DILTHEY, HEIDEGGER VE GADAMER’DE ANLAMA SORUNU - 2

Dilthey, insanı, yalnız düşünen ve hüküm veren bir varlık olarak değil, duyan, anlayan ve ardından yaşayan bir varlık olarak göz önünde tutar. Dilthey'a göre, ruhsal yapı, yaşantıyı, duyguyu, düşünceyi, amaçları, eylemleri hep birden ve aynı zamanda kuşatan bütün güdülerin, birbiri içerisinde nesnelleşen bütün tinsel olayların kaynağıdır (BİRAND 1998:22). Dilthey'a göre insan, kendi içindeki olanakları kendi yaşantısı içerisinde geliştiren ruhsal bir bütündür. Böylece dünya karşısındaki genel davranışı ile değerler ortaya koyar. O, kendi yaşamından çıkan değer belirlemeleri ile kendi yolunu çizer. Bu şekilde Dilthey, değeri yaşamın kendisinden çıkarır; yani yaşamın kendisi değer yaratır (BİRAND 1954:18).

Tin bilimlerinin yöntemi olarak anlama, kendi yaşantımızın öznel sınırları içinden dışarı taşmak, kendi hayat olanaklarımızı, kendi varlığımızı aşarak başkalarını içten yaşamak, insanlık dünyasının bilgisini içten yaşayarak kavramaktır (BİRAND 1954:29). Anlama, verilen yaşantı işaretlerinden, bunların ait olduğu ruhsal bütünü kavramaktır. Böylece Dilthey'a göre, tin bilimleriyle ilgili olan anlamanın görevi, yaşam ifadelerinin kendilerinden bu yaşam ifadeleriyle ilgili olan bağlılığı bulmaktır. Böylece insan bu bağlılığı kendi iç güçlerinin yardımıyla yaşamalıdır. Dilthey'a göre anlama, kendi varlığımızın öznel sınırları içerisinden çıkarak, kendi yaşam olanaklarımızı ve kendi varlığımızı aşarak, başkalarına ait ruh durumlarını içten yaşamak, insan dünyasının bilgisini yaşayarak kavramaktır. Burada kendi benimizin bir başka bende yaşaması söz konusu olur. Böylece tin bilimleriyle ilgili olan anlama metodu bir ardından yaşamayı ifade eder.

Dilthey, anlamayı, duyusal olarak verili işaretlerden hareketle, ifadesi bizzat bu işaretlerden ibaret olan bir şey olarak ruhsal olanı tanıdığımız süreç diye adlandırır.

"Her anlama bir yeniden üretimdir. Ve yeniden üretme ve anlama
sürecini aydınlatmak için, içdeneyim den, kişiye özel durumların
yaşantısı ndan yola çıkmak zorundayız. Ve açıktır ki, şurada bura-
da, parça parça yaşadığımız hallerin içsel bağlamı, hatta iç deney-
lerin birbiri içine geçmişlikleri, yaşantıda ortaya çıkar."
(DILTHEY 1999a: 35).

Dilthey'a göre anlama ve yorumlama tin bilimlerinde kullanılan yöntemlerdir. Anlama her aşamada bir dünya meydana getirir. Öteki kişileri ve onların yaşam ifadelerini anlama, kendi deneyimimiz ve onu anlamamız, ve deneyim ve anlamanın sürekli etkileşimi üzerine inşa edilmiştir. Burada mantıksal ve psikolojik bir analiz yerine epistemolojik bir analizle ilgilenilir. Dilthey amacının tarihsel bilgi için öteki kişileri anlamayı belirlemek olduğunu söyler. Buradan hareketle Dilthey, yaşam ifadelerini incelemeye geçer. Verilmiş olan yaşam ifadeleri olarak dile getirilen şeydir.

"Yaşam ifadeleri'yle, yalnızca, özellikle bir şeyi ifade etmeyi ya da
dile getirmeyi değil; daha doğru bir deyişle, böyle bir şeye niyet-
lenmeksizin zihinsel yaşamı kavranabilir kılan şeyleri anlıyorum"
(DILTHEY 1968:213).

Yaşam ifadelerinin ilk kısmı kavramları, yargıları, daha geniş fikirleri içerir. Bilginin oluşturucu ögeleri olarak onlar, düşünce kompleksinde göründükleri tarzdan mantıksal formların benzerliği nedeniyle, ortak bir temel karaktere sahip oldukları deneyimden çıkarılmıştır. Bir yargı, bir düşünce içeriğinin geçerliliğini, zaman, yer ya da onun meydana gelmesinin kaynağını hesaba katmadan beyan eder. Bir yargı onu anlayan kişi kadar yargıda bulunan kişi için de aynıdır; yani bir kişiden diğerine değişmeden geçer. Yargıların temel karakteri tabir caizse ortaya çıktıkları bireysel yaşama geri dönmek değildir, bu şekilde onlardan hareketle zihinsel yapıya nüfuz etmek elverişli olmaz (DILTHEY 1968: 213-4).

Yaşam ifadelerinin ikinci kısmını eylemler oluştururlar. Bir eylem bir iletişim kurma niyetiyle başlamaz; fakat malumat eylemin sona doğru yöneldiği ilişkiden elde edilir. Eylemler, sistematik olarak ifadede bulunan zihinsel bildirimlerle ilişkilidir ve bu, zihinsel ifadelerle ilgili olarak, sıkça doğru varsayımlara izin verir. Fakat koşullara bağlı olarak belirlenmiş zihin yaşamının durumunu, içinde bu koşulların temellendiği bütün yaşam yapısından ayırmak çok önemlidir. İçimizde yatan olanaklılıklar hareketle yıkılırlar; eylem yaşam yapısının ardalanından ayrılır. Ve durumları, ifadeleri ve yaşam yapılarını birbirine bağlayan bir açıklama olmaksızın, onların ortaya çıkmasının olanaklı olduğu içsel yaşamın bütünsel bir anlaşılması mümkün değildir (DILTHEY 1968: 214).

Yaşam ifadelerinin üçüncü kısmını ise yaşantı oluşturur. Bir ifadenin oluştuğu yaşam ve onu kavrayan anlama arasında özel bir ilişki vardır. Bu, içebakışla kavranabilir olmaktan çok zihinsel yaşamı içerir. Bu, zihinsel yaşamı bilincin aydınlatamadığı derinliklerden çıkarır. Yaşam ifadeleri doğru ya da yanlış olarak yargılanamazlar; fakat sadece samimi ve samimi olmayan olarak yargılanabilirler; çünkü riyakarlık, yanılsamalar, hatta ifadeler ve zihinsel olayların ifade edilişleri arasında ilişki sahteliği yatar. Bir ifadenin insan bilimleri için sahip olabileceği en büyük anlam, bu noktada kendini gösteren bir ayrıma bağlı olmasıdır. Gündelik yaşamda onun (ifadenin) kaynağına sahip olan her şey, anın ilgileri tarafından biçimlendirilmiştir; onun birçok anlamı zamandan zamana değişir.

Dilthey, anlamanın basit formları üzerinde durur. Anlama, özellikle pratik yaşamın taleplerine yanıt olarak gelişir. İnsanlar başkalarıyla temas halinde konumlanırlar ve birbirlerini karşılıklı olarak anlamış olmalıdırlar; herbiri diğerinin ne istediğini bilmelidir. Dilthey, ilk form derken tek bir yaşam ifadesinin anlamını anladığını belirtir. Sözcükleri ve sonra cümleleri birinden başka birine düzenleyen bir yazın dizisi bir bildirimin ifadesidir. Yüze ait bir ifade bizim için sevinç ya da üzüntü vericidir. Kendileri dışında yapısal olarak anlamlı eylemlerin, bir nesneyi kaldırma, bir çekiçle vurma ya da bir testereyle ağaç kesme gibi oluşturulduğu temel eylemler kesin amaçların sunumunu bizim için anlamlı kılar. Dilthey, burada nesnel tinle ilk anlama arasındaki bağ üzerinde durur.

Onun nesnel tinle anladığı şey, duyular dünyasında nesnelleşen bireylerle ortak özellikleri olan çeşitli biçimlerdir. Bu nesnel tinde geçmiş daima bize sunulur. Onun ilgi alanı, yaşama yollarından ve sosyal ilişkinin biçimlerinden toplum tarafından geliştirilen hedeflerin karmaşıklığına, gelenek, din, sanat, bilim ve felsefeye varır. Tinin nesnelleştiği her şey hem kendisiyle hem de öteki insanlarla ortak bir şeyi içerir. Her üç kenarlı şekil, sandalyelerin düzenlendiği her oda bizim için çocukluktan beri anlaşılabilirdirler; çünkü amaçlar, kurallar ve değer yargılarıyla ilgili olarak ortak uyum her şekli ve her odayı uygun yerlere ayırmıştır. Çocuk ailesinin öteki üyelerinin kuralları ve geleneklerine göre gelişir ve şekillenir; annesinin öğrettikleri aile yaşamı bağlamında soğrulur/özümsenir. Onun toplum hayatına girişi, açıkçası, konuşmayı öğrenmesinden daha öncesine gitmektedir; ifadeleri ve bakışları, hareketleri ve ağlamayı, sözcükleri ve cümleleri anlamayı öğrenir; çünkü onlar düzenli olarak aynı şekilde ifade etmek için kullanılırlar. Böylece bireyin kendisi nesnel tin dünyasında yönünü bulur. Anlamanın işleyişi için önemli bir sonuç buradan izlenebilir.

Yaşam ifadesi, genel bir kural, yalıtılmış bir etken olarak birey tarafından kavranamaz; fakat olabildiği ölçüde, ortak bir ardalanın ve öteki bireyin içsel dünyasının bir onanmasını/tanınmasını içerir. Ortak bir ardalanda bu bireysel ifadeyi düzenlemek nesnel tinin kendisini düzenlemesine karşın daha kolaydır. Bu, birçok homojen bileşiği, yani yasa, din ve bunların karışımından oluşan düzenli yapıları içerir. Böylece, belli bir yaşam yoluna uyması en yüksek derecede olanaklı olanı taahhüt altına almayı amaçlayan kararları uygulamaya koymak için, bir usuller, yasalar ve düzenlemeler sistemiyle bağlantılı olan şeylerin yasa kitaplarında belirlenmesi zorunludur. İçteki böyle bir yapı birçok tipik düzenlemeyle varolur. Değişik bireysel yaşam ifadeleri, ki onların kendileri anlama üzerine etki ederler, belirli bir deneyim kategorisine ait olarak anlaşılabilirler; bu yüzden bu ortak deneyim içerisinde varolan yaşam ifadeleri ve zihinsel olaylar arasındaki ilişki hem ifade edilmiş zihinsel olayın yerine getirilmesini ve hem de onun ortak bir deneyime dahil edilmesini sağlar. Bir cümle ortak anlamlar, tonlamalar ve sentakslarla ilgili olarak bir konuşma topluluğuna uyduğu için anlaşılabilir. Herhangi bir verili toplumda bu, değişik sözcüklerle yapılan davranış kurallarıyla ya da fiziksel jestlerle kurulmuştur; yalnız anlamın farklı nüanslarını ifade etme yeteneğiyle değil, böyle yapıldığını anlamış olma yeteneğiyle de. Böylece, eğer ilk anlamanın mantıksal resmini betimlemeyi denersek, daha sonra, içinde ifadenin ve ifade etmenin bir birliğinin olduğu ortak deneyimin herhangi bir tek durumda bu bağlantıyı göstereceği verilmiş olur. Bu ortak deneyim ortamından geçerek zihinsel gerçekliğin ifadesi olan yaşam ifadesi dile getirilecektir. Bu, öznenin açık bir kesinlik derecesiyle ortak deneyimde içerilen durumlar dizisini sınırlandırmayı ifade ettiği sonucunun çıktığı, analojiyle akıl yürütmenin bir örneğidir (DILTHEY 1968: 216-7).

İlk anlamadan anlamanın daha yüksek formlarına ilk geçiş, anlama, yaşam ifadeleri ve onlar arcılığıyla ifade edilen zihinsel gerçekliğin normal/mevcut sisteminden çıktığı zaman meydana gelir. Çünkü anlamanın bir sonucu olarak, benzer görünen şeyle içsel bir zıtlık ya da güçlük, bireyi bazı testleri yapmaya götürür. Biz birçok durumda bir karar verme olanağıyla hesaplaşmalıyız. Bakışlar, ifadeler ve sözcükler hepsi içsel yaşama karşıdır. Bu yüzden, değişik yollarla oyuna başka yaşam ifadelerini katmaya ya da bütün yaşam yapısına geri dönmeye, sırayla endişelerimizi onaylamaya ya da reddetmeye kılavuzluk etmeliyiz.

Anlama daima kendi nesnesi olarak bireysel bir şeye sahiptir ve daha yüksek biçimlerinde bir eser ya da bir yaşamda verilen tümevarımsal kompleksten bir kişi ya da eserin yaşam komplekslerine yükselir. Fakat yaşanmış deneyim ve kendini anlama analizi, zihin dünyasında bireyin bir mutlak değer nesnesi olduğunu ve aslında sadece varolan bu tür bir nesne olduğunu gösterir. Aslında onunla sadece genel bir insan doğasının bir örneği olarak değil, bireysel bir bütün olarak kendimiz ilgileniriz. Nesnel tin ve onu yorumlayan bireyin gücü, birlikte zihin dünyasını belirlerler. Tarih bu ikisini anlamaya dayanır (DILTHEY 1968:219).

Biz bireyleri birbirleriyle ilişkileri sayesinde anlarız; bu anlama, onlarla ortak karekteristikler nedeniyle olur demektir. Bu işleyiş genel insan doğası ve zihinsel varoluşun çeşitli biçimleriyle dal-budak olan bireysel işleyişi ön varsayar. Anlamada, kendimizden hareketle bireyselleşme işlemiyle yaşam görevini başarırız. Görevi yerine getirmek için malzeme, tümevarımla biraraya getirildiği kadarıyla, deneysel veriden elde edilir. Herbiri belirli bireyselliğin olanağını anlaşılır kılan anlamlı ögeyi içerir. Nesnel tin kendisi kategorilerle organize edilmiş düzeni içerir, böylece insanlık, düzenlilik ve genelde insanlık yapısından anlamanın bireyleri kavradığı kategorilere doğru gider. Eğer bir kimse bireylerin niteliksel olarak değil, fakat belirli ögelere özel vurguyla ayrıldığı kabulüyle başlarsa, o zaman bu vurguda içsel bireyselleşme ilkesi yatar.

Dilthey, anlamanın, olayların oluş yönünü tersine çeviren bir işlem olduğunu belirtir. Burada sözkonusu olan bir yeniden hayat verme, yeniden canlandırma, yeniden yaşamadır. Böylece biz, tarihsel işleyişle, uzak bir ülkedeki bir olayla ya da bize yakın birisinin ruhunda olan bir şeyle bağ kurabiliriz. Bu yeniden yaşama da, Dilthey'a göre, sadece etkileri içinde - psikolojik açıklama teşebbüsünde değil- bizi içerir.

"Dilthey'a göre biz, kendi iç denememize ve kendi iç yaşantıla-
rımıza dayanarak, toplulukla ilgili olan, hem geçmişteki hem de
şimdiki olguları anlayabiliriz. Bu anlamda, anlama, aynı zamanda,
bir birlikte yaşama ve bir ardından yaşamadır. Geçmiş devirlerde,
bir memlekette olup biten şeylerle birlikte yahut bir tek insanın
ruhunda olagelen şeylerle birlikte, bütün bu olup biten şeylerin
birbirine bağlanışını ve birbiri ardından ortaya çıkışını yaşayarak
ilerleriz. Bir dramdaki sahnelerin birbirine eklenişi yahut bir
romandaki olayların düzenlenişi de bizde gene böyle bir ardından
yaşama duygusu uyandırır. Bu suretle, olguların birbiri ardından
ortaya çıkışını duyar ve bu sürekliliği kendi içimizde yaşarız.
Manevi ilimlerle ilgili olan anlama, insanın kendini başka bir var-
lığın yerine koymasını ve bu varlığa göre şekillendirmesini gerek-
tirir." (BİRAND 1998:45)

Böylece, Dilthey'a göre anlama, kendi varlığımızın öznel sınırlarını ve kendi olanaklarımızı aşarak başka insanlara ait ruh durumlarını içten yaşamak, insan dünyasının bilgisini yaşayarak kavramaktır. Bu şekilde, kendi benimizin bir başka bene aktarılması ya da kendi benimiz içinde bir başka ben meydana getirmemiz ve yaşamamız sözkonusu olur.

Dilthey, bütün bunlardan hareketle anlamanın kişisel bir armağana bağlı olduğunu söyler. Fakat anlama anlamlı ve sürekli bir modayla tarihsel bilginin temelinde yatar, bu kişisel armağan tarihsel bilincin gelişmesiyle gelişen bir tekniğe sahiptir. Bu gelişme, aslında, daima inceleyebildikleri bir yolla anlamanın önünde bulunan değişmez yaşam ifadelerine bağlıdır. Değişmez yaşam ifadelerinin sistematik anlamını Exegesis (tefsir) olarak adlandıran Dilthey, zihinsel yaşamın, sadece, yaratıcı bir şekilde sözel olarak ifade edildiğinde nesnel olarak anlaşılan varlığın gücü olduğunu, böylece tefsirin görevinin insanların yazılı belgelerini yorumlamak olduğunu belirtir. Bu sanat filolojinin temelidir; bu sanat bilimi de hermeneutiktir.

"Bu tür yazılı kayıtların eleştirisi ve tefsiri arasındaki içsel bağlantı
bir zorunluluktur. Eleştiricilik, resmi dökümanlar ve davranışlar ve
popüler gelenek soruşturmasını içeren doğru okumaları yerleştir-
mekle tefsir problemlerini çözmeye yardım ederek gelişir. Tefsir
ve eleştiricilik tarihsel seyirleri içerisinde tekrar tekrar doğa
bilimlerinin sürekli olarak deneysel teknikleri arıttıkları türden
problemlerin çözümü için yeni teknikler geliştirirler. Bu
tekniklerin bir filologlar ve tarihçiler kuşağından bir başkasına
geçişi öncelikli olarak büyük virtüözlerin ve onların öğrenme
tekniklerinin kişisel etkisine bağlıdır. Doğa bilimlerinde, filolojide
olduğu kadar kişisel faktörlerle koşullanmış olma yoktur.
Hermeneutik kendisinin sistematize olduğunu başardığı zaman
bütün alanlar için genel metodolojik kurallar kurmayı denediği
tarihsel aşamaya geçer. Bu kurallara göre, kendisi kurallara bir
aktivite olarak bu yaratının kavranması olan sanatsal yaratım
teorilerine uygundur. Almanya'da büyük başalangıç periyodunda
bu hermeneutik metodoloji, Fichte tarafından olanaklı kılınan bir
tekniği entelektüel yaratıların gözlenmesini yeni ve daha derin
temellendirdiği -ve Schlegel'in Eleştiricilik Sahnesi'nin taslağında
kurmaya çalıştığı- Frederic Schlegel, Schleiermacher ve Boeckh'in
felsefi idealizmiyle yeni bir zemin üzerine yerleşti.

Schleiermacher'in bir yazarı kendini anlamasından daha iyi
anlamayı olanaklı kılan cesur bakışı bu yeni gözleme dayanır. Bu
paradoks psikolojik açıklamaya elverişli bir hakikati içerir.
Bugün hermeneutik insan bilimlerine yeni ve önemli bir görevi
veren bir bağlama uygulanır. Bu daima tarihsel şüphecilik ve öznel
istemeye karşı anlamanın kesinliğini savunur; ilk olarak allegorik
yorumlara saldırdığından, sonra Trent Konsülü'nün kuşkuculuğuna
karşı İncil'in büyük protestan asli kavrayışlılık ögesini kanıtla-
dığından ve daha sonra Schlegel, Schleiermacher ve Boeckh
tarafından teorik olarak güvence altına alınan gelecek ilerleyişinin
kesinliği yüzünden. Şimdi hermeneutik, genel epistemolojik prob-
lemlerle tarihsel dünyanın bilgisinin olanaklarını, onun etkilerini /
işleyişlerini keşfetmek için ilgilenmelidir." (DILTHEY 1968: 232-3)

Dilthey, Schleiermacher'in hermeneutiği "bir yazarı kendini anlamasından daha iyi anlamayı olanaklı kılacak" bir çaba olarak görmesini takdir eder ve bu ifadeyi kendisi de kullanır.

Dilthey, dil konusuna ayrı bir önem verir. Dil her tarihsel dönemin kendini dışa vurduğu, nesnelleştiği ortamdır. Her tarihsel dönemde yaşamanın belli değerleri içerilmiştir ve tarihin tüm çalkantıları bu değerler çevresinde dolanır. Bir tarihsel döneme damgasını vuran değerler de o dönemin anlamlarının taşıyıcısı olarak dilde saptanabilirler. Bu yüzden tin bilimlerinin ana malzemesi her zaman dilsel ürünler olarak yazılı yapıtlardır.

"Yazılı yapıtlar, insanların geçmişte nasıl tinsellik içinde yaşadık-
larını anlamak için başvurmamız gereken temel malzemelerdir.
Ama Dilthey, her dönemi kendine özgü bir bütünlük olarak görür-
ken, bununla, bizim herhangi bir dönemin başat değerlerini ve
giderek o dönemin kendine özgü tinselliğini tam olarak anlaya-
mayacağımızı da bu arada belirtmiş olur. Çünkü bizler Herder'in
dediği gibi bugün belli bir donatım altında, geçmişin değerlerinden
oldukça farklı bir değerler ağı içindeyizdir ve bize az çok yabancı
olan geçmişin değerlerini tam olarak anlama olanağımız bu
nedenle kısıtlıdır. Yine bu nedenle yapabileceğimiz şey, geçmişi,
dilsel ürünlerin, yazılı yapıtların dilini yorumlayarak anlamak, yani
hermeneutik yapmaktır. Öyle ki, Dilthey için hermeneutik, tinsel
bilimlerin ana yöntemidir ve tinsel bilimler hermeneutik bilimler
dir." (ÖZLEM 1986: 75-6)

1 | 2 | 3 | 4 | 5

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP