerçekliğini aldığı tümel ideada arıyor, bu yönüyle, Platon'u önceliyor ve bu yönüyle Platon, Parmenides'ten daha çok Herakleitos'a yakın duruyor gibidir.

Herakleitos'un bilmeceler ve gizli anlamlar içeren özdeyişlerle konuşmasına iki gerekçe gösterilir: Birincisi, kendi mizacıdır; bazen şaşırtıcı ve temaşa hazzı veren paradoksal bir dilden hoşlanmasıdır: "(Hayat) zaman dama oynayan çocuk" veya "savaş her şeyin hakanı", "güneş her gün yeni" "yayın adı hayat, işi ölüm" "yol, düz ve eğri, yol,iniş ve yokuş, tek ve aynı"gibi. Bu gerekçeyi gösterenlere göre, Herakleitos, ilgi çekici hana aldatıcı bir imge vermektedir. İkincisi, İonya kozmogonilerinden daha karmaşık ve daha inceltilmiş bir düşünceyi temsil etmesidir ve bu manada hayat ve düşünce artık maddî tözün dar ceketi içerisine sıkıştırılamazdı.

Gutrie'den yaptığımız bu alıntıyla felsefe tarihinden tanıdığımız Herakleitos'a dönelim: Felsefe tarihinden tanıdığımız Herakleitos resmi, onu farklı tanıtan Nietszche gibi istisnalar hariç, daha çok Platon ve Aristoteles yoluyla aktarılan Herakleitos'tur -bütün Sokrates öncesi filozoflar gibi...

Russel'in de belirttiği gibi Aristo'nun ve Platon'un yaptığı aktarmalar açıktır ki, çürütme amacıyla yapılır. Bu aktarmalar içinde, Herakleitos, sürekli akış içerisindeki varlığın bilgisi edinilemeyeceği için eleştirilmektedir. Gençliğinde Herakleitos ve Kratylos'tan etkilenerek göze görünen şeyin akış içinde olduğunu ve şeyler hakkında bilgi edinmenin imkansız olduğunu düşünen Platon, aynı nehre iki kere değil, bir kere bile girilemeyeceğini söylemektedir. Çünkü Herakleitos'un öğretisinin kabul edilmesi durumunda, 'aynı nehir' den bahsetmenin imkanı bulunmamaktadır.

Madem ki her şey değişmektedir; 'değişen' şey, 'aynı' kalmaz. O halde değişenin bilgisine ulaşılamaz. Bu sebeple o ırmağa, o ırmak olarak kalamayacağı için bir kere bile girilemez. Logos kavramının mahiyeti itibarıyla, Herakletios'un bütünüyle böyle düşündüğünü söylemek güçtür. O, bütün değişimin üzerinde cereyan ettiği bir yasadan (logos'tan) söz etmektedir.

Yasanın bizatihi kendisi bize bilginin imkanını vermektedir. Bunun için 'aynı nehir' den kastı, zıtların çarpışması (savaşı) öğretisi çerçevesinde henüz yatağına oturmamış, yatağını oluşturan bir nehirdir. Bu gerekçeyle eğer bir akıştan söz ediyorsak, o akışın üzerinde gerçekleştiği; akış esnasında hem yatay hem de dikey hacmiyle değişime uğrasa da hep yatak olarak kalan bir yataktan ve onunla aynı şey olan bir nehirden de söz etme imkanımız vardır.Sürekli akış içerisindeki varlıkta;

(1) bütün değişmelerin içerisindeki tözün miktarı değişmezdir. Varlıktaki bütün değişme ateşin değişmeleridir. Varlığın arkesi durumundaki ateş, önce bir şey sonra başka bir şey olur ve sonra aslî şekline döner (böylece varlığın özünde ve onun kendisiyle aynı olduğundan söz edebiliriz).

(2) Yasa ya da logos, bu değişmenin ölçüsüdür. Tanrı, logos ve ateş bir ve aynı olduğu için , sözün gücü ve anlatımı da logos'un doğasıyla bir ve aynıdır. Bunun için varlıktaki zıtlık ve akış, kelime düzenine de yansımıştır. Aynı şeylere farklı adlann verilmesi onların doğalarından kaynaklanmaktadır: Tanrı, ateş ve logos aynı şeylerdir ve Tanrı evrenin ilkesi olan ateşin en saf halidir. Logos ise, Tanrının evrende iş gören kuvveti, bir yasa olarak tanımlanmış olmak bakımından addır.

Herakleitos'un Logos'u, bütün dillerin (farklı kültür ve ifade biçimlerinin) ötesinde ya da üstünde ve belki de özünde, -düşünmenin kanunları ile varlığın kanununun aynı kaynaklı olması ve konuşma, düşünce ile söz ve sözcük birbirinden koparılmaz şekilde kaynaşmış bulunması sebebiyle- bütün insanlık için müşterek, adeta mantıksal bir dil ve gramer olarak belirmektedir ve logos, varlığın anlamı olarak logos, 'Söz=Varlık' demekti. Logos öğretisi en üst, en yüksek gerçeklik olarak algılanmış bir ruh ve töz ilişkisidir.

Logos, varlıktan ayrılmaz bir birlik olarak her şeyin nedeni ve varlığın anlamıdır.Logosun gücü, Tanrısal güçtür. Kutsal kitaplarda da öyle; söz (logos), kıdem olarak öncedir. Vedalarda sözün gücü Tanrının gücüne yakında-. Doğan, yok olan insan sözünün temelinde, tanrısal Söz bulunur. Varlığın ve düşünmenin kanunu olan logos, varlığın da bilgiyi de değeri kendinde tümleştirir. "Bizi çerçeveleyen (evren) logoslu ve usludur" . Bu evren yasası varlığın doğru dili olmalıdır:

"Bilgelik, gerçek şeyler söylemek ve işlemektir, yaratılışa (varlığa) göre ve ona kulak vererek."

Yasaya uygun, yasanın koyduğu dil, doğru dil olarak, yani varlığın doğru bir ifadesi olarak yorumlanabilir. Bizatihi evren yasası olan bu yasaya evrende bulunan her şey uymalıdır. Sözgelimi Herakleiıos, "Güneş ölçülerini aşmayacaktır. Eğer bunu yaparsa, adaletin hizmetkârları olan Eriny'ler onu yakalayacaktır" der ki, Herakleitos'ta varlığın ilkesi olarak gördüğü ateşin saf halde bulunduğu güneş dahi bu yasanın hükmü altındadır. Fizik varlığın ilkesi olan ateşin akılsal ilke olan logosa bağlılığından söz etmek mümkündür. Bu evren ve varlık yasası, adaletin ve toplumun da yasası olarak ele alınabilir.

Özetleyecek olursak;

Ondan bize kalan fragmanlara ve bu fragmanlar üzerine yapılan yorumlara baktığımızda o da diğer İonya filozofları gibi kozmosu meydana getiren temel ilke problemiyle ilgilenmiştir; insan yine doğrudan felsefesinin konusu olarak görünmemektedir. İlke ateştir, yasa ise logos... Kozmosun güdücüsü logostur ve bütün evreni ateş yönetir (fr.64). Ateş, sadece maddî bir ilke değil aynı zamanda akılsal bir ilkedir de...

Logosla birlikte evrenle akıl; madde ve ruh arasında bir farklılık değil, aynılık sözkonusudur:Kozmosun ana maddesi olan ateş ile insani öz olan aklın veya ruhun yapısı aynıdır: Kozmos ve ondaki akılsal düzen Logos, bizi kozmosla aynı logostan pay alan ruha götürmektedir: Bu ayniyet, onun ruh hakkındaki görüşlerinde belirgindir: Ölüm, ateşe karşıt olarak ruhun yaşlığı, hayat ise ruhun kuruluğu ve sıcaklığı ile verilir. Ruhlar nemliden doğarlar ve nemliye dönerler. Bilgelik de, yine simgesel bir anlatımla, ruh açısından yaş bir hayata karşıt olarak ruhtaki ateşin harlanmasıdır: (krş. "Hamdım, piştim, yandım"-Yunus). Ruhun erdemi onun kuruluğudur... Buna göre, sarhoşluk ruhta nemlilik meydana getirdiği için, ölüm gibidir ve sarhoş bir ruh bilgeliğe ve hayata karşıdır. "Parıltılı, kuru ruh en bilge ve en iyisi"dir (fr.118). "Ruhlar için ölüm suya dönüşmektir, su için ölümse toprak olmak. Su topraktan doğar, ruh da sudan (fr.36)...

Buna göre, erdemli hayat, evrenin özüyle aynı öze sahip olan ruhun, evrenle bir uyum içerinde olmasıdır, yani "doğaya kulak vererek" (fr.112), yani onun yasasına "bir'in istemine boyun eğerek"(fr.33) ortak olana (fr.113) katılmasıdır. Doğada gördüğümüz bu zıtlık, insan diline de yansımıştır. Bu çelişen konuşmaların ardında, gerçek konuşmanın logos' ta ve logos'la olduğunu söyleyebiliriz ve bunun için 'logos'a uyarak konuşmanın doğru konuşma logos'un sesini dinlemenin varlığı bilmek anlamına geldiğini iddia edebiliriz.

Kozmosu logosla biliriz; onun düşüncesinde kozmos ile logosun bir oluşu, aynılığı sebebiyle, logos ile bütünleşme ve logostan pay almaya yönelik ifadeleri, evreni bilmenin yolunun insanı bilmekten geçtiğini gösterir.Çünkü logos, sadece dil varlık, dil-düşünce ilişkisini kuran kurucu öğe değil, aynı zamanda değerin de yasasıdır.

Herakleitos,evren kanununa, kendisinden yola çıkarak ulaştığını kendimi aradım/araştırdım ifadesiyle dile getirmektedir. Böylece sübjektif olandan hareketle evrensele geçmekte, bütün insanlarda ortaklaşa olan ve bütün şeylerin kendinden pay aldığı logos'a yani varlığın gerçek bilgisine, zıtların arkasındaki birliğe yani tanrısal bilgiye; logos'un sesini duyarak ve logos'a uyarak söylemenin bilgeliğine ulaşmaktadır.

Bütün insanlarda bu yeti vardır (fr. 116). Çünkü ruhta kendi kendine çoğalan bir logos vardır (fr. 115). Fakat pek çok insan bu gerçeği göremez ve kendilerine özgü düşünceleri varmış gibi yaşarlar (fr.2). Oysa insanların düşünceleri, hakikat karşısında çocuk oyunu gibidir (fr.57). Akıl (gnome) insanoğluna özgü değildir, tanrısal ırada vardır (fr.78). Bunun için "Beni (Herakleitos *u) değil, Logos 'u dinlemek ve her şeyin BİR olduğunu söylemektir bilgelik (fr.5O). Eğer insan, uyuyanlar gibi konuşmayacaksa (fr. 73),ve -eğer akıl insana özgü değilse (fr.78),her şeydeki logos karşısında şaşkınlığa düşmemek için (fr.87), uyanmak ve uyanık kişiler için tek ve ortak evrene (fr.89), herkesteki ortak düşünceye (fr. 113) katılmak gerekir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP