Modern Bilim ve Kapitalizmin Erken Bir Eleştirisi: J. J. Rousseau’nun Felsefesi - 2
|
Modern bilimin nesnel olduğu; öznenin nesne karşısında nötr olduğu; özne ile nesne arasında kesin bir mesafenin varolduğu ve öznenin nesnesine her türlü göreneksel, dinsel, ahlaksal, siyasal, ideolojik kabullerden arınmış olarak çıkabildiği yolundaki varsayımlar da kapitalizmle ilişkisi bakımından değerlendirilebilir. Kapitalizmin kuramsal temeli olan klasik (liberal) iktisat kuramında, doğal düzenin ahlaki niteliklerden sıyrılmış olduğu ve yasalarının adalet, akıl veya insan refahıyla ilgisi bulunmadığı inancı vardır (Sabine, 1997: 95). Klasik liberalizmin ekonomi dışı etkenlerden sıyrılarak piyasaya çıkan girişimcisi ile modern bilimin bilim dışı olduğu düşünülen etkenlerden yalıtılmış bir biçimde bilimsel faaliyette bulunan bilim adamı arasında benzerlikler kurulabilir. Modern bilim ile kapitalizm arasında belirli bir bağıntı kurulabilmesinin bir nedeni de, her ikisinin de ortaya çıktığı epistemolojik düzlemden soyutlanarak evrensel, tarih dışı ve soyut bir biçimde yorumlanmasıdır. Böylesine gerçekliği altüst edici bir yorum biçimi ile ideolojinin ‘yanlış bilinç’ anlamları arasında elverişli bir bağlantı kurulabilir (Mardin, 1991 ve 1992). Zira, her iki yaklaşımın ortaya çıktığı bir ekonomik, kültürel, sosyal bir çevre vardır ve bu çevreyi bir ‘toplum haritası’ biçiminde kaplayan ve yön veren ideolojik taban olmalıdır.
Modern bilimin yükseldiği dönemin Aydınlanma çağı olması, bilim ile ideoloji arasındaki geçişlilikleri kavrayabilmek bakımından önemli ipuçları sağlayabilir. Aydınlanma döneminin karakteristik özellikleri (klasik) liberal ideoloji tarafından biçimlendirilmiştir. Bu özellikleri şöyle özetleyebiliriz: İlerlemeci ve iyimser bir tarih felsefesi, faydacı teorinin sonucu olarak beliren ekonomik liberalizm (Çiğdem, 1997). Bu özelliklerin her ikisinin meşrulaştırıcı düzlemi ise, akıl ve bilim tarafından kurulmaktadır.
İyimser tarih felsefesine göre, insan aklındaki ve bilimdeki ‘ilerleme’ler insanlığı yetkin bir geleceğe doğru sürüklemektedir. Yine bu görüşün gerekçelerinden biri olarak, doğadaki mekanik işleyiş gibi ekonominin de kendiliğinden düzeni vardır. Bu kendiliğinden düzenin, doğanın yasaları gibi yasaları ve kendiliğinden işleyişi bulunmaktadır ve bu düzenin özneleri Descartes’ın varlığının bilincine -toplumsallığı ve tarihselliğiyle değil de- bireyselliğiyle ulaşan tarihten ve toplumdan soyutlanmış ; Newton’un atom-lardan oluşan maddesinde olduğu gibi atomik bir yapı arzeden toplumda yaşayan ve mekanikliğin bir gereği olarak kendi iyisini gerçekleştirince toplumun iyisini de gerçekleştirdiği düşünülen varlıklardır (Çakır, 1990).
Aslında, modern bilim ve kapitalizme farklı yerlerden yöneltilen eleştirilerin bir noktada uzlaşması da, bu ikilinin ortak bir dünyanın (modernite) parçaları olduğu yolundaki tezi kuvvetlendirmesi bakımından anlamlıdır. Örneğin, modern bilime yöneltilen Hermenötik eleştiri (Özlem, 1992; Rainbow, 1995; Birand, 1999) ile kapitalizme yöneltilen Marksist eleştirilerinin dayandığı noktalardan biri, tarih ve tarihsellik kavramlardır. Hermenötiğin modern bilimi eleştirisinde esas vurgu, özgüllük ve tekilliğe dayanan evrensellik ve tümellik eleştirisi, tarihselliğe dayanan tarih dışılık eleştirisi ve toplumsallığa dayanan soyut birey eleştirisidir. Marksist eleştiri de klasik iktisadın evrensel olduğu yolundaki anlayışa, tarihsellik aracılığıyla yaptığı eleştiri bakımından Hermenötik ile bir yerde buluşmaktadır. Sonuçta, modern bilimin epistemolojisi ile kapitalizmi eleştiren iki yaklaşım, ortak bir düzlem bulabilmektedir.
2. Modernizm Eleştirisine Giriş: Rousseau’nun Felsefesi
Rousseau, genellikle Fransız Devrimi’ne etkileriyle tanınan bir siyaset filozofu olarak bilinir (Thompson, 1997); ancak, tüm nitelemelerden önce, yükselen bir dünya görüşünün ilk eleştirmeni olarak ele alınmalıdır. Bu dünya görüşünün en önemli iki bileşeni, yukarıda anlatılmaya çalışıldığı gibi, modern bilim ve kapitalizm tarafından oluşturulmuştur. Modern bilimin otomatik bir şekilde, Tanrı’nın müdahalesi olmaksızın işleyen evreni, kapitalistlerin kendilerine epey uygun bulacakları bir evren modeli ortaya koyacak ve aşağı yukarı 18.yy.da belirmeye başlayan ekonomik liberalizm, kapitalistlerin artık devlete gerek duymadıkları bir durumda, devletin müdahalesi olmaksızın -evrensel iktisat yasaları ile- görünmez el ile kendiliğinden düzene ulaşan bir piyasa ve evren tasarımını açıkça dile getirecektir. Daha başka bir deyişle, modern bilimin sekülerleşmiş (din dışı) evreni, klasik liberalizmin anarşik evreni ile uyumlu bir hale gelerek ortak bir evren oluşturacaktır: Modernite.
Rousseau’nun yaşadığı dönem, modernitenin doruğu olarak anılan Aydınlanma dönemidir. Feodal ve aristokratik kurumlarla yüzyıllar boyu mücadele veren burjuvazi, ekonomik gücünü- ve İngiltere’de 1688’de siyasal gücünü- perçinlemiştir. Bu ekonomik gücü, siyasal güç ile tamamlamadan önce felsefi bir zemin arayışına da girmiştir.
Felsefi zeminde yer alan iki önemli kavram, akıl ve bilimdir. Bunlar tarih felsefesinde ilerlemeci bir yaklaşım ile uyum içindedir. İlerleme fikri, modern bilim ile klasik liberalizm arasında kurulan bağlantıların bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Zira, klasik liberalizmin en önemli ilkesi olan negatif özgürlük ilkesine dayanan birey yaklaşımı, ilerlemenin modern bilimdeki gelişmeler sonucu elde edileceğine de inanan bir evrende, ilerlemenin diğer bir koşulu olarak görülebilmektedir. Bir başka deyişle, ‘ilerlemenin itici gücü’nü oluşturan unsurlardan biri, modern bilim olurken diğeri de klasik iktisadın ‘engellenmemiş bireyi’ olmaktadır.
Bu bireysel özgürlük anlayışının ilerleme fikri ile bağlantısı, klasik iktisadın ve faydacılık akımının varsayımlarıyla birlikte düşünülmektedir. Klasik iktisadın insan ihtiyaçlarının sınırsız, bu ihtiyaçları karşılayacak kaynakların ise kıt olduğu varsayımı faydacılık akımı içinde yer alan ve doğal insan davranışının acıdan kaçınma, zevk ve mutluluk verecek şeylere yönelme olduğu düşüncesiyle birleştiğinde sınırsız ihtiyaçlar ile sınırlı kaynaklar arasındaki dengenin en iyi bir biçimde insanın özgür ve akılcı iradesiyle kurulacağı, yani insana karışılmadığı sürece mutluluğun sürekli artacağı varsayımı ortaya çıkmaktadır. Bu temel varsayım kabul edilince, her bireyin kendi özgür ve akılcı iradesiyle kendi bireysel mutluluğunu arttırması sonucu ‘en çok sayıda insanın mutluluğu’nu gerçekleştireceği de-insanların ihtiyaçları arasında doğal bir uyumun bulunduğu varsayımının yardımıyla- rahatlıkla benimsenmiş olur. Kısacası, bu anlayışın ağırlık noktası, ‘bireyin engellenmemiş eyleminin tüm ilerlemenin itici gücünü oluşturduğu inancı’dır (Köker, 1992: 135-137).
Aydınlanma’nın ve klasik liberalizmin özgürlük anlayışı sınıfsal bir temele dayanmakta ve ‘insan doğası’, ‘insanların evrensel hakları’ gibi kavramlar altında burjuvazi- nin toplumsal ve siyasal taleplerinin biçimlendirdiği bir ideoloji yatmaktadır (Köker, 1992: 140). Buna karşılık, -modernitenin doruğu olan Aydınlanma’nın sınıfsal niteliğine karşın- ifadesini Kant’ta bulan biçimi bir ikileme işaret eder.
2.1. Aydınlanmanın İkilemi
Aydınlanma’nın Kant’ta ifadesini bulan bir başka anlatımı da bulunmaktadır (West, 1998: 32- 45); farklılık, farklı birey ve özgürlük anlayışlarından kaynaklanır. Çağdaş ahlak felsefesinde bireycilik, kuramın bir iyilik ahlakına ya da bir yükümlülük ya da ödev ahlakına yönelmesine bağlı olarak iki değişik biçimde tanımlanmıştır. Birincisini, Bentham’ın ‘birey çıkarları gerçek olan tek çıkarlardır’ deyişi; ikincisini ise Kant’ın ahlakın temelini kişilere saygı, onları bir araç değil, amaç gibi görmek olduğu ilkesi temsil edebilir (Sabine, 1997: 142).
Kant’ın ‘ergin olmama durumundan kurtulma’ olarak tanımladığı Aydınlanma ve amaç birey yaklaşımına dayanan bireyciliği (Kant, 1984), bireylerin ‘kendi kendilerini gerçekleştirmesi’ ve bunun sonucu olarak da ‘kendi potansiyelini gerçekleştirecek araçlara sahip bulunması’ olarak yorumlandığında klasik liberalizmin negatif özgürlük anlayışına alternatif bir yaklaşımın getirildiği anlaşılır. Bu bağlamda, bireycilik, şöyle tanımlanır:
i)Bireysel faydanın en çoklaştırılması
ii)Bireyin kendi insani güçlerini tümüyle gerçekleştirmesi (Köker, 1997: 17).
Negatif özgürlüğe eklenen yeni yaklaşımın -bireyin kendi potansiyelini gerçekleştirmesi- bir adım ötesi, bireyin güçlerini tümüyle gerçekleştirebilmesi için gerekli araçlara sahip bulunmasının gerekliliğidir. Bu anlayış, kapitalist modernizmin rasyonelliği içinde önemli bir yer tutan birey-devlet karşıtlığına dayanan rasyonelliği değiştirerek ‘negatif özgürlük’e karşı ‘pozitif özgürlük’ü getirir (Berlin, 2002; Taylor, 2002). Bu dönüşüm, ‘liberalizmin bölünmesi’ne işaret eder. Bu bölünmeyi, 19. yy.ın ikinci yarısında liberalizmi Kantçı bir muhtevayla yeniden yorumlayan Oxford İdealistleri özenle işlemiştir. Fakat ‘yeni (new) liberalizm’in ortaya çıkması için, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” liberalizmine dayanan kapitalizmin, 1870’lerde kendini gerçekleştirecek araçlardan yoksun bulundukları için potansiyellerini gerçekleştiremeyen bireylerin tüketimde oluşturacakları eksiklik sonucu hasıl olan eksik tüketim bunalımı nedeniyle krize girdiği yılları beklemek gerekmiştir. Bir başka deyişle, Aydınlanma, klasik liberalizm ve modernizm sınıfsal temelini uzun yıllar sürdürmüştür.
2.2. Rousseau’nun Aykırılığı’nın Boyutları
Rousseau’nun modernizm eleştirmeni ve Aydınlanma döneminin ‘aykırı’ bir düşünürü olarak rahatlıkla değerlendirilebilmesine rağmen, bu eleştirinin sınıflandırılması sorunu da karşımıza çıkmaktadır. Rousseau’nun felsefesini devrimci bir siyaset felsefesi olarak değerlendirenler olduğu gibi, O’nu ilerlemeye karşı müzmin bir gericilik olarak nitelendiren bir siyasi düşünce literatürü de bulunmaktadır.
Modernizmin momentlerinden Aydınlanma’ya karşı çıkan çeşitli akımlar olmuştur. Bunlar bazıları, altınçağa dönüş özlemi içeren bir çeşit ütopya olarak nitelendirilebilir ve bu tip akımlar, genellikle ‘reaksiyonerlik’ başlığı altında toplanmaktadır (Beneton, 1995).
Bazı Aydınlanma eleştirmenleri ise, farklı bir sınıflandırmaya tabi tutulmalıdır. Onlar, Aydınlanma düşüncesinin temel ilkelerinden bazılarını reddetmiş olsalar dahi, Aydınlanma’nın batıl itikatlara, dogmalara ve keyfi otoriteye yönelik hücumunun değeri ve gücüne kıymet biçmekten de geri durmadılar. Daha önce varolmuş olan dünyaya geri dönmek istemiyorlardı; ama bir yandan da modernizasyonun azgın dalgalarındaki tek yanlılığı ve hatta tehlikeleri görmekteydiler. Onların eleştirileri, bu sosyal ve entelektüel hareketi tersine çevirmekten ya da engellemekten ziyade, onun yönünü değiştirmeye çalışmaktaydı (West, 1998: 45).
İşte, Rousseau’nun Aydınlanma’ya yönelttiği eleştiri de böyle bir sınıflandırma içinde değerlendirilmelidir. Rousseau’nun aykırılığının boyutları, ancak bu tür bir sınıflandırma içinde kavranabilir. Rousseau’nun ve ona derin bir hürmet duyan Kant’ın felsefesi bir anti-Aydınlanma olarak değil, ‘bölünen aydınlanma’ olarak nitelenebilir.
3. Rousseau’nun Felsefesi
Rousseau’nun ilk eseri olan Bilimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk’ta modern bilimin ve Aydınlanma’nın ilerleme düşüncesinin ve klasik liberalizmin temel varsayımlarına eleştirel bir bakış sunulmaktadır. Bu eserin ana düşüncesi, “ilimlerimiz ve sanatlarımız tekamüle doğru gittikçe ruhlarımız bozulmuştur” (Rousseau, 1997: 18) cümlesiyle özetlenebilir.
İlk eserinin Rousseau’nun da kabul ettiği eksiklikleri bulunmasına karşın, düşüncesinin tohumlarını oluşturması bakımından büyük önemi vardır. Bu nutuk, Dijon Akademisinin 1749’da ortaya koyduğu şu müsabaka sualine cevap olarak yazılmış ve birinciliği kazanmıştır: İlimlerin ve sanatların ihyası ahlakın düzelmesine yardım etmiş midir? Nutkun ehemmiyeti, Rousseau’nun muharrirlik hayatında bir hareket noktası oluşu ve eserlerindeki başlıca tezi hülasa edişidir. Rousseau, ölünceye kadar bu nutuktaki fikirlerine sadık kalmış ve bütün eserleri adeta aynı fikirlerin tevsi ve ispatı için yazılmıştır (Eyüboğlu, 1997).
Modern bilimin yükseldiği dönemin Aydınlanma çağı olması, bilim ile ideoloji arasındaki geçişlilikleri kavrayabilmek bakımından önemli ipuçları sağlayabilir. Aydınlanma döneminin karakteristik özellikleri (klasik) liberal ideoloji tarafından biçimlendirilmiştir. Bu özellikleri şöyle özetleyebiliriz: İlerlemeci ve iyimser bir tarih felsefesi, faydacı teorinin sonucu olarak beliren ekonomik liberalizm (Çiğdem, 1997). Bu özelliklerin her ikisinin meşrulaştırıcı düzlemi ise, akıl ve bilim tarafından kurulmaktadır.
İyimser tarih felsefesine göre, insan aklındaki ve bilimdeki ‘ilerleme’ler insanlığı yetkin bir geleceğe doğru sürüklemektedir. Yine bu görüşün gerekçelerinden biri olarak, doğadaki mekanik işleyiş gibi ekonominin de kendiliğinden düzeni vardır. Bu kendiliğinden düzenin, doğanın yasaları gibi yasaları ve kendiliğinden işleyişi bulunmaktadır ve bu düzenin özneleri Descartes’ın varlığının bilincine -toplumsallığı ve tarihselliğiyle değil de- bireyselliğiyle ulaşan tarihten ve toplumdan soyutlanmış ; Newton’un atom-lardan oluşan maddesinde olduğu gibi atomik bir yapı arzeden toplumda yaşayan ve mekanikliğin bir gereği olarak kendi iyisini gerçekleştirince toplumun iyisini de gerçekleştirdiği düşünülen varlıklardır (Çakır, 1990).
Aslında, modern bilim ve kapitalizme farklı yerlerden yöneltilen eleştirilerin bir noktada uzlaşması da, bu ikilinin ortak bir dünyanın (modernite) parçaları olduğu yolundaki tezi kuvvetlendirmesi bakımından anlamlıdır. Örneğin, modern bilime yöneltilen Hermenötik eleştiri (Özlem, 1992; Rainbow, 1995; Birand, 1999) ile kapitalizme yöneltilen Marksist eleştirilerinin dayandığı noktalardan biri, tarih ve tarihsellik kavramlardır. Hermenötiğin modern bilimi eleştirisinde esas vurgu, özgüllük ve tekilliğe dayanan evrensellik ve tümellik eleştirisi, tarihselliğe dayanan tarih dışılık eleştirisi ve toplumsallığa dayanan soyut birey eleştirisidir. Marksist eleştiri de klasik iktisadın evrensel olduğu yolundaki anlayışa, tarihsellik aracılığıyla yaptığı eleştiri bakımından Hermenötik ile bir yerde buluşmaktadır. Sonuçta, modern bilimin epistemolojisi ile kapitalizmi eleştiren iki yaklaşım, ortak bir düzlem bulabilmektedir.
2. Modernizm Eleştirisine Giriş: Rousseau’nun Felsefesi
Rousseau, genellikle Fransız Devrimi’ne etkileriyle tanınan bir siyaset filozofu olarak bilinir (Thompson, 1997); ancak, tüm nitelemelerden önce, yükselen bir dünya görüşünün ilk eleştirmeni olarak ele alınmalıdır. Bu dünya görüşünün en önemli iki bileşeni, yukarıda anlatılmaya çalışıldığı gibi, modern bilim ve kapitalizm tarafından oluşturulmuştur. Modern bilimin otomatik bir şekilde, Tanrı’nın müdahalesi olmaksızın işleyen evreni, kapitalistlerin kendilerine epey uygun bulacakları bir evren modeli ortaya koyacak ve aşağı yukarı 18.yy.da belirmeye başlayan ekonomik liberalizm, kapitalistlerin artık devlete gerek duymadıkları bir durumda, devletin müdahalesi olmaksızın -evrensel iktisat yasaları ile- görünmez el ile kendiliğinden düzene ulaşan bir piyasa ve evren tasarımını açıkça dile getirecektir. Daha başka bir deyişle, modern bilimin sekülerleşmiş (din dışı) evreni, klasik liberalizmin anarşik evreni ile uyumlu bir hale gelerek ortak bir evren oluşturacaktır: Modernite.
Rousseau’nun yaşadığı dönem, modernitenin doruğu olarak anılan Aydınlanma dönemidir. Feodal ve aristokratik kurumlarla yüzyıllar boyu mücadele veren burjuvazi, ekonomik gücünü- ve İngiltere’de 1688’de siyasal gücünü- perçinlemiştir. Bu ekonomik gücü, siyasal güç ile tamamlamadan önce felsefi bir zemin arayışına da girmiştir.
Felsefi zeminde yer alan iki önemli kavram, akıl ve bilimdir. Bunlar tarih felsefesinde ilerlemeci bir yaklaşım ile uyum içindedir. İlerleme fikri, modern bilim ile klasik liberalizm arasında kurulan bağlantıların bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Zira, klasik liberalizmin en önemli ilkesi olan negatif özgürlük ilkesine dayanan birey yaklaşımı, ilerlemenin modern bilimdeki gelişmeler sonucu elde edileceğine de inanan bir evrende, ilerlemenin diğer bir koşulu olarak görülebilmektedir. Bir başka deyişle, ‘ilerlemenin itici gücü’nü oluşturan unsurlardan biri, modern bilim olurken diğeri de klasik iktisadın ‘engellenmemiş bireyi’ olmaktadır.
Bu bireysel özgürlük anlayışının ilerleme fikri ile bağlantısı, klasik iktisadın ve faydacılık akımının varsayımlarıyla birlikte düşünülmektedir. Klasik iktisadın insan ihtiyaçlarının sınırsız, bu ihtiyaçları karşılayacak kaynakların ise kıt olduğu varsayımı faydacılık akımı içinde yer alan ve doğal insan davranışının acıdan kaçınma, zevk ve mutluluk verecek şeylere yönelme olduğu düşüncesiyle birleştiğinde sınırsız ihtiyaçlar ile sınırlı kaynaklar arasındaki dengenin en iyi bir biçimde insanın özgür ve akılcı iradesiyle kurulacağı, yani insana karışılmadığı sürece mutluluğun sürekli artacağı varsayımı ortaya çıkmaktadır. Bu temel varsayım kabul edilince, her bireyin kendi özgür ve akılcı iradesiyle kendi bireysel mutluluğunu arttırması sonucu ‘en çok sayıda insanın mutluluğu’nu gerçekleştireceği de-insanların ihtiyaçları arasında doğal bir uyumun bulunduğu varsayımının yardımıyla- rahatlıkla benimsenmiş olur. Kısacası, bu anlayışın ağırlık noktası, ‘bireyin engellenmemiş eyleminin tüm ilerlemenin itici gücünü oluşturduğu inancı’dır (Köker, 1992: 135-137).
Aydınlanma’nın ve klasik liberalizmin özgürlük anlayışı sınıfsal bir temele dayanmakta ve ‘insan doğası’, ‘insanların evrensel hakları’ gibi kavramlar altında burjuvazi- nin toplumsal ve siyasal taleplerinin biçimlendirdiği bir ideoloji yatmaktadır (Köker, 1992: 140). Buna karşılık, -modernitenin doruğu olan Aydınlanma’nın sınıfsal niteliğine karşın- ifadesini Kant’ta bulan biçimi bir ikileme işaret eder.
2.1. Aydınlanmanın İkilemi
Aydınlanma’nın Kant’ta ifadesini bulan bir başka anlatımı da bulunmaktadır (West, 1998: 32- 45); farklılık, farklı birey ve özgürlük anlayışlarından kaynaklanır. Çağdaş ahlak felsefesinde bireycilik, kuramın bir iyilik ahlakına ya da bir yükümlülük ya da ödev ahlakına yönelmesine bağlı olarak iki değişik biçimde tanımlanmıştır. Birincisini, Bentham’ın ‘birey çıkarları gerçek olan tek çıkarlardır’ deyişi; ikincisini ise Kant’ın ahlakın temelini kişilere saygı, onları bir araç değil, amaç gibi görmek olduğu ilkesi temsil edebilir (Sabine, 1997: 142).
Kant’ın ‘ergin olmama durumundan kurtulma’ olarak tanımladığı Aydınlanma ve amaç birey yaklaşımına dayanan bireyciliği (Kant, 1984), bireylerin ‘kendi kendilerini gerçekleştirmesi’ ve bunun sonucu olarak da ‘kendi potansiyelini gerçekleştirecek araçlara sahip bulunması’ olarak yorumlandığında klasik liberalizmin negatif özgürlük anlayışına alternatif bir yaklaşımın getirildiği anlaşılır. Bu bağlamda, bireycilik, şöyle tanımlanır:
i)Bireysel faydanın en çoklaştırılması
ii)Bireyin kendi insani güçlerini tümüyle gerçekleştirmesi (Köker, 1997: 17).
Negatif özgürlüğe eklenen yeni yaklaşımın -bireyin kendi potansiyelini gerçekleştirmesi- bir adım ötesi, bireyin güçlerini tümüyle gerçekleştirebilmesi için gerekli araçlara sahip bulunmasının gerekliliğidir. Bu anlayış, kapitalist modernizmin rasyonelliği içinde önemli bir yer tutan birey-devlet karşıtlığına dayanan rasyonelliği değiştirerek ‘negatif özgürlük’e karşı ‘pozitif özgürlük’ü getirir (Berlin, 2002; Taylor, 2002). Bu dönüşüm, ‘liberalizmin bölünmesi’ne işaret eder. Bu bölünmeyi, 19. yy.ın ikinci yarısında liberalizmi Kantçı bir muhtevayla yeniden yorumlayan Oxford İdealistleri özenle işlemiştir. Fakat ‘yeni (new) liberalizm’in ortaya çıkması için, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” liberalizmine dayanan kapitalizmin, 1870’lerde kendini gerçekleştirecek araçlardan yoksun bulundukları için potansiyellerini gerçekleştiremeyen bireylerin tüketimde oluşturacakları eksiklik sonucu hasıl olan eksik tüketim bunalımı nedeniyle krize girdiği yılları beklemek gerekmiştir. Bir başka deyişle, Aydınlanma, klasik liberalizm ve modernizm sınıfsal temelini uzun yıllar sürdürmüştür.
2.2. Rousseau’nun Aykırılığı’nın Boyutları
Rousseau’nun modernizm eleştirmeni ve Aydınlanma döneminin ‘aykırı’ bir düşünürü olarak rahatlıkla değerlendirilebilmesine rağmen, bu eleştirinin sınıflandırılması sorunu da karşımıza çıkmaktadır. Rousseau’nun felsefesini devrimci bir siyaset felsefesi olarak değerlendirenler olduğu gibi, O’nu ilerlemeye karşı müzmin bir gericilik olarak nitelendiren bir siyasi düşünce literatürü de bulunmaktadır.
Modernizmin momentlerinden Aydınlanma’ya karşı çıkan çeşitli akımlar olmuştur. Bunlar bazıları, altınçağa dönüş özlemi içeren bir çeşit ütopya olarak nitelendirilebilir ve bu tip akımlar, genellikle ‘reaksiyonerlik’ başlığı altında toplanmaktadır (Beneton, 1995).
Bazı Aydınlanma eleştirmenleri ise, farklı bir sınıflandırmaya tabi tutulmalıdır. Onlar, Aydınlanma düşüncesinin temel ilkelerinden bazılarını reddetmiş olsalar dahi, Aydınlanma’nın batıl itikatlara, dogmalara ve keyfi otoriteye yönelik hücumunun değeri ve gücüne kıymet biçmekten de geri durmadılar. Daha önce varolmuş olan dünyaya geri dönmek istemiyorlardı; ama bir yandan da modernizasyonun azgın dalgalarındaki tek yanlılığı ve hatta tehlikeleri görmekteydiler. Onların eleştirileri, bu sosyal ve entelektüel hareketi tersine çevirmekten ya da engellemekten ziyade, onun yönünü değiştirmeye çalışmaktaydı (West, 1998: 45).
İşte, Rousseau’nun Aydınlanma’ya yönelttiği eleştiri de böyle bir sınıflandırma içinde değerlendirilmelidir. Rousseau’nun aykırılığının boyutları, ancak bu tür bir sınıflandırma içinde kavranabilir. Rousseau’nun ve ona derin bir hürmet duyan Kant’ın felsefesi bir anti-Aydınlanma olarak değil, ‘bölünen aydınlanma’ olarak nitelenebilir.
3. Rousseau’nun Felsefesi
Rousseau’nun ilk eseri olan Bilimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk’ta modern bilimin ve Aydınlanma’nın ilerleme düşüncesinin ve klasik liberalizmin temel varsayımlarına eleştirel bir bakış sunulmaktadır. Bu eserin ana düşüncesi, “ilimlerimiz ve sanatlarımız tekamüle doğru gittikçe ruhlarımız bozulmuştur” (Rousseau, 1997: 18) cümlesiyle özetlenebilir.
İlk eserinin Rousseau’nun da kabul ettiği eksiklikleri bulunmasına karşın, düşüncesinin tohumlarını oluşturması bakımından büyük önemi vardır. Bu nutuk, Dijon Akademisinin 1749’da ortaya koyduğu şu müsabaka sualine cevap olarak yazılmış ve birinciliği kazanmıştır: İlimlerin ve sanatların ihyası ahlakın düzelmesine yardım etmiş midir? Nutkun ehemmiyeti, Rousseau’nun muharrirlik hayatında bir hareket noktası oluşu ve eserlerindeki başlıca tezi hülasa edişidir. Rousseau, ölünceye kadar bu nutuktaki fikirlerine sadık kalmış ve bütün eserleri adeta aynı fikirlerin tevsi ve ispatı için yazılmıştır (Eyüboğlu, 1997).