William James'ten Muhammed İkbal'e - 4
|
James'ın çoğulculuğu ve tychizmi gerçekten radikal ampriziminden ve tecrübede verilen özgürülük ve zorunsuzluktan mülhemdir. Fakat onların pragmatik değerleri, James'i meliorizmin temel veçhelerine ve zorunlu durumuna getirir. Meliorizm, pragmatik ahlakın zorunlu bir durumudur. İnsanın kaderini aydınlatmada pasif durumda olmaması, kainatın bitirilmemiş oluşu, James'i başarının gerçek imkan ve umuduna ve olayların sürecinde doğru yeniliklere hassas olmaya ve kötülüğün kainat için bir şans elemanı oluşuna yöneltmiştir.
James'in iyüeştiriciliği bir çok veçhelere sahiptir. İlk planda, James, hiç bir yerde kainatın tam doğru nizamım ve hangi ideallerin gerçekleşmesi gerektiğini tanımlamamıştir. Zira böylesi bir tavır dogmatik bir tavır olurdu. Diğer taraftan bu, özgürlük ve süreç fikriyle çelişirdi. O, etik'in de tıpkı fizik gibi son insanın tecrübesine ve son sözüne kadar tamamlanmayacağını söyler. Ahlaki hayat devam eden bir süreçtir ve kapalı ve katı bir sistem içinde değildir. Hiç kimse insan davranışlarını nizama koyamaz, zira her somut ahlaki durumu, yeni, eşsiz, teorik sınırlamaları aşan bir şeydir.
James'in bu noktada asıl korktuğu, ahlaki hayatın gelişmesi ve evrimi için sistemlerin bir engel, bir otorite ve güç olmasıdır. Faziletin yüksekliği hiç bir sistem içine sokulamaz. Etik'ler insanların şahsi hislerini ifade eder. Her insanın şahsi sezgisi ahlaki davranış meselesinde onun için son ölçüttür.
James meliorizminin diğer görünümü onun kahramanvari bir tutumda olmasıdır. Ancak onun fikirlerinden bir Epikürcü tavrı çıkmaz. İnsan, onun gözünde trajik ve canlı bir istisnadır. Eğer şeyler bizim için kolay yapılırsa ruhumuzu kaybedebiliriz. Bu nedenle, daima eylem durumunda olmalıyız.
Meliorizimin diğer bir veçhesi de, bize birarada olmayı, beraberce çalışmayı önermesidir. Kurtuluş çabalarının bu işte hiç bir garantisi de yoktur. Fakat ahlaki sağlığımız için bu amacı gerçekleştirmeliyiz. Ona göre amaç değerli ise o,muhakkak risk taşıyordur.
Farzedelim ki diyor James, dünyanın yaratanı dünyayı yaratmadan önce mükemmel bir dünya yapacağım ve böyle bir dünyayı yapmada sana da bir şans veriyorum. Bu sürece katılabilir misiniz? Kendinize ve diğer faktörlere güvenip risk alır mısınız? diye sorar.
James için bu dünya, olumlu tehlikelerin bulunduğu gerçek bir maceradır. O, "Eğer kazada denize düşmüş biri olarak sahile ulaşamayacaksam, kimse beni bu maceradan alıkoyamaz. Zafer için riski göze almak insanın ahlaki ideali için değerlidir" der.
İkbal ve Meliorizm
İkbal, kötülük probleminin öncelikle Tanrı'nın uluhiyetiyle alakalı olduğunu ileri sürerek, Tanrı'nın kudret sıfatında sınırlamanın bizzat kendi zatı icabı olduğunu belirtir ve şu ayet ile konuya girer " ...bütün hayırlar ve iyilikler O'nun elindedir "
İkbal, ilahi iradenin tamamıyla hikmet, hayır ve iyilikten ibaret olduğunu ancak bununla beraber, evrensel acı, üzüntü, çile, haksızlık, kötülük, baskı ve zulüm gibi tekamül yolundaki dönemeçlere rastladığını belirtir. Bunların realitesini kabul eden İkbal, diyelim ki 'haksızlık, zulüm ve kötülük insanlardan kaynaklanır, ancak acı, ıstırap üzüntüye ne demeli, bunlar evrensel illetlerdir' der. Dahası, insanların iyi ve üstün olduklarına inandıkları amaç ve ülküleri uğrunda daimi acı, işkence ve ıstıraba katlandıkları herkesçe bilinen bir olgudur.
İkbal, her ne olursa olsun manevi ve ahlaki, diğer yandan da maddi ve bedeni şer ve kötülüklerle karşılaşıldığı gerçeğine inanmaktadır. Kötülüğün göreliliği, şerri düzeltmeye ve gidermeye kabil kuvvetlerin varlığı ona göre işin teselli kaynağı olamaz. Çünkü buna rağmen şer bütün dehşetiyle ortadadır. Öyleyse burada ortaya çikan problemi, yani Külli kudret ile O'nun iyilikseverliğini nasıl bağdaştırabilir, uzlaşma ve birleşme noktası nasıl bulunabilir? İkbal için bu mesele Allah kavramını kabul eden dinlerin önemli bir problemidir.
Ona göre meşhur İngiliz şairi Browning (1812-1889) gibi iyimserlere bakılırsa, dünya mükemmeldir. Alman filozofu Schopenhauer gibi kötümserler ise,dünyayı sürekli bir kış gibi görürler. İkbal'e göre, iyimserlikle kötümserlik arasında ciddi bir tartışma konusu olan bu problem, mevcut bilgimizle çözüme kavuşturulamaz. Zihin yapimız eşyayı ancak bölük pörçük kavrayabilecek bir kabiliyete sahiptir. Büyük yıkıntılara sebep olan ve aynı zamanda hayatı besleyen ve genişleten kozmik güçlerin mana ve ehemmiyetini tam olarak anlayamamaktayız.
İkbal, insan davranışının iyiye gitme imkanına ve insanın tabiat kuvvetlerine hakim olabileceğine inanan, Kur'an'm beyanını iyimserlik ve kötümserlik diye vasıflandıramayız demektedir. İkbal görüşünü, gittikçe gelişen bir dünya anlayışını benimseyen ve insanın nihayette kötüyü yeneceği ümidini besleyen bir "iyileştiricilik yolu" (meliorism) şeklinde ifadelendirir."
O, bu meseleyi çözmek için "Adem'in düşüşü" dediği kıssayla giriş yapar. İkbal, kıssayı diğer ilahi kitap (Tevrat) varyantlanyla değerlendirerek farkları ortaya koyar. Sonuçta ona göre Hz. Adem'in itaatsizliği, insan varlığında özbenlik şuurunun bir işareti, hürriyetin bir nişanesidir. İnsanın ilk itaatsizliği, belki de onun ilk hür seçimiydi. Eğer insan böyle bir hürriyete sahip olmasaydı, onun ahlaki değeri olmazdı. Ayrıca seçme kabiliyetine haiz fani veya geçici nefsin kendisine açık olan yolların sayısız nispî değerlerini hesapladıktan sonra ortaya çıkmasına müsaade etmek cidden büyük tehlikeyi göze almaktır. Çünkü hayrı seçme hürriyeti,hayrın aksini seçme hürriyetini de içermektedir. İlahi iradenin bu tehlikeyi göze almış olması, Tann'nın insana olan büyük güvenini belirtir. Bu güveni haklı çıkarmak şimdi insana düşen görevdir. Belki de yaratıkların en iyisi yaratılıp sonrada sefillerin en sefiline indirilen bu mahlukun gizli güçlerinin ölçülmesi ve geliştirilmesini mümkün kılan tek şey böyle bir tehlikenin göze alınmış olmasıdır. Nitekim Kur'an'da ifade edildiği gibi, "Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz..." ayeti İkbal'e göre zikredilen olgunun apaçık bir ifadesidir.
İkbal'e göre hayır ile şer birbirinin zıddı olmakla beraber, aynı bütünün birer parçası olarak birbirleri içinde bulunuyorlar. Aslında, tecrid edilmiş veya bağımsız gerçek diye bir şey yoktur. Çünkü gerçekler sistematik bütünlerdir ki bütünün parçaları karşılıklı ilişkileriyle anlaşılabilir. İnsanın acı dolu fiziki çevreye dahil edilmesi; cezalandırmak için değil, onu sürekli bir büyüme ve gelişmenin zevkinden mahrum bırakmamak içindir. Bu yüzden sonlu ben, genişleyen ve zenginleşen hayatı, çabalarla, yanılmalarla yoluna devam edecektir.
İşte "fikri kötülük" olarak vasıflandınlabileceğimiz yanılma İkbal'e göre, tecrübenin oluşumunda vazgeçilmez unsurdur. Benlik vasfına sahip bir yaşama tarzını benimseme, benliğin sınırlılığından kaynaklanan bir çok eksiklik ve yetersizliklere açık olmak demektir. Bu Kur'an-ı'n deyimiyle, büyük bir "Emanet'e sahip olarak yaratılmanın (33;72) bedeli olmaktadır. Tabii bu emaneti insan reddedebilir mi? Hayır, Kur'an-ı Kerim'e göre, insan olmak zaten her türlü çile ve eziyeti çekmeyi taahhüt etmek demektir. Bununla beraber zatın tekamülündeki mevcut aşamasında, dert acı ve sıkıntı karşısında baş vurması gereken sabır ve metanet ile soğukkanlılık gibi meziyetlerin anlam ve önemini tam olarak anlayabiliriz. Belki de bunun anlamı, benliğimizi istikrara kavuşturmamıza ve böylece yok olup tarihe karışmasını önlememize imkan sağlar. Aynı aşamada salt düşüncenin sınırlarını da aşıyoruz. Zira bu noktaya varır varmaz eninde sonunda hayrın şerre galip geleceği yolunda ki inancımız dini bir akide şeklini almış oluyor. İkbal bu süreci "Allah, Hak emrinde galiptir, fakat insanların bir çoğu bunu bilmezler" ayetiyle açıklar.
İkbal'in bu düşünceleri İslam düşüncesi tarihinde kötülük problemi ile ilgili önerilen iki tip çözümden ikincisine uyar. Bilindiği gibi bu çözümlerden ilki İbn' Arabî gibi Vahdet'i vücudcu bir tavırla meseleye yaklaşanlar, diğeri de Rumi gibi teistce yaklaşım önerenlerdi. İkbal bu ikinci grubun içinde kendine özgü düşünceleriyle yeni bir yorum getirerek İslam düşüncesine katkı sağlamıştır.
SONUÇ
Her iki düşünür de hemen hemen aynı dönemde yaşamışlardır. Onlar, zamanlarının pozitivizm, scientizm ve rasyonalizminin yoğun ve baskın olduğu felsefi havayı teneffüs etmişler ve buna karşı din ve ahlak olgusunu savunarak bu iki alanın insan yaşamındaki fonksiyonunun ön plana çıkarmışlardır. Nitekim, James'in The Will to Beleive ve The Varieties of Religious Experience adlı eserleri ile İkbal'in Lecturer"ı ve bu eserin özellikle "Is Religion Possible?" bölümü iki düşünürün niyetlerini ve gerçekleştirmek istedikleri gayretlerini açıkça ifade etmektedir. Her iki düşünürün felsefenin en çetin problemleriyle uğraşmış, bunu kendi sistemleri içinde tutarlı ve bütünlüklü bir biçimde ortaya koymuşlardır. Bu noktada İkbal'in James'e üstünlüğü Batı düşüncesi yanında Doğu düşüncesini derinlemesine tanıması ve bilmesidir.
Her iki düşünür de dini inceleyip, anlamaya psikolojik açıdan başlamışlardır. Nitekim James'in bütün felsefesinde psikolojizm yoğun bir renk iken İkbal'in din, dini tecrübe konularında modern psikolojinin verilerim kullandığı açıkça görülmektedir. James ve İkbal'e göre din, temelde şahsi bir iştir ve dinin fonksiyonu ferdin iç ve dış dünyasını değiştirmektir. Zira dini olaylar her iki düşünüre göre şahsiyeti değiştiren olaylar sınıfına aittir. James ve İkbal, dinin kökenlerin ferdin duygularında yoğun biçimde yaşanan olaylarda görür. James'e göre bu duygular, insanın en acil arzuların tatmin eden, hayatı zenginleştiren ve sonuçta ahlaka dönüşen niteliktedir. James için bu duygular, hayatta takip edilmesi gereken rehberler olduğu, diğer taraftan da zihni kural ve ilkelerden daha öncelikli olduğu nihayetinde pragmatik olarak sonuç verdiği için akli doğrulamalara çok fazla ihtiyaçları yoktur. Oysa İkbal'e göre bu duyguların akıl ile temellendirilmesi, desteklenmesi ve daimi olarak gözden geçirilmesi zorunludur. Zira akıl ve duygu, fonksiyonlarını yerine getirirken birbirine ihtiyaç duyarlar.
Her iki düşünüre göre din, yaşama anlam ve değer katar, hayatın gerçeklerine dayanma gücü verir. James'e göre bu güç görünmeyen manevi bir çevre, ruh veya nizamdan gelirken, İkbal'e göre bu güç Kur'an'da tarif edilen Tanrı'dan gelir. James ve İkbal'e göre bu güç kendini dini yaşantıda, tecrübede ifade eder. Dini tecrübe her iki düşünüre göre örnekleri daha öncede görülen insanoğlunun yaşamakta olduğu gerçek bir tecrübe sahasıdır. Dinin amacıda bu tecrübe sahasını açıklamaktır. James'e göre bu tecrübelerin değeri ferdin en acil ihtiyaçlarını karşılamasında ve pragmatik olarak ona yararlı sonuçlar sağlamasındadır. İkbal ise bu tecrübelerin değeri, bireyselliğin, benin kazanılması için gerekli olduğu olgusunda yatar.
Her iki düşüre göre dinin temelinde inanç vardır. James için inanç, zihni olarak karar verilemez durumlarda yapılan tercih, Pascal'ın ifadesiyle bir bahse girmedir. Oysa İkbal'e göre inanç, Tanrı'mn insana gönderdiği ilahi hükümlerin kabulü ve bu hükümlere itaattir. James inancın doğruluğunu, inanılan şeyin sonunda görülen pratik yarar, pragmatik test ile ispatlarken İkbal, inancın doğruluğunu ben'in Mutlak Ben'e bağlanmasıyla gerçekleşeceğini ileri sürer.
Her iki düşünüre göre dini tecrübenin kökleri ferdin mistik duygularında görülür ve mistiklik, manevi bir yönelişin sonucudur. Bununla beraber James ve ikbal mistikliği, kendi düşünce dünyalarında aksettirir. James, mistiklik ile Hıristiyan azizlerine işaret ederken İkbal, bu kavramı İslami düşüncedeki tasavufı hallere tahsis eder ve kendine özgü terminolojisinde dile getirir.
James ve İkbal'e göre dini tecrübe sınırları çok geniş ve imkanları çerçevelenemeyecek mahiyettedir. Bu tecrübenin en basit seviyesi dahi bir ilkenin veya bir formülün işaretiyle ilgili derin bir duyumdur, bundan dolayı bize hayatta daha geniş ve daha zengin bir dünya sağlayarak, çeşitli perspektifler açar. Dini tecrübe her iki filozofa göre sadece bir his değil, inanç ve fikirleri içinde taşıyan bir bütündür. Ancak bu tecrübenin kendine has özellikleri vardır. Bunlar;
1) Tarif edilemez oluşu,
2) Akli faaliyetin az oluşu,
3) Mistiklik durumunun uzun sürmemesi,
4) Pasiflik.
Her iki düşünürün de kabul ettiği bu dört özelliğe İkbal, tarafımızdan yakinen bilinmesi özelliğin de ekler.
James'e göre dini tecrübe, mistiklik veya azizlik değerini pragmatik teste bulur ve böylelikle ifade eder. İkbal, dini tecrübenin pragmatik testine, akli testi de ilave eder. İkbal'e göre bu tecrübenin değerin asli olarak Kur'an'ın vurguladığını, onun bilgi edinmede, tarih, tabiattan sonraki üçüncü ilim kaynağı olduğunu ve bu gerçeğin İslam düşüncesinin kendine özgü terminolojisi ile ifade edildiğini beyan eder. Nihayetinde James ve İkbal, dini tecrübenin modern bilimin verileri ile anlamlandırılabileceğini savunur.
Her iki düşünürün kötülük fikrine dair öne sürdükleri fikirlere gelince, hem James hem de İkbal determinizmi reddeder, özgür iradeyi ağırlıklı olarak ön plana çıkarır. Her iki düşünürde kötülüğün mevcudiyetini bir olgu olarak kabul eder.
James'e göre kötülüğün mevcudiyeti ahlaki enerjimiz için gerekli görürken, İkbal'e göre kötülük ferdin benliğini geliştirmesinde bir lütuf olark görülür. Zira ferd kurtuluşunu gerçekleştirmek için, bu kötülüklere karşı mücadele vermek zorundadır. Bu noktada her iki düşünür de ne iyimserliği ne de kötümserliği önerir; onlar ikisinin arasındaki iyileştiriciliğe (meliorizme) yönelir. James, kurtuluşun risk almak olduğunu ve bu mücadelede sonucun belli olmadığını dillendirirken, İkbal,hayrın şerre galip geleceğine inanır.
James, iyileştiricilik ile Batı felsefesinde iki kalın çizgi arasında yeni bir çözüm getirirken, İkbal de İslam düşüncesindeki mevcut iki çözümün ikincisine yeni bir boyut kazandırır.
Netice olarak James'in genelde sisteminin özelde de din, dini tecrübe ve meliorizme dair görüşlerinin kaynağı, rasyonalizm ile tecrübecilik arasında sıkışan insanoğluna takdim ettiği pragmatizmin zorunlu sonuçlan iken, İkbal'in bu konulara dair görüşleri temelde inandığı dinin esaslarından neşet eder. Bununla beraber İkbal'in yukarıda ifade edilen konularda W. James'ten etkilenmiş olması, bazı görüşlerini ödünç alması inancının ortaya koyduğu insani düşüncenin gelişimini dikkatlice takip etmesi ve fakat bu konuda bağımsız eleştirel tavrı sürdürme zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.
James'in iyüeştiriciliği bir çok veçhelere sahiptir. İlk planda, James, hiç bir yerde kainatın tam doğru nizamım ve hangi ideallerin gerçekleşmesi gerektiğini tanımlamamıştir. Zira böylesi bir tavır dogmatik bir tavır olurdu. Diğer taraftan bu, özgürlük ve süreç fikriyle çelişirdi. O, etik'in de tıpkı fizik gibi son insanın tecrübesine ve son sözüne kadar tamamlanmayacağını söyler. Ahlaki hayat devam eden bir süreçtir ve kapalı ve katı bir sistem içinde değildir. Hiç kimse insan davranışlarını nizama koyamaz, zira her somut ahlaki durumu, yeni, eşsiz, teorik sınırlamaları aşan bir şeydir.
James'in bu noktada asıl korktuğu, ahlaki hayatın gelişmesi ve evrimi için sistemlerin bir engel, bir otorite ve güç olmasıdır. Faziletin yüksekliği hiç bir sistem içine sokulamaz. Etik'ler insanların şahsi hislerini ifade eder. Her insanın şahsi sezgisi ahlaki davranış meselesinde onun için son ölçüttür.
James meliorizminin diğer görünümü onun kahramanvari bir tutumda olmasıdır. Ancak onun fikirlerinden bir Epikürcü tavrı çıkmaz. İnsan, onun gözünde trajik ve canlı bir istisnadır. Eğer şeyler bizim için kolay yapılırsa ruhumuzu kaybedebiliriz. Bu nedenle, daima eylem durumunda olmalıyız.
Meliorizimin diğer bir veçhesi de, bize birarada olmayı, beraberce çalışmayı önermesidir. Kurtuluş çabalarının bu işte hiç bir garantisi de yoktur. Fakat ahlaki sağlığımız için bu amacı gerçekleştirmeliyiz. Ona göre amaç değerli ise o,muhakkak risk taşıyordur.
Farzedelim ki diyor James, dünyanın yaratanı dünyayı yaratmadan önce mükemmel bir dünya yapacağım ve böyle bir dünyayı yapmada sana da bir şans veriyorum. Bu sürece katılabilir misiniz? Kendinize ve diğer faktörlere güvenip risk alır mısınız? diye sorar.
James için bu dünya, olumlu tehlikelerin bulunduğu gerçek bir maceradır. O, "Eğer kazada denize düşmüş biri olarak sahile ulaşamayacaksam, kimse beni bu maceradan alıkoyamaz. Zafer için riski göze almak insanın ahlaki ideali için değerlidir" der.
İkbal ve Meliorizm
İkbal, kötülük probleminin öncelikle Tanrı'nın uluhiyetiyle alakalı olduğunu ileri sürerek, Tanrı'nın kudret sıfatında sınırlamanın bizzat kendi zatı icabı olduğunu belirtir ve şu ayet ile konuya girer " ...bütün hayırlar ve iyilikler O'nun elindedir "
İkbal, ilahi iradenin tamamıyla hikmet, hayır ve iyilikten ibaret olduğunu ancak bununla beraber, evrensel acı, üzüntü, çile, haksızlık, kötülük, baskı ve zulüm gibi tekamül yolundaki dönemeçlere rastladığını belirtir. Bunların realitesini kabul eden İkbal, diyelim ki 'haksızlık, zulüm ve kötülük insanlardan kaynaklanır, ancak acı, ıstırap üzüntüye ne demeli, bunlar evrensel illetlerdir' der. Dahası, insanların iyi ve üstün olduklarına inandıkları amaç ve ülküleri uğrunda daimi acı, işkence ve ıstıraba katlandıkları herkesçe bilinen bir olgudur.
İkbal, her ne olursa olsun manevi ve ahlaki, diğer yandan da maddi ve bedeni şer ve kötülüklerle karşılaşıldığı gerçeğine inanmaktadır. Kötülüğün göreliliği, şerri düzeltmeye ve gidermeye kabil kuvvetlerin varlığı ona göre işin teselli kaynağı olamaz. Çünkü buna rağmen şer bütün dehşetiyle ortadadır. Öyleyse burada ortaya çikan problemi, yani Külli kudret ile O'nun iyilikseverliğini nasıl bağdaştırabilir, uzlaşma ve birleşme noktası nasıl bulunabilir? İkbal için bu mesele Allah kavramını kabul eden dinlerin önemli bir problemidir.
Ona göre meşhur İngiliz şairi Browning (1812-1889) gibi iyimserlere bakılırsa, dünya mükemmeldir. Alman filozofu Schopenhauer gibi kötümserler ise,dünyayı sürekli bir kış gibi görürler. İkbal'e göre, iyimserlikle kötümserlik arasında ciddi bir tartışma konusu olan bu problem, mevcut bilgimizle çözüme kavuşturulamaz. Zihin yapimız eşyayı ancak bölük pörçük kavrayabilecek bir kabiliyete sahiptir. Büyük yıkıntılara sebep olan ve aynı zamanda hayatı besleyen ve genişleten kozmik güçlerin mana ve ehemmiyetini tam olarak anlayamamaktayız.
İkbal, insan davranışının iyiye gitme imkanına ve insanın tabiat kuvvetlerine hakim olabileceğine inanan, Kur'an'm beyanını iyimserlik ve kötümserlik diye vasıflandıramayız demektedir. İkbal görüşünü, gittikçe gelişen bir dünya anlayışını benimseyen ve insanın nihayette kötüyü yeneceği ümidini besleyen bir "iyileştiricilik yolu" (meliorism) şeklinde ifadelendirir."
O, bu meseleyi çözmek için "Adem'in düşüşü" dediği kıssayla giriş yapar. İkbal, kıssayı diğer ilahi kitap (Tevrat) varyantlanyla değerlendirerek farkları ortaya koyar. Sonuçta ona göre Hz. Adem'in itaatsizliği, insan varlığında özbenlik şuurunun bir işareti, hürriyetin bir nişanesidir. İnsanın ilk itaatsizliği, belki de onun ilk hür seçimiydi. Eğer insan böyle bir hürriyete sahip olmasaydı, onun ahlaki değeri olmazdı. Ayrıca seçme kabiliyetine haiz fani veya geçici nefsin kendisine açık olan yolların sayısız nispî değerlerini hesapladıktan sonra ortaya çıkmasına müsaade etmek cidden büyük tehlikeyi göze almaktır. Çünkü hayrı seçme hürriyeti,hayrın aksini seçme hürriyetini de içermektedir. İlahi iradenin bu tehlikeyi göze almış olması, Tann'nın insana olan büyük güvenini belirtir. Bu güveni haklı çıkarmak şimdi insana düşen görevdir. Belki de yaratıkların en iyisi yaratılıp sonrada sefillerin en sefiline indirilen bu mahlukun gizli güçlerinin ölçülmesi ve geliştirilmesini mümkün kılan tek şey böyle bir tehlikenin göze alınmış olmasıdır. Nitekim Kur'an'da ifade edildiği gibi, "Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz..." ayeti İkbal'e göre zikredilen olgunun apaçık bir ifadesidir.
İkbal'e göre hayır ile şer birbirinin zıddı olmakla beraber, aynı bütünün birer parçası olarak birbirleri içinde bulunuyorlar. Aslında, tecrid edilmiş veya bağımsız gerçek diye bir şey yoktur. Çünkü gerçekler sistematik bütünlerdir ki bütünün parçaları karşılıklı ilişkileriyle anlaşılabilir. İnsanın acı dolu fiziki çevreye dahil edilmesi; cezalandırmak için değil, onu sürekli bir büyüme ve gelişmenin zevkinden mahrum bırakmamak içindir. Bu yüzden sonlu ben, genişleyen ve zenginleşen hayatı, çabalarla, yanılmalarla yoluna devam edecektir.
İşte "fikri kötülük" olarak vasıflandınlabileceğimiz yanılma İkbal'e göre, tecrübenin oluşumunda vazgeçilmez unsurdur. Benlik vasfına sahip bir yaşama tarzını benimseme, benliğin sınırlılığından kaynaklanan bir çok eksiklik ve yetersizliklere açık olmak demektir. Bu Kur'an-ı'n deyimiyle, büyük bir "Emanet'e sahip olarak yaratılmanın (33;72) bedeli olmaktadır. Tabii bu emaneti insan reddedebilir mi? Hayır, Kur'an-ı Kerim'e göre, insan olmak zaten her türlü çile ve eziyeti çekmeyi taahhüt etmek demektir. Bununla beraber zatın tekamülündeki mevcut aşamasında, dert acı ve sıkıntı karşısında baş vurması gereken sabır ve metanet ile soğukkanlılık gibi meziyetlerin anlam ve önemini tam olarak anlayabiliriz. Belki de bunun anlamı, benliğimizi istikrara kavuşturmamıza ve böylece yok olup tarihe karışmasını önlememize imkan sağlar. Aynı aşamada salt düşüncenin sınırlarını da aşıyoruz. Zira bu noktaya varır varmaz eninde sonunda hayrın şerre galip geleceği yolunda ki inancımız dini bir akide şeklini almış oluyor. İkbal bu süreci "Allah, Hak emrinde galiptir, fakat insanların bir çoğu bunu bilmezler" ayetiyle açıklar.
İkbal'in bu düşünceleri İslam düşüncesi tarihinde kötülük problemi ile ilgili önerilen iki tip çözümden ikincisine uyar. Bilindiği gibi bu çözümlerden ilki İbn' Arabî gibi Vahdet'i vücudcu bir tavırla meseleye yaklaşanlar, diğeri de Rumi gibi teistce yaklaşım önerenlerdi. İkbal bu ikinci grubun içinde kendine özgü düşünceleriyle yeni bir yorum getirerek İslam düşüncesine katkı sağlamıştır.
SONUÇ
Her iki düşünür de hemen hemen aynı dönemde yaşamışlardır. Onlar, zamanlarının pozitivizm, scientizm ve rasyonalizminin yoğun ve baskın olduğu felsefi havayı teneffüs etmişler ve buna karşı din ve ahlak olgusunu savunarak bu iki alanın insan yaşamındaki fonksiyonunun ön plana çıkarmışlardır. Nitekim, James'in The Will to Beleive ve The Varieties of Religious Experience adlı eserleri ile İkbal'in Lecturer"ı ve bu eserin özellikle "Is Religion Possible?" bölümü iki düşünürün niyetlerini ve gerçekleştirmek istedikleri gayretlerini açıkça ifade etmektedir. Her iki düşünürün felsefenin en çetin problemleriyle uğraşmış, bunu kendi sistemleri içinde tutarlı ve bütünlüklü bir biçimde ortaya koymuşlardır. Bu noktada İkbal'in James'e üstünlüğü Batı düşüncesi yanında Doğu düşüncesini derinlemesine tanıması ve bilmesidir.
Her iki düşünür de dini inceleyip, anlamaya psikolojik açıdan başlamışlardır. Nitekim James'in bütün felsefesinde psikolojizm yoğun bir renk iken İkbal'in din, dini tecrübe konularında modern psikolojinin verilerim kullandığı açıkça görülmektedir. James ve İkbal'e göre din, temelde şahsi bir iştir ve dinin fonksiyonu ferdin iç ve dış dünyasını değiştirmektir. Zira dini olaylar her iki düşünüre göre şahsiyeti değiştiren olaylar sınıfına aittir. James ve İkbal, dinin kökenlerin ferdin duygularında yoğun biçimde yaşanan olaylarda görür. James'e göre bu duygular, insanın en acil arzuların tatmin eden, hayatı zenginleştiren ve sonuçta ahlaka dönüşen niteliktedir. James için bu duygular, hayatta takip edilmesi gereken rehberler olduğu, diğer taraftan da zihni kural ve ilkelerden daha öncelikli olduğu nihayetinde pragmatik olarak sonuç verdiği için akli doğrulamalara çok fazla ihtiyaçları yoktur. Oysa İkbal'e göre bu duyguların akıl ile temellendirilmesi, desteklenmesi ve daimi olarak gözden geçirilmesi zorunludur. Zira akıl ve duygu, fonksiyonlarını yerine getirirken birbirine ihtiyaç duyarlar.
Her iki düşünüre göre din, yaşama anlam ve değer katar, hayatın gerçeklerine dayanma gücü verir. James'e göre bu güç görünmeyen manevi bir çevre, ruh veya nizamdan gelirken, İkbal'e göre bu güç Kur'an'da tarif edilen Tanrı'dan gelir. James ve İkbal'e göre bu güç kendini dini yaşantıda, tecrübede ifade eder. Dini tecrübe her iki düşünüre göre örnekleri daha öncede görülen insanoğlunun yaşamakta olduğu gerçek bir tecrübe sahasıdır. Dinin amacıda bu tecrübe sahasını açıklamaktır. James'e göre bu tecrübelerin değeri ferdin en acil ihtiyaçlarını karşılamasında ve pragmatik olarak ona yararlı sonuçlar sağlamasındadır. İkbal ise bu tecrübelerin değeri, bireyselliğin, benin kazanılması için gerekli olduğu olgusunda yatar.
Her iki düşüre göre dinin temelinde inanç vardır. James için inanç, zihni olarak karar verilemez durumlarda yapılan tercih, Pascal'ın ifadesiyle bir bahse girmedir. Oysa İkbal'e göre inanç, Tanrı'mn insana gönderdiği ilahi hükümlerin kabulü ve bu hükümlere itaattir. James inancın doğruluğunu, inanılan şeyin sonunda görülen pratik yarar, pragmatik test ile ispatlarken İkbal, inancın doğruluğunu ben'in Mutlak Ben'e bağlanmasıyla gerçekleşeceğini ileri sürer.
Her iki düşünüre göre dini tecrübenin kökleri ferdin mistik duygularında görülür ve mistiklik, manevi bir yönelişin sonucudur. Bununla beraber James ve ikbal mistikliği, kendi düşünce dünyalarında aksettirir. James, mistiklik ile Hıristiyan azizlerine işaret ederken İkbal, bu kavramı İslami düşüncedeki tasavufı hallere tahsis eder ve kendine özgü terminolojisinde dile getirir.
James ve İkbal'e göre dini tecrübe sınırları çok geniş ve imkanları çerçevelenemeyecek mahiyettedir. Bu tecrübenin en basit seviyesi dahi bir ilkenin veya bir formülün işaretiyle ilgili derin bir duyumdur, bundan dolayı bize hayatta daha geniş ve daha zengin bir dünya sağlayarak, çeşitli perspektifler açar. Dini tecrübe her iki filozofa göre sadece bir his değil, inanç ve fikirleri içinde taşıyan bir bütündür. Ancak bu tecrübenin kendine has özellikleri vardır. Bunlar;
1) Tarif edilemez oluşu,
2) Akli faaliyetin az oluşu,
3) Mistiklik durumunun uzun sürmemesi,
4) Pasiflik.
Her iki düşünürün de kabul ettiği bu dört özelliğe İkbal, tarafımızdan yakinen bilinmesi özelliğin de ekler.
James'e göre dini tecrübe, mistiklik veya azizlik değerini pragmatik teste bulur ve böylelikle ifade eder. İkbal, dini tecrübenin pragmatik testine, akli testi de ilave eder. İkbal'e göre bu tecrübenin değerin asli olarak Kur'an'ın vurguladığını, onun bilgi edinmede, tarih, tabiattan sonraki üçüncü ilim kaynağı olduğunu ve bu gerçeğin İslam düşüncesinin kendine özgü terminolojisi ile ifade edildiğini beyan eder. Nihayetinde James ve İkbal, dini tecrübenin modern bilimin verileri ile anlamlandırılabileceğini savunur.
Her iki düşünürün kötülük fikrine dair öne sürdükleri fikirlere gelince, hem James hem de İkbal determinizmi reddeder, özgür iradeyi ağırlıklı olarak ön plana çıkarır. Her iki düşünürde kötülüğün mevcudiyetini bir olgu olarak kabul eder.
James'e göre kötülüğün mevcudiyeti ahlaki enerjimiz için gerekli görürken, İkbal'e göre kötülük ferdin benliğini geliştirmesinde bir lütuf olark görülür. Zira ferd kurtuluşunu gerçekleştirmek için, bu kötülüklere karşı mücadele vermek zorundadır. Bu noktada her iki düşünür de ne iyimserliği ne de kötümserliği önerir; onlar ikisinin arasındaki iyileştiriciliğe (meliorizme) yönelir. James, kurtuluşun risk almak olduğunu ve bu mücadelede sonucun belli olmadığını dillendirirken, İkbal,hayrın şerre galip geleceğine inanır.
James, iyileştiricilik ile Batı felsefesinde iki kalın çizgi arasında yeni bir çözüm getirirken, İkbal de İslam düşüncesindeki mevcut iki çözümün ikincisine yeni bir boyut kazandırır.
Netice olarak James'in genelde sisteminin özelde de din, dini tecrübe ve meliorizme dair görüşlerinin kaynağı, rasyonalizm ile tecrübecilik arasında sıkışan insanoğluna takdim ettiği pragmatizmin zorunlu sonuçlan iken, İkbal'in bu konulara dair görüşleri temelde inandığı dinin esaslarından neşet eder. Bununla beraber İkbal'in yukarıda ifade edilen konularda W. James'ten etkilenmiş olması, bazı görüşlerini ödünç alması inancının ortaya koyduğu insani düşüncenin gelişimini dikkatlice takip etmesi ve fakat bu konuda bağımsız eleştirel tavrı sürdürme zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.