TOPLUM BİLİMLERİNİN MANTIĞI - 4

Bu iki kavram tümüyle mantıksal kavramlardır; çünkü bunlar bir önermenin doğruluğu ve bir önermenin içeriği gibi tümüyle mantıksal kavramlarm —yani, tümdengelimsel bir teorinin mantıksal sonuçlarının sınıfı— yardımıyla tanımlanabilir.

Bu kavramların her ikisi de göreli kavramlardır. Her ne kadar her önerme ya doğru ya yanlış ise de, bir önerme başka bir önermeye göre doğruya daha yakın olabilir. Örneğin, bir önerme başka bir önermeye göre daha fazla 'doğru' ve daha 'az' yanlış mantıksal sonuçlar içerebilir. CBurada iki önermenin doğru ve yanlış sonuçları dizilerinin karşılaştırılabilir olduğu varsayılmaktadır.) Bu şekilde, Newton teorisinin neden Kepler teorisine göre doğruya daha yakın olduğunu göstermek mümkün olur. Bunun gibi, Newton teorisinin Kepler teorisine göre daha büyük bir açıklama gücüne sahip olduğunu göstermek de mümkündür. Dolayısıyla, burada, teorilerimizin değerlendirilmesini ve bilimsel teoriler alanında ilerleme ya da gerilemeden anlamlı bir şekilde söz edebilmemizi olanaklı kılan mantıksal düşünceleri çözümlüyoruz.

Genel bilgi mantığı üzerine söyleyeceklerim bunlar. Özel olarak toplum bilimlerinin mantığı konusunda da başka bazı tezler ileri sürmek istiyorum.

Yirmibirinci tez : Tümüyle gözlemsel bilim diye bir şey yoktur. Yalnızca (az veya çok bilinçli ve eleştirel olarak) teoriler geliştirdiğimiz bilimler vardır. Bu, elbette ki, toplum bilimleri bakımından da geçerlidir.

Yirmiikinci tez : Düşünce ve davranışlarımız büyük ölçüde toplumsal koşullara bağımlı olduğu için, psikoloji toplumsal bir bilimdir. 1) Taklit, 2) dil, 3) aile çibi fikirler, elbette ki, toplumsal fikirlerdir. Açıktır ki, öğrenmenin ve düşünmenin psikolojisi ve örneğin, psikanaliz bu toplumsal fikirlerden biri ya da diğerinden yararlanmaksızm varolamaz. Dolayısıyla psikolojinin olabilmesi için toplumsal fikirler bulunmalıdır. Bu da, toplumu yalnızca psikolojik terimlerle açıklamanın ya da toplumu psikolojiye indirgemenin olanaksızlığını gösterir. Dolayısıyla, psikolojiyi toplum bilimlerinin temeli olarak göremeyiz.

Psikolojik olarak açıklayamayacağımız ve her psikolojik açıklamadan önce varsaymamız gereken, insanın toplumsal çevresidir. Bu toplumsal çevreyi (—daha önce belirttiğimiz gibi, teoriden bağımsız betimleme olamayacağı için— açıklayıcı teorilerin yardımıyla) betimlemek görevi, toplum bilimin temel görevidir. Bu görevi sosyolojiye yermek yerinde olabilir. Aşağıda, bu görevin sosyolojiye ait olduğunu varsayacağım.

Yirmiüçüncü tez : Sosyoloji, psikolojiden önemli ölçüde bağımsız olabileceği ve olmak zorunda olduğu anlamında, özerktir. Bu özerklik, psikolojinin toplumsal fikirlere bağımlı elmasının yanı sıra (22. tez), sosyolojinin sürekli olarak insan davranışlarının amaçlanmayan ve arzu edilmeyen sonuçlarını açıklama göreviyle karşı karşıya olmasına bağlıdır.

Bir örnek verelim: Rekabet, rekabete katılanlar için arzu edilmeyen bir toplumsal olaydır; ama katılanların (bilinçli ve planlı) eylemlerinin (çoğunlukla kaçınılmaz) amaçlanmayan bir sonucu olarak açıklanabilir ve açıklanmalıdır. Dolayısıyla, rakiplerin bazı eylemlerini psikolojik olarak açıklamak mümkün olsa bile, rekabet denilen toplumsal olay bu eylemlerin, psikolojik bakımdan açıklanması mümkün olmayan bir sonucudur.

Yirmidördüncü tez : Ancak sosyoloji ikinci bir anlamda da özerktir. Verstehende Soziologie ( nesnel! anlamaya dayanan sosyoloji) denilen şeyi psikolojiye indirgeyemeyiz.

Yirmibeşinci tez: İktisat biliminin mantıksal bir incelemesi, tüm toplum bilimlerine uygulanabilecek bir sonuç verir. Bu sonuç, toplum bilimlerinde tam anlamıyla nesnel bir yöntemin varlığını gösterir. Buna nesnel anlama yöntemi veya durumsal mantık denebilir. Nesnel anlama ya da durumsal mantığa yönelen bir toplum bilim, tüm öznel ya da psikolojik fikirlerden bağımsız olarak geliştirilebilir. Toplum bilimin yöntemi, eylemi psikolojinin desteğine gerek duymaksızın, durumla açıklamak için, eylem halindeki insanların toplumsal durumu'nun gereğince çözümlenmesini içerir. Nesnel anlama, nesnel olarak eylemin söz konusu duruma uygun bir davranış olduğunun kavranmasını içerir. Başka bir.deyişle, durum, başlangıçta psikolojik gibi görünen (istekler, amaçlar, anılar ve çağrışımlar gibi) öğelerin, durumun öğeleri haline dönüşmesine kadar çözümlenir. Belirli istekleri olan kişi, durumu belirli nesnel amaçları izleme olarak nitelendirilebilecek bir kimse durumuna gelir. Belirli anıları ve çağrışımları olan bir kişi de, durumu nesnel olarak bazıteoriler ya da bilgilerle donanmış olmasıyla nitelendirilebilecek biri olur.

Bu eylemleri nesnel bir anlamda anlamamızı ve şöyle dememizi mümkün kılar: Kabul etmeliyim ki (örneğin Charlemagne'dan) farklı amaçlarım ve farklı teorilerim var: Ama —durumun amaçları ve bilgiyi de kapsadığı hallerde— onun yerinde olsaydım, ben (ve muhtemelen siz) de onun gibi davranırdım.

Durumsal çözümleme, kuşkusuz, bireysel bir yöntemdir ve yine hiç kuşkusuz psikolojik bir yöntem değildir. Çünkü, ilke olarak, tüm psikolojik öğeleri dışta bırakır ve yerlerine nesnel duruma özgü öğeleri koyar. Buna genellikle 'durum mantığı' ya da 'durumsal mantık' diyorum.

Yirmialtıncı tez: Durumsal mantığın burada betimlenen açıklamaları akla dayanan, teorik yapılardır. Bu açıklamalar, aşırı ölçüde basite indirgenmiş ve aşırı ölçüde şemalaştırılmıştır, dolayısıyla genel olarak yanlış'tır. Yine de, önemli ölçüde bir doğruluk içeriğine sahiptir ve dar anlamda mantıksal açıdan, doğruya hayli yakın ve başka bazı sınanabilir açıklamalardan daha iyidir. Bu anlamda, doğruya yaklaşma mantıksal kavramı, durumsal çözümleme yöntemini uygulayan bir toplum bilim açısından vazgeçilmezdir. Ancak, bu durumsal çözümleme, her şey¬den önce, akılsaldır; deneysel olarak eleştirilebilir; geliştirilmesi de olanaklı bir yöntemdir. Çünkü, örneğin, ortaya çıkan bir mektup Charlemagne'ın bilgilerinin, çözümlememizde varsaydığımız bilgilerden farklı olduğunu gösterebilir. Buna karşıt olarak, psikolojik ve karakterolojik hipotezlerin akılsal savlarla eleştirilebilmesi pek olanaklı değildir.

Yirmiyedinci tez : Durumsal mantık, genel olarak, içinde yaşadığımız fiziksel bir dünyanın mevcudiyetini varsayar. Bu dünya, örneğin, yararlanabileceğimiz ve hakkında bilgi sahibi olduğumuz fiziksel kaynaklan, ayrıca haklarında (çoğu zaman pek az) bilgimiz olan fiziksel engelleri içerir. Bunun ötesinde durumsal mantık, amaçları üzerine (çoğu zaman pek az) bilgi sahibi olduğumuz başka insanları ve toplumsal kurumları kapsayan bir sosyal dünyanın mevcudiyetini de varsayar. Bu toplumsal kurumlar, toplumsal çevremizin kendine özgü sosyal karakterini belirler. Bunlar, sosyal dünyanın tüm sosyal gerçeklerini, bir ölçüde fizik dünyanın nesnelerine tekabül eden gerçeklerini kapsar. Bir manav dükkânı ya da bir üniversite enstitüsü,
bir polis gücü ya da bir yasa, bu anlamda, birer toplumsal kurumdur. Kilise, devlet, evlilik, Japonya'da harakiri geleneği gibi bazı baskıcı gelenekler de birer toplumsal kurumdur. Ama Avrupa toplumunda intihar, kullandığım ve kategorinin önem taşıdığını, ileri sürdüğüm anlamda, bir toplumsal kurum değildir.

Sonuncu tezim de buydu. Bundan sonra bir öneri ve kısa bir öneriyle sözlerime son vereceğim.

Öneri : Belki de, tümüyle teorik bir sosyolojinin temel sorunlarının, kurumların ve geleneklerin genel durumsal mantığı ve teorisi olduğunu geçici olarak kabul edebiliriz. Bunlar aşağıdaki sorunları da kapsayacaktır:

1. Kurumlar eylemde bulunmaz. Kurumlar için,' onların ya da onlar aracılığıyla yalnız insanlar eylemde bulunur. Bu eylemlerin genel durumsal mantığı, kurumların yarı-eylemleri teorisidir.

2. Amaçlı eylemlerin istenen ya da istenmeyen kuramsal sonuçlarıyla ilgili bir teori geliştirilebilir. Bu teori, kurumların doğuşu ve gelişmesi ile ilgili bir başka teoriye yol açabilir.

Nihayet, son bir görüş. Epistemolojinin (bilgi teorisinin) yalnızca tek tek bilimler için değil, felsefe için de büyük önem taşıdığına; çağımızın kuşkusuz tümümüzü ilgilendiren dinsel ve felsefi huzursuzluğunun önemli bir ölçüde insan bilgisi felsefesindeki huzursuzluktan kaynaklandığına inanıyorum. Nietzsche buna Avrupa nihilizmi, Benda da aydınların ihaneti, dedi. Ben bunu Sokrates'in hiçbir şey bilmediğimizi, yani teorilerimizi akılsal olarak kanıtlamamızın olanaksızlığını keşfetmesinin bir sonucu olarak nitelendirmek isterim. Başka bazı hastalıklar yanı
sıra varoluşçuluk (existentialism) doğurmuş olan bu önemli buluş, yalnızca bir yarı-buluştur. Nihilizm ise altedilebilir. Çünkü, teorilerimizin akılsal açıdan haklı gösterilmesi ve olasılıklarının kanıtlanması olanaklı değilse de, onları akılsal olarak eleştirebiliriz. Ve iyi teorileri çoğu kez kötü teorilerden ayırabiliriz. Ama bu, Sokrates'den önce Ksenofanes tarafından biliniyordu. O şöyle diyordu:

Tanrılar bize her şeyi
Baştan ifşa etmediler.
Ama araştırarak zamanla öğrenebilir,
Her şeyi daha iyi bilebiliriz...
1 | 2 | 3 | 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP