AMERİKAN FELSEFESİNİN YENİDEN CANLANIŞI: JOHN J. MCDERMOTT - 2

McDermott bu noktada yapı çağındaki Amerikan halkının sembolik boyutu mu temsil ettiğini ya da onların harici meşaleler mi? olduğu sorusunu sorar. Bu soru, kesin olmayan kainatta aslî sorunsalın yeniden ifade edilmesini ortaya çıkarır: "Amerika bağlamı, tarihi kaderin antropomorfik görüşü ile açık kainat doktrini, yani insanın çevresini insanileştirmenin sembolleştirilmesini mi veya insan hayatının belli başlı boyutlarında canlı kendini aldatan poliannacı bir dünya görüşünü mü temsil eder? McDermott, bu dilemmaya "ilkelliğin yansıması" veya "tecrübenin tecrübesi" olarak adlandırdığı Amerika'da gelişen bilgiyi -kültür epistemolojini- yeni bir tavır ile desteklemeyi ve korumayı önerir.

McDermott'a göre kültür epistemolojisi, "ne olmalı"nın kavramsal sezinlemesi üzerinde tecrübe veya teorik yapılar ile ilkel yapılar arasında uzun ilişki serisi için bir seviye nasıl oluşturulacağı meselesidir. Bu ise çevrenin tesirinin önemi meselesidir. Ona göre çevrenin tesiri, Amerikan mizacının karakteristik görünümü olmuştur. Sözgelimi tipik Amerikan felsefî ürünü olarak kabul eden Pragmatizm, düşünce üzerinde tecrübenin üstünlüğünü onaylayan kökleşmiş tavrın solmuş bir yansımasıdır. O, tecrübenin tecrübesinde tabiat ve zamanın yeni anlamlar kazandığını ileri sürer. Bu tecrübede tabiat, temelde uzam olarak ve konu olarak ta kısmen insan oğlunun ürünü olarak görülür. Zaman ise tekrar eden ve devirli durumun bir ölçümü değil bir tercih olarak görülür.

McDermott'a göre meseledeki ana nokta kültürde derin olarak içerilmiş yansıyıcı (reflective) ilkellik sorunudur. Bu meselede Batı kültürü kendi söylem modunda olayların diline teorik cevaplardan oluşan bir tavır sergilemiştir. Amerikan geleneği ise geniş coğrafî, politik ve manevi ayaklanmalar ile karakterize edilen değişen bir sahne ile karşılaşmıştır. Bu dönüm noktaları kültürün devamını inşa eder, anlamanın temel ve hatta ilkel kategorilerine uygun düşer. Yansıyıcı tecrübenin anlamı, böyle bir dönüşümün kültürün gönüllülüğünde temeldir.

McDermott, 'tecrübenin tecrübesinin' 'tecrübe' kavramını geliştirdiğine inanır. Bu durumun aksi olarak o, tecrübenin tecrübesinden tecrübenin "eklemine" hareket eden kayma mesafesi hakkında da endişelenir. Zira mesele bu eklemin kültürel zenginliği destekleyici zenginlik ve vasıta olup-olmamasıdır. Bu noktada McDermott, bizim, felsefenin kendine yeten olamadığını ve yansımanın tecrübenin daha geniş bağlamında yerleştiğini biimemiz gerektiğini ifade eder. Burada sorunsal, kaçınılmaz olarak iyi ya varlığın dilinin aslî rolü ya da Dewey'in dediği gibi felsefenin somutlaşması meselesidir. Dewey şöyle der: "Felsefe, filozofların problemleri ile ilgili bir alet ve insanın problemlerini zenginleştirmede yöntem olmayı kestiğinde kendisini yeniler."

McDermott'a göre deneysel olarak gergin tecrübe, keskin olamayan tecrübeye karşıdır. Bunun yansıması ise sosyolojik çevre olarak tecrübenin her dönemdeki felsefi düşünce üzerinde koz oluşudur. Mesele bu noktada sosyolojik çevre adına tecrübeyi bir kesinliğin yerine koyma veya diğeriyle değiştirme riskidir. Başka şekilde ifade edersek 'tecrübenin tecrübesi' eklemlenir mi? W. J. Gavin, bu noktada McDermott'un en sevdiği filozoflardan biri olan W. James'in "saf tecrübe" hakkındaki görüşlerini ödünç aldığını beyan eder. McDermott, James'in 'saf tecrübe dil sahnesine girdikten sonra onu tekrar ele geçirmek zordur' görüşüne katılır. Tabii ki bu durum McDermott'u araştırmalarından alıkoymaz.

McDermott, kültürün temel öğreniminden analiz yöntemini ayırmanın iki tehlikesine dikkat çeker. Bunlardan ilki, analizin aynı terminolojiyi hem eleştiride hem de tasvirde kutlanarak öz yaşamanın dilini yakalayamamasıdır. Analiz, ancak daha geniş kültürlerle ilişkiye girerek tecrit edilir. İkinci tehlike düşünce ve eylem arasında böylesi bir ayrımın tecrübenin yeniden yapılanmasını tehlikeye sokmasıdır. McDermott, the American Angle of Vision- II da Püritenîerden Dewey'e kadar düşünce ve eylem arasım bir arada görme çabalarının ortaya konulduğunu beyan eder.

McDermott, kişinin kendi tecrübesinin Amerikan tecrübesinde ilk örnek olarak kullanmasına dikkat çekerek bu duruma tabiatta yansıyan güçtü bir delil getirir. Ona göre ikinci büyük tehlike oldukça açıktır; bağlam sorunu. O, bağlamın önemini bize tekrar hatırlatarak radikal anlamda bağlamın nasıl ve ne zaman değiştiğine dikkat çeker. McDermott, bize üç bağlam önerir; kır,şehir, global bağlam.

McDermott, ulusal kültür hakkında yapılacak genellemelerin bir kaçı dışında genelde noksan ve hatalı olacağını beyan eder. Ona göre algılayanın yargıları her ne kadar yaratıcı olsa da çoğu kez dardır. Bu durum, Amerika'nın karmaşık ve geniş kültürü için özellikle doğru bir yorumdur. Bununla beraber kültürler çoğunlukla bu genellemelerle yaşarlar zira bu genellemeler tarihin akışını yansıtan imajların oluşturduğu eklentilerdir. Bir çok durumda genellemelerin kaynağındaki olgu yetersiz olsa da genellemenin gücü tecrübî desteği sağlar. O, bu olgunun bir çok yazar tarafından farkına varıldığını ifade eder.

McDermott, ilk yerleşenlerin bağlamının kültürü anlamada önemli olduğunu ve bu bağlamın iki temel önemli yolda değiştiğini beyan eder. O, kır bağlamının bir çok metodolojik probleme rağmen şehirleştiğini ve global olduğunu iddia eder.

McDermott'a göre Amerika şehir insanı, tabiat tarafından ifsat (upset) edilmiştir. Şehir insanının bilincinin derinliklerinde doğa metaforlan, beklentileri ve nostalji akıp gitmektedir. Çağdaş Amerika için bu durumun içerimi önemlidir. İlkin bu içerim Amerikan hayatını karakterize eden dramatik ve zorunlu doğa çatışmalarını anlamayı zorunlu kılar. İkincisi, mevcut şehir bağlamımızın gücü ve sınırlarını teşhis etmede çoğu kez başarısız oluşumuzu gösterir. Zira bu bağlam tabiatın rolünü anlamayı gerektirir. McDermott'a göre Amerikan kültüründe doğanın temel anlamı, bu anlamın zaman anlayışı için önemi ve kurumsal dönüşümler için ilgili imkanları ortaya koyul(a)mamıştır. Eğer bu konulara yoğunlaşılırsa mevcut şehir zorluklarını aşmada doğanın güçlü rolü hakkında bazı aydınlanmalara sahip olunabileceğini söyler.

McDermott, tabiatın anlamının felsefi boyutlarının Avrupa düşüncesinde derin köklere ve karmaşık anlamlara sahip olduğunu ancak Amerikan kültüründe bu geleneğin bir değeri olmadığını ifade eder. Amerikan kültüründe tabiatın tecrübesinin vahşilik ile cennet arasında diyalektik bir gerilim ortaya koyar. Püritenlerin odisus 'u bu anlamda yol göstericidir. O, Püritenlerin o zamana kadar arazi (land) olarak tecrübe edilen tabiatı kültürel ve dinî hayatın sembolik formüllendirmeleri için temel zemin olarak inşa ettiklerini ileri sürer. O, Puritan tecrübenin orijinal olduğunu ve bu hakkın kabul edilmesi gerektiğini düşünür.

McDermott'a göre bunlardan daha önemlisi arazi tecrübesinin demokratik etos için temel olduğunu ve bunun on dokuzuncu yüzyıla kadar sürdüğünü ifade eder. Ona göre bu topraklar, özgürlük için zorunlu olan insan enerjisinin yansıyıcı yönünün sezgisini ifade eder. Kısaca "bu toprakların metafizik gücü" kültürün oluşmasında ayırıcı karakterdedir.

McDermott, şehir imajının ve tecrübesinin çeşitli özelliklerini aktararak kır mekanı ve zamanının şehir mekanı ve zamanından farklı olduğunu söyler. Ona göre şehir mekanı dikeydir yatay değildir, şehir mekanı boşlukta değil seçilen mekanda bulunur ve dikey mekan olarak şehir mekanı tek bir sitedeki çoğuldur. Aynı şekilde şehir zamanı ince, kır zamanı ise kaba zamandır. Şehir zamanı saatlidir. McDermott'a göre Amerikan insanı şehirli ve megapolitandır ve şehir onun yeni evidir. Şehir hayatı, imajların işleyişine ve sembollerin karmaşık dizgesine dayanır. Bu durumun ortaya çıkardığı her türlü suniliklerin anlamlarını araştırmamız, onları algılayışımız ve onlarla ilişkimizin yönünü gösterecektir. Bu yüzden o, şehir yapısı ve şehir insanı arasındaki ilişkinin anlaşılmasını zenginleştirmenin zorunlu olduğunu, bu akışın sağlanması gerektiğini ileri sürer.

McDermott, şehir tecrübesinin California'da fiziki anlamda bittiğini, şehir tecrübesi olarak kendine döndüğünü ancak görünüm olarak California'nın Çin'i, Yeni Dünyayı, global bir dünyayı anons ettiğini beyan eder. McDermott bu bağlamda klasik felsefenin 21 yüzyıla veya global bağlama vasiyetinin ne olabileceğini ortaya koyar. Ona göre bu hediyeler:

1- İnsan durumunun olumlu ve acıklı olmayan karakteri olarak çoğulculuk,
2- Mahallilik
3- Her adımda uzanım ve ilişkilerin gerçekleşmesi,
4- Nihai anlamın olmadığı insanî durum için uzlaştırıcı veya iyileştirici imkanlarının mevcudiyetidir.

Klasik Amerikan felsefesinde bu hediyeler çoğulculuk, mahallilik, hoşgörü, iyileştiricilik (meliorism), pragmatik epistemoloji ve etik, vasıtanın zorunluluğu ve nihai kurtuluş hakkında şüphe olarak takdim edilir. McDermott, Transiency and Amelioration'da bunları:

1-Çoğulculuk 2- Mahallilik, 3-İrtibatsızlık, 4- Geçicilik, 5- Yapısal olarak eskatolojisizlik olarak da ortaya koyar.

McDermott yeni (global) tecrübemizin daha karmaşık olacağını, en iyi stratejinin kozmik ufuklarımızı yeni düşüncelere açmak, bağlam değişmelerine dikkat etmek olacağını düşünür. McDermott, karmaşık meselelerin, sorunların ve krizlerin üstesinden gelinmesi konusunda daima Amerikan felsefesinin metinlerinin sınırları ötesine geçmeyi ve tecrübenin kaos haline geri dönmeyi dener. McDermott'un bu noktadaki çabalarından ilki, kendisini pragmatist olarak isimlendirmemesidir. O, pragmatist terimini kendisi için kullanamayacağını zira kendisinin tecrübenin teşhisiyle (diagnosis) ilgilenen birisi olduğunu ifade ederek, Camus ile ilgili olduğu kadar Dewey ile ilgili olduğunu ifade eder. Ona göre Amerikan felsefesi "pragmatizm" terimiyle yanlış anlaşılmıştır. Oysa Amerikan felsefecileri, tecrübe filozofları yani tecrübe akışının teşhisçisi olarak anlaşılmalıdırlar. Zira onlar gözlerini dünyadaki hayatımızın sorunsal karakterine dikerler ve fikirlerde dolaşmaya girişirler. McDermott'a göre Pragmatizm bir yöntemdir ve tek bir yöntemin sınırları içinde kalmaz. O, James'in, Royce'un, Devvey'in pragmatizminden bahsederek yöntemlerinin farklı oluşlarına dikkat çeker. Ancak o, tüm bu farklara rağmen her zaman "pragmatik netice" olduğunu ve bu neticenin daha sonraki dilsel ve kavramsal formüllendirmeleri olsa da nihai olarak tecrübeyle ilgili olduğunu ifade eder. Burada o, James'in 'tecrübe gerisinde bir şekilde yöntem bırakır' düşüncesine katılır.

McDermott ikinci olarak ilişkilerin önemini vurgular. Bununla beraber o, bazen bu ilişkileri çeşitli yerlerde sorunsallaştırır. Bu yüzden "Life is in the Transitions" da James'in yabancılaşma ilişkiye girmeyi yeteneksizleştirir ifadesini tecrübemizde bazı detayların nasıl bozulduğunu "açlık, doyurma ve ifsat" ilişkileriyle tasvir ederek açıklar.

McDermott, James'in 'tecrübenin kenar ve saçaklarıyla geliştiği' görüşünü beyan ederek bir "uzvun kesilmesi ilişkisi ile bastırma ilişkisini" tecrübenin fakirleştirilmesi listesine ekler. Ona göre açlık ilişkisi burada "apriorinin yeniden bedenleşmesi" olarak tasvir edilir. Doyurma ilişkisi, yeni tecrübelerini bir tabancanın tetiğini tutar gibi toplayan veya bir şeyler yiyen ama tat almayan bir insan kaderini tasvir eder. İfsat ilişkisi, tecrübeleri görsel amaçları dolayısıyla mahalli olarak fanatik olan kimseleri tasvir eder. Bastırma ilişkisi, Kafka'nın tasvir ettiği gibi babası tarafından gece eve kilitlenen kimseyi tasvir eder. Bu durumlarla McDermott, kendine tecrübedeki ilişkilerin devamlılığını gösteren bir kılavuz inşa eder. Başka bir yerde oluşun ontolojik olarak başıboş, ilintisiz karmaşık bir strateji, Peirce metafiziğini benimseyenleri dehşete düşürecek seviyede farklı olduğunu, bazen bu konularda Camus gibi düşündüğünü beyan eder.

McDermott'un üçüncü çabası, ilişkileri sorunsallaştırmak yerine onların mevcudiyetlerinin daima var olacağına güvenmesidir. Bu yüzden o, çeşitli yazılarında Amerikanın gelişme mitine dair inancında yaygın bir erozyon yaşanıyor olsa da "nektarın (özün) yolculukta olduğunu" bu noktada birinin James'ci "inanma iradesini" denemesi gerektiğini ileri sürer. McDermott "nektarın yolculukta olduğuna" inanır ve buna inanmanın canlı bir tercih olduğunu okuyucusuna daima tavsiye eder.

McDermott, kendi yaşamlarımızı daimi keder, yani sonun bağlamında tecrübe etmemiz gerektiğini vurgular. O şöyle der:

Sonlunun tahribatından çekiyoruz bu gerçek insan durumundaki tüm gerçekleri bastıran ve inkar eden durumdur. Onun bu noktada çözümü umulmadık bir çözümdür. Çözüm, geçicüiliğin ve yolculuğun kalitesini ortaya koymak ve artırmaktır.

McDermott bu durumu şöyle açıklar: Sonluluğumuzla karşılaşacağımızı reddetmek yerine senin ve benim ölümümüze dalmalıyız.

McDermott'a göre ironik olarak, ölümün kaçınılmaz haklı karakterini kabulünü reddedişimiz hayatı yaşamayı değerli kılabilir. McDermott, yolculuğun mücadelelerle süslendiğini ve bu yolculukta bizim için sadece çabalamanın var olduğunu, diğerinin bizim işimiz olmadığını hatırlatır.

1 | 2 | 3 | 4 | 5

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP