DILTHEY, HEIDEGGER VE GADAMER’DE ANLAMA SORUNU - 3

Dilthey'a göre, hermeneutik, romantik keyfilik ve şüpheci öznelliğin sürekli müdahalelerine karşı tarih alanında açımlamanın genel-geçerliğini kuramsal olarak temellendirmelidir; tarihin tüm güvenilirliği buna bağlıdır. Açımlama ise, kişisel kalan bir sanatın eseridir ve onun mükemmel bir şekilde uygulanması açımlayıcının dehasını gerektirir (DILTHEY 1999b: 108-9). Dilthey, anlamanın analizinin bilgikuramsal bir problem olduğunu belirtir.

"Hermeneutik, bir bilgikuramsal problemden yola çıkmakla ve son
amacı bizzat bu problemin çözümünde saklı olmakla sadece tin
bilimlerinin kuruluşu ve meşru kılınması hususlarıyla değil, günü-
müz bilincini harekete geçiren tüm büyük sorunlarla da içten
ilişkilidir. Öyle ki, hermeneutiğin problemleri ve ilkeleri yaşanan
anla sıkı sıkıya bağlantılıdır." (DILTHEY 1999b: 112-3).


Dilthey, bu söylenenler bağlamında tipler öğretisiyle anılır. Amacı her çağın tisel bütünlüğünü anlayıp açıklamak olan tin bilimleri, bu bireysel bütünlüğü ele alırken, her çağda rastlanabilecek tipsel durumlardan hareket etmelidir. Günlük yaşamımızda -öyle olmasalar bile- insanları tutkulu, duygusal v.b. olarak sınıflarız. Böylece, biz insanları, temel özelliklerini vurgulayan bu tip kavramları altında tanırız. "İşte, tin bilimlerinin başvurabileceği kavram türü, doğabilimsel cins kavramları değil, tarihsel-toplumsal gerçekliğe uygun düşen bu tip kavramlarıdır" (ÖZLEM 1986:76). Böylece, Dilthey, birçok tipsel durumdan söz etmiştir.

Dilthey'a göre tarihsellik, doğrudan doğruya yaşama kavramıyla ilişkilidir. Yaşama da genel-geçer bir açıklamanın değil anlayıcı bir açıklamanın konusu olabilir.

2- HEIDEGGER VE ANLAMANIN ONTOLOJİK TEMELLENDİRİLİŞİ

Heidegger anlama ve yorumlama konusunda Dilthey'dan farklı bir yönde hareket eder. Dilthey tarihsel-toplumsal alanı açıklarken anlamayı epistemolojik bir zemine oturtuyordu. Oysa Heidegger, ontolojik bir zeminde hareket eder. Heidegger'in ontolojisini şekillendiren kavramların başında Dasein gelmektedir. Dasein, dünyaya fırlatılmış varlık olarak "insan"a tekabül etmekteder.

Heidegger'e göre, Dasein'ın tarihselliği, zorunlu olarak, coşkunufuksal geçiciliğin temeli üzerine, geçiciliğin geçicileşmesine bağlı olan dünyanın tarihselliğidir. Dasein olgusal olarak varolduğu ölçüde, zaten, dünya-içinde olanla karşılaşmış olur. Dünya-içinde-Varlık tarihsel varoluş içerisinde elde-hazırdır ve her durumda zaten dünya tarihine katılmış olarak el-altında-bulunur (HEIDEGGER 1962: 440). Ona Göre, tarihin tarihbilimsel açıklığı olgusal olarak başarılsın ya da başarılmasın, onun ontolojik yapısı Dasein'ın tarihselliğinde kaynağını bulan bir açıklıktır. Bu tarihbiliminin varoluşsal kaynağı olarak Dasein'ın tarihselliğinden söz ettiğimiz zaman tasarladığımız şeyle bağlantılıdır. Bu bağlantıyı rastlantı sonucu keşfetmeyi bırakarak Dasein'ın tarihselliği bakımından ontolojik olarak planlamamız gereken tarihbilimi fikrini metodolojik olarak belirtmeliyiz (HEIDEGGER 1962: 444-5).

Heidegger, Dasein'ı kaygı kavramıyla bağlantısı içinde ele alır. Çünkü, Orada-Varlık'ın temel karekteri "kaygı duyan Varlık" olmasıdır. Heidegger'e göre, kaygı duyan varlık olarak Dasein, her zaman kendini Orada-Varlık olarak ortaya koyar. Kaygı, Dasein'ı Dünya-içinde-varlık yapar; o, kavramsal ve düşünsel değil,varoluşsal bir ruh halidir.

Dünya içinde kaygı duyan varlık olarak Dasein, kendi ruh durumunu OradaVarlık olarak duyan ve anlayandır (ÇÜÇEN 1997:42). Anlayan Dasein, kendini kendi olanaklarına yöneltir. O, olanaklara-doğru-varlık olarak kavramasını ve anlamasını geliştirir. Kendini anlamayı geliştirmesi Dasein'ın kendisini yorumlamasından başka bir şey değildir. Böylece, yorumlama anlamaya dayanır. "Yorum ontolojik olarak anlamaya dayanır, anlama yoruma değil. Yorum anlaşılan şeyin kabulü değil, tersine, anlamada bulunan olanakların geliştirilmesidir" (HEIDEGGER 2002:315). Bir şeyi birşey olarak görmek ve anlamak Dasein'ın dikkatli bir şekilde el-altındaki-nesnelerin ne için olduklarının yorumudur. Dasein, önsel olarak anlayan ve yorumlayandır. Birşeyi bir şey olarak yorumlamak, Dasein'ın elde-hazır- nesnelere ön-sahip olmasına, bunları ön-görmesine ve ön-kavramasına bağlıdır. Önsel olarak Dasein'a verilen, sahip olma, görme ve kavrama Dasein'ın temel varoluşsal yapısıdır.

Gadamer'e göre de, Heidegger'in varoluş felsefesinin hermeneutiğe kazandırdığı en önemli yön, onun ön-anlama kavramında yatar.

"Buna göre varlık kendini 'anlar' ve kendini imkanlar alanına
atılmışlığı içinde yorumlar. Varolmak anlamak demektir. Burada
hermeneutiğin fenomenlere yönelik araçsal yöntem anlayışı, onto-
lojik yöntem anlayışına geri dönmek zorunda olduğu noktaya
ulaşır. Anlama artık burada insani düşünmenin sahip olduğu diğer
düşünme tavırları arasında bir tavır değildir; tersine o insan varolu-
şunun temel hareketliliğidir. Böylece tarihsellik sona erer, tarihsel
görelilikçiliğin demir parmakları kırılır." (GADEMER 1995a: 19).

Heidegger'e göre, bir şeyin bir şey olarak yorumu, böylece ön-anlama, ön-görme ve ön- kavrama'da temellenir. Yorum asla önceden mevcut birşeyin önvarsayımsız kavranışı değildir. Dünyanın her anlaşılmasında onun içindeki varlık da anlaşılır ve bunun tersi de doğrudur. Ayrıca her yorum, bir ön-yapı içerisinde işlemektedir. Anlamaya katkıda bulunacak her yorum yorumlanması gereken şeyi önceden zaten anlamış olmalıdır.

"Yorumlamanın temeline konan üç önsel yapı aslında onun Var-
lığın anlamı sorusunun yorumuna da uygundur. 1) Önsel olarak
sahip olma, Varlığın anlamı hakkında soru sorulmasıdır. 2) Var-
lığın anlamını Dasein'ın analitik serimlenmesine indirgemek,
yorumlamanın öngörmesini içermektedir. 3) Dasein'ın Varlığın an-
lamını zamansallık açısından ele alıp yorumlaması ise, ön-kavram-
laştırmayı gerektirmektedir. Yorumlamanın bu önsel üçleme yapısı
bir tür hermeneutik daire problemini ortaya çıkarır. Hermeneutik
daire önceden anlamayı içermektedir. Her tür yorumlama daire-
seldir. Yani başladığımız yere döneriz. Asıl amaç yorumlama dai-
resinin dışına çıkmak değil, onun içinde doğru bir şekilde kalmak-
tır." (ÇÜÇEN 1997: 44)

Heidegger'e göre bu anlama döngüsü, içinde gelişigüzel herhangi bir bilgi türünün işleyebileceği bir döngü değildir; tersine o, Dasein'ın kendisinin ontolojik ön-yapısının ifadesidir. Sözkonusu döngü bir kısır döngüye dönüştürülmemelidir. En asli bilginin pozitif olanaklılığı onda gizlidir. Ontolojik anlamıyla uyum içerisinde olduğundan anlama, Dasein'ın kendi varlık potansiyalitesidir ve tarihsel bilginin önkabulleri ilkece, en kesin bilimlerde savunulan kesinlik fikrini aşar. Anlamadaki döngü, anlamın yapısına bağlıdır ve bu fenomen, yoruma dayalı anlamada Dasein'ın ontolojik oluşumuna kök salmış durumdadır (HEİDEGGER 2002:317-8).

Öte yandan, eğer döngünün dışı yoksa, anlama kendisini, yorumdan ayrı bir zihinsel işlem olarak görmez. Anlamanın bizzatihi kendisi daima yorumda gerçekleşir ve sonradan ikinci bir yorum işleminde tekrar işleme konulan ayrı bir ön-işlem değildir. Anlama, fonksiyonunu, somut olarak,

yalnızca yorum olarak dile getirir. Yani yorumda anlama farklı bir şey haline gelmez, aksine kendisi olur. Yorum, anlamanın aydınlattığı olanaklar içindeki somut faaliyettir. Yani potansiyel olarak anlaşılan anlaşılabilirlik bağlamı, üzerinde belirli bir yorum eyleminin anlamlı hale dönüştüğü ardalanı sağlar. Bu potansiyel arka bahçe ile açık yorum eylemi, herhangi bir yoruma dayalı anlama örneğinin ana fonksiyonlarıdır (HOY 2002: 268).

Hoy'a göre, geleneksel olarak, hermeneutik döngü paradigması, bir metnin okunuşudur ve buna göre paçalar bütün anlaşılmaksızın, bütün de parçalar anlaşılmaksızın yorumlanamaz. Heidegger'in derin ve genelde insansal varoluşun bir özelliği olarak hermeneutik döngü anlayışında bilgi ile anlama arasındaki ilişki ne bir karşıtlık ne de bir bağlantısızlık ilişkisidir; aksine bu ilişki bilgiye ulaşma görevinin, çok daha genel insansal anlama fenomeninin alt türü durumunda bulunduğu bir ilişkidir. Onun anlamayla kastettiği şey, sadece diğer kavrayış formları arasında bir form değildir; dünyamızda yaşamak ve onunla başa çıkmak için sahip olduğumuz en temel yetidir de. Biz, projelerimiz ve ihtiyaçlarımız değiştikçe, yorumlarımızı da
değiştiririz. Ama Heidegger, bütün bu yorumların, dünyanın onların içine işleyen bir ön anlamasını varsaydığını öne sürer. Uygun bir zamanda bir yorumdan diğerine geçişimiz, dünyayı anladığımızın bir işaretidir. Bu yüzden yorumlardaki değişme, dünyanın bize yüklediği çeşitli taleplerle başa çıkabileceğimizi gösterdiği için, zorunlu olarak anlamadan yoksun olmanın bir göstergesi değildir. Böylece, Heidegger ön-anlamayı, çeşitli dünyada varolma ve dünyayı anlama tarzlarımızın içine işleyen anlama diye tanımlar (HOY 2002:253-4).

Heidegger, anlama ve yorumu, özne ve nesne ikileminden önce bulunabileceği bir yere koyarak tanımlamaktadır. O, eşyanın, anlama ve yorumlama yoluyla nasıl gün ışığına çıktığını araştırmaktadır. Kısaca kendisi anlamanın ontolojik yapısı olarak adlandırılabilecek şeyi tartışmaya açmaktadır.

Sonuç olarak bir anlama teorisi olan hermeneutik, aslında bir ontolojik açılım teorisidir. Aslında, insan varlığının ontolojik bir açılım teorisi olması nedeniyle Heidegger, bizim hermeneutiğe ait olan sorunu insan varlığından ayrı görmemize izin vermeyecektir. Öyleyse, Heidegger'e göre hermeneutik, insan dünyasında anlamanın nasıl ortaya çıktığına yönelik köklü bir teoridir.

"Onun araştırması, hermeneutiği varoluşçu ontolojiye ve fenome-
nolojiye bağlamakta ve hermeneutiğin yerini öznellikte değil,
dünyanın nesnelliği ve anlamanın tarihselliği içerisinde belirle-
mektedir" (PALMER 2002: 183-4).

III- GADAMER VE BİR VARLIK/DİL ARAŞTIRMASI OLARAK HERMENEUTİK

Gadamer hermeneutiği, bütün bir anlamanın karakterinin ve koşullarının felsefi araştırması olarak tanımlar; böylece hermeneutiğin herhangi bir disipline yönelik bir yöntem araştırması olmadığını dile getirir. Bu şekilde Gadamer, herhangi bir yöntemsel amacı reddeder. Ona göre, anlaşılmış olanı anlamak ya da yorumlamak sadece tin bilimlerinin metodolojisine özgü bir problem değildir; aynı zamanda teolojik ve hukuksal hermeneutiğe ait bir problemdir. Ayrıca metinleri anlama ve yorumlama da sadece bilimsel bir ilgi değil, fakat aslında, açık olarak insanın dünyadaki deneyimine aittir. Truth and Method 'un girişinde şöyle der:

"Hermeneutik problem aslında hiçbir şekilde bir yöntem problemi
değildir. O, kendisi aracılığıyla metinlerin, öteki deneyim nesneleri
gibi, bilimsel araştırmaya bağlı olduğu bir anlama yöntemiyle
ilgilenmez." (GADAMER 1996:XXI)

Gadamer için tin bilimleri yöntem sorununu aşar ama hakikat sorununu içerir. Bu yüzden hakikat de yöntem sorununu aşar. Gadamer hermeneutik incelemenin bir varlık incelemesi -Orada Varlık'ın hareket halindeki varlığı olarak Varlık incelemesi- olduğunu söyler. Bu da son noktada bir dil incelemesidir; çünkü Gadamer'e göre "anlaşılabilen varlık dildir" (GADAMER 1996: XXXV).

Son tahlilde önemli olan sorun, bütün diğer konuları anlamanın anahtarı olan dilin anlaşılması gerektiğidir. Böylece dil sorunu, ontolojinin yerini alır ve ontoloji sorununa nasıl yaklaşılması gerektiğini yönlendirir. Gadamer'in incelemesi, kendisinin dile getirdiği üzere, tin bilimleri teorisinin gerçekte felsefenin kendisi olduğunu keşfine götürür (HEKMAN 1999: 129-30).

Hermeneutik kavramını yalnızca tin bilimlerinin yöntemine değil, aynı zamanda felsefeye sokan düşünür, Gadamer'e göre, Heidegger'dir. O, hermeneutiği insanların yalıtılmış eylemlilikleri değil, tersine, yaşam deneyiminin temel yapısı olduğunu göstererek varlık alanının incelenmesinin merkezine koyar. Biz sürekli olarak bir şeyi bir şey olarak alırız. Bu, dünyaya yönelişimizin ana verisidir ve biz onu daha basit ya da dolaysız bir şeye indirgeyemeyiz (GADAMER 2002b: 153).

Gadamer'e göre felsefi hermeneutik, dünyayla ilgili kavrayışımız ve dolayısıyla bu kavrayışın içerisinde kendisini açığa vurduğu farklı formlar için önemini ortaya koyarak, insanlararası iletişimden toplumun manipülasyonuna, toplumdaki bireyin kişisel deneyiminden toplumla karşı karşıya gelme tarzına, dini, sanatı ve felsefeyi kurduğu gelenekten geleneği bağlarından koparan devrimci bilince, hermeneutik boyutu açığa çıkarmayı görev bilir (GADAMER 1977: 18).

Burada sorun kendini anlamanın düzeltilmesidir. Burada bir hermeneutik refleksiyon vardır; bu refleksiyon da -felsefi bir iddiayı tartıştığı için- felsefidir. Ama felsefi hermeneutiğin iddiası, daha da ötelere uzanır: O, evrensellik iddiasında bulunur. Bu iddia, anlama ve uzlaşmanın öncelikle ve kaynağında, yöntemsel eğitimle elde edilen metne yönelik bir davranış tarzı olmadığı görüşüne dayanır. Anlama ve uzlaşma, daha çok sosyal hayatın en yüksek düzeydeki formudur ve bu sosyal hayat formu, nihai oluşumu içerisinde bir konuşma topluluğudur. Hiçbir şey bu konuşma topluluğu dışında kalmaz; hiçbir dünya deneyimi mutlak anlamda dışarıda bırakılmaz
(GADAMER 2002c: 263).

Hermeneutik deneyimin kendi içinde, modern bilimden kaynaklanmayan ama hermeneutik sorgulamanın başlamasından dolayı bulunan bir gerilimi vardır. Aslında bu gerilim hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Hermeneutik deneyim, idealist bir kendi kendisi hakkında bilginin, anlamın bütünüyle kavranarak aktarılabileceği ötekilerin varlığı yoluyla elde edilmesi şeması içinde sınıflandırılmasına izin verecek kadar ileri gitmez (GADAMER 2002c: 272-3). Hermeneutiğin bu özgün anlamı, modern dönemin gelenekten kopuşu ve bütünüyle farklı tipte bir kesin bilgi idealinin doğuşuyla günışığına çıkmıştır. Fakat, hermeneutik projenin temel önkabulü, Gadamer'e göre, bir egemen anlamın içselleştirilmesi olmuştur. Bu, zamansal uzaklığın verimliliği desteklendiğinde ve anlama etkili-tarihsel bilincin açıklığı ve sonluluğu vurgulandığında özgün bir şey olmaz; fakat asıl hermeneutik tematik gerçek meşruiyetini bütünüyle tarih deneyiminde bulur.

Tarih deneyimi anlamın, planların ve nedenin deneyimi değildir Gadamer için; çünkü nedeni kavrama iddiası yalnızca mutlak bilgi filozofunun ebedileştiren bakışı altında ortaya çıkabilir. Bu nedenle tarih deneyimi, aslında hermeneutik projeyi tekrar doğru zemine yerleştirir. Onun görevi tarihin anlam kırıntılarını, olgusallığın karanlık olanaklılığı ile sınırdaş olan ve her varolan bilincin geleceğinin içinde kaybolduğu alacakaranlıkta durmak bilmeksizin ilerleyen kırıntıları yorumlamaktır (GADAMER 2002c: 273).

Gadamer, felsefi hermeneutiğin bir bilim olma kaygısının olmadığını dile getirir. Tam tersine, felsefi hermeneutik, anlamanın ancak anlayanın özgül tasarımlarını devreye sokmasıyla olanaklı olacağı olgusundan hareket eder. Gadamer için, yorumcunun üretken katkısı, anlamanın neliğine aittir. Bu, öznel önkabullerin, özel ve keyfi değerlendirmelerin meşruiyet kazanması demek değildir. Ona göre, çağlar, kültürler, sınıflar ve ırklar arasındaki kaçınılmaz, zorunlu uzaklık anlamaya gerilimini ve yaşamını veren özneler-üstü yöndür. Uzaklığın aracılığı için temel veri ise dildir. Dilde yorumcu, anlaşılmış olanı yeniden dile getirir (HERMENEUTİK 1995a: 23-4).

1 | 2 | 3 | 4 | 5

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP