Modern Bilim ve Kapitalizmin Erken Bir Eleştirisi: J. J. Rousseau’nun Felsefesi - 1

Fırat Mollaer

Özet

Bu çalışmada, Rousseau’nun felsefesi modern bilim ve kapitalizme yönelik eleştirisi bağlamında ele alınmıştır. Modern bilim ve kapitalizm, modernizmin aslî bileşenleri olarak, paylaştıkları evren tasarımıyla modern dünyanın biçimlenmesinde önemli etkiye sahiptir. Rousseau, bu dünyaya ilk etkili eleştiriyi yönelten filozoflardandır. O, genellikle anlaşıldığı üzere, sadece devrimlere ilham vermiş, ‘genel irade’ kuramının sahibi bir siyaset filozofu değil, etkisi 16. yüzyıldan itibaren perçinlenen bir dünya görüşünün analizini yapmış bir filozoftur. Modern bilim ve kapitalizm ilişkileri, modernizm içinde kapitalizmin yeri, bu çalışmanın anahtar konularıdır.

Giriş

Bilimin toplum üzerindeki etkileri çok eski tarihlere dayandığı için, bilim ve iktidar arasındaki ilişkiler ‘sürüp giden felsefe’ niteliği taşır. Bununla birlikte, bu etkinin açıkça ortaya çıktığı dönem ‘modern zamanlar’dır. Modern bilim ve onun toplum üzerindeki etkileri böyle bir araştırma açısından daha uygun bir alandır (Mayor-Forti, 1999; Russell, 1976; Russell, 1982).

Bilimin toplum üzerindeki etkileri çeşitli yollardan tezahür edebilir. Bilim, siyasal iktidarı doğrudan veya dolaylı olarak etkileme, siyasal iktidarın meşruiyet kaynağı olma, toplumsal gücünü pekiştirme gibi yollarla etki edebilir. Bunun gibi, bilim, belli bir ekonomik sistemle uyum sağlama yoluyla da toplumsal alan üzerinde tesir yaratabilir.

Bilimin bir ekonomik sistem ile uyumunun bir örneği metodolojik içeriklidir. Örneğin, tümdengelimden tümevarıma geçiş (Organon’dan Novum Organum’a geçiş olarak da anlaşılabilir), bilimsel yöntem değişikliği olmasının yanında felsefi, epistemolojik ve paradigmatik bir dönüşümdür. “Bütün insanlar ölümlüdür”den “Ahmet de ölümlüdür”e giden çıkarım zinciri, tümel olanın doğruluğu a priori(önsel) olarak kabul edildiğinden, deney ve gözlemi gerektirmez. ‘Doğanın kitabının heyecanla okunması’(Descartes, 1997) söz konusu değildir ve böylesi bir paradigmal çerçevede doğanın teknoloji yoğun dönüştürülmesi söz konusu olmadığından üretim araçlarındaki farklılaşma da nispeten düşüktür. Bu, doğanın dönüştürülmesinin görece kısıtlı olduğu bir ekonomik sistemdir.

Bilimin toplum üzerindeki etkilerini bir ekonomik sistemle uzlaşması yoluyla meydana getirmesine dair, modern bilim ile kapitalist ekonomik sistem arasındaki ilişkilerin incelenmesi uygun veriler sağlayabilir. Bu bağlamda, modern bilim ve kapitalizmin eşzamanlılığından, taşıyıcı toplumsal güçlerinin ortaklığından ve kuramsal birlikteliklerinden bahsedilmelidir.

Modern bilimin temelleri, Batı uygarlığının kabuk değiştirdiği bir dönemde atılmıştır. Avrupa’da özellikle 16.yy.dan itibaren başlayan iki önemli gelişme vardır: Modern bilim hareketi ve yükselen kapitalizm. Bir yanda, Newton, Descartes, Galileo gibi bilim hareketinin öncüleri; diğer yanda da feodal engellerden ve kilisenin baskılarından kurtuldukça gelişen ekonomik girişimciler. Bu iki önemli gelişmenin birlikte yol alabilmesinin tarihsel ve sınıfsal temelleri bulunmaktadır. Her ikisi de feodal-aristokratik kurumlardan ve kiliseden özerkleştikçe, ortaçağın kurumlarını toplumdan ve evrenden izole ettikçe genişlemektedir. Bu engeller aşıldıkça yeni bir evren de kendini göstermektedir: Modernite.

Modern bilim ve kapitalizm, tarihsel uzlaşmalarının yanında, aynı evren modelinin üretilmesine katkıda bulunmak ve yeni evrenin havasını solumak anlamında da bir mutabakata varmaktadır. Bu ikilinin modernitenin sacayakları olarak anılmalarını mümkün kılan ortak bir evren anlayışları bulunmaktadır. Bu evrenin hangi uzlaşımlar aracılığıyla belirlendiğinin ortaya konulması modernite evrenini ve onun rasyonelliğini anlayabilmek açısından stratejiktir. Bilim hareketinin öncüleri (örneğin, Descartes) ile yeni dünyanın diğer öncüleri olan ekonomik girişimcilerin (örneğin, Fuggerler) ortak bir düzlemde nasıl buluşabildiğinin anlaşılması, aynı zamanda modern dünyanın temellerinden birine de ışık tutacaktır.

Bu çalışmanın konusunu teşkil eden Rousseau’nun modern bilim eleştirisi, sözü edilen sorunsalın etrafında; modern bilimin kapitalizmle buluştuğu düzlemde, yani modernizm (ideolojisi) çerçevesinde ele alınmıştır. Modernizmin rasyonelliğine eleştiriler sunan Rousseau’nun felsefesi, modern bilimin üzerine kurulduğu temeller ile kapitalizmle meydana getirdiği tarihsel ve kuramsal uzlaşmalar anlaşıldığında kavranabilir.

Bu çalışmanın anahtar kelimeleri, ‘bilimin toplum üzerindeki etkileri’, ‘modernizm’ ve ‘Rousseau’nun modernizm eleştirisi’; amacı, modernizmin ve modernizme yöneltilen eleştirilerden birinin kavranmasıdır. Bu kavrayışın modern bilim ve kapitalizmin - modernizmin- evrensellik, soyutluk, tarih-dışılık gibi tezlerinin bir eleştirisi yönünde olması da çalışmanın varsayımlarındandır. Febvre’nin deyişi (1995: 134) konuya ışık tutabilir: “Bilimler tarihi ve teknikler tarihi incelendiğinde, bunların toplumun ekonomik, sosyal, endüstriyel, siyasal, dinsel evrimiyle sıkı bağlantı içinde oldukları farkedilmektedir. Demek ki, bu iki unsuru -bilim ve teknik-, keyfi şekilde soyutlamaktan kaçınalım ve bilimin bir toplumun karakteristikleriyle olan ilişkilerini inceleyelim”.

1. Modern Bilim ve Kapitalizm

Modern bilim anlayışının temel çizgisi, Bacon, Descartes, Newton, Galileo gibi bilim adamları ve filozoflar tarafından belirlenmiş; felsefi çizgisi ise empirizm, duyumculuk, rasyonalizm ve pozitivizm gibi akımlar aracılığıyla oluşturulmuştur. Ve bugün bizzat bilim çevrelerince klasik bilim anlayışı (modern bilim) olarak adlandırılan bu anlayışta şu yönler içerilmektedir:

1. Gerçeklik tüm heterojen görünümüne rağmen homojendir; o bir kosmos’tur; onun akla uygun bir yapısı vardır; bilimin görevi, gerçekliğin bu akılsal yapısını gözlem/deney yoluyla ve evrensel doğa yasalarını bularak ortaya koymaktır.

2. Gerçeklik hiyerarşiktir; onun aşağıdan yukarıya doğru yükselen düzenli bir yapısı vardır.

3. Gerçeklik mekaniktir; doğada her şey bir makine düzeni içinde işler.

4. Gelecek ve gidişat bellidir; çünkü doğaya hakim olan yasalar gelecekte de geçerli olacağından, olacak olanı şimdiden tespit etmek mümkündür ve bu husus, bilimin öndeyilerde bulunma (prediction) ve önceden bilme (prognosis) imkanına sahip olması anlamına gelir.

5. Bilim nesneldir; özne olarak gözlemci, nesne karşısında nötrdür ve nesneden kesinlikle ayrı durur; özne ile nesne arasında kesin bir mesafe vardır ve özne nesnesine her türlü göreneksel, dinsel, ahlaksal, siyasal, ideolojik kabullerden arınmış olarak çıkabilir.

6. Bilimin elde ettiği sonuçlar evrensel ve zorunludur; çünkü tam bir nesnellikle, deneysel ve matematiksel bir yoldan elde edilmiştir (Özlem, 1999: 142).

Kapitalizmin ortaya çıktığı zaman dilimi hakkında çeşitli görüşler bulunmasına karşın yükselişinin 16.yy.da ve ortaçağın başlarından beri süregelen dönüşümler sonucu meydana geldiği söylenebilir (Febvre, 1995; Holton, 1999). Kapitalizm, feodalizmin toprağa dayalı, sınırlı pazar anlayışına karşılık meta değişimine dayalı bir pazar anlayışı getirebilir. Ticari kapitalizm ve merkantilizm döneminde feodal engellerin aşılması yolunda monarşik ulus devlet ile kurulan bir mutabakat göze çarpar. Bu dönemde sağlanan sermaye birikiminin sonucu olarak, merkantilizmin bir adım ötesinde, ekonomik liberalizm yer alır. ‘Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler’ şiarı klasik liberalizmi özetler (Köker, 1992; Sabine, 1997; Şaylan, 1994; Birikim, 1997; Toplum ve Bilim, 1984). Burada önemli olan klasik liberalizmin modern bilimin tasarımıyla karşılaştırılmasıdır. Klasik liberalizmde ‘görünmez el’in aracılığıyla ‘kendiliğinden düzen’e ulaşan bir piyasa tahayyül edilir. Bunun anlamı, mekanik işleyen bir evrende piyasaya yapılacak her türlü müdahalenin dengeyi bozacağı varsayımıdır.

Modern bilim ile kapitalizmin kesiştiği ilk nokta tarihseldir. İnsanlık, bu ikilinin yükselişini aynı tarih kesitinde izlemişti. Sonra, bu koşutluk, taşıyıcı toplumsal güçlerin ortaklığında da bulunabilir. Gerçekten, her ikisinin ortaya çıkmasında Avrupa toplumlarının belirleyici toplumsal değişme dinamiği olan sınıflar arası mücadelenin önemli bir rolü bulunmaktadır. Ortaçağın kentlerinde gelişen ve ortaçağın sonlarına doğru feodal sisteme karşı devrimci bir güç olarak belirginleşen burjuva sınıfı, feodal-aristokratik kurumlara karşı mücadelesinde feodal sistemin durağanlığını kırmak için -daha sonra geliştirilip bir ekonomi kuramı haline getirilecek olan- serbest ticaret ilkesini ve kiliseye karşı da modern bilim anlayışının temel argümanlarını ortaya koymaktaydı. Kapitalizm ve modern bilim, ilk olarak, bir toplumsal sınıfın diğer toplumsal sınıflarla mücadelesinde kullandığı araçlardı. Bundan başka, her ikisi de birbiriyle uzlaşarak bir bütünlük oluşturmuştu. Modern bilim, ortaçağın sonlarında etkisini sürdüren bir toplumsal sınıf olan kilisenin etkisinin kırılması, kapitalizm de burjuvanın karşısındaki diğer toplumsal sınıfın ideolojisi olan feodalizmin ortadan kaldırılması için birbiriyle uzlaşmıştı. Kapitalizm, feodalizmin toprağa dayalı, sınırlı bir pazara sahip, durağan ve meta değişimine elverişli olmayan yapısını dönüştürmenin bir aracı ise modern bilim de kilisenin dogmalarının yıkılmasının bir aracı idi (Huberman, 1991).

Bu tarihsel uzlaşmanın kuramsal temelleri de bulunmaktaydı. Yukarıda sıralanan, modern bilim anlayışında içerilen yönlerden birincisi, yani; gerçekliğin homojen bir nitelik taşıdığı ve (kaos değil de) kosmos olarak ifade edilmesi ve en önemlisi ‘evrensel doğa yasaları’nın bulunduğu fikri klasik liberalizmin temel argümanlarıyla uzlaşır. Klasik (liberal) iktisadın en önemli tezi, evrende doğal ve kendiliğinden işleyen bir düzen ve uyum olduğu ya da piyasanın görünmez bir el tarafından düzenlenerek kendiliğinden dengeye geldiğidir. Bunun, kapitalizm ve modern bilim arasındaki uzlaşmayı kurmasındaki başat vurgu, mekanik bir evren ve dolayısıyla mekanik (kendiliğinden) işleyen piyasa tasarımıdır. Bunun sonuçlarından biri de şu olabilir: Birincisi, evrenin ve yaşadığımız tüm olayların anlaşılmasında kilisenin etkisinin kırılması; ikincisi, dünyanın her yerinde geçerli olan evrensel -doğa yasaları gibi- iktisat yasalarının işlediği, görünmez bir el tarafından yönetilen piyasaya her türlü -denge bozucu- müdahalenin önlenmesi için feodalizmin(pazar bakımından kısıtlayıcı ve standart olmayan vergilendirme nedeniyle müdahaleci olan) etkisinin kırılması.

Modern bilimin temellerini atan bilim adamı-düşünürler, kiliseye karşı gelişen bilim hareketinin öncüleridir. Bilimsel devrimin merkezinde yatan kavram, mekanik tabiat kavramıdır. Bu kavram, tabiatın belli yasalara göre işleyen bir mekanizma veya makine olduğu imgesine dayanıyordu. Buna göre, tabiat bütünüyle maddeden ibaretti ve maddenin zaman ve mekandaki hareketleri güç yasalarınca belirlenmekteydi. Bu hareketler ve yasalar bilindikçe, tabiatı da bilmek mümkündü. Bilimsel devrimin diğer bir ürünü de gözlem ve deneye dayalı bir bilimsel metodun geliştirilmesiydi. Evreni bilinemez, gizli ve kapalı bir bütün olarak görülmekten kurtaran Newton’un evrensel çekim yasası, sadece maddenin hareketini açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda yeni bir evren tasarımı da sunuyordu (Çiğdem, 1997: 61).

Mekanik evren tasarımının kurulmasında en önemli safhalardan biri Newton’dur. Mekanik evren, aynı zamanda, bilimsel nedensellik ve kesinliğin işlediği kosmostur. Doğa yasaları, gereklilik ve evrensellik özellikleriyle matematiksel yasaların yapısını taşır. Bu bakımdan, fizik dünya için söz konusu olan bu belirleyicilik, Newton fiziğinin en genel sonucudur. Bu düşüncenin temel kurgusu, fizik dünyayı ‘otomatik işleyen bir saat modeli’ üzerine oturtmaktır (Reichenbach, 1994: 75-77; Downs, 1996).

Newton’dan başka, modernite evreninin üretilmesindeki katkısı azımsanamayacak diğer düşünür-bilim adamı, Descartes’dır. Newton’un otomatik saat gibi işleyen evren tasarımında Tanrı’nın müdahalesi, evrene ilk hareketi vermekle sınırlıdır. Bundan sonra, evrenin saat gibi işleyen mekanikliği, değişmez doğa yasaları tarafından sağlanır; evren kendiliğinden düzene ulaşmıştır; artık evrene herhangi bir müdahale söz konusu değildir. Descartes’ın Yöntem Üzerine Söylem adlı eserinde kurduğu evren tasarımı da Newton’unki ile benzerlikler gösterir. Modern bilimi ve yöntemini kurma çabasında olan Descartes’ın bunu başarabilmek için yaptığı ilk iş, ‘kilisenin Tanrısı’nın alışkanlıklarından biri olan ‘aldatıcılık’ ve ‘sınırlandırılmamışlık’ özelliklerini ortadan kaldıracak yeni bir Tanrı anlayışı ortaya koymaktır. Evrene sürekli müdahalede bulunan (sınırlandırılmamış), insanların sürekli ve evrensel bir düzen içinde yaşadıklarını hissetmelerine engel olan (aldatıcı) bir Tanrı tasarımı üzerine kurulu bir evrende doğa yasalarının geçerliliği sağlanamayacağı için modern bilim kurulamazdı. Descartes, doğa yasalarının bilinebileceği bir evren tasarımını gerçekleştirmek için kilisenin Tanrısının yerine rasyonelleştirilmiş ve sınırlandırılmış başka bir Tanrı getirmiştir (Descartes, 2001; Timuçin, 2000; Weber, 1993; Bumin, 1998). Descartes’ın tasarladığı rasyonel ve sınırlı Tanrı ile Newton’un ilk hareketi veren Tanrısı(‘modernliğin Tanrısı’ olarak da ifade edilebilir), doğa yasalarının belirleyiciliğindeki, mekanik işleyişe sahip bir evren tasarımına ve dolayısıyla müdahalenin olumsuz etkisine dayanır. Bu yaklaşımın ise, -evrensel doğa yasaları ve mekanik işleyişi olduğu gerekçesiyle kendiliğinden düzene ulaşan ve müdahaleleri önleyici tutumu ile- klasik iktisadın evrensel iktisadi yasaların bulunduğu bir ortamda, görünmez elin yardımıyla kendiliğinden düzene gelen ve her türlü müdahalenin bu dengeyi bozucu bir etki üreteceği gerekçesiyle müdahalenin olumsuzluğu üzerine kurulu tezleri ile bağlantısı söz konusudur; daha doğrusu, bunlar, aynı bütünü oluşturan öğelerdir. Bir başka deyişle, modern bilim ve kapitalizm, bu anlamda, aynı evrenin havasını solumaktadır.
1 | 2 | 3 | 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP