ANGLOSAKSON BİLİM FELSEFESİ - 3
|
O halde, edebiyat bilimi nedir? Aslında pozitivistler bu soru ile hiç ilgilenmemişlerdir. Ama bu soruya verecekleri yanıt, açıktır: Metinlerin yorumlanması fazla güç bir iş değildir. Bu önermelerdeki özneler-arası anlamı belirlemekten ibarettir. Bu anlam, değişik kimselerde değişik duygular uyandırır. Edebiyat biliminin yapabileceği en çok, bir yapıtla farklı grupların bu yapıtı anlayışları ya da değerlendirmeleri arasındaki bağlılaşımları belirlemek olabilir.
Pozitivistlerin felsefeyle ilgili görüşleri, Carnap'tan aktaracağımız şu alıntıyla özetlenebilir: «Çözülmesi umutsuz bir sorunlar yumağından ibaret olan felsefenin yerini bilim mantığı almaktadır.» Pozitivistlere göre, felsefenin yapabileceği tek şey, kavramların metafiziksel odup olmadığını araştırmaktır. Bilim, gözlemlenebilir veriler arasmdaki bağlılaşımları belirlerken, felsefe (yani, bilim mantığı) de, kavramları çözümler ve bunların gözlemlenebilir verilere dayandırılmasını sağlar.
Pozitivizm ve Politika
Pozitivistlerin bilim - politika ilişkisi üzerine görüşlerini yansıtmak için, Carnap'ın otobiyografisinden bir alıntı yapacağız:
«Çevreye [Viyana çevresi] dahil olan herkes, toplumsal ve siyasal ilerlemelere büyük bir ilgi duyuyordu. Ben de dahil çoğumuz sosyalisttik. Ancak felsefi çalışmalarımızla siyasal amaçlarımızı birbirinden ayrı tutmak istiyorduk. Bizce, uygulamalı mantık da dahil olmak üzere mantık, bilim kuramı, dil çözümlemesi ve bilim yöntembilimi ve bilimin kendisi, bireyin ahlaksal amaçları olsun, toplumun siyasal amaçlan olsun tüm pratik amaçlar karşısında tarafsızdır. Neurath bu yansız tutumu çok sert bir şekilde eleştirdi. Ona göre bu tutum, toplumsal ilerlemenin karşısında olanlara destek sağlıyordu. Biz ise, pratik ve özellikle politik görüşlerin işe karışmasına izin verecek olursak, felsefi yöntemlerin saflığının bozulacağını savunuyorduk. [...] Biz kendi payımıza, vardığımız sonuçların başkalarınca kullanılmasına ya da kötüye kullanılmasına bakmaksızın, bütün olayları ya da varle birlikte duyguları da dile getirirler. Bu durumlarda, çözümleme yoluyla betimleyici öğe ile değerlendirme öğesi birbirinden olduğu iddia edilen olayları nesnel ve bilimsel olarak araştırma hakkını savunduk.»
Mantıkçı pozitivistlere göre bilim, tanımsal olarak, bir anlamda yansızdır. Bilimsel kuramlar, gözlemlenebilir verilere ilişkindir; öznel değerleri dile getirmezler ve öznel değerlerden bağımsız olarak ya doğru ya da yanlıştırlar. Pozitivistler, bilimin ya da bazı bölümlerinin toplumdaki işleyişleri konusunda hiçbir şey söylememişlerdir. Carnap'ın sözünü ettiği ve Neurath ile diğerleri arasında çıkmış olan tartışma da, mantıkçı pozitivizmi etkilememiştir.
Mantıkçı Pozitivizm Yaşıyor mu?
Mantıkçı pozitivist bilim felsefesi adını alan akım, bugün de yaşıyor mu, yoksa ölüp gitmiş midir? Denilebilir ki, eskiden olduğu gibi propagandası yapılan mantıkçı pozitivist bir düşünce okulu artık yoktur. Ancak mantıkçı-pozitivist sayılması gereken bilim felsefesi çokça olarak üretilmeye devam ediyor. Tümevarımsal mantık, tümdengelimsel açıklama modeline özgü sorunlar ve kuramların belitselleştirümesi, sürekli olarak mantıkçı-pozitivist yapıtların ortaya çıktığı alanlardır. Pozitivist felsefenin temel taşlarından biri olan bireşimsel ve çözümlemesel önermeler ayrımı, Willard Van Orman Quine (1908-) tarafından eleştirilmiş; bu eleştiri, tam anlamıyla bilim felsefesi alanına girdiği söylenemeyecek geniş bir tartışmaya yol açmıştır. Quine, başka bir bakımdan da ilginçtir. Bütün kavramların gözlemlenebilir verilere dayandırılması koşulunun aranması konusunda, Hume'dan mantıkçı pozitivistlere, onlardan Quine'e kadar uzanan bir gelişme çizgisi vardır. Hume'a göre soyutlanan her kavramın deneyle ilişkisi kurulabilir. Mantıkçı pozitivistlerin çıkış noktası ise, her önermenin deneye dayandırılabilir olmasıdır. Kavramlardan önermelere uzanan bu gelişme, Quine'le birlikte önermelerden kuramlara geçer. Quine'e göre, bilimin tümü, diğer bir deyişle tüm dil, deneye dayandırılmalıdır; kuramsal terimlerle gözlem terimleri, çözümlemesel önermelerle bireşimsel önermeler arasında kesin bir ayrım yapılamaz (From a Logical Point of View adlı eserinin «Two Dogmas o f Empiricism» bölümüne bakınız). Bir yanda tüm olarak dil, öte yanda duyumsal deneyler vardır; bunlar arasında birçok şekilde ilişki kurulabilir, ama hiç değilse bir şekilde kurulmalıdır. Dikkat edileceği üzere, mantıkçı pozitivistler gibi Quine de, duyumsal deneyleri verilmiş olarak koyutlamaktadır —postulatlaştırmaktadır— Eğer Hume ilk gerçek pozitivist ise, Quine de son büyük pozitivisttir denebilir.
II. POPPER
Karl Raimund Popper, 1902 yılında Viyana'da doğdu. Nazizm, pozitivistler gibi Popper'i de ülkesinden göçmek zorunda bıraktı. Popper, İkinci Dünya Savaşı sırasında Yeni Zelanda'da bulundu; savaş sonrasında Londra'da profesörlük yaptı. Viyana'da pozitivistlerin bazı seminerlerine katılmıştı, İlk kitabı Logik der Forschung (1935), pozitivistlerin yönettiği bir dizide yayınlandı. Pozitivistler gibi Popper da, bilimselliğe bir ölçüt bulmak istedi. Popper'in koymuş olduğu ölçüt, pozitivistlerin ölçütünden ayrılır ve Popper her zaman pozitivizme açıkça karşı çıkmıştır.
Yanlışlanabilirlik İlkesi
Popper, 1919 yılında, bilimselliğin niteliği üzerinde düşünmeye başladığı zaman çıkış noktasının ne olduğunu kendi anlatır:
«Zihnimdeki sorunu doğuran ortamı ve uyarıcı olan örnekleri kısaca anlatmak isterim. Avusturya İmparatorluğunun çöküşünden sonra, Avusturya'da bir devrim oldu. Ortalık devrimci sloganlar ve fikirlerle, yeni ve çoğunlukla saçma kavramlarla dolmuştu. Benim ilgimi çeken kavramlar arasında Einstein'ın görelilik kuramı kuşkusuz en önemli olanıydı. İlgi duyduğum diğer üç kuram da, Marx'in tarih, Frued'un psikanaliz ve Alfred Adler'in 'bireysel psikoloji' kuramlarıydı.»
Alıntıdan da anlaşılabileceği gibi Popper, Einstein'ın görelilik kuramı ile diğer üç kuramı karşı karşıya getirdi. 1919 yılı, görelilik kuramı bakımından anlamlı bir yıldı. Bu kurama göre, güneşin yakınından geçen ışık ışınları, güneşin yerçekimi alanının etkisine girerek eğilmeye uğrarlar. O yıl, bu kuramı sınamaya elveren bir güneş tutulması oldu. Uzaydaki bir yıldızın yerini önce gece, sonra gündüz saptama yoluyla, yıldızın güneşe yakın olması halinde, gönderdiği ışınların güneş tarafından eğilip eğilmediği araştırılabilecekti. Ölçümlerin verdiği sonuçlar sözkonusu ışınların eğildiğini gösteriyordu. Popper'i büyük ölçüde etkileyen, kuramın ön-deyişinin doğru çıkması değildi. Onu asıl ilgilendiren şuydu: Ön-deyinin doğru çıkmaması halinde genel görelilik kuramı derhal reddedilecekti. Popper bu tutumla, diğer üç kuramın savunucularının tutumlarını karşılaştırdı. Bunlar belirli bir olayın kuramlarına nasıl uygun düştüğünü her zaman kolaylıkla açıklayabiliyorlardı; ama hangi koşulların gerçekleşmesi halinde kuramlarını savunmaktan vazgeçeceklerini asla belirtmiyorlardı. Popper, hangi kurama olursa olsun ampirik destek bulmanın kolay olduğunu; bilimselliğin ampirik destek sağlamada değil, kuramın hangi koşullar altında yanlış olduğunu belirlemede yattığını düşünmeye başladı. Eğer bir kuram yanlışlanabilir ise, bilimseldir, dedi. Böylelikle Popper «yanlışlanabilirlik ilkesini» getiriyordu.
Bu ilkeyle ilgili olarak üç noktayı belirtmek gerekir. Popper her üç noktada da yanlış anlaşılmıştır.
1 — Yanlışlanabilirlik ilkesinin, anlamlı ve anlamsız önermeler ayrımıyla bir ilgisi yoktur. Popper, genel olarak, apaçık saçma, olan önermeler dışında, bütün önermelerin anlamlı olduğunun savunulabileceğini kabul eder. Pozitivistlerin bu konudaki anlayışlarını derinlemesine eleştirmiş değildir. Ancak, pozitivistlerin bir önermenin nasıl anlamlı olacağı sorusunu olgulara değgin bir soruymuş gibi ele aldıklarına dikkati çekmiş; bir önermenin doğru olup olmadığına karar vermenin yalnızca bir uzlaşım (convention) sorunu olduğunu söylemiştir.
2 — Popper, bütün kuramların genel içerimlerden, yani «Bütün x'ler için geçerlidir: Eğer x , o halde x » şeklindeki önermelerden oluştuğu görüşündedir. Fopper'ın bu görüşünün, kolaylık sağlaması bakımından, kendisinin de kullandığı «Bütün kuğular beyazdır» önermesiyle ifade edilen «yasa» yi (Bütün x'ler için geçerlidir: Eğer x bir kuğuysa, o halde x beyazdır) örnek alarak açıklamaya çalışacağız. Yukarıdaki önerme, siyah renkli bir kuğunun ortaya çıkması halinde yanlıştır. «Burda siyah bir kuğu var» önermesi, bu yasayı yanlışlar; yanlışlığını gösterir. Bu çeşit önermelere, yani belirli bir yerde, belirli bir zamanda ve belirli bir nesne ya da olaya değgin önermelere Popper, temel-önermeler adını verir. Bazı temel-önermeler yukarıdaki «yasa»yla bağdaşır (örneğin, «Burda yeşil bir iskemle var», «Burda beyaz bir kuğu var» gibi). Öte yandan, başka bazı temel-önermeler (örneğin, «Burda siyah bir kuğu var») «yasa»yla bağdaşmaz, yani sözkonusu olan temel-önerme doğru ise, «yasa» yanlıştır. Popper, yasaların bağdaşan önermelere izin verdiğini, ama bağdaşmaz önermeleri yasakladığını söyler. Bir kuramın bilimsel olabilmesi için, en azmdan bir temel-önermeyi yasaklaması gerekir.
Burada dikkat çekmek istediğimiz nokta, Popper'ın bir temel-önermenin doğru ya da yanlış olduğunun kesin güvenirlikle belirlenebileceğini söylemeyişidir. Popper, bilimin nesnel şeylere değgin olduğunu ve dolayısıyla temel-önermelerin de nesnel olması gerektiğini; ancak, nesnelliğin kesin güvenilirlikle belirlenemeyeceğini söyler. Oysa, Popper'a göre, öznel şeylere ilişkin kesin güvenilir bilgi edinmek olanaklıdır. Bundan çıkan sonuç, Popper'ın temel-önermelerinin herhangi bir gözlemciye bağlı olmayışıdır. Gerekli olan, bazı temel-önermeleri doğru saymak; doğru olarak kabullenmek için bir karara varmaktır.
3 — Yukarıdaki örnekte yer alan «Bütün kuğular beyazdır önermesi, «Burda siyah bir kuğu var» önermesiyle yanlışlanmaktadır. Ancak, bu kuğuyu birinin siyaha boyadığı şeklinde yardımcı bir varsayım öne sürülecek olursa, bu bir yanlışlama olarak anlaşılmayacaktır. Bu çeşit yardımcı varsayımlar ileri sürerek bir kuramı yanlışlanmaktan kurtarmak her zaman olanaklıdır. Bir kuramın yaruhşlanmadan kurtarılmasının başka yolları da, kavramlarının içeriğini değiştirmek, belki de bir hesap hatası yapılmış olduğunu ileri sürmek, deneyimin doğru yapılmadığını iddia etmek gibi yollardır. Bu durumda, yukarıda da anlattıklarımızın aksine, bir kuramın yanlışlanması olanaksızladır. Bir kuramın yanlışlanabilmesi için, yardımcı varsayımlar getirmemek, anlam değişiklikleri yapmamak gibi bazı yöntem kurallarının kabul edilmesi gerekir. Yanlışlanabilirlik ilkesi ancak, belirli bir yöntembilimle birlikte işletilebilir. Popper, bilmselliği dil ölçütleriyle değil, yöntem kurallarıyla tanımlamaktadır. Örneğin, koyduğu yöntem kurallarından birine göre, yardımcı varsayımlara ancak, kuramsal, sistemin ampirik içeriğini ya da yanlışlanabilirliğini artırıyorsa izin verilebilir.
Pozitivistlerin felsefeyle ilgili görüşleri, Carnap'tan aktaracağımız şu alıntıyla özetlenebilir: «Çözülmesi umutsuz bir sorunlar yumağından ibaret olan felsefenin yerini bilim mantığı almaktadır.» Pozitivistlere göre, felsefenin yapabileceği tek şey, kavramların metafiziksel odup olmadığını araştırmaktır. Bilim, gözlemlenebilir veriler arasmdaki bağlılaşımları belirlerken, felsefe (yani, bilim mantığı) de, kavramları çözümler ve bunların gözlemlenebilir verilere dayandırılmasını sağlar.
Pozitivizm ve Politika
Pozitivistlerin bilim - politika ilişkisi üzerine görüşlerini yansıtmak için, Carnap'ın otobiyografisinden bir alıntı yapacağız:
«Çevreye [Viyana çevresi] dahil olan herkes, toplumsal ve siyasal ilerlemelere büyük bir ilgi duyuyordu. Ben de dahil çoğumuz sosyalisttik. Ancak felsefi çalışmalarımızla siyasal amaçlarımızı birbirinden ayrı tutmak istiyorduk. Bizce, uygulamalı mantık da dahil olmak üzere mantık, bilim kuramı, dil çözümlemesi ve bilim yöntembilimi ve bilimin kendisi, bireyin ahlaksal amaçları olsun, toplumun siyasal amaçlan olsun tüm pratik amaçlar karşısında tarafsızdır. Neurath bu yansız tutumu çok sert bir şekilde eleştirdi. Ona göre bu tutum, toplumsal ilerlemenin karşısında olanlara destek sağlıyordu. Biz ise, pratik ve özellikle politik görüşlerin işe karışmasına izin verecek olursak, felsefi yöntemlerin saflığının bozulacağını savunuyorduk. [...] Biz kendi payımıza, vardığımız sonuçların başkalarınca kullanılmasına ya da kötüye kullanılmasına bakmaksızın, bütün olayları ya da varle birlikte duyguları da dile getirirler. Bu durumlarda, çözümleme yoluyla betimleyici öğe ile değerlendirme öğesi birbirinden olduğu iddia edilen olayları nesnel ve bilimsel olarak araştırma hakkını savunduk.»
Mantıkçı pozitivistlere göre bilim, tanımsal olarak, bir anlamda yansızdır. Bilimsel kuramlar, gözlemlenebilir verilere ilişkindir; öznel değerleri dile getirmezler ve öznel değerlerden bağımsız olarak ya doğru ya da yanlıştırlar. Pozitivistler, bilimin ya da bazı bölümlerinin toplumdaki işleyişleri konusunda hiçbir şey söylememişlerdir. Carnap'ın sözünü ettiği ve Neurath ile diğerleri arasında çıkmış olan tartışma da, mantıkçı pozitivizmi etkilememiştir.
Mantıkçı Pozitivizm Yaşıyor mu?
Mantıkçı pozitivist bilim felsefesi adını alan akım, bugün de yaşıyor mu, yoksa ölüp gitmiş midir? Denilebilir ki, eskiden olduğu gibi propagandası yapılan mantıkçı pozitivist bir düşünce okulu artık yoktur. Ancak mantıkçı-pozitivist sayılması gereken bilim felsefesi çokça olarak üretilmeye devam ediyor. Tümevarımsal mantık, tümdengelimsel açıklama modeline özgü sorunlar ve kuramların belitselleştirümesi, sürekli olarak mantıkçı-pozitivist yapıtların ortaya çıktığı alanlardır. Pozitivist felsefenin temel taşlarından biri olan bireşimsel ve çözümlemesel önermeler ayrımı, Willard Van Orman Quine (1908-) tarafından eleştirilmiş; bu eleştiri, tam anlamıyla bilim felsefesi alanına girdiği söylenemeyecek geniş bir tartışmaya yol açmıştır. Quine, başka bir bakımdan da ilginçtir. Bütün kavramların gözlemlenebilir verilere dayandırılması koşulunun aranması konusunda, Hume'dan mantıkçı pozitivistlere, onlardan Quine'e kadar uzanan bir gelişme çizgisi vardır. Hume'a göre soyutlanan her kavramın deneyle ilişkisi kurulabilir. Mantıkçı pozitivistlerin çıkış noktası ise, her önermenin deneye dayandırılabilir olmasıdır. Kavramlardan önermelere uzanan bu gelişme, Quine'le birlikte önermelerden kuramlara geçer. Quine'e göre, bilimin tümü, diğer bir deyişle tüm dil, deneye dayandırılmalıdır; kuramsal terimlerle gözlem terimleri, çözümlemesel önermelerle bireşimsel önermeler arasında kesin bir ayrım yapılamaz (From a Logical Point of View adlı eserinin «Two Dogmas o f Empiricism» bölümüne bakınız). Bir yanda tüm olarak dil, öte yanda duyumsal deneyler vardır; bunlar arasında birçok şekilde ilişki kurulabilir, ama hiç değilse bir şekilde kurulmalıdır. Dikkat edileceği üzere, mantıkçı pozitivistler gibi Quine de, duyumsal deneyleri verilmiş olarak koyutlamaktadır —postulatlaştırmaktadır— Eğer Hume ilk gerçek pozitivist ise, Quine de son büyük pozitivisttir denebilir.
II. POPPER
Karl Raimund Popper, 1902 yılında Viyana'da doğdu. Nazizm, pozitivistler gibi Popper'i de ülkesinden göçmek zorunda bıraktı. Popper, İkinci Dünya Savaşı sırasında Yeni Zelanda'da bulundu; savaş sonrasında Londra'da profesörlük yaptı. Viyana'da pozitivistlerin bazı seminerlerine katılmıştı, İlk kitabı Logik der Forschung (1935), pozitivistlerin yönettiği bir dizide yayınlandı. Pozitivistler gibi Popper da, bilimselliğe bir ölçüt bulmak istedi. Popper'in koymuş olduğu ölçüt, pozitivistlerin ölçütünden ayrılır ve Popper her zaman pozitivizme açıkça karşı çıkmıştır.
Yanlışlanabilirlik İlkesi
Popper, 1919 yılında, bilimselliğin niteliği üzerinde düşünmeye başladığı zaman çıkış noktasının ne olduğunu kendi anlatır:
«Zihnimdeki sorunu doğuran ortamı ve uyarıcı olan örnekleri kısaca anlatmak isterim. Avusturya İmparatorluğunun çöküşünden sonra, Avusturya'da bir devrim oldu. Ortalık devrimci sloganlar ve fikirlerle, yeni ve çoğunlukla saçma kavramlarla dolmuştu. Benim ilgimi çeken kavramlar arasında Einstein'ın görelilik kuramı kuşkusuz en önemli olanıydı. İlgi duyduğum diğer üç kuram da, Marx'in tarih, Frued'un psikanaliz ve Alfred Adler'in 'bireysel psikoloji' kuramlarıydı.»
Alıntıdan da anlaşılabileceği gibi Popper, Einstein'ın görelilik kuramı ile diğer üç kuramı karşı karşıya getirdi. 1919 yılı, görelilik kuramı bakımından anlamlı bir yıldı. Bu kurama göre, güneşin yakınından geçen ışık ışınları, güneşin yerçekimi alanının etkisine girerek eğilmeye uğrarlar. O yıl, bu kuramı sınamaya elveren bir güneş tutulması oldu. Uzaydaki bir yıldızın yerini önce gece, sonra gündüz saptama yoluyla, yıldızın güneşe yakın olması halinde, gönderdiği ışınların güneş tarafından eğilip eğilmediği araştırılabilecekti. Ölçümlerin verdiği sonuçlar sözkonusu ışınların eğildiğini gösteriyordu. Popper'i büyük ölçüde etkileyen, kuramın ön-deyişinin doğru çıkması değildi. Onu asıl ilgilendiren şuydu: Ön-deyinin doğru çıkmaması halinde genel görelilik kuramı derhal reddedilecekti. Popper bu tutumla, diğer üç kuramın savunucularının tutumlarını karşılaştırdı. Bunlar belirli bir olayın kuramlarına nasıl uygun düştüğünü her zaman kolaylıkla açıklayabiliyorlardı; ama hangi koşulların gerçekleşmesi halinde kuramlarını savunmaktan vazgeçeceklerini asla belirtmiyorlardı. Popper, hangi kurama olursa olsun ampirik destek bulmanın kolay olduğunu; bilimselliğin ampirik destek sağlamada değil, kuramın hangi koşullar altında yanlış olduğunu belirlemede yattığını düşünmeye başladı. Eğer bir kuram yanlışlanabilir ise, bilimseldir, dedi. Böylelikle Popper «yanlışlanabilirlik ilkesini» getiriyordu.
Bu ilkeyle ilgili olarak üç noktayı belirtmek gerekir. Popper her üç noktada da yanlış anlaşılmıştır.
1 — Yanlışlanabilirlik ilkesinin, anlamlı ve anlamsız önermeler ayrımıyla bir ilgisi yoktur. Popper, genel olarak, apaçık saçma, olan önermeler dışında, bütün önermelerin anlamlı olduğunun savunulabileceğini kabul eder. Pozitivistlerin bu konudaki anlayışlarını derinlemesine eleştirmiş değildir. Ancak, pozitivistlerin bir önermenin nasıl anlamlı olacağı sorusunu olgulara değgin bir soruymuş gibi ele aldıklarına dikkati çekmiş; bir önermenin doğru olup olmadığına karar vermenin yalnızca bir uzlaşım (convention) sorunu olduğunu söylemiştir.
2 — Popper, bütün kuramların genel içerimlerden, yani «Bütün x'ler için geçerlidir: Eğer x , o halde x » şeklindeki önermelerden oluştuğu görüşündedir. Fopper'ın bu görüşünün, kolaylık sağlaması bakımından, kendisinin de kullandığı «Bütün kuğular beyazdır» önermesiyle ifade edilen «yasa» yi (Bütün x'ler için geçerlidir: Eğer x bir kuğuysa, o halde x beyazdır) örnek alarak açıklamaya çalışacağız. Yukarıdaki önerme, siyah renkli bir kuğunun ortaya çıkması halinde yanlıştır. «Burda siyah bir kuğu var» önermesi, bu yasayı yanlışlar; yanlışlığını gösterir. Bu çeşit önermelere, yani belirli bir yerde, belirli bir zamanda ve belirli bir nesne ya da olaya değgin önermelere Popper, temel-önermeler adını verir. Bazı temel-önermeler yukarıdaki «yasa»yla bağdaşır (örneğin, «Burda yeşil bir iskemle var», «Burda beyaz bir kuğu var» gibi). Öte yandan, başka bazı temel-önermeler (örneğin, «Burda siyah bir kuğu var») «yasa»yla bağdaşmaz, yani sözkonusu olan temel-önerme doğru ise, «yasa» yanlıştır. Popper, yasaların bağdaşan önermelere izin verdiğini, ama bağdaşmaz önermeleri yasakladığını söyler. Bir kuramın bilimsel olabilmesi için, en azmdan bir temel-önermeyi yasaklaması gerekir.
Burada dikkat çekmek istediğimiz nokta, Popper'ın bir temel-önermenin doğru ya da yanlış olduğunun kesin güvenirlikle belirlenebileceğini söylemeyişidir. Popper, bilimin nesnel şeylere değgin olduğunu ve dolayısıyla temel-önermelerin de nesnel olması gerektiğini; ancak, nesnelliğin kesin güvenilirlikle belirlenemeyeceğini söyler. Oysa, Popper'a göre, öznel şeylere ilişkin kesin güvenilir bilgi edinmek olanaklıdır. Bundan çıkan sonuç, Popper'ın temel-önermelerinin herhangi bir gözlemciye bağlı olmayışıdır. Gerekli olan, bazı temel-önermeleri doğru saymak; doğru olarak kabullenmek için bir karara varmaktır.
3 — Yukarıdaki örnekte yer alan «Bütün kuğular beyazdır önermesi, «Burda siyah bir kuğu var» önermesiyle yanlışlanmaktadır. Ancak, bu kuğuyu birinin siyaha boyadığı şeklinde yardımcı bir varsayım öne sürülecek olursa, bu bir yanlışlama olarak anlaşılmayacaktır. Bu çeşit yardımcı varsayımlar ileri sürerek bir kuramı yanlışlanmaktan kurtarmak her zaman olanaklıdır. Bir kuramın yaruhşlanmadan kurtarılmasının başka yolları da, kavramlarının içeriğini değiştirmek, belki de bir hesap hatası yapılmış olduğunu ileri sürmek, deneyimin doğru yapılmadığını iddia etmek gibi yollardır. Bu durumda, yukarıda da anlattıklarımızın aksine, bir kuramın yanlışlanması olanaksızladır. Bir kuramın yanlışlanabilmesi için, yardımcı varsayımlar getirmemek, anlam değişiklikleri yapmamak gibi bazı yöntem kurallarının kabul edilmesi gerekir. Yanlışlanabilirlik ilkesi ancak, belirli bir yöntembilimle birlikte işletilebilir. Popper, bilmselliği dil ölçütleriyle değil, yöntem kurallarıyla tanımlamaktadır. Örneğin, koyduğu yöntem kurallarından birine göre, yardımcı varsayımlara ancak, kuramsal, sistemin ampirik içeriğini ya da yanlışlanabilirliğini artırıyorsa izin verilebilir.