ŞİDDET ÜSTÜNE DÜŞÜNCELER

Ahmet İnam

Şiddeti tanımadan insanı taniyamayız. İnsan anlayışımız şiddet anlayışımızla sıkı bir bağ içinde. İnsanın birey olarak kendisini yaşamasında, öteki bireylerle biraradılığında, düşünmesinde, duymasında, şiddetin şiddetli bir yeri var. Bu yeri farklı bilim dalları ve ilgi alanlan incelemekte. Ben bu yazımda, yaşadığımız dünyayı yorumlamada şiddetin yerini bir iki özelliğiyle kısaca ele alacağım.

NEDEN ŞİDDET VAR?

Varlık, içinde kuvvet taşır. Enerji evrenin sürekli devingenliğini sağlar. Evreni oluşturan varlıkların arasındaki etkileşme, çatışma, hareket, değişim, dönüşüm agonistik bir evrende yaşadığımızı gösterir: Var olmak, etki içinde, etki altında olmak demektir. Etkileşme demektir.

Varlığın her durumu kuvvetler içerir. Bu kuvvetler zaman zaman dengeye gelse de, dengeler bozulur, yeni dengeler, dengesizlikler, zıtlıklar, çatışmalar, oluşumlar çıkar ortaya.

Gerek beden olarak gerekse ruhsal ve düşünsel yapısıyla, insan, varlığında bu kuvvetleri duyar, farkeder, onların etkisiyle davranır, eylemde bulunur. Bu kuvvetlerin teorisini yapar, onları anlamaya çabalar. İnsanın tensel, cansal, ussal (akli) kuwetler altında, belirlenimler içinde olduğunu düşünüyorum. Teninden gelen "biyo-enerji", tensel gücü, canından, yani, duygularından, arzularından, algılarından yükselen cansal gücüyle birleşir, onu düşünen, yorumlayan, eleştiren, isyan eden, kuramlar ortaya kovan ussal devingenliğiyle, insan yapar.

İşte var olabilmek, belirli uzay-zaman birlikteliğinde ortaya çıkabilmek, belirlenmişliği bu belirlenme kuvvet altında olmayı gerektirdiği için, şiddetin kaynağının ontolojik bir öğesi olduğunu söyleyebiliriz. Kimi kuramlarda dile getirildiği gibi. şiddet, doyurulmayı bekleyen bir "güdü", bir "itki" ile sınırlandırılamaz; şiddetin kaynağı, evreni var kılan kuvvetlerden gelir, bu
kuvvetlerin yaşantısı ile ilgilidir, algılanması, yorumu ile. Bu açıdan şiddetin kaynağında epistemik bir öğe de söz konusudur.

İnsan olarak bireysel varlığımıza, baktığımızda, bedenimizi var eden kuvvetlerin şiddet olarak algılanması, bu kuvvetlerin devingen yapısıyla ilgilidir. Örneğin, bir ağrı yaşantısında, bu kuvvetleri bedenimizde bir şiddet olarak duyarız. Öfke, cansal bir şiddettir. Sürekli tutarlılık arayışı, ussallaştırma (rationalisation)uğraşları, "paranoyak" eğilimler, mantıkçıları, bilim adamlarını, düşünürleri uykularından eden düşünce bütünlükleri kurma çabaları, aklın şiddet olarak yaşanmasına örnek verilebilir.

İnsanlar arası ilişkilerde, genellikle şiddet olarak anlaşılan saldırganlık, tensel, cansal, ussal kuvvetlerin dengelenemeyişi, düzenlenemeyişi, dönüştürülemeyişi sonucu ortaya çıkan bir özelliktir; Bir arada yaşama, içimizdeki kuvvetlerin düzenlenmesini gerektirir. Kültürümüzdeki edep kavramı böylesi bir düzenlemeyi ve dönüşümü içerir.

Toplumlar arasındaki savaşlar-ki, hiç bitecek gibi görünmüyor- üzerimizdeki kuwetlerin şiddete dönüştüğü toplumsal devingenliğin bir özelliğidir. Yığın psikolojisi, böylesi şiddeti içinde hep taşımıştır.

Yönetme, yönetilme, insanlar ya da insan toplulukları arasındaki her türlü etkileşim, iletişim, üleşim, şiddet öğesini potansiyel olarak, kuvvet halinde gizil bir güç biçiminde içinde bulundurur. Şiddetten kaçmanın yolu yoktur, şiddetsiz yaşayamayız. Üstelik, şiddet, çoğu kez farkına varamadağımız biçimlerde, farkına varmalarımızın kendisindedir.

Algılama ve bilme etkinliklerimizin, değer biçmelerimizin tam içinde şiddet vardır! Birlikte yaşadığım insanları, bilirken, bilgi konusu, algı konusu yaparken, onları sınıflar, kategorilere sokar, tipleştirir, Levinas'ın deyimiyle thematikleştiririm. Onların farklılığını göremez, kendi algı kalıplarım içinde hapseder, yargılarım: "Sen busun" dediğimde, "sen busun ve başka birşey olamazsın" yargısını ileri sürdüğümde, onların üstüne şiddet uygulamış olurum.

Öyleyse, birlikte yaşamak zorunda olduğum insanlarla sormak araştırmak, yanıt aramak durumunda kaldığım soru şudur: Şiddet varlığın kendisinde içkin olarak var ise ondan kurtuluş olanağı yoksa, şiddetle nasıl yaşayacağım? İçimdeki (tenimde, canımda ve aklımdaki) ve dışımdaki toplumda, ahlak alanında, sanat alanında, doğada ve kültürdeki şiddetle nasıl başedeecğim? Bu sorunun yanıtı için önce şiddet yaşantısının özelliklerine kısaca bakmak gerekiyor.

ŞİDDET YAŞANTISI

Herkesin bir şiddet eşiği var; Bir eylem, bir davranış, bedenindeki bir değişiklik bana şiddet olarak görünürken, bir diğerine öyle gelmeyebilir: Şiddet duyarlılığı, benim tensel yapımla ilgili olabildiği gibi. cansal ya da ussal özelliklerimle de bağıntılı olabilir. Şiddet yaşantısında kendimi engellenmiş (ket vurma!), bağımlı, tutsak, sıkıştırılmış, baskı altında hissederim. İçimde bu baskılara karşı isyan oluşabilir. Mazlum olarak duyarım kendimi. Saldırılmış, huzursuz, özgürlüğü, hareket alanı kısıtlanmış birikimdir, artık, İşkence altindayimdır. Şiddet duygusunu yaşayan birine "senin üzerinde bir şiddet yok" diyebilir-misiniz? Şiddet yaşantısında bir yanılgî olabilir mi? Şiddet yaşantısı acı veren bir yaşantıdır. Bu yaşantıdan çıkış yolu olarak, yaşantıyı doğuran kuvvetlerin farkına sarmak gerekir. Bu kuvvetlerin dikkatli bir çözümlemesi çıkış yolu için gereklidir. Var olanın içinde bulunan şiddet öğelerinden tümüyle kurtuluş yoktur. Onları ancak dönüştürebiliriz. Şiddeti terbiye etme. bu enerjiyi yararlı kılma olanağı vardır. "Şiddet" Türkçemizde olumlu anlamlar da içerir: Bir kuvvetin şiddeti onun ölçüsüdür, örneğin "akım şiddeti". Bu açıdan baktığımızda "şiddet", gereklidir. İçimizdeki, üzerimizdeki enerjinin şiddetine gereksinimimiz vardır: uyuşuk, yılgın insanlar, topluluklar olmak istemiyorsak.

ŞİDDETLE YASAMAK

Türkçemizde şiddetle yaşamak, "şiddetle birlikte" yaşamak anlamına geldiği gibi, "duya duya", "canlı" ve "yoğun" yaşamak olarak da yorumlanabilir. Şiddetin bu; en azından ikili anlamı, şiddetle nasıl başedeceğimizin ilk işaretlerini vermektedir.

Şiddeti tavında döğmek gerek: Tam zamanında, şiddetin enerjisini kullanabilmek, onu yaratıcı atılımlara açabilmek gerek Şiddeti döğmek gerek: Kızgın bir demiri dövmek: gibi. Şiddeti, şiddetle kırdırmak çabası yaşanır bir dünyaya giden yolu döşeme çabasıdır. Üzerimdeki şiddete karsı aykırı şiddeti oluşturabilme. Tenimizde, canımızda, aklımızda, bilgimizde, ilişkilerimizde, iletişimimizde duyduğumuz şiddete yönelteceğimiz olumlu anlamdaki aykıri şiddetle, şiddeti (olumsuz -anlamıyla) düzenlemele, dengelemek, dizginlemek, tartışılabilir yanlarıyla evcilleştirebilmek, ehlileştirebilmek olanağına sahibiz.

Sahip olmalıyız. ("Evcilleştirme" deyiminin rahatsız edici özelliği şuradan geliyor: İçimizdeki gücü karşı güçle dengelediğimizde, güçsüzleşebiliriz. Bundan ötürü, şiddetin gücünün korunarak, dönüştürülmesi atılacak adımlardan biridir.) Sorun, şiddetin aşılabilmesindedir şiddeti aşmak, şiddet enerjisini, dönüştürecek gücü bulabilmekten geçer. Tenimiz ve canımız için Freud'un, önerdiği mekanik modelin öğretici ve yararlı yanları olmakla birlikte, yetersizliğini de vurgulamak gerek.

Şiddeti tavında dövmek, bedenimiz, canımız, aklımızla birey olarak nasıl yaşayabileceğimizi bilmekle ilgilidir. Beden-can-akıl bütünlüğünü görebilmeliyiz. Bu bütünlüğü yorumlayıp, kendimiz ve ilişkiye geçtiğimiz insanlar hakkında şiddeti dönüştürücü düşünsel çerçeveyi oluşturmak zorundayız. Bunu şiddetin akıp gideceği, akarken dönüştürülebileceği olukları oluşturmakla gerçekleştirebiliriz. Bu oluklar, Türkçemizde, "keçiyolu, patika" anlamlarına gelen, çığırlardır. Çığır açılmalıdır. Örneğin aklın üstündeki şiddet, yine aklın kendi iç işleyişiyle açılan çığırlardan "akarak" dönüştürülecektir. Bu bir anlamıyla aklın aşılmasıdır: Akıl-yoğun bakış biçimim gerçeği kapatacak biçimde aklileştirme (ussallaştırma); aklın açacağı çığırlarla, alternatif düşünme biçimleriyle, mizah duygusuyla, eleştiri ile, beden-can-akıl bütünlüğünü gözeterek, birlikte yaşadığımız insanlara duyduğumuz sorumluluğu Öne çıkararak yenilebilir.

Ussallaştırma, buna bağlı olarak meşrulaştırma uğraşı içinde şiddeti şiddetlendirecek, haklı kılacak özellikler taşır. Böylesi şiddete kapı açan ussal işleyişe dikkat etmek gerek. Bedenimiz ve canımızdan kavnaklanan arzuları şiddetin başıboşluğuna bırakmaya katkıda bulunacak akıl kullanımından kaçınmak gerek.

Tenin, canın, aklın, bu bütünlüğün şiddeti dönüştürecek işleyişi, onların beslenmesi, diri tutaknasıyla sağlanabilir. Ten, doyurulmak; can, sevilmek, güvende olmak, onanmak: akıl öğrenmek, bitmek, değerlendirmek, düşünmek, kavramlaştırmak, kuramlar oluşturmak ister. Doğrusu, bu yapay ayrımların ötesinde, bir bütünlüğün birlikte istekleri söz konusudur: İnsan, kendini gerçekleştirmek ister İşte bu çabanın başanlamayrşı şiddetin ortaya çıkmasına vardım edebilir.

İnsan kendini, başkalarıyla birlikte, onlarla birarada yaşayarak gerçekleştirir Kendini ve başkalarını yaşamayı başaramayan insan, oluşacak boşluğu, üzerindeki düzenleyemedigi kuvvetlerin şiddete dönüşmesiyle doldurmaya çalışır. İşte sorun, bu boşlukları şiddetin doldurmasına izin vermemekte yatıyor.

Şiddetle yaşamayı öğrenecek insan, belki bir gün bu sorunu çözecektir?

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP