AMERİKAN FELSEFESİNİN YENİDEN CANLANIŞI: JOHN J. MCDERMOTT - 3
|
McDermott, düşüncenin ölümden ziyade yaşama merkezinde yüksel(til)mesini önerir. Ona göre başka türlüsü problemlerimizin çözümünde faydalı değildir. Sözgelimi hayattaki her şey problem veya sorusal durumuna döndürülemez. Zira sorun ile dert arasında keskin bir ayrım vardır. İlki, uzlaşarak, uzağa atarak veya sorundaki zorluk zamanla aşınarak üstesinden gelinebilir bir durumdur. Oysa dert, farklıdır. Onun anlamı aklın bittiği bir durumdur. Böyle bir durumda her şey anlamını kaybeder. Bu noktada uğraşmak, mümkün ve manevi olarak yardım edici olsa da derdin hafiflemesine katkıda bulunamaz.
McDermott'a göre tüm bu çabaların sonucu, gerçekliğin tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzdur. O, açıklamanın gök kubbesi olmadığını, başka bir yere gidemeyeceğimizi ve dolayısıyla tek evrenselliğin mahallilik (locality) olduğunu ileri sürer. Evrensel tekildedir ve nektar yolculuktadır. Kültür ve tecrübe arasında 'tecrübenin tecrübesi' ve 'tecrübenin eklemi' olarak ortaya konulan ilişki karmaşık ve zor ilişkidir. Her eklem, en azından potansiyel olarak bir sorundur. Amerika'nın Yeni dünyaya hediyesi, kültür tarafından yaşatılan tecrübenin niteliğinin yaratıcı bir gelecek ve yaşama kabiliyeti için uygun olduğunu kanıtlamaktır. Amerikan kültürü ona göre karmaşık, çoğulcu ve geçişli yapısıyla yeni zenginliklere yol açabilir. Bu görev, yeni tehlike ve zorluklara giriş olsa da denenmeye değerdir.
II
McDermott'un Amerikan felsefesi tarihim yorumu, yukarıda aktarmaya çalıştığımız tecrübe anlayışı ekseninde gelişir. O, bu konuyu çeşitli yazılarında ele alır. Norman S. Grabo Streams of Experience' m "Önsöz"ünde kitaptaki on beş makalenin sistematik görünmese de McDermott'un klasik Amerikan felsefesini/tecrübesini nasıl yorumladığını yansıtan bir düzende olduğunu ve okuyucuya doğru bir yön göstereceğini ileri sürer.
Grabo'ya göre McDermott bu yorumlarıyla geçmiş ile geleceği birbirine bağlayan sağlam bir köprü kurmaya girişir. McDermott, Streams of Experience'in "Giriş'inde şimdiden, şimdi ile geçmişi değerlendirmenin yeni imkanlar ortaya koyacağını, geçmişi anlamanın canlı bir boyut kazandıracağım ifade eder.
McDermott'a göre felsefe tarihi paradigmatik dönüşümler sahnesidir. O, Batı düşüncesi tarihinde paradigmatik dönüşümler oluşturan Plato, Augustine, Descartes, Kant,Marx, Nietzsche ve W. James'in dramatik öneme sahip olduğunu, bu düşünürlerin insan zihnine yeni durumlar tanıttığım ve yeni arayışların devam edeceğini, nihai sonuçların erişimimizin ötesinde olduğunu ifade eder. Ona göre kurtuluşu beklememeliyiz zira garanti edilmiş insan geleceği bir hayal ve yanılsamadır. Bu yüzden o, yorulmayan, eski problemlerinden vazgeçmeyen aksine yenilerini ilave eden, kültürel olarak ölümsüz olan felsefenin sorgulamasına, alternatif getirmesine veya hiç bir şeyden korkmayan tavrına sarılmanın en kutsal çaba olduğunu söyler.
McDermott, felsefe tarihi içinde Amerikan felsefenin/tecrübenin ana boyutlarını araştırır ve onlar hakkında yazılar yazar. Onun araştırdığı temel tecrübe, Amerikan felsefi geleneği McDermott için insan hayatındaki eylemleri yorumlayıcı bir mihenk taşıdır. Bu mihenk taşı ona göre hayatı anlamanın, gelişmenin, ilerlemenin yoludur. McDermott, bir bütün olarak Amerikan felsefesi tarihiyle ilgilense de dikkatini ve yoğunluğunu klasik döneme verir. Zira o, klasik dönemde olağanüstü bir şey olduğuna inanır. Bu dönem çok renkli bir mozaiği temsil eder. Amerikan sahnesinde yansıyan bu görüşler, aralarında farklılıklar oîsa da çoğu kez eleştirel fakat ayırt edici biçimde çoğulcu, iyileştirici ve dünyevîdir. O, bu felsefeyi hem Amerikan kültürü olarak anlar hem de Amerikan felsefesinin zemini olarak yorumlar.
McDermott, Amerikan felsefe tarihine Püriten tecrübesini derinden analiz ederek başlar. O, Püriten doktrininin Puritan yaşantısını ortaya koyduğunu vurgular. Ona göre Püriten doktrini, onların olayları nasıl yorumladıklarını, uğraşılarıyla tecrübeleriyle nasıl meydan okuduklarını ve yeni dünyada varlıklarının ne anlama geldiğini içerir.
McDermott, Püritenlerin yüreklerindeki araştırmaya derin ve özel ilgilerinin karşılaştıkları tecrübeleri nasıl yorumladıklanyla ilgili bir yöntem oluşturduğunu ve bu yöntemin Amerikan ruhunda kalıcı tortu bıraktığını söyler. Sözgelimi Püritenlerin arazi tecrübelerinin kültürel ve dini hayatın sembolik formüllendirmelerine derin katkıları bunun en belirgin örneğidir. Püritenlerin Amerika'yı Yeni Kudüs olarak kabul etmeleri, eğer Tanrı gelirse bu topraklara geleceğini ve kendisini tabiatın ritmi olarak göstereceğine inanmaları, Mormonların ülke hakkındaki beklentileri, arazinin dini yorumu McDermott'a göre geleneğin dini ve ahlaki zemin üzerinde şekillendiğini ortaya koyar. O, arazi tecrübesinin demokratik etos için temel teşkil ettiğini, Jefferson ile bu tecrübenin on dokuzuncu yüzyıl Amerikan politikasına derin bir nitelik kazandırdığını söyler.
McDermott, Amerikan felsefesi tarihinde B. Franklinen ve arkadaşlarının yaşamlarında yeni keşifler gerçekleştirdiğini ve bu yaşamların felsefi olarak anlamlı yaşamlar olduğunu beyan eder. O, bu yaşamların her birinin Amerikan kültürünün pragmatik özünü; sonlu, geçişli, yumuşak huylu karakteri, sorunları tecrübe zemininde çözme isteklerini temsil ettiğini söyler.
McDermott, Amerikan felsefe geleneğini her hangi bir dar pragmatik anlamda anlamayı önermez. Ona göre, Amerikan felsefe tarihi, pragmatizm tarihi değildir ve doğrunun nasıl işleyeceği problemine indirgenemez. Bu geleneğin çözüm yöntemi sorunları en geniş yelpaze içinde ele almaktır. McDermott, sorunların dar ve indirgeyici yorumunun Amerikan felsefesinde olmadığını, aksine Avrupa düşüncesinde olduğunu ileri sürer. O, burada Avrupalı düşünürlerin uzun zaman Amerikan felsefesine tenezzül etmeyişini eleştirir. Ona göre bu durumun nedeni Amerikan entelektüellerinin eyleme aşırı önem vermeleri, Emerson'un uyanlannı dikkate almayıp geçmiş hikmet yerine yeni hikmete önem vermeleridir. McDermott, Amerikan felsefesinin klasik öncesi dönemini araştıranların bilgi ve metodoloji problemleriyle uğraşmasının Amerikan düşünce ve toplumunun oluşmasında güçlü rol oynayan psikoloji, din, metafizik estetik ve eğitim gibi entellektüel meseleleri ihmal ettirdiğine dikkat çeker. Ona göre bu durum, Amerikan felsefesinin sadece pragmatizmle özdeşleştirilmesine sebep olmuştur. Oysa McDermott'a göre pragmatizm, bir felsefeden ziyade bir yöntemdir. Pragmatizm, her yönüyle felsefî bir sisteme niyetlenmemiş, sadece temsilcilerinin iddialannı açıklamada bir yol olarak tasarlanmıştır. Bu yüzden o, kendisini pragmatist olarak adlandırmaz ama çalışmaları son derece pragmatiktir.
J. Campbell, McDerroott'un Amerikan felsefe tarihine dair yazılarında iki metodolojinin hemen göze çarpacağını söyler. Bunlardan ilki, metinsel geleneğin sunulması ve açıklanması daha sonra bu fikir ve perspektiflerin çağdaş Amerikan yaşamına uygulamasıdır. McDermott amacının, Amerikan felsefe geleneğini korumaktan çok çağımızın önemli problemleriyle yüzleştirmek, tarihi vasıtaları çoğaltarak günümüz durumlarını anlamada ve çözmede yardımcı olmalarım sağlamak olduğunu beyan eder.
Campbelle göre McDermott'un Amerikan felsefe tarihini serimlemesinden çıkarılacak ikinci metodolojik vurgusu, bu felsefenin sadece fikirlerin hikayesi olmadığı aynı zamanda insanların bilmesi gereken hikayesi olduğudur. O, yazılarıyla bibliyografik çalışmaların önemini göstermiştir. McDermott'a göre her büyük düşünürün, hayatı ve çalışmaları arasında tutarlı ve kronolojik aktarımlar yapılmalıdır. Zira bibliyografik düşüncelerde, hayattaki dramatik merkezlerin önemi büyüktür. Düşünürlerin hayatlarında oynadıkları rolle, eserleri arasında büyük ilişki(ler) vardır. Sözgelimi James'in yaşadığı krizler James'i anlamada, Dewey'in annesinin kurtuluş doktrini reddetmesi onun dinî ve sosyal hayata bakışıyla derinden alakalıdır.
McDermott'a göre hayattaki dramatik merkezlerin keşfi, varoluşun imkanlarına, anlamına sağlam bir zemin sağlar. O, güneşin dün diğerlerinin üzerine doğup, ışıldadığı gibi bugün de bizim üzerimize doğup, ışıldayacağını ve eğer içimizdeki potansiyelleri bilirsek, kendi tecrübemizdeki sembollerle problemlerin üstesinden gelebileceğimizi söyler. McDermott, bu düşünceler ışığında Amerikan felsefesi tarihinin en önemli şahsiyetleri Emerson, Royce, James ve Dewey'in düşüncelerine şimdinin penceresinden yorumlamağa girişir.
McDermott, yazılarında Ralp Waldo Emerson'un (1803-1882) düşüncelerinin öneminin ve etkilerinin çeşitli çalışmalar olmasına rağmen yeterince anlaşılamadığını ileri sürer. Ona göre Emerson ile ilgili çalışmalar Amerikan tecrübesinin pratik veçhelerinin araştırılmasında temel temaları oluşturur. Bu yüzden o, Emerson devrimini ve mirasını araştırmanın tecrübenin anlaşılmasına sağlam bir zemin sağlayacağına inanır. Zira Emerson'un düşünceleri kendisinden sonraki bir çok filozof üzerinde kalıcı etkiler oluşturmuştur.
McDermott, Emerson'un hayat ve çalışmalarının ana temasının imkan olduğunu söyler. Ona göre bu imkan, iki kaynaktan beslenir. Bunlardan ilki, tabiatın sembolik zenginlikleriyle ilgili olduğunda ferdin ruhundaki gizli kuvvetlere olağanüstü güven. İkicisi ise Amerikan tecrübesinin tarihinin yeni ve yaratıcı manevi enerji kaynağı olabileceğine inancı. Onun mesajı, açıktır. Durumumuzun açıklığını kendi tecrübemizin imkanlarındaki sembollere aktarmalıyız. İmkanın bu durumu, varoluşun anlamının şahsî keşfi için felsefî bir zemin sağlar. Emerson, kendimizi sonsuz mesaja açtığımızda bile sıradan tecrübenin ortaya çıktığını ve eğer içimizdeki potansiyelleri bilirsek, harici bir kurtuluşa gereksinim duymayacağımızı söyler.
McDermott, Emerson'un hayatının yukarıdaki düşüncelere ışık tutacak yansımalara sahip olduğunu ileri sürer. Emerson, atalan Protestan rahip olan bir ailede doğar. 1829' da Harvard'dan mezun oldu ve aynı yıl Boston'da Second Unitarian Kilisesinde papazlık görevini kabul eder. 1832'den sonra bu görevden ayrılarak konferanslar ve yazılar yazmak amacıyla çeşitli seyahatlerde bulunur. Yazıları ve konferansları ile Yeni İngiltere Aşkıncılığının (Trancendantalism) lideri olur. Emerson'un hayatı tarihsel olarak bu şekilde sunulsa da McDermott'a göre onun hayatı, erken ölümler ve hastalıklar ile evindeki yangının sebep olduğu tahribat arasında akıp gitmiştir. Emerson, sekiz yaşında iken babasını, evlendikten iki yıl sonra hanımını, beş yaşında oğlu Waldo'yu kaybetmiştir. Hayatındaki diğer şahsi trajediler Emerson'un optimist olmasını engellemiştir. Bu yüzden Emerson'un yazılan durumumuzun en zengin mümkün çeşitlerine, özellikle de kötülük sorunumuza karşı bir çaba olarak okunabilir.
McDermott, Emerson'un reflektif şahsın gelişmesinde üç ana etkiden; tabiat, tarih, eylem veya tecrübeden bahsettiğini söyler. Emerson, aktif hayatın üzerinde düşünselin geleneksel üstünlüğünü kabul etmez. O, eylemin aslî, eylemsiz insanın eksik olacağını, düşüncenin de olgunlaşmayacağını ileri sürer. Emerson'a göre yaşam, toplam bir eylemdir oysa düşünce, kısmî eylemdir. Bu yüzden o, Amerikan insanına kainatla orijinal bir ilişki içinde olmaya teşvik etmiştir.
McDermott, Emerson'un genelleştirilmiş araştırma yaklaşımının, James, Dewey ve Royce'da açıkça görüldüğünü, onun James ve Dewey'in felsefelerinin merkezinde olan "radikal tecrübecilik" doktrinini öngördüğünü ifade eder. Ancak o, Emerson'un ilişkiler yorumunun James ve Dewey' kikinden farklı olduğunu da belirtir. Emerson, ilişkilerin eşyalar üzerindeki birincil önemini olumlar. Dahası, onun metaforlan toplam ve nihaiden çok daimiliğin diline bağlanır. Nihayetinde Emerson, Kant ile başlayan James ve Dewey'de tekrar edilen modern faraziyeyi, yani bilinen bir şekilde bilenin fonksiyondur görüşünü paylaşır.
Emerson, tabiatın tecrübede mevcut zengin sembolleri ortaya koyarak yeni imkanlara yol alacağımızı söyler. Ona göre bu ilişki açık tabiat ile aktif ruhlar arasında olabilir. Aslında her yeni ilişki, yeni bir dünyadır. Sözcüklerin yapımı, yeni dünyaların yapımıdır. İlişkilerin kuvvetlendirilmesi sözcükleri daha fazla tanımlar. Onlar ise tecrübe ettiğimiz dünyanın ürünleridir. Emerson'a göre dünya, semboliktir ve hayatın sembolik karakterim öğrenene kadar hiç bir şey öğrenemeyiz. Konuşmanın tüm kısımları metaforlardır. Bu görüşün paralelinde tabiatın tümü, insan zihnin bir metaforudur. McDermott,Ernersoncu projeyi tabiatın ham verileri ile insan tasavvurunun sembolik formüllendirmeleri arasındaki diyalektiğe odaklanmış olarak okursak, Emerson'un yaygın yorumunun klasik amerikan filozofları ile doğrudan bir ilişki görebileceğimizi ileri sürer.
McDermott'a göre tüm bu çabaların sonucu, gerçekliğin tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzdur. O, açıklamanın gök kubbesi olmadığını, başka bir yere gidemeyeceğimizi ve dolayısıyla tek evrenselliğin mahallilik (locality) olduğunu ileri sürer. Evrensel tekildedir ve nektar yolculuktadır. Kültür ve tecrübe arasında 'tecrübenin tecrübesi' ve 'tecrübenin eklemi' olarak ortaya konulan ilişki karmaşık ve zor ilişkidir. Her eklem, en azından potansiyel olarak bir sorundur. Amerika'nın Yeni dünyaya hediyesi, kültür tarafından yaşatılan tecrübenin niteliğinin yaratıcı bir gelecek ve yaşama kabiliyeti için uygun olduğunu kanıtlamaktır. Amerikan kültürü ona göre karmaşık, çoğulcu ve geçişli yapısıyla yeni zenginliklere yol açabilir. Bu görev, yeni tehlike ve zorluklara giriş olsa da denenmeye değerdir.
II
McDermott'un Amerikan felsefesi tarihim yorumu, yukarıda aktarmaya çalıştığımız tecrübe anlayışı ekseninde gelişir. O, bu konuyu çeşitli yazılarında ele alır. Norman S. Grabo Streams of Experience' m "Önsöz"ünde kitaptaki on beş makalenin sistematik görünmese de McDermott'un klasik Amerikan felsefesini/tecrübesini nasıl yorumladığını yansıtan bir düzende olduğunu ve okuyucuya doğru bir yön göstereceğini ileri sürer.
Grabo'ya göre McDermott bu yorumlarıyla geçmiş ile geleceği birbirine bağlayan sağlam bir köprü kurmaya girişir. McDermott, Streams of Experience'in "Giriş'inde şimdiden, şimdi ile geçmişi değerlendirmenin yeni imkanlar ortaya koyacağını, geçmişi anlamanın canlı bir boyut kazandıracağım ifade eder.
McDermott'a göre felsefe tarihi paradigmatik dönüşümler sahnesidir. O, Batı düşüncesi tarihinde paradigmatik dönüşümler oluşturan Plato, Augustine, Descartes, Kant,Marx, Nietzsche ve W. James'in dramatik öneme sahip olduğunu, bu düşünürlerin insan zihnine yeni durumlar tanıttığım ve yeni arayışların devam edeceğini, nihai sonuçların erişimimizin ötesinde olduğunu ifade eder. Ona göre kurtuluşu beklememeliyiz zira garanti edilmiş insan geleceği bir hayal ve yanılsamadır. Bu yüzden o, yorulmayan, eski problemlerinden vazgeçmeyen aksine yenilerini ilave eden, kültürel olarak ölümsüz olan felsefenin sorgulamasına, alternatif getirmesine veya hiç bir şeyden korkmayan tavrına sarılmanın en kutsal çaba olduğunu söyler.
McDermott, felsefe tarihi içinde Amerikan felsefenin/tecrübenin ana boyutlarını araştırır ve onlar hakkında yazılar yazar. Onun araştırdığı temel tecrübe, Amerikan felsefi geleneği McDermott için insan hayatındaki eylemleri yorumlayıcı bir mihenk taşıdır. Bu mihenk taşı ona göre hayatı anlamanın, gelişmenin, ilerlemenin yoludur. McDermott, bir bütün olarak Amerikan felsefesi tarihiyle ilgilense de dikkatini ve yoğunluğunu klasik döneme verir. Zira o, klasik dönemde olağanüstü bir şey olduğuna inanır. Bu dönem çok renkli bir mozaiği temsil eder. Amerikan sahnesinde yansıyan bu görüşler, aralarında farklılıklar oîsa da çoğu kez eleştirel fakat ayırt edici biçimde çoğulcu, iyileştirici ve dünyevîdir. O, bu felsefeyi hem Amerikan kültürü olarak anlar hem de Amerikan felsefesinin zemini olarak yorumlar.
McDermott, Amerikan felsefe tarihine Püriten tecrübesini derinden analiz ederek başlar. O, Püriten doktrininin Puritan yaşantısını ortaya koyduğunu vurgular. Ona göre Püriten doktrini, onların olayları nasıl yorumladıklarını, uğraşılarıyla tecrübeleriyle nasıl meydan okuduklarını ve yeni dünyada varlıklarının ne anlama geldiğini içerir.
McDermott, Püritenlerin yüreklerindeki araştırmaya derin ve özel ilgilerinin karşılaştıkları tecrübeleri nasıl yorumladıklanyla ilgili bir yöntem oluşturduğunu ve bu yöntemin Amerikan ruhunda kalıcı tortu bıraktığını söyler. Sözgelimi Püritenlerin arazi tecrübelerinin kültürel ve dini hayatın sembolik formüllendirmelerine derin katkıları bunun en belirgin örneğidir. Püritenlerin Amerika'yı Yeni Kudüs olarak kabul etmeleri, eğer Tanrı gelirse bu topraklara geleceğini ve kendisini tabiatın ritmi olarak göstereceğine inanmaları, Mormonların ülke hakkındaki beklentileri, arazinin dini yorumu McDermott'a göre geleneğin dini ve ahlaki zemin üzerinde şekillendiğini ortaya koyar. O, arazi tecrübesinin demokratik etos için temel teşkil ettiğini, Jefferson ile bu tecrübenin on dokuzuncu yüzyıl Amerikan politikasına derin bir nitelik kazandırdığını söyler.
McDermott, Amerikan felsefesi tarihinde B. Franklinen ve arkadaşlarının yaşamlarında yeni keşifler gerçekleştirdiğini ve bu yaşamların felsefi olarak anlamlı yaşamlar olduğunu beyan eder. O, bu yaşamların her birinin Amerikan kültürünün pragmatik özünü; sonlu, geçişli, yumuşak huylu karakteri, sorunları tecrübe zemininde çözme isteklerini temsil ettiğini söyler.
McDermott, Amerikan felsefe geleneğini her hangi bir dar pragmatik anlamda anlamayı önermez. Ona göre, Amerikan felsefe tarihi, pragmatizm tarihi değildir ve doğrunun nasıl işleyeceği problemine indirgenemez. Bu geleneğin çözüm yöntemi sorunları en geniş yelpaze içinde ele almaktır. McDermott, sorunların dar ve indirgeyici yorumunun Amerikan felsefesinde olmadığını, aksine Avrupa düşüncesinde olduğunu ileri sürer. O, burada Avrupalı düşünürlerin uzun zaman Amerikan felsefesine tenezzül etmeyişini eleştirir. Ona göre bu durumun nedeni Amerikan entelektüellerinin eyleme aşırı önem vermeleri, Emerson'un uyanlannı dikkate almayıp geçmiş hikmet yerine yeni hikmete önem vermeleridir. McDermott, Amerikan felsefesinin klasik öncesi dönemini araştıranların bilgi ve metodoloji problemleriyle uğraşmasının Amerikan düşünce ve toplumunun oluşmasında güçlü rol oynayan psikoloji, din, metafizik estetik ve eğitim gibi entellektüel meseleleri ihmal ettirdiğine dikkat çeker. Ona göre bu durum, Amerikan felsefesinin sadece pragmatizmle özdeşleştirilmesine sebep olmuştur. Oysa McDermott'a göre pragmatizm, bir felsefeden ziyade bir yöntemdir. Pragmatizm, her yönüyle felsefî bir sisteme niyetlenmemiş, sadece temsilcilerinin iddialannı açıklamada bir yol olarak tasarlanmıştır. Bu yüzden o, kendisini pragmatist olarak adlandırmaz ama çalışmaları son derece pragmatiktir.
J. Campbell, McDerroott'un Amerikan felsefe tarihine dair yazılarında iki metodolojinin hemen göze çarpacağını söyler. Bunlardan ilki, metinsel geleneğin sunulması ve açıklanması daha sonra bu fikir ve perspektiflerin çağdaş Amerikan yaşamına uygulamasıdır. McDermott amacının, Amerikan felsefe geleneğini korumaktan çok çağımızın önemli problemleriyle yüzleştirmek, tarihi vasıtaları çoğaltarak günümüz durumlarını anlamada ve çözmede yardımcı olmalarım sağlamak olduğunu beyan eder.
Campbelle göre McDermott'un Amerikan felsefe tarihini serimlemesinden çıkarılacak ikinci metodolojik vurgusu, bu felsefenin sadece fikirlerin hikayesi olmadığı aynı zamanda insanların bilmesi gereken hikayesi olduğudur. O, yazılarıyla bibliyografik çalışmaların önemini göstermiştir. McDermott'a göre her büyük düşünürün, hayatı ve çalışmaları arasında tutarlı ve kronolojik aktarımlar yapılmalıdır. Zira bibliyografik düşüncelerde, hayattaki dramatik merkezlerin önemi büyüktür. Düşünürlerin hayatlarında oynadıkları rolle, eserleri arasında büyük ilişki(ler) vardır. Sözgelimi James'in yaşadığı krizler James'i anlamada, Dewey'in annesinin kurtuluş doktrini reddetmesi onun dinî ve sosyal hayata bakışıyla derinden alakalıdır.
McDermott'a göre hayattaki dramatik merkezlerin keşfi, varoluşun imkanlarına, anlamına sağlam bir zemin sağlar. O, güneşin dün diğerlerinin üzerine doğup, ışıldadığı gibi bugün de bizim üzerimize doğup, ışıldayacağını ve eğer içimizdeki potansiyelleri bilirsek, kendi tecrübemizdeki sembollerle problemlerin üstesinden gelebileceğimizi söyler. McDermott, bu düşünceler ışığında Amerikan felsefesi tarihinin en önemli şahsiyetleri Emerson, Royce, James ve Dewey'in düşüncelerine şimdinin penceresinden yorumlamağa girişir.
III
McDermott, yazılarında Ralp Waldo Emerson'un (1803-1882) düşüncelerinin öneminin ve etkilerinin çeşitli çalışmalar olmasına rağmen yeterince anlaşılamadığını ileri sürer. Ona göre Emerson ile ilgili çalışmalar Amerikan tecrübesinin pratik veçhelerinin araştırılmasında temel temaları oluşturur. Bu yüzden o, Emerson devrimini ve mirasını araştırmanın tecrübenin anlaşılmasına sağlam bir zemin sağlayacağına inanır. Zira Emerson'un düşünceleri kendisinden sonraki bir çok filozof üzerinde kalıcı etkiler oluşturmuştur.
McDermott, Emerson'un hayat ve çalışmalarının ana temasının imkan olduğunu söyler. Ona göre bu imkan, iki kaynaktan beslenir. Bunlardan ilki, tabiatın sembolik zenginlikleriyle ilgili olduğunda ferdin ruhundaki gizli kuvvetlere olağanüstü güven. İkicisi ise Amerikan tecrübesinin tarihinin yeni ve yaratıcı manevi enerji kaynağı olabileceğine inancı. Onun mesajı, açıktır. Durumumuzun açıklığını kendi tecrübemizin imkanlarındaki sembollere aktarmalıyız. İmkanın bu durumu, varoluşun anlamının şahsî keşfi için felsefî bir zemin sağlar. Emerson, kendimizi sonsuz mesaja açtığımızda bile sıradan tecrübenin ortaya çıktığını ve eğer içimizdeki potansiyelleri bilirsek, harici bir kurtuluşa gereksinim duymayacağımızı söyler.
McDermott, Emerson'un hayatının yukarıdaki düşüncelere ışık tutacak yansımalara sahip olduğunu ileri sürer. Emerson, atalan Protestan rahip olan bir ailede doğar. 1829' da Harvard'dan mezun oldu ve aynı yıl Boston'da Second Unitarian Kilisesinde papazlık görevini kabul eder. 1832'den sonra bu görevden ayrılarak konferanslar ve yazılar yazmak amacıyla çeşitli seyahatlerde bulunur. Yazıları ve konferansları ile Yeni İngiltere Aşkıncılığının (Trancendantalism) lideri olur. Emerson'un hayatı tarihsel olarak bu şekilde sunulsa da McDermott'a göre onun hayatı, erken ölümler ve hastalıklar ile evindeki yangının sebep olduğu tahribat arasında akıp gitmiştir. Emerson, sekiz yaşında iken babasını, evlendikten iki yıl sonra hanımını, beş yaşında oğlu Waldo'yu kaybetmiştir. Hayatındaki diğer şahsi trajediler Emerson'un optimist olmasını engellemiştir. Bu yüzden Emerson'un yazılan durumumuzun en zengin mümkün çeşitlerine, özellikle de kötülük sorunumuza karşı bir çaba olarak okunabilir.
McDermott, Emerson'un reflektif şahsın gelişmesinde üç ana etkiden; tabiat, tarih, eylem veya tecrübeden bahsettiğini söyler. Emerson, aktif hayatın üzerinde düşünselin geleneksel üstünlüğünü kabul etmez. O, eylemin aslî, eylemsiz insanın eksik olacağını, düşüncenin de olgunlaşmayacağını ileri sürer. Emerson'a göre yaşam, toplam bir eylemdir oysa düşünce, kısmî eylemdir. Bu yüzden o, Amerikan insanına kainatla orijinal bir ilişki içinde olmaya teşvik etmiştir.
McDermott, Emerson'un genelleştirilmiş araştırma yaklaşımının, James, Dewey ve Royce'da açıkça görüldüğünü, onun James ve Dewey'in felsefelerinin merkezinde olan "radikal tecrübecilik" doktrinini öngördüğünü ifade eder. Ancak o, Emerson'un ilişkiler yorumunun James ve Dewey' kikinden farklı olduğunu da belirtir. Emerson, ilişkilerin eşyalar üzerindeki birincil önemini olumlar. Dahası, onun metaforlan toplam ve nihaiden çok daimiliğin diline bağlanır. Nihayetinde Emerson, Kant ile başlayan James ve Dewey'de tekrar edilen modern faraziyeyi, yani bilinen bir şekilde bilenin fonksiyondur görüşünü paylaşır.
Emerson, tabiatın tecrübede mevcut zengin sembolleri ortaya koyarak yeni imkanlara yol alacağımızı söyler. Ona göre bu ilişki açık tabiat ile aktif ruhlar arasında olabilir. Aslında her yeni ilişki, yeni bir dünyadır. Sözcüklerin yapımı, yeni dünyaların yapımıdır. İlişkilerin kuvvetlendirilmesi sözcükleri daha fazla tanımlar. Onlar ise tecrübe ettiğimiz dünyanın ürünleridir. Emerson'a göre dünya, semboliktir ve hayatın sembolik karakterim öğrenene kadar hiç bir şey öğrenemeyiz. Konuşmanın tüm kısımları metaforlardır. Bu görüşün paralelinde tabiatın tümü, insan zihnin bir metaforudur. McDermott,Ernersoncu projeyi tabiatın ham verileri ile insan tasavvurunun sembolik formüllendirmeleri arasındaki diyalektiğe odaklanmış olarak okursak, Emerson'un yaygın yorumunun klasik amerikan filozofları ile doğrudan bir ilişki görebileceğimizi ileri sürer.