Marx Felsefesinin Temel Kavramları ve Tarihsel - Diyalektik Materyalizm - 2
|
Marx, diyalektik anlayışında, Engels’in yaptığı gibi, doğada olup biten bütün süreçleri açıklama girişiminde bulunmamaktadır. Engels’te diyalektik, aynı zamanda, doğa bilim için bir düşünme biçimi ve onu açıklayan bir yöntemdir. Marx’ın diyalektik anlayışını anlamak için temel kavramı olan yabancılaşmaya ve yabancılaşma ile olan ilgisinde değerlendirdiği üretim ilişkilerine, özel mülkiyete ve iş bölümüne bakmak gerekir.
Marx, ekonomik ilişkilerle ilgilenmiştir. Bu ilişkileri çağında ‘‘kapitalist üretim tarzı’’nın en gelişmiş olduğu ülke olan İngiltere’de yaşanan olgulara bakarak yapmıştır. Ekonomik ilişkilerin toplumsal değişmeyi nasıl belirlediği ile ilgili olarak iş bölümünün ortaya çıkardığı birbirlerinden farklı toplumsal yapıları belirlemiştir.
Marx’ın diyalektik anlayışı, bir ‘‘toplumsal değişme’’ görüşüdür. Marx’ta diyalektik, Engels’ten farklı olarak çözümlemelerinde kullandığı bir görüş değil, çözümlemeleri sonunda ortaya koyduğu bir görüştür. Bu görüş, toplumsal değişmeleri açıklamak için değil, bu değişmeleri açıklayan bir görüştür. (Kuçuradi, 1997:128)
3. Yabancılaşma
Marx, yabancılaşma kavramını, Hegel’den, Hegel’de bu kavramı, Rousseau’nun ‘‘Toplum Sözleşmesi’’n den almıştır. Marx öncesi filozoflardan Feuerbach’ta da bu kavram vardır. Marx, bu kavramı, Hegel ve Feuerbach’tan farklı bir şekilde kullanır. Ona göre, üç farklı yabancılaşma vardır: ‘‘Ekonomik’’, ‘‘politik’’ ve ‘‘dinsel yabancılaşma’’. Marx, bunlardan, ekonomik yabancılaşma üzerinde geniş olarak durur.
Ekonomik yabancılaşmayı açıklamadan önce, dinî ve politik yabancılaşma üzerine birkaç cümle söylemek yerinde olur. Ona göre, din, yabancılaşan bir dünyanın ‘‘manevî aroması’’dır. Ezilen insan için, din, insanın ‘‘içli ezgisini’’, ‘‘kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını’’ oluşturur. Bu yüzden de din, Marx’a göre, ‘‘halkın afyonu’’dur. ‘‘Din’’, der Marx, ‘‘insan kendi çevresinde dönmediği sürece insanın çevresinde dönen aldatıcı bir güneşten başka bir şey oluşturmuyor’’ (Marx, 1997:192-193) Din, halkı ‘‘aldatıcı’’ mutluluk olarak varoluyorsa, onu ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek, anlamına gelmektedir. Tarihin görevi, bu dünyanın gerçeğini ortaya koymaktır. Politik yabancılaşmayı, Marx’ın devlet eleştirisi ile olan ilgisinde görmek mümkündür. Ona göre devlet, yabancılaşmayı sağlayan bir kurumdur.
3.1. Yabancılaşmış Emek
Marx’ın yabancılaşma kuramını açıklamadan önce, ‘‘kullanım değeri’’ kavramını açıklamak gerekir. Ona göre, ‘‘her faydalı şey, iki yönden incelenebilir:niceliğine ve miktarına göre.’’ (1974 :80)
Marx’ta yabancılaşmış emek kavramı, bir şeyin kullanım-değeri ile olan ilgisinde açıklanır. Kullanım değeri, bir şeyin fizik özellikleri ile oluşur. Bir şeyin fizik özellikleri, insanın emek harcamasına bağlı olarak oluşmaz. Kullanım değeri, Marx’ın belirlediği diğer bir değer olan değişim değerinin ‘‘somut taşıyıcısı’’dır. Marx, değişim değerini, bir örnekle şöyle açıklamaktadır:
‘‘Belli bir mal söz gelişi bir quarter buğday, x kadar kundura boyası veya y kadar ipek ya da z kadar altın vb. ile, kısaca diğer mallarla düşünülebilecek en çeşitli oranlarda değiştiriliyor olsun. Bu durumda buğdayın bir değil bir çok değişim değerleri var demektir. (...) Bir quarter buğday=a ton demir olsun.Bu eşitliğin anlamı nedir? Bunun anlamı, iki değişik şeyde, 1 quarter ortak buğday ile a ton demirde, bir ve aynı büyüklükte ortak bir şey olduğudur.’’ (1974:81-82)
Marx, buradan hareketle, malların bir özelliğinin ortaya çıktığını bunun da ‘‘emek ürünü’’ olduğu sonucuna gitmektedir. Bir şeyin değerinin büyüklüğünün ölçüsü, kullanıma yararlı şeyde varolan ‘‘değer yaratıcı öz’’ün yani emeğin miktarı olmaktadır. İnsanın harcadığı emek ise, harcanma süresi ile hesaplanır ve bu sürenin ölçüsü de, saat, gün, vb. gibi belli zaman birimleridir. Marx’ın ‘‘iş bölümü’’ kavramı da burada ortaya çıkmaktadır.
‘‘İş bölümü, mal üretiminin varolma şartıdır; buna karşılık bunun tersi doğru değildir; yani toplumsal iş bölümünün varolma şartı, mal üretimi değildir ve olmamıştır.’’ (1974:89) Bu nokta, bizi, ‘‘yabancılaşmış emek’’ kavramına götürmektedir.
Marx’ın yabancılaşma kavramı, onun insan görüşünden ayrı değerlendirilemez. Bu görüş, Marx’ın insanın etkinliğe ve ürününe olan yabancılaşmayı içermektedir. Marx, tüm toplumun iki sınıfa, ‘‘mülk sahipleri’’ sınıfı ile mülk sahibi olmayan ‘‘işçiler’’ sınıfına bölündüğünü düşünmektedir. Ona göre, işçinin ne kadar çok üretimi artarsa, o kadar yoksul duruma gelecektir. Ne kadar çok meta üretirse, o kadar da ucuz ‘‘meta’’ olacaktır. Bu ifadelerde Marx, bir olgunun dile getirildiğini düşünmektedir.
‘‘Emeğin ürettiği nesne, onun ürünü, yabancı bir varlık olarak, üreticiden bağımsız bir erk olarak, ona karşı koyar.’’ (1993:140) Marx, bunun emeğin ‘‘nesneleşmesi’’ anlamına geldiğini söylemektedir. Nesnenin sahiplenilmesi kendini yabancılaşma olarak gösterir çünkü işçi ne kadar çok nesne üretirse o kadar az sahiplenir ve kendi ürünü olan sermayenin egemenliği altına o kadar çok girer. İşçi ‘‘kendi emek ürünü’’ karşısında ‘‘yabancı’’ bir nesne karşısındaki aynı ilişkiye girer. ‘‘İşçi kendi emeği içinde kendini ne kadar dışlaştırırsa, kendi karşısında yarattığı yabancı, nesnel dünya o kadar erkli bir duruma gelir; kendi kendini ne kadar yoksullaştırır ve iç dünyası ne kadar yoksul bir duruma gelirse, kendine özgü o kadar az şeye sahip olur.’’ (1993:141) İşçinin kendi ürünü içinde yabancılaşmasını Marx, sadece emeğin bir nesne, dışsal bir varoluş durumuna geldiği anlamında anlamaz, bu aynı zamanda emeğin işçinin dışında ondan bağımsız ona yabancı ve özerk bir erk durumuna geldiği anlamına da geldiğini düşünür.
İktisat yasalarına göre, işçi ürettikçe, az tüketecek nesnesi olur. Ne kadar çok değer yaratırsa, kendisi o kadar değerden düşer ve saygınlığı azalır. Emek, zenginler için ‘‘harikalar’’, ‘‘saraylar’’, ‘‘güzellik’’ ama işçi için ‘‘yoksunluk’’, ‘‘inler’’, ‘‘solup sararma’’ üretir. (1993:142)
İşçinin yabancılaşması, yalnızca kendi emek ürünü ile olan ilişkisi kadar değildir. İşçinin üretim ile olan ilişkisi de söz konusudur. Çünkü yabancılaşma, sonuç içinde değil, ‘‘üretim eylemi içinde’’, ‘‘üretici etkinliğin içinde’’ de görünmektedir. Marx, ‘‘Emek nesnesinin yabancılaşması, emeğin etkinliğinin kendi içinde yabancılaşmanın, yoksullaşmanın özetinden başka bir şey değildir’’ der.(1993:143) Bu belirlenim, Marx’ı ‘‘emeğin yabancılaşmasının neye dayandığını’’ sorduracaktır. Yanıtını yine Marx’ın ifadelerinden alalım: ‘‘İlkin emeğin işçinin dışında olması, yani onun özüne ilişkin olmaması demek ki işçinin kendini olumlamayıp yadsıması, mutlu değil mutsuz duyması özgür bir fizik ve entelektüel etkinlik göstermeyip bedenine ve tenine eziyet etmesi olgusuna.’’ (1993:143) İşçi çalışırken kendini kendi dışında duyar. Çalışmanın dışında kendi kendisinin yanında olma duygusuna sahiptir. Öyleyse işçinin çalışması istemli değil ama istemsizdir, ‘‘zorlama çalışmadır’’ Marx, ‘‘dışsal emeğin’’, yani insanın içinde kendine yabancılaştığı emeğin, bir ‘‘onur kırılması çalışması’’ olduğu düşüncesindedir. Çünkü emeğin dışsal niteliği, işçinin kendi öz malı değil, bir başkasının malıdır. (1993:144)
Emek ürünü insana yabancı ise, insanın karşısına yabancı bir erk olarak çıkıyorsa bu ürün kime ilişkindir? Diye sorar Marx. Cevap: ‘‘benden başka bir varlığa.’’ ‘‘Yabancı varlık, insanın kendisinden başkası olamaz.’’ ‘‘Eğer emek ürünü işçiye ilişkin değilse, eğer bu ürün işçi karşısında yabancı bir erk ise, bu ancak o ürün işçi dışında bir başka insana ilişkin olduğu için olanaklıdır. Eğer işçinin etkinliği onun için bir işkence ise, bir başkasının zevki ve bir başkası için yaşama sevinci olmalıdır. İnsan üzerindeki bu yabancı erk, ne tanrılar olabilir, ne de doğa; ancak insanın kendisidir bu.’’ (1993:149) Yabancılaşmış emek ile, işçi kendisinin dışında bulunan bir insanın ilişkisini kurmaktadır. Bu ilişki, kapitalistin, ‘‘emeğin efendisinin ilişkisi’’dir.
3.2. İnsanın Etkinliğine ve Ürüne Yabancılaşması
Marx’a göre insan, türsel bir varlıktır. Onun bu özelliği, ‘‘pratik ve kuramsal’’ bir düzeyde, kendi öz türünü olduğu gibi başka şeylerin türünü de kendi nesnesi durumuna getirir. Türsel hayat, insanın hayvan için olduğu gibi, fizik bakımdan da doğada yaşaması olgusuna dayanır. Bitkiler, hayvanlar, taşlar, hava, ışık vb. nesneler insan bilincinin bir bölümünü oluşturur. Bunlar aynı zamanda insanın entelektüel doğasını da oluşturmaktadırlar. İnsan, doğa aracılığı ile yaşayan bir varlıktır. Marx’a göre, doğa, insanın ölmemek için kendisi ile sürekli bir süreç sürdürmesi gereken ‘‘bedenidir.’’ ‘‘İnsanın fizik ve entelektüel yaşamının doğaya sıkı sıkıya bağlı olduğunu söylemek’’ der Marx, ‘‘doğanın kendi kendine sıkı sıkıya bağlı olduğunu söylemekten başka hiçbir anlama gelmez, çünkü insan doğanın bir parçasıdır.’’ (Marx, 1993: 144-145)
Marx, emeğin yabancılaşmasının insanın hem doğaya hem de kendine ve türe de yabancılaştırdığı düşüncesindedir. Ona göre, önce türsel yaşam ile bireysel yaşam yabancılaşır sonra soyutlamaya indirgenmiş bulunan bireysel yaşam yine soyut ve yabancılaşmış bir biçim altında bulunan türsel yaşamın ereği durumuna getirir. Çünkü Marx’a göre, ‘‘emek, yaşamsal etkinlik, üretken yaşam, bunlar insana ancak bir gereksinimin, fizik varlığı koruma gereksinmesinin bir karşılama aracı olarak görünürler. Ama üretken yaşam, türsel yaşamdır. Yaşamı doğuran yaşam. Yaşamsal etkinlik biçimi, bir türün tüm özlüğünü, türsel özlüğünü kapsar ve özgür, bilinçli etkinlik, insanın türsel özlüğüdür. Yaşamın kendisi bile ancak geçim aracı olarak görünür.’’ (1993:146) Emeğin yabancılaşmasını açılamak için Marx, insanı hayvandan ayırır. Hayvan, yaşamsal etkinliği ile özdeşleşir ve kendisini ondan ayırmaz. Hayvan bu etkinliktir. Oysa insan kendi yaşamsal etkinliğini nesne haline getirir. İnsanın etkinliği bundan ötürü özgür bir etkinliktir. Oysa yabancılaşmış emek, bu ilişkiyi tersine çevirmektedir.
Marx, insanı açıklarken onun üretim yapan bir varlık olduğunu dile getirir. Hayvan sadece kendisi ve yavrusu için gereksinme duyduğu şeyleri üretmesine karşın, insan evrensel bir şekilde, kendi gereksinmelerinden bağımsız olarak da üretmektedir.
Marx, bu konuda şunları söylüyor: ‘‘Hayvan sadece kendi kendini üretir, oysa insan tüm doğayı yeniden üretir; hayvanın ürünü doğrudan doğruya kendi fizik bedeninin bir parçasıdır, oysa insan kendi ürünü ile özgürce karşı karşıya gelir. Hayvan sadece kendi türünün ölçü ve gereksinmelerine göre yapar, oysa insan her türün ölçüsüne göre üretir ve nesneye her yerde kendi iç doğasını uygulamasını bilir; demek ki insan güzellik yasalarına göre de üretir.’’ (1993:147)
Marx, insanın üretim yapmasının onun etkin türsel yaşamı olduğu düşüncesindedir. Üretim aracılığı ile doğa insanın yapıtı ve gerçekliğidir. ‘‘Çalışmanın (emeğin) amacı’’ der Marx, ‘‘insanın türsel yaşamının nesneleşmesidir.’’ (1993:147) Ona göre, insan, ‘‘bilinçte olduğu gibi, kendini sadece entelektüel bir biçimde değil ama etkin bir biçimde gerçek bir biçimde ikiler ve böylece kendini yaratmış olduğu bir dünyada seyreder.
Demek ki yabancılaşmış emek insandan kendi üretim nesnesini çekip alırken, ondan türsel yaşamını, onun gerçek türsel nesnelliğini de koparıp alır ve insanın hayvan karşısında sahip bulunduğu üstünlüğü, örgensel olmayan bedeninin, doğanın elinden alınması elverişsizliğine dönüştürür.’’ (1993:147)
Yabancılaşmış emek hangi sonuçlara yol açmaktadır? Dolaysız sonucu, insanın insana yabancılaşmasıdır. İnsan kendisin karşısında bir ‘‘ötekidir’’. Yabancılaşmış emek ilişkisinde her insan ötekini kendi kendisi ile işçi olarak içinde bulunduğu ilişkinin ölçü ve niteliğine göre değerlendirmektedir. Bu, Marx’ta, iktisadî bir olgudur.
Marx, yabancılaşmanın ortadan kaldırılması için özel mülkiyetin ortadan kaldırılması gerektiğini düşünmektedir. Bu noktadan sonra Marx, ‘‘özel mülkiyet’’ çözümlemesine başlar. Çünkü, özel mülkiyet, yabancılaşmış emek kavramımın çözümlenmesinden çıkmaktadır. Ama önce özel mülkiyetin nasıl ortaya çıktığına değinelim.
4. Özel Mülkiyet ve İş Bölümü
Marx, yabancılaşmış emek çözümlemesini sadece işçi açısından kurmuştu. Bundan sonraki çözümlemeleri ‘‘işçi olmayan’’ açısından yapacaktır. Yabancılaşmış emek aracılığı ile işçi, bu emek ile ona yabancı ve onun dışında bulunan bir insan ilişkisini kuracaktır. Bu ilişki, ‘‘işçi’’ ile ‘‘kapitalist’’ ya da ‘‘emeğin efendisi’’ ilişkisidir. Özel mülkiyet, yabancılaşmış emeğin işçinin doğa ve kendi kendisi ile dışsal ilişkisinin ürünü olarak açığa çıkmaktadır.
Marx ve Engels, ‘‘Alman İdeolojisi’’ adlı yapıtlarında, mülkiyet ve iş bölümü ilişkilerini ele alırlar. Onlara göre, iş bölümünün gelişmesinin çeşitli aşamaları farklı mülkiyet biçimlerini temsil etmektedir. İş bölümü de üretici güçlerle, üretici güçlerde üretimin maddi koşullarıyla, maddi koşullarda bireylerin ne olduklarıyla ilişkilidir. Çalışmamızın bu bölümünde bu zincirin ilk halkası olan gerçek bireylere değinelim.
Marx, ekonomik ilişkilerle ilgilenmiştir. Bu ilişkileri çağında ‘‘kapitalist üretim tarzı’’nın en gelişmiş olduğu ülke olan İngiltere’de yaşanan olgulara bakarak yapmıştır. Ekonomik ilişkilerin toplumsal değişmeyi nasıl belirlediği ile ilgili olarak iş bölümünün ortaya çıkardığı birbirlerinden farklı toplumsal yapıları belirlemiştir.
Marx’ın diyalektik anlayışı, bir ‘‘toplumsal değişme’’ görüşüdür. Marx’ta diyalektik, Engels’ten farklı olarak çözümlemelerinde kullandığı bir görüş değil, çözümlemeleri sonunda ortaya koyduğu bir görüştür. Bu görüş, toplumsal değişmeleri açıklamak için değil, bu değişmeleri açıklayan bir görüştür. (Kuçuradi, 1997:128)
3. Yabancılaşma
Marx, yabancılaşma kavramını, Hegel’den, Hegel’de bu kavramı, Rousseau’nun ‘‘Toplum Sözleşmesi’’n den almıştır. Marx öncesi filozoflardan Feuerbach’ta da bu kavram vardır. Marx, bu kavramı, Hegel ve Feuerbach’tan farklı bir şekilde kullanır. Ona göre, üç farklı yabancılaşma vardır: ‘‘Ekonomik’’, ‘‘politik’’ ve ‘‘dinsel yabancılaşma’’. Marx, bunlardan, ekonomik yabancılaşma üzerinde geniş olarak durur.
Ekonomik yabancılaşmayı açıklamadan önce, dinî ve politik yabancılaşma üzerine birkaç cümle söylemek yerinde olur. Ona göre, din, yabancılaşan bir dünyanın ‘‘manevî aroması’’dır. Ezilen insan için, din, insanın ‘‘içli ezgisini’’, ‘‘kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını’’ oluşturur. Bu yüzden de din, Marx’a göre, ‘‘halkın afyonu’’dur. ‘‘Din’’, der Marx, ‘‘insan kendi çevresinde dönmediği sürece insanın çevresinde dönen aldatıcı bir güneşten başka bir şey oluşturmuyor’’ (Marx, 1997:192-193) Din, halkı ‘‘aldatıcı’’ mutluluk olarak varoluyorsa, onu ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek, anlamına gelmektedir. Tarihin görevi, bu dünyanın gerçeğini ortaya koymaktır. Politik yabancılaşmayı, Marx’ın devlet eleştirisi ile olan ilgisinde görmek mümkündür. Ona göre devlet, yabancılaşmayı sağlayan bir kurumdur.
3.1. Yabancılaşmış Emek
Marx’ın yabancılaşma kuramını açıklamadan önce, ‘‘kullanım değeri’’ kavramını açıklamak gerekir. Ona göre, ‘‘her faydalı şey, iki yönden incelenebilir:niceliğine ve miktarına göre.’’ (1974 :80)
Marx’ta yabancılaşmış emek kavramı, bir şeyin kullanım-değeri ile olan ilgisinde açıklanır. Kullanım değeri, bir şeyin fizik özellikleri ile oluşur. Bir şeyin fizik özellikleri, insanın emek harcamasına bağlı olarak oluşmaz. Kullanım değeri, Marx’ın belirlediği diğer bir değer olan değişim değerinin ‘‘somut taşıyıcısı’’dır. Marx, değişim değerini, bir örnekle şöyle açıklamaktadır:
‘‘Belli bir mal söz gelişi bir quarter buğday, x kadar kundura boyası veya y kadar ipek ya da z kadar altın vb. ile, kısaca diğer mallarla düşünülebilecek en çeşitli oranlarda değiştiriliyor olsun. Bu durumda buğdayın bir değil bir çok değişim değerleri var demektir. (...) Bir quarter buğday=a ton demir olsun.Bu eşitliğin anlamı nedir? Bunun anlamı, iki değişik şeyde, 1 quarter ortak buğday ile a ton demirde, bir ve aynı büyüklükte ortak bir şey olduğudur.’’ (1974:81-82)
Marx, buradan hareketle, malların bir özelliğinin ortaya çıktığını bunun da ‘‘emek ürünü’’ olduğu sonucuna gitmektedir. Bir şeyin değerinin büyüklüğünün ölçüsü, kullanıma yararlı şeyde varolan ‘‘değer yaratıcı öz’’ün yani emeğin miktarı olmaktadır. İnsanın harcadığı emek ise, harcanma süresi ile hesaplanır ve bu sürenin ölçüsü de, saat, gün, vb. gibi belli zaman birimleridir. Marx’ın ‘‘iş bölümü’’ kavramı da burada ortaya çıkmaktadır.
‘‘İş bölümü, mal üretiminin varolma şartıdır; buna karşılık bunun tersi doğru değildir; yani toplumsal iş bölümünün varolma şartı, mal üretimi değildir ve olmamıştır.’’ (1974:89) Bu nokta, bizi, ‘‘yabancılaşmış emek’’ kavramına götürmektedir.
Marx’ın yabancılaşma kavramı, onun insan görüşünden ayrı değerlendirilemez. Bu görüş, Marx’ın insanın etkinliğe ve ürününe olan yabancılaşmayı içermektedir. Marx, tüm toplumun iki sınıfa, ‘‘mülk sahipleri’’ sınıfı ile mülk sahibi olmayan ‘‘işçiler’’ sınıfına bölündüğünü düşünmektedir. Ona göre, işçinin ne kadar çok üretimi artarsa, o kadar yoksul duruma gelecektir. Ne kadar çok meta üretirse, o kadar da ucuz ‘‘meta’’ olacaktır. Bu ifadelerde Marx, bir olgunun dile getirildiğini düşünmektedir.
‘‘Emeğin ürettiği nesne, onun ürünü, yabancı bir varlık olarak, üreticiden bağımsız bir erk olarak, ona karşı koyar.’’ (1993:140) Marx, bunun emeğin ‘‘nesneleşmesi’’ anlamına geldiğini söylemektedir. Nesnenin sahiplenilmesi kendini yabancılaşma olarak gösterir çünkü işçi ne kadar çok nesne üretirse o kadar az sahiplenir ve kendi ürünü olan sermayenin egemenliği altına o kadar çok girer. İşçi ‘‘kendi emek ürünü’’ karşısında ‘‘yabancı’’ bir nesne karşısındaki aynı ilişkiye girer. ‘‘İşçi kendi emeği içinde kendini ne kadar dışlaştırırsa, kendi karşısında yarattığı yabancı, nesnel dünya o kadar erkli bir duruma gelir; kendi kendini ne kadar yoksullaştırır ve iç dünyası ne kadar yoksul bir duruma gelirse, kendine özgü o kadar az şeye sahip olur.’’ (1993:141) İşçinin kendi ürünü içinde yabancılaşmasını Marx, sadece emeğin bir nesne, dışsal bir varoluş durumuna geldiği anlamında anlamaz, bu aynı zamanda emeğin işçinin dışında ondan bağımsız ona yabancı ve özerk bir erk durumuna geldiği anlamına da geldiğini düşünür.
İktisat yasalarına göre, işçi ürettikçe, az tüketecek nesnesi olur. Ne kadar çok değer yaratırsa, kendisi o kadar değerden düşer ve saygınlığı azalır. Emek, zenginler için ‘‘harikalar’’, ‘‘saraylar’’, ‘‘güzellik’’ ama işçi için ‘‘yoksunluk’’, ‘‘inler’’, ‘‘solup sararma’’ üretir. (1993:142)
İşçinin yabancılaşması, yalnızca kendi emek ürünü ile olan ilişkisi kadar değildir. İşçinin üretim ile olan ilişkisi de söz konusudur. Çünkü yabancılaşma, sonuç içinde değil, ‘‘üretim eylemi içinde’’, ‘‘üretici etkinliğin içinde’’ de görünmektedir. Marx, ‘‘Emek nesnesinin yabancılaşması, emeğin etkinliğinin kendi içinde yabancılaşmanın, yoksullaşmanın özetinden başka bir şey değildir’’ der.(1993:143) Bu belirlenim, Marx’ı ‘‘emeğin yabancılaşmasının neye dayandığını’’ sorduracaktır. Yanıtını yine Marx’ın ifadelerinden alalım: ‘‘İlkin emeğin işçinin dışında olması, yani onun özüne ilişkin olmaması demek ki işçinin kendini olumlamayıp yadsıması, mutlu değil mutsuz duyması özgür bir fizik ve entelektüel etkinlik göstermeyip bedenine ve tenine eziyet etmesi olgusuna.’’ (1993:143) İşçi çalışırken kendini kendi dışında duyar. Çalışmanın dışında kendi kendisinin yanında olma duygusuna sahiptir. Öyleyse işçinin çalışması istemli değil ama istemsizdir, ‘‘zorlama çalışmadır’’ Marx, ‘‘dışsal emeğin’’, yani insanın içinde kendine yabancılaştığı emeğin, bir ‘‘onur kırılması çalışması’’ olduğu düşüncesindedir. Çünkü emeğin dışsal niteliği, işçinin kendi öz malı değil, bir başkasının malıdır. (1993:144)
Emek ürünü insana yabancı ise, insanın karşısına yabancı bir erk olarak çıkıyorsa bu ürün kime ilişkindir? Diye sorar Marx. Cevap: ‘‘benden başka bir varlığa.’’ ‘‘Yabancı varlık, insanın kendisinden başkası olamaz.’’ ‘‘Eğer emek ürünü işçiye ilişkin değilse, eğer bu ürün işçi karşısında yabancı bir erk ise, bu ancak o ürün işçi dışında bir başka insana ilişkin olduğu için olanaklıdır. Eğer işçinin etkinliği onun için bir işkence ise, bir başkasının zevki ve bir başkası için yaşama sevinci olmalıdır. İnsan üzerindeki bu yabancı erk, ne tanrılar olabilir, ne de doğa; ancak insanın kendisidir bu.’’ (1993:149) Yabancılaşmış emek ile, işçi kendisinin dışında bulunan bir insanın ilişkisini kurmaktadır. Bu ilişki, kapitalistin, ‘‘emeğin efendisinin ilişkisi’’dir.
3.2. İnsanın Etkinliğine ve Ürüne Yabancılaşması
Marx’a göre insan, türsel bir varlıktır. Onun bu özelliği, ‘‘pratik ve kuramsal’’ bir düzeyde, kendi öz türünü olduğu gibi başka şeylerin türünü de kendi nesnesi durumuna getirir. Türsel hayat, insanın hayvan için olduğu gibi, fizik bakımdan da doğada yaşaması olgusuna dayanır. Bitkiler, hayvanlar, taşlar, hava, ışık vb. nesneler insan bilincinin bir bölümünü oluşturur. Bunlar aynı zamanda insanın entelektüel doğasını da oluşturmaktadırlar. İnsan, doğa aracılığı ile yaşayan bir varlıktır. Marx’a göre, doğa, insanın ölmemek için kendisi ile sürekli bir süreç sürdürmesi gereken ‘‘bedenidir.’’ ‘‘İnsanın fizik ve entelektüel yaşamının doğaya sıkı sıkıya bağlı olduğunu söylemek’’ der Marx, ‘‘doğanın kendi kendine sıkı sıkıya bağlı olduğunu söylemekten başka hiçbir anlama gelmez, çünkü insan doğanın bir parçasıdır.’’ (Marx, 1993: 144-145)
Marx, emeğin yabancılaşmasının insanın hem doğaya hem de kendine ve türe de yabancılaştırdığı düşüncesindedir. Ona göre, önce türsel yaşam ile bireysel yaşam yabancılaşır sonra soyutlamaya indirgenmiş bulunan bireysel yaşam yine soyut ve yabancılaşmış bir biçim altında bulunan türsel yaşamın ereği durumuna getirir. Çünkü Marx’a göre, ‘‘emek, yaşamsal etkinlik, üretken yaşam, bunlar insana ancak bir gereksinimin, fizik varlığı koruma gereksinmesinin bir karşılama aracı olarak görünürler. Ama üretken yaşam, türsel yaşamdır. Yaşamı doğuran yaşam. Yaşamsal etkinlik biçimi, bir türün tüm özlüğünü, türsel özlüğünü kapsar ve özgür, bilinçli etkinlik, insanın türsel özlüğüdür. Yaşamın kendisi bile ancak geçim aracı olarak görünür.’’ (1993:146) Emeğin yabancılaşmasını açılamak için Marx, insanı hayvandan ayırır. Hayvan, yaşamsal etkinliği ile özdeşleşir ve kendisini ondan ayırmaz. Hayvan bu etkinliktir. Oysa insan kendi yaşamsal etkinliğini nesne haline getirir. İnsanın etkinliği bundan ötürü özgür bir etkinliktir. Oysa yabancılaşmış emek, bu ilişkiyi tersine çevirmektedir.
Marx, insanı açıklarken onun üretim yapan bir varlık olduğunu dile getirir. Hayvan sadece kendisi ve yavrusu için gereksinme duyduğu şeyleri üretmesine karşın, insan evrensel bir şekilde, kendi gereksinmelerinden bağımsız olarak da üretmektedir.
Marx, bu konuda şunları söylüyor: ‘‘Hayvan sadece kendi kendini üretir, oysa insan tüm doğayı yeniden üretir; hayvanın ürünü doğrudan doğruya kendi fizik bedeninin bir parçasıdır, oysa insan kendi ürünü ile özgürce karşı karşıya gelir. Hayvan sadece kendi türünün ölçü ve gereksinmelerine göre yapar, oysa insan her türün ölçüsüne göre üretir ve nesneye her yerde kendi iç doğasını uygulamasını bilir; demek ki insan güzellik yasalarına göre de üretir.’’ (1993:147)
Marx, insanın üretim yapmasının onun etkin türsel yaşamı olduğu düşüncesindedir. Üretim aracılığı ile doğa insanın yapıtı ve gerçekliğidir. ‘‘Çalışmanın (emeğin) amacı’’ der Marx, ‘‘insanın türsel yaşamının nesneleşmesidir.’’ (1993:147) Ona göre, insan, ‘‘bilinçte olduğu gibi, kendini sadece entelektüel bir biçimde değil ama etkin bir biçimde gerçek bir biçimde ikiler ve böylece kendini yaratmış olduğu bir dünyada seyreder.
Demek ki yabancılaşmış emek insandan kendi üretim nesnesini çekip alırken, ondan türsel yaşamını, onun gerçek türsel nesnelliğini de koparıp alır ve insanın hayvan karşısında sahip bulunduğu üstünlüğü, örgensel olmayan bedeninin, doğanın elinden alınması elverişsizliğine dönüştürür.’’ (1993:147)
Yabancılaşmış emek hangi sonuçlara yol açmaktadır? Dolaysız sonucu, insanın insana yabancılaşmasıdır. İnsan kendisin karşısında bir ‘‘ötekidir’’. Yabancılaşmış emek ilişkisinde her insan ötekini kendi kendisi ile işçi olarak içinde bulunduğu ilişkinin ölçü ve niteliğine göre değerlendirmektedir. Bu, Marx’ta, iktisadî bir olgudur.
Marx, yabancılaşmanın ortadan kaldırılması için özel mülkiyetin ortadan kaldırılması gerektiğini düşünmektedir. Bu noktadan sonra Marx, ‘‘özel mülkiyet’’ çözümlemesine başlar. Çünkü, özel mülkiyet, yabancılaşmış emek kavramımın çözümlenmesinden çıkmaktadır. Ama önce özel mülkiyetin nasıl ortaya çıktığına değinelim.
4. Özel Mülkiyet ve İş Bölümü
Marx, yabancılaşmış emek çözümlemesini sadece işçi açısından kurmuştu. Bundan sonraki çözümlemeleri ‘‘işçi olmayan’’ açısından yapacaktır. Yabancılaşmış emek aracılığı ile işçi, bu emek ile ona yabancı ve onun dışında bulunan bir insan ilişkisini kuracaktır. Bu ilişki, ‘‘işçi’’ ile ‘‘kapitalist’’ ya da ‘‘emeğin efendisi’’ ilişkisidir. Özel mülkiyet, yabancılaşmış emeğin işçinin doğa ve kendi kendisi ile dışsal ilişkisinin ürünü olarak açığa çıkmaktadır.
Marx ve Engels, ‘‘Alman İdeolojisi’’ adlı yapıtlarında, mülkiyet ve iş bölümü ilişkilerini ele alırlar. Onlara göre, iş bölümünün gelişmesinin çeşitli aşamaları farklı mülkiyet biçimlerini temsil etmektedir. İş bölümü de üretici güçlerle, üretici güçlerde üretimin maddi koşullarıyla, maddi koşullarda bireylerin ne olduklarıyla ilişkilidir. Çalışmamızın bu bölümünde bu zincirin ilk halkası olan gerçek bireylere değinelim.