DAVID HUME'UN AHLÂK FELSEFESİ
|
MUSTAFA YILDIRIM
a — Ahlâkın Kaynağı
David Hume, Felsefesinin genel karakterine uygun olarak, ahlâk olaylarının araştırılmasında da deneyden hareket eder. Ona göre bir insanın ahlâki durumunu ve değerini ortaya koyabilmek için o insanın iç dünyasına bakmalıyız. Bunu doğrudan yapamayız ancak hareketlerine bakmak suretiyle anlayabiliriz. Bu yüzden ahlakî bir muhakemede hareket edebileceğimiz çıkış noktalan fiillerimizdir .
Ancak, bu hükümlerimiz nerede çıkarlar, akıldan mı, duygudan mı, yoksa bunların arasında bağımsız bir yetiden mi? Bu tür sorularla Hume ahlâkla ilgili değer hükümlerinin doğuşu problemini ortaya koyar.
Ampirik olarak kazanıldığına inandığı ahlâk kaidelerini, deney ve gözlem yardımıyla tanımlamaya ve çözmeye çalışır. Hareket noktası olarak alınan, övülen ve yerilen özellikler faziletler ve kötülüklerdir. Ferdî olarak değerlendirilen bu özelliklerde faydalı ve hoş olan, ölçü kabul edilir.
Hume'a göre eşyaların tabiatında mevcut olan şey bizim standart hükümlerimizdir. Geometride bir teorem ispatlanır, fizikte sistemler birbirine zıt düşebilir. Fakat şiirin ahengi, ihtirasın sadeliği, zekânın nüktedanlığı zevk vermektedir.Bu bakımdan hiç bir insan bir başkasının güzelliği ile ilgili fikir yürütemez.
Ancak sık sık onun doğru ya da yanlış davranışlarıyla ilgilenir . Ona göre, bütün ahlâki determinasyonları duyguya dönüştüren kişiler, aklın, bu tabiatın sonuçlarını çıkarmasının mümkün olmadığını göstermeye çalışırlar. Şöyleki, "Daha doğrusunu söyleyecek olursak, fazilet hoş bir duygudur, kötülük ise iğrenç bir şeydir. Bu ise onların tabiatım ve özünü oluşturmaktadır" .
"Bütün moral spekülasyonların amacı bizim görevimizi öğretmektir: kötülüğün zararlarını ve faziletin güzelliklerini sunarak, uygun alışkanlıkları ortaya çıkarmaktır, ve birinden kaçınmamızı diğerine yaklaşmamızı sağlamaktır" .
Fakat bu sonuçlar ve bulgular herhangi bir duygulanmayı veya insanın aktif gücünü harekete geçiren unsurlar mıdır? İşte Hume bu konuda gerçi onlar hakikatleri ortaya çıkarırlar, fakat hakikatlann onları ortaya çıkardığı yerde lakâyıttırlar ve herhangi bir sevgi ve nefreti ortaya koymazlar. Ona göre, şerefli olan, uygun olandır, asıl olandır, cömert olandır, kalbi fetheder ve bizi canlandırır .
Hume'a göre, bütün sıcak duygularımızı ve faziletin yararına olan düşüncelerimiz ile kötülüğe karşı duyulan nefreti bir an için unutursak ahlâk ilminin (morality) pratik bir inceleme olmadığını görürüz. O zaman davranışlarımızı düzenleyici bir fonksiyonun da olmadığını ileri sürebiliriz .
Ona göre, bu tür bakış açılarından hareket eden tartışmaları dikkate alırsak, akıl ya da duygunun tatminkâr olduklarından şüphe duyulabilir. Aynca bütün ahlâki determinasyonlarda ve sonuçlarda uyum içinde oldukları şüpheli görülebilir. Bu görüş övülebilir veya yerilebilir. Davranışları şerefli ya da kötü yapabilir. Belki de ahlakî aktif bir prensiple tarif edebilir. Yine bu görüş iç uyuma veya duyguya bağlı olabilir; bu da tabiatı bütün türlerde evrensel yapmaktadır .
Hume, duygunun insan davranışlarında her zaman akıldan bir adım daha ileriden gittiğini belirtmesine rağmen, bazı durumlarda da akün birinci dereceden rol oynaması gerektiğini söyler. Meselâ, tabiî olan güzellik türleri bizim hemen duygulanmamıza ve zevkimize hâkim olduğunu görürüz. Fakat bazı sanatlardaki güzelliği keşfetmek ve yanlış zevkleri tartışmalarla gidermek için akla birinci dereceden ihtiyaç vardır . Ahlâkî güzellik ise en son türleri ihtiva eder ve bizim zihnî melekelerimizin yardımına ihtiyaç duyar. Çünkü onun insan aklı (mind) üzerine uygun bir etki meydana getirmesini sağlamaya çalışır.
Hume'a göre, ahlâkın genel prensiplerinin ortaya çıkarılmasında aklın ve duygunun ne derece etkili, olduğunu şu yolla da ortaya çıkarabiliriz. Önce zihnin (mental) özelliklerin karmaşıklarını analiz ederiz. Biz bunu günlük hayatta kişisel değerler (personel merit) diye tanımlarız.Ve aklın her durumunu değerlendirmeye tabi tutarız. Aklın buradaki özelliği ise bir insana bir obje hakkında nefret ya da sevgi doğurmasını sağlamasıdır .
b — Ahlâkî Hareketler ve Mantık
Hume, ahlâkî hareketlerle mantık arasında kesin bir ilişkinin kurulamayacağını iddia eder. Ona göre, "Bazıları faziletin mantığa (reason) uygunluktan başka bir şey olmadığını ileri sürerler" . Aslında bu tür düşünceleri değerlendirebilmemiz için, mantıklı olarak ahlâkî iyi ve kötü arasındaki ayırımı yapıp yapamadığımıza bakmamız lâzımdır.
Ahlâkın ihtiraslar üzerinde etkisi vardır . Yani insanlar sık sık yükümlülükleri tarafından idare edilmektedir. Bazı hareketleri yapıp yapmamada adaletsizlik, eşitsizlik ve zorunluluk rol oynamaktadır. Dolayısıyla bunlar mantıktan kaynaklanmaz. Çünkü mantığın tek başına bir etkisi yoktur . Oysa, "Ahlâk ihtirasları heyecanlandırmakta, hareketleri oluşturmakta ve engellemektedir. Bu bağlamda özellikle mantık etkisiz kalır. Bu yüzden ahlâk kuralları mantığımızın bir sonucu değildir" . Bir başka yerde ise Hume ahlâkî duygularımızın, ihtiraslarımızın mahiyeti üzerine kurulu olduğundan bahseder .
Huma'a göre mantık aktif olmayan, ahlâk ise aktif olan bir prensiptir. Bu yüzden aktif olan bir prensip, aktif olmayan bir prensip üzerine kurulamaz. Bir başka açıdan durumu değerlendiren Hume'a göre, mantık hakikat (truth) ve hatanın keşfidir . Hareketler ölçülerini mantıktan almadıkları gibi, suçluluklarını da mantığa zıtlıktan çıkarmazlar. Bu bir dolaylı ispattır. Çünkü mantık hareketi çeliştirerek veya onaylıyarak meydana getirmediği için ahlâkî iyi ve kötünün kaynağı olamaz. Hareketler övülebilir yahut yerilebilirler. Lâkin mantıklı ya da mantıksız olarak değerlendirilemezler.
Acı ve neşenin oluşumuna bağlı olarak hataya düşüldüğünde suçlanmaktan çok hüzünlenilmesi gerektiğini belirten Hume, hiç kimsenin bu tür hataları ahlâkî kusur olarak görmemesi gerektiğini söyler. Meselâ istenmeyen bir meyve hayaline kapılan birisi için o meyve hoş ve lezzetli olabilir. Bu bir kusur değil hatadır. Eğer elde etmek için vasıtalar seçerse bu da ikinci hata olur . Acaba bu iki hatayı işleyen o insan kötü ve suçlu telâkki edilir mi? veya bu hatalar ahlâksızlığın kaynağı olarak düşünülebilir mi? Hums'a göre, "Bir olgu hatasının suç olmamasına rağmen, doğru bir şeyin hatası suçtur. Bu da ahlaksızlığın kaynağı olabilir" . . .
Bu konuda Hume şu noktaya da dikkati çeker: "Müşahade edebiliriz ki hareketlerimiz kendimizdeki gerçek veya gerçek dışı bir takım hareketlere asla sebep olmaz ". Meselâ başkasının karısıyla beraber olan birini, pencereden gözetleyen birisi onları kan-koca zannederek yanılgıya düşebilir. Bu bile ahlâksızlığın kaynağı değildir. "Bu yüzden bütünüyle ahlâkî iyi ile kötü arasında bir sınıflama yapılmasının mantıkla açıklanabilmesi imkânsızdır" . Bununla birlikte David Hume, "Mantık ve yargı, gerçekte bir hareketin ortalama (vasat) sebebi olabilir..." demektedir.
İnsanlar arasındaki ilişkileri çeşitli akıl yürütmelerle ahlâkî ya da ahlâksız olarak değerlendirmenin çoğu zaman mümkün olmadığını belirten Hume'un yine de çeşitli sapıklıkların ahlâksızlık olduğunu bize bildirmede mantığın rolunu kabul ettiği görülür. Hatta bu mantık dolayısıyla diğer varlıklardan ayrıldığımızı ve böylece de hareketlerimizde bir övme ve yermenin tartışılabilir bir duruma girdiğini belirtir . Ancak bütün bunlara rağmen Hume, "...ahlâkın mantığın bir objesi olmadığını söyleyebiliriz" der.
Hume, daha sonra izlenimlerin mahiyeti ve hangi durumdan sonra bizi yönlendirdiği konusunu ele almaktadır.
Hiç bir eğlencenin bizim hoşlanıp değer verdiğimiz bir bütünlükten elde edilen tatmin ile eşit tutulamıyacağını belirten Hume, bir oyun veya hayalin,faziletin bile sunduğu bu zevk örneklerini veya kötülükten doğan bir acıyı destekleyebildiğim ifade eder . Öyleyse Hume için, ahlâkî iyiyi ve kötüyü belirleyici izlenimler acı ve zevkten başka bir şey değildir. Bu yüzden karakterin övgüye değer yahut değmediği (suçlanabilirliği) konusunu ikna edici birşekilde açıklayabilmek için, Huma'a göre, karakterde bıkkınlık veya tatmin duygusunu oluşturan prensipleri göstermek yeterli olacaktır .
Yani bir hareket, duygu veya karakterin faziletli ya da kötü olması, bunların görünüşünün bir zevke veya bir bıkkınlığa yol açmalanndandır. Bu yüzden zevk veya tiksinti için bir sebep belirtirken, biz fazileti ve kötülüğü de yeterince açıklamış oluruz. Bundan dolayı fazilet duygusu, bir karakterin düşüncesinden dolayı duyulan tatminden başka bir şey değildir.
O halde fazilet ve kötülük tabiî midir, değil midir? sorusuna David Hume,"Kanatimce şu anda benim için, bu soruya kesin bir cevap vermek imkânsızdır'' der. Ancak tartışıldığı anlarda faziletin veya kötülüğün yapaylık ya da tabiîlik derecesinin belirlenmesi isabetli olacaktır. Fakat David Hume, "...hareketler kendi içlerinde yapaydırlar ve kesin bir plan ve niyetle oluşurlar; Aksi takdirde bu ad altında asla derecelendirilemezler" demektedir.
Faziletleri bireysel ve toplumsal olarak ikiye ayıran Hume daha çok toplumsal faziletler, özellikle de adalet, üzerinde durmaktadır.
C — Toplumsal Faziletler
David Hume'a göre, fazilet ve kötülükler övülen ve yerilen özelliklerdir. Bunların ölçüsü fertlerdir. Fertler bu değerlendirmede faydalı ve hoş olan herşeyi kriter olarak kullanabilirler.
Fiillerin değerini faydalı ve zararlı olması açısından ölçer, genel iyiye yaptığı etki ile tartarak yorumlarız. David Hume, bu noktadan hareketle gerçek anlamda ahlâki karakteri toplumsal faziletlere yönelmede bulur. Bu görüşe, daha önce F. Hutcheson "Moral Sensé" adım vererek bununla diğerkâma temayülün bencil temayüle üstün gelmesini kasdetmiştir .
O halde diyebiliriz ki, David Hume'a göre, ahlâkın temeli başkalarının davranışları üzerine sempati ile hüküm vermektedir. Böylece iyi duyguların ispatlanmasının bir görev olduğunu belirten Hume'a göre, "Cana yakın, iyi huylu, insaniyetli, insaflı, müteşekkir, dost, cömert, yardımsever gibi atıflar... en yüksek duygulardır" . Ona göre, bu dostluk özellikleri ister doğuştan, isterse yeteneklerle kazanılmış olsun her zaman için insanların yüceliğe erişmesini, yücelme kapasitesini artırır.
Hiçbir nitelik iyilik, insanlık, dostluk, müteşekkirlik vs. gibi insanoğlunun genel iyi niyetlerinden daha üstün olamaz . Bu bakımdan bilhassa alelade insanlarda sosyal faziletlerin daha gerekli olduğunu iyilik yapmanın bir inşam diğerlerinden üstün kıldığını belirtir .
İnsanın bulunduğu çevre onun hareket ortamıdır. Bu yüzden insaniyetli ve faydalı insanlar kendilerine ihtiyaç duyulan konularda çevrelerine yardım ederler . O zaman şunu sorabiliriz, ahlâki hareketlerin temelinde yatan motif fayda mıdır? David Hume'a göre, "... faydacılık (utility) sosyal faziletlerden kaynaklanır, en azından onların bir kısmım oluşturur...." . Hatta bu, övgünün kaynağıdır ve onlara duyulan hürmetin bir bedelidir. Tabiatta da hayvan ve bitkilerin tabiatlarına uygun yaşaması fayda açısından değerlendirilebilir.
Hume'a göre, genelde faydalı sözcüğünden ve karşıtından neyin imâ edildiği kendiliğinden anlaşılır. Bu görüşüne delil olarak, Cicero'nun Epikürcülere faydasız tanrılara taptıklarından dolayı karşı çıkışım gösterir. Hatta Mısırlıların hayvanları faydalı oluşlarına göre değerlendirdiğini söyler ". Ahlâk ilminin bütün kurallarında, halkın faydası şarta, odak noktasını oluşturur ve anlaşmazlık ortaya çıktığında -hayatta veya felsefede- insanoğlunun amaçlarına uygun ve onun iyiliğine olan şeye saygılı davranıknak suretiyle problem çözülür" .
Ancak ona göre, bazı olaylara da dikkat etmek gerekir: Meselâ dilenciler gibi çaresiz insanlara yardım etmek bir fazilettir. Lâkin ahlâksızlığa yol açan bir teşviki gözlemlersek o zaman faziletten çok bir zaaflık olduğu görülür. Onun için, "insan oğlunun mutluluğu, toplumun düzeni, ailelerin uyumu, dostların birbirlerini desteklemeleri daima onların sineleri üzerindeki kibar hâkimiyetlerinin bir sonucu olarak düşünülür" . Bu bakımdan sosyal faziletlerin bir kısmım faydanhğa atfetmek zorunluluğu ortaya çıkar.
a — Ahlâkın Kaynağı
David Hume, Felsefesinin genel karakterine uygun olarak, ahlâk olaylarının araştırılmasında da deneyden hareket eder. Ona göre bir insanın ahlâki durumunu ve değerini ortaya koyabilmek için o insanın iç dünyasına bakmalıyız. Bunu doğrudan yapamayız ancak hareketlerine bakmak suretiyle anlayabiliriz. Bu yüzden ahlakî bir muhakemede hareket edebileceğimiz çıkış noktalan fiillerimizdir .
Ancak, bu hükümlerimiz nerede çıkarlar, akıldan mı, duygudan mı, yoksa bunların arasında bağımsız bir yetiden mi? Bu tür sorularla Hume ahlâkla ilgili değer hükümlerinin doğuşu problemini ortaya koyar.
Ampirik olarak kazanıldığına inandığı ahlâk kaidelerini, deney ve gözlem yardımıyla tanımlamaya ve çözmeye çalışır. Hareket noktası olarak alınan, övülen ve yerilen özellikler faziletler ve kötülüklerdir. Ferdî olarak değerlendirilen bu özelliklerde faydalı ve hoş olan, ölçü kabul edilir.
Hume'a göre eşyaların tabiatında mevcut olan şey bizim standart hükümlerimizdir. Geometride bir teorem ispatlanır, fizikte sistemler birbirine zıt düşebilir. Fakat şiirin ahengi, ihtirasın sadeliği, zekânın nüktedanlığı zevk vermektedir.Bu bakımdan hiç bir insan bir başkasının güzelliği ile ilgili fikir yürütemez.
Ancak sık sık onun doğru ya da yanlış davranışlarıyla ilgilenir . Ona göre, bütün ahlâki determinasyonları duyguya dönüştüren kişiler, aklın, bu tabiatın sonuçlarını çıkarmasının mümkün olmadığını göstermeye çalışırlar. Şöyleki, "Daha doğrusunu söyleyecek olursak, fazilet hoş bir duygudur, kötülük ise iğrenç bir şeydir. Bu ise onların tabiatım ve özünü oluşturmaktadır" .
"Bütün moral spekülasyonların amacı bizim görevimizi öğretmektir: kötülüğün zararlarını ve faziletin güzelliklerini sunarak, uygun alışkanlıkları ortaya çıkarmaktır, ve birinden kaçınmamızı diğerine yaklaşmamızı sağlamaktır" .
Fakat bu sonuçlar ve bulgular herhangi bir duygulanmayı veya insanın aktif gücünü harekete geçiren unsurlar mıdır? İşte Hume bu konuda gerçi onlar hakikatleri ortaya çıkarırlar, fakat hakikatlann onları ortaya çıkardığı yerde lakâyıttırlar ve herhangi bir sevgi ve nefreti ortaya koymazlar. Ona göre, şerefli olan, uygun olandır, asıl olandır, cömert olandır, kalbi fetheder ve bizi canlandırır .
Hume'a göre, bütün sıcak duygularımızı ve faziletin yararına olan düşüncelerimiz ile kötülüğe karşı duyulan nefreti bir an için unutursak ahlâk ilminin (morality) pratik bir inceleme olmadığını görürüz. O zaman davranışlarımızı düzenleyici bir fonksiyonun da olmadığını ileri sürebiliriz .
Ona göre, bu tür bakış açılarından hareket eden tartışmaları dikkate alırsak, akıl ya da duygunun tatminkâr olduklarından şüphe duyulabilir. Aynca bütün ahlâki determinasyonlarda ve sonuçlarda uyum içinde oldukları şüpheli görülebilir. Bu görüş övülebilir veya yerilebilir. Davranışları şerefli ya da kötü yapabilir. Belki de ahlakî aktif bir prensiple tarif edebilir. Yine bu görüş iç uyuma veya duyguya bağlı olabilir; bu da tabiatı bütün türlerde evrensel yapmaktadır .
Hume, duygunun insan davranışlarında her zaman akıldan bir adım daha ileriden gittiğini belirtmesine rağmen, bazı durumlarda da akün birinci dereceden rol oynaması gerektiğini söyler. Meselâ, tabiî olan güzellik türleri bizim hemen duygulanmamıza ve zevkimize hâkim olduğunu görürüz. Fakat bazı sanatlardaki güzelliği keşfetmek ve yanlış zevkleri tartışmalarla gidermek için akla birinci dereceden ihtiyaç vardır . Ahlâkî güzellik ise en son türleri ihtiva eder ve bizim zihnî melekelerimizin yardımına ihtiyaç duyar. Çünkü onun insan aklı (mind) üzerine uygun bir etki meydana getirmesini sağlamaya çalışır.
Hume'a göre, ahlâkın genel prensiplerinin ortaya çıkarılmasında aklın ve duygunun ne derece etkili, olduğunu şu yolla da ortaya çıkarabiliriz. Önce zihnin (mental) özelliklerin karmaşıklarını analiz ederiz. Biz bunu günlük hayatta kişisel değerler (personel merit) diye tanımlarız.Ve aklın her durumunu değerlendirmeye tabi tutarız. Aklın buradaki özelliği ise bir insana bir obje hakkında nefret ya da sevgi doğurmasını sağlamasıdır .
b — Ahlâkî Hareketler ve Mantık
Hume, ahlâkî hareketlerle mantık arasında kesin bir ilişkinin kurulamayacağını iddia eder. Ona göre, "Bazıları faziletin mantığa (reason) uygunluktan başka bir şey olmadığını ileri sürerler" . Aslında bu tür düşünceleri değerlendirebilmemiz için, mantıklı olarak ahlâkî iyi ve kötü arasındaki ayırımı yapıp yapamadığımıza bakmamız lâzımdır.
Ahlâkın ihtiraslar üzerinde etkisi vardır . Yani insanlar sık sık yükümlülükleri tarafından idare edilmektedir. Bazı hareketleri yapıp yapmamada adaletsizlik, eşitsizlik ve zorunluluk rol oynamaktadır. Dolayısıyla bunlar mantıktan kaynaklanmaz. Çünkü mantığın tek başına bir etkisi yoktur . Oysa, "Ahlâk ihtirasları heyecanlandırmakta, hareketleri oluşturmakta ve engellemektedir. Bu bağlamda özellikle mantık etkisiz kalır. Bu yüzden ahlâk kuralları mantığımızın bir sonucu değildir" . Bir başka yerde ise Hume ahlâkî duygularımızın, ihtiraslarımızın mahiyeti üzerine kurulu olduğundan bahseder .
Huma'a göre mantık aktif olmayan, ahlâk ise aktif olan bir prensiptir. Bu yüzden aktif olan bir prensip, aktif olmayan bir prensip üzerine kurulamaz. Bir başka açıdan durumu değerlendiren Hume'a göre, mantık hakikat (truth) ve hatanın keşfidir . Hareketler ölçülerini mantıktan almadıkları gibi, suçluluklarını da mantığa zıtlıktan çıkarmazlar. Bu bir dolaylı ispattır. Çünkü mantık hareketi çeliştirerek veya onaylıyarak meydana getirmediği için ahlâkî iyi ve kötünün kaynağı olamaz. Hareketler övülebilir yahut yerilebilirler. Lâkin mantıklı ya da mantıksız olarak değerlendirilemezler.
Acı ve neşenin oluşumuna bağlı olarak hataya düşüldüğünde suçlanmaktan çok hüzünlenilmesi gerektiğini belirten Hume, hiç kimsenin bu tür hataları ahlâkî kusur olarak görmemesi gerektiğini söyler. Meselâ istenmeyen bir meyve hayaline kapılan birisi için o meyve hoş ve lezzetli olabilir. Bu bir kusur değil hatadır. Eğer elde etmek için vasıtalar seçerse bu da ikinci hata olur . Acaba bu iki hatayı işleyen o insan kötü ve suçlu telâkki edilir mi? veya bu hatalar ahlâksızlığın kaynağı olarak düşünülebilir mi? Hums'a göre, "Bir olgu hatasının suç olmamasına rağmen, doğru bir şeyin hatası suçtur. Bu da ahlaksızlığın kaynağı olabilir" . . .
Bu konuda Hume şu noktaya da dikkati çeker: "Müşahade edebiliriz ki hareketlerimiz kendimizdeki gerçek veya gerçek dışı bir takım hareketlere asla sebep olmaz ". Meselâ başkasının karısıyla beraber olan birini, pencereden gözetleyen birisi onları kan-koca zannederek yanılgıya düşebilir. Bu bile ahlâksızlığın kaynağı değildir. "Bu yüzden bütünüyle ahlâkî iyi ile kötü arasında bir sınıflama yapılmasının mantıkla açıklanabilmesi imkânsızdır" . Bununla birlikte David Hume, "Mantık ve yargı, gerçekte bir hareketin ortalama (vasat) sebebi olabilir..." demektedir.
İnsanlar arasındaki ilişkileri çeşitli akıl yürütmelerle ahlâkî ya da ahlâksız olarak değerlendirmenin çoğu zaman mümkün olmadığını belirten Hume'un yine de çeşitli sapıklıkların ahlâksızlık olduğunu bize bildirmede mantığın rolunu kabul ettiği görülür. Hatta bu mantık dolayısıyla diğer varlıklardan ayrıldığımızı ve böylece de hareketlerimizde bir övme ve yermenin tartışılabilir bir duruma girdiğini belirtir . Ancak bütün bunlara rağmen Hume, "...ahlâkın mantığın bir objesi olmadığını söyleyebiliriz" der.
Hume, daha sonra izlenimlerin mahiyeti ve hangi durumdan sonra bizi yönlendirdiği konusunu ele almaktadır.
Hiç bir eğlencenin bizim hoşlanıp değer verdiğimiz bir bütünlükten elde edilen tatmin ile eşit tutulamıyacağını belirten Hume, bir oyun veya hayalin,faziletin bile sunduğu bu zevk örneklerini veya kötülükten doğan bir acıyı destekleyebildiğim ifade eder . Öyleyse Hume için, ahlâkî iyiyi ve kötüyü belirleyici izlenimler acı ve zevkten başka bir şey değildir. Bu yüzden karakterin övgüye değer yahut değmediği (suçlanabilirliği) konusunu ikna edici birşekilde açıklayabilmek için, Huma'a göre, karakterde bıkkınlık veya tatmin duygusunu oluşturan prensipleri göstermek yeterli olacaktır .
Yani bir hareket, duygu veya karakterin faziletli ya da kötü olması, bunların görünüşünün bir zevke veya bir bıkkınlığa yol açmalanndandır. Bu yüzden zevk veya tiksinti için bir sebep belirtirken, biz fazileti ve kötülüğü de yeterince açıklamış oluruz. Bundan dolayı fazilet duygusu, bir karakterin düşüncesinden dolayı duyulan tatminden başka bir şey değildir.
O halde fazilet ve kötülük tabiî midir, değil midir? sorusuna David Hume,"Kanatimce şu anda benim için, bu soruya kesin bir cevap vermek imkânsızdır'' der. Ancak tartışıldığı anlarda faziletin veya kötülüğün yapaylık ya da tabiîlik derecesinin belirlenmesi isabetli olacaktır. Fakat David Hume, "...hareketler kendi içlerinde yapaydırlar ve kesin bir plan ve niyetle oluşurlar; Aksi takdirde bu ad altında asla derecelendirilemezler" demektedir.
Faziletleri bireysel ve toplumsal olarak ikiye ayıran Hume daha çok toplumsal faziletler, özellikle de adalet, üzerinde durmaktadır.
C — Toplumsal Faziletler
David Hume'a göre, fazilet ve kötülükler övülen ve yerilen özelliklerdir. Bunların ölçüsü fertlerdir. Fertler bu değerlendirmede faydalı ve hoş olan herşeyi kriter olarak kullanabilirler.
Fiillerin değerini faydalı ve zararlı olması açısından ölçer, genel iyiye yaptığı etki ile tartarak yorumlarız. David Hume, bu noktadan hareketle gerçek anlamda ahlâki karakteri toplumsal faziletlere yönelmede bulur. Bu görüşe, daha önce F. Hutcheson "Moral Sensé" adım vererek bununla diğerkâma temayülün bencil temayüle üstün gelmesini kasdetmiştir .
O halde diyebiliriz ki, David Hume'a göre, ahlâkın temeli başkalarının davranışları üzerine sempati ile hüküm vermektedir. Böylece iyi duyguların ispatlanmasının bir görev olduğunu belirten Hume'a göre, "Cana yakın, iyi huylu, insaniyetli, insaflı, müteşekkir, dost, cömert, yardımsever gibi atıflar... en yüksek duygulardır" . Ona göre, bu dostluk özellikleri ister doğuştan, isterse yeteneklerle kazanılmış olsun her zaman için insanların yüceliğe erişmesini, yücelme kapasitesini artırır.
Hiçbir nitelik iyilik, insanlık, dostluk, müteşekkirlik vs. gibi insanoğlunun genel iyi niyetlerinden daha üstün olamaz . Bu bakımdan bilhassa alelade insanlarda sosyal faziletlerin daha gerekli olduğunu iyilik yapmanın bir inşam diğerlerinden üstün kıldığını belirtir .
İnsanın bulunduğu çevre onun hareket ortamıdır. Bu yüzden insaniyetli ve faydalı insanlar kendilerine ihtiyaç duyulan konularda çevrelerine yardım ederler . O zaman şunu sorabiliriz, ahlâki hareketlerin temelinde yatan motif fayda mıdır? David Hume'a göre, "... faydacılık (utility) sosyal faziletlerden kaynaklanır, en azından onların bir kısmım oluşturur...." . Hatta bu, övgünün kaynağıdır ve onlara duyulan hürmetin bir bedelidir. Tabiatta da hayvan ve bitkilerin tabiatlarına uygun yaşaması fayda açısından değerlendirilebilir.
Hume'a göre, genelde faydalı sözcüğünden ve karşıtından neyin imâ edildiği kendiliğinden anlaşılır. Bu görüşüne delil olarak, Cicero'nun Epikürcülere faydasız tanrılara taptıklarından dolayı karşı çıkışım gösterir. Hatta Mısırlıların hayvanları faydalı oluşlarına göre değerlendirdiğini söyler ". Ahlâk ilminin bütün kurallarında, halkın faydası şarta, odak noktasını oluşturur ve anlaşmazlık ortaya çıktığında -hayatta veya felsefede- insanoğlunun amaçlarına uygun ve onun iyiliğine olan şeye saygılı davranıknak suretiyle problem çözülür" .
Ancak ona göre, bazı olaylara da dikkat etmek gerekir: Meselâ dilenciler gibi çaresiz insanlara yardım etmek bir fazilettir. Lâkin ahlâksızlığa yol açan bir teşviki gözlemlersek o zaman faziletten çok bir zaaflık olduğu görülür. Onun için, "insan oğlunun mutluluğu, toplumun düzeni, ailelerin uyumu, dostların birbirlerini desteklemeleri daima onların sineleri üzerindeki kibar hâkimiyetlerinin bir sonucu olarak düşünülür" . Bu bakımdan sosyal faziletlerin bir kısmım faydanhğa atfetmek zorunluluğu ortaya çıkar.