MUTEZİLE'DE ZAMAN - 2
|
Diğer taraftan Eş'arî de burada söz konusu edilen ilişkilere Ebu'l-Huzeyl'in şu görüşünü naklederek işaret eder: "...Birinci mekândan ikinciye hareket eden cisim, ikinci mekânda olur. Bu oluşta birinci mekândan ikinciye çıkış ve intikal vardır. Cismin mekânda sükûnu ise, onun iki zamanda da aynı mekânda sabit kalmasıdır. Mekândan harekette iki mekân ve iki zaman gereklidir..."
Bu ifadelerde özellikle el-Allâf, hareket ve sükûnun belirlenmesinde zaman ve mekânın yerine işaret etmiştir. Aristo'da zaman, hareketin ölçüsü olarak görülürken burada sadece zaman değil; mekân da hareketin ölçüsü olarak vurgulanmıştır. Bunun yanında mekân ve zamanın sükûn için de ölçü olduğunu görmekteyiz. Harekette iki mekân, iki zaman; sükûnda bir mekân iki zaman nitelemesi de kendi zamanlarına göre oldukça ilginç ve farklı bir bakış açısıdır.
Zaman-mekân ilişkisini açıklama yönünde Nazzâm tarafından ileri sürülen tafra teorisi, birçok Mutezile düşünürünün karşı çıkmasına rağmen oldukça ilginç, orijinal ve farklı bir teori olarak değerlendirilebilir. Burada öncelikle tafra'nin kelime ve kavram anlamı ile bu teorinin zaman ve mekânla ilişkisini açıklığa kavuşturalım.
Tafra, sözlüklerde, bir kere sıçrayış, sütün etrafına taşması gibi anlamlara gelmektedir. Kavram olarak ise, genelde boşluk (halâ) kavramıyla da ilintilendirilerek, yürüme kavramından farklı olarak mesafelerin sıçrama yoluyla geçilmesi gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi tafra kavramını orijinal bir zaman-mekân içerikli teori haline getiren Nazzâm'dır. Nitekim o, bu kavrama cisim, hareket, mekân ve zaman çerçevesinde bir anlam kazandırarak tafrayı şöyle tanımlar: "... sonlu olan bir mesafenin katedilmesine tafra denilir..."
Şimdi bu tafrayı biraz daha açık ve etraflıca izaha çalışalım. Acaba bu tanımda geçen "sonlu mesafe" diğer mesafelere bitişik midir, yoksa arada başka mesafeler var mıdır? varsa ne kadardır? Daha açık bir deyişle bir mesafeden hemen diğerine mi, yahut arada birkaç mesafe atlayarak mı tafra meydana gelmektedir?
Şimdi bu sorulara Nazzâm'm cevabı nedir, onları görelim.
Nazzâm, tafra kavramının ne olduğunu izah ederken bu sorulara da cevap vermiş oluyor: "... Tafra, hareket halindeki bir cismin ikinci mekâna uğramadan veya aracı mekânlar kullanmadan üçüncü mekâna nakil olması haline denir..." Peki burada ifade edilen cismin ara bir mekâna uğramadan birinci yerden doğrudan üçüncü yere sıçraması ve bunu kendi kendine yapması mümkün müdür? Bu sorulara Mutezile'nin genel anlayışı çerçevesinde cevap aramak gerekir. Zira, onlara göre evren ve evrendeki olaylara müdahalede Tanrı, tek yetkin varlıktır. Bu açıdan da, tafranın gerçekleşmesinin nihaî mercii Tanrı'dır. Bu konularla ilgili daha geniş açıklamaları ise, zaman-yaratma ve kümûn-zuhur teorisi bahsinde belirtmeye çalışacağız.
Bu bahsi tamamlarken, özellikle şu hususu da belirtmemiz gerekir: Nazzâm'ın tafra teorisi, diğer Mutezili düşünürler tarafından genel kabul görmemiştir. Zira, Eş'arî'nin nakline göre Nazzâm'ın bu teorisini muhal gören el-Allâf gibi pek çok düşünür, onun bu düşüncesine karşı çıkmışlardır.. Bu durum ise, daha önce de belirtildiği gibi, Mutezilenin mütecanis fikirlere sahip olmadıklarının bir başka göstergesidir.
Zaman-Yaratma ve Kumûn-Zühûr İlişkisi
Mutezile'nin ve Müslümanların genel anlayışına göre Allah, kendi dışındaki her şeyin yaratıcısıdır. Allah'ın dışında her şey hadistir; sadece Allah, ezelî ve ebedîdir. Daha sonra da işaret edileceği gibi, Allah'ın yaratması konusundaki Mutezile'nin fikirlerini açıklayan el-Eş'arî, Ebu'l-Huzeyl'in konuya ilişkin şu görüşünü nakleder: "...yaratma, mekânda değildir..." bu görüşüyle O, Tanrı'nın yaratma işinde mekâna ihtiyacının olmadığını vurgulamak istemiştir.
Kadı Abdulcabbar, özellikle filozofların görüşlerinde ağırlıklı olarak yer alan Tanrı ile evren arasında aracı güçler kabul eden teorilerini reddetmektedir ve Tanrı'nın vasıtasız tek yaratıcı olduğunu söylemektedir: "... Allah ile evren arasında aracı olarak yıldızları, akılları ve nefisleri kabul etmek doğru değildir. Zira Allah, âlemi aracısız yaratmaktadır..,"
Görüldüğü gibi, Allah, ortaksız bir yaratıcıdır. Bu yaratma işinde Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Bu görüş, bize Gazzali (öl. llll)'nin iradeciliğini, Malebranche (öl. 1715)'ın vesileciliğini ve "Vision en Dieu= her şeyi Allah'da görmek" görüşünü hatırlatmaktadır. Zira onlar da yaratmada aracı kabul etmemektedirler.
Mutezile'nin bu konudaki düşünceleri, diğer konulardaki düşünceleri ile de bağlantılıdır. Onlara göre Allah'ın dışında kalanlar, neden kadîm değil? Bu sorunun cevabı şöyledir:
"... Şayet cisimler, kadîm olursa, Allah'a ortak olmuş olurlar. Oysa Allah'ın hiçbir konuda benzeri yoktur. Bu açıdan sadece Allah, kadîm bütün cisimler muhdestir."
Buradan da anlaşılacağı gibi Allah, her yönüyle tekdir. O'nun dışındakiler de her yönüyle O'ndan ayrıdırlar, aksi halde onlar, Allah'a benzer bir konuma sahip olurlar ki, bu da mümkün değildir. Şu halde Allah, âlemi aracısız yaratmada mutlak hakimdir. Peki o takdirde Allah, zamanın içinde midir, dışında mıdır? Bu bizi aynı zamanda zamanın ezeliliği veya hâdisliği problemine götürür. Bu durumda zaman ezeli midir? Hadis midir? Bu konu eskiden beri tartışmalıdır. Mutezile, zamanın hadis olduğu tarafında yer alıyor ve zamanın da diğer bütün varlıklar gibi, yaratıldığı ve dolayısıyla da hadis olduğu fikrini taşıyor: "... zaman, soyut birlikler ve arazlar olarak Tanrı tarafından yaratılmıştır..."
Görüldüğü gibi Mutezile'ye göre sadece somut varlıklar değil; aynı zamanda içinde zamanın da yer aldığı soyut varlıklar da, Tanrı tarafından yaratılmışlardır.
Bilindiği gibi Mutezile düşünürleri bir kısım filozoflardan farklı olarak yaratmanın bir ânda toptan olduğu, ancak varlık sahnesine çıkışın tedricen, zamanla meydana geldiği kanaatindedirler. Burada yaratılış potansiyel ve teorik olarak oluşmaktadır. Tıpkı bir kromozomda insanın bütün özelliklerinin gizli bulunması gibi. Nitekim bu görüş, onlardan nakledilen şu ifadelerde de teyit edilmektedir: "... Allah, cisimleri bir ânda yarattı. Cisim, her ân yaratılmaktadır..." Burada Tanrı'nın ilk olarak her şeyi bir ânda yarattığı, ancak onların fizik dünyada varlık kazanmalarının ise daha geniş bir süreçte gerçekleştiği belirtilmektedir. Fakat sonraki evrelerde varlık kazanmaları da Tanrı tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu ifadelerde, aynı zamanda, biraz sonra izah edilecek olan kümûn-zuhûr teorilerine de bir işaret söz konusudur. Bütün bunlardan sonra şunu da belirtmek gerekir: Onlara göre, "...Allah zaman, mekân, hareket vb. her şeyden münezzeh olmasının yanında, O, aynı zamanda oluşun da yaratıcısıdır..,"
Kümûn-Zuhûr Teorisi Bir çok konuda özgün düşünce ve izahlara sahip olan mutezile, yaratma-zaman ilişkisi konusunda da oldukça orijinal fikirlere sahiptir. Onların bu özgünlüğüne verilecek misallerden biri de kümûn-zuhûr teorileridir. Pek çok Mutezile bilgininin üzerinde durduğu kümûn-zuhûr meselesi, varlığın ortaya çıkması konusunda felsefe tarihi ve kelamdaki en farklı açıklamalardan biridir. Önce kümün ve zuhur terimlerinin kelime anlamları nedir? Onları belirtelim.
Sözlüklerde "kümün", "bir yerde gizli olan ve açık olmayan, gizlenen gibi" anlamlara gelir. "Zuhur" ise, gizlilikten sonra bir şeyin açığa çıkması, bir sırrın ortaya çıkması, bir nesneyi açığa çıkarmak gibi manalar karşılığında kullanılmaktadır. Bu terimlere yaratma ve zaman bağlantısı içerisinde özel bir anlam kazandıran ise, Mutezile olmuştur. Nitekim ıstılahi kelam sözlüklerinde bu kavramlar daha çok Mutezile'nin yüklediği anlamlarla nitelendirilmektedirler. Bu durumda Mutezile'ye göre kümûn-zuhûr nedir? Sorusunu açıklamaya çalışalım.
Kümûn-zuhûr meselesi, Mutezile'de tafra anlayışı gibi, önce Nazzâm tarafından ileri sürülmüştür. Daha sonra ise, bu düşünce tafra teorisinden farklı olarak diğer birçok Mutezilî bilgin tarafından değişik örneklerle tekrar edilmiştir. Yaratma olayının nasıl gerçekleştiğini ve gerçekleşmekte olduğunu, yani evrendeki oluş düzenini ve buna bağlı olarak da zaman hakkındaki fikirlerini bir açıdan, bu teori ihtiva etmektedir. Mutezile'nin bu kümûn-zuhûr teorisi, ilk bakışta Anaxagoras (öl. M.Ö.428)'ın tabiat, organik bir bütündür. Bunda gizli olan açığa çıkmakta, kuvveden fiile geçmektedir düşüncesini hatırlatmaktadır. Bu bağlamda kümûn-zuhûr teorisinin zamanla bağlantısı nedir? Sorusuna H. Ziya Ülken şöyle cevap vermektedir: "...Değişme ve zaman... gizlinin açığa çıkışından başka bir şey değildir. Yoksa aslında her şey ezeliyette ve aynı zamanda mevcuttur. Orada eski-yeni, mazi-istikbal yoktur. Olmuş ve olacak bütün hâdiseler, bu âlemin içinde vardı. Hâdiselerin doğuşu, perdelerin kalkarak gizlinin aşikara çıkmasıdır..," Ancak görüldüğü gibi, H. Z. Ülken'in bu ifadelerinde biraz mistikleştirme sezilmektedir.
Nazzâm, bu konuda ondan daha açıktır. Nazzâm'ın kümûn-zuhûr'a dair görüşü Câhız'ın nakline göre şöyledir: "... Ebu İshak (Nazzâm) şöyle düşünüyor: Elbisenin, odunun ve pamuğun yakılması bunlardan ateşlerinin çıkması ile gerçekleşir. Bu yakma olayı (ihtirak) nın bir te'vilidir. Yoksa bir yerden ateş gelip de odunda bu yakma işini yapmış değildir. Çünkü odunda gizli olan ateş, kendisinden zıddını nefyetme gücüne sahip değildir, böyle olunca, diğer bir ateşle birleşir ve ondan yardım alır... Dolayısıyla ateşin ortaya çıkmasının engeli ortadan kalkınca gizli olan ateş de ortaya çıkar (zahir olur). Kendisinde gizli olan ateşin zahir olmasıyla odun, parçalanır, kurur ve düşer. Bir şeyi yakma, ondan ateşini çıkarmadır...' burada Nazzâm, hem kümûnu hem de zuhuru birlikte açıklamış oluyor. Buna göre ise, bir şeyde başka şeyler gizlidir, ya da gizlenmiştir, bunların ortaya çıkmasına engel olan şeyler ortadan kalkınca onlardaki gizli olanlar ortaya çıkar. Nazzâm'ın bu fikri, Hegel'in varlık, içinde kendi zıddını barındırır, düşüncesi ile Leibnitz'in varlıkta kuvve halinde bulunan şey dışarıdan gelen bir uyarıcı ile gerçeğe dönüşür, düşüncelerini hatırlatıyor.
Nazzâm dışardan mekanik bir etki, bir müdahale olmadan varlığa geçişin imkansızlağını ifade etmektedir. Nazzâm'ın bu özgün izahı, bir çeşit diyalektik izahtır, denebilir. Görülüyor ki Mutezile'nin evrendeki oluş olayına, yaratma olayına getirdiği açıklama çok farklıdır. Ayrıca bu ifadelerden şu da anlaşılmaktadır: Bir nesne, kendisinde gizlenen şeyi, kendisi doğrudan ortaya çıkaramaz; ancak onun dışında bir güç o engeli ortadan kaldırır, yani mekanik bir müdahalede bulunursa o nesne ortaya çıkabilir. Diğer taraftan Eş'arî, başka Mutezilî bilginlerin isimlerini ve örneklerini de vererek onların, kümûn-zuhûr teorisini kabul ettiklerini belirtir. Sözün bu kısmında yaratma- zaman ilişkisi konusunda Nazzâm'ın kümûn -zuhûr teorisi ile bağlantılı açıklama yapan Mutezile bilgini el-Hayyât'ın konuya ilişkin izahına da işaret etmek gerekmektedir: "...O (Nazzâm) şöyle düşünüyordu: Allah, insanları, hayvanları, canlıları, cansızları ve bitkileri bir anda yarattı. Adem'in yaratılması çocuğunun yaratılmasına takaddüm etmez. (Ondan önce değildir). Ancak Allah, bazı şeyleri bazılarında gizlemiştir. Bu durumda öncelik ve sonralık gizli olanların bulundukları yerlerden açığa çıkmasında söz konusudur da, onların yoktan yaratılması ve meydana getirilmesinde değil..."
Burada Nazzâm'ın oldukça farklı bir yaratma ve bu bağlamda zaman anlayışını kümûn- zuhûr teorisi çerçevesinde ortaya koyduğu görülmektedir. Her şeyden evvel Allah'ın her şeyi bir anda yarattığı ve bu anlamda zaman açısından hiçbir şeyin diğerini öncelemediği, meselâ babanın çocuğundan önce yaratılmadığı, ondan sonra da yaratılmadığı vurgulanmaktadır. Allah, önce bir bütün olarak her şeyi bir anda yaratmıştır. Peki hepsi bir anda yaratılmışsa, zaman ne olacak, öncelik-sonralık meselesi nasıl hallolacak? Baba oğuldan önce değilse sebep-sonuç ilişkisi, nedensellik kalkacak mı? Nazzâm bu çetrefilli soruların altından "oluş düzeni" ile kalkmaya çalışıyor. Ona göre evrende bir oluş düzeni söz konusudur. Bu ise, ilk yaratılan bütündeki kuvvelerin açığa çıkmasında gerçekleşir. Bütün bunların gerçekleşmesini sağlayan, bunları yaratan güç ise, Tanrı'dır.
Hayyât, Nazzâm'ın bu düşüncelerinden yaratmada bir şeyin eksik ve fazla olması Allah'ın kudretinde muhaldir gibi bir anlayışın çıkarılmasının doğru olmadığı kanaatindedir. O, Nazzâm'ın bu konuya ait düşüncesini açıklarken şunları da ilave eder:
"...İbrahim'in sözlerinden anlaşılan şudur: Allah, sonsuzca dünyanın benzerlerini ve benzerlerinin benzerlerini yaratma gücüne sahiptir. Onun, Allah, dünyayı toptan (cümleten) yarattı sözlerinden anlaşılması gereken bir başka şey de, şudur: Peygamberlerin mucizelerini Allah, peygamberler tarafından gösterildikleri anda yaratmaktadir..."
Bu ve önceki ifadeler, birlikte düşünüldüğünde Nazzâm'ın düşüncelerinde çelişki var gibi görülmektedir. Şöyle ki, Allah, her şeyi hem bir ânda toptan yarattı, hem de onları zaman içerisinde yarattı. Burada dikkat çeken bir başka husus da, Kur'an'daki "Allah, her gün (her ân) yaratmakta" olduğunu belirten ayetin anlamından farklı olarak her şeyin bir anda yaratıldığı hususudur. Bütün bunlar, Mutezile'nin hem kendi düşünce çerçevesinde, hem de Kur'an'daki yaratma anlayışıyla bir çelişki içinde olduğunu göstermektedir. Fakat onların kümûn-zuhûr teorisine dair düşünceleri dikkate alındığında bir tenakuz gibi görünmediği söylenebilir. Zira onlara göre Allah, her şeyi bir anda yarattı, ancak onlann meydana çıkması zaman içerisinde gerçekleşmiştir. Bu gerçekleşme ise, yine Tanrı'nın müdahalesiyle olmaktadır. İkinci tenakuz gibi görünen konuya ise, Mutezile'nin yaklaşımı, Allah'ın her şeye gücü yeter, dolayısıyla O'nun gücü ve yaratması bir şekilde sınırlandırılamaz. O, her ân bu evren gibi evrenleri yaratma gücüne sahiptir.
Bu ifadelerde özellikle el-Allâf, hareket ve sükûnun belirlenmesinde zaman ve mekânın yerine işaret etmiştir. Aristo'da zaman, hareketin ölçüsü olarak görülürken burada sadece zaman değil; mekân da hareketin ölçüsü olarak vurgulanmıştır. Bunun yanında mekân ve zamanın sükûn için de ölçü olduğunu görmekteyiz. Harekette iki mekân, iki zaman; sükûnda bir mekân iki zaman nitelemesi de kendi zamanlarına göre oldukça ilginç ve farklı bir bakış açısıdır.
Zaman-mekân ilişkisini açıklama yönünde Nazzâm tarafından ileri sürülen tafra teorisi, birçok Mutezile düşünürünün karşı çıkmasına rağmen oldukça ilginç, orijinal ve farklı bir teori olarak değerlendirilebilir. Burada öncelikle tafra'nin kelime ve kavram anlamı ile bu teorinin zaman ve mekânla ilişkisini açıklığa kavuşturalım.
Tafra, sözlüklerde, bir kere sıçrayış, sütün etrafına taşması gibi anlamlara gelmektedir. Kavram olarak ise, genelde boşluk (halâ) kavramıyla da ilintilendirilerek, yürüme kavramından farklı olarak mesafelerin sıçrama yoluyla geçilmesi gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi tafra kavramını orijinal bir zaman-mekân içerikli teori haline getiren Nazzâm'dır. Nitekim o, bu kavrama cisim, hareket, mekân ve zaman çerçevesinde bir anlam kazandırarak tafrayı şöyle tanımlar: "... sonlu olan bir mesafenin katedilmesine tafra denilir..."
Şimdi bu tafrayı biraz daha açık ve etraflıca izaha çalışalım. Acaba bu tanımda geçen "sonlu mesafe" diğer mesafelere bitişik midir, yoksa arada başka mesafeler var mıdır? varsa ne kadardır? Daha açık bir deyişle bir mesafeden hemen diğerine mi, yahut arada birkaç mesafe atlayarak mı tafra meydana gelmektedir?
Şimdi bu sorulara Nazzâm'm cevabı nedir, onları görelim.
Nazzâm, tafra kavramının ne olduğunu izah ederken bu sorulara da cevap vermiş oluyor: "... Tafra, hareket halindeki bir cismin ikinci mekâna uğramadan veya aracı mekânlar kullanmadan üçüncü mekâna nakil olması haline denir..." Peki burada ifade edilen cismin ara bir mekâna uğramadan birinci yerden doğrudan üçüncü yere sıçraması ve bunu kendi kendine yapması mümkün müdür? Bu sorulara Mutezile'nin genel anlayışı çerçevesinde cevap aramak gerekir. Zira, onlara göre evren ve evrendeki olaylara müdahalede Tanrı, tek yetkin varlıktır. Bu açıdan da, tafranın gerçekleşmesinin nihaî mercii Tanrı'dır. Bu konularla ilgili daha geniş açıklamaları ise, zaman-yaratma ve kümûn-zuhur teorisi bahsinde belirtmeye çalışacağız.
Bu bahsi tamamlarken, özellikle şu hususu da belirtmemiz gerekir: Nazzâm'ın tafra teorisi, diğer Mutezili düşünürler tarafından genel kabul görmemiştir. Zira, Eş'arî'nin nakline göre Nazzâm'ın bu teorisini muhal gören el-Allâf gibi pek çok düşünür, onun bu düşüncesine karşı çıkmışlardır.. Bu durum ise, daha önce de belirtildiği gibi, Mutezilenin mütecanis fikirlere sahip olmadıklarının bir başka göstergesidir.
Zaman-Yaratma ve Kumûn-Zühûr İlişkisi
Mutezile'nin ve Müslümanların genel anlayışına göre Allah, kendi dışındaki her şeyin yaratıcısıdır. Allah'ın dışında her şey hadistir; sadece Allah, ezelî ve ebedîdir. Daha sonra da işaret edileceği gibi, Allah'ın yaratması konusundaki Mutezile'nin fikirlerini açıklayan el-Eş'arî, Ebu'l-Huzeyl'in konuya ilişkin şu görüşünü nakleder: "...yaratma, mekânda değildir..." bu görüşüyle O, Tanrı'nın yaratma işinde mekâna ihtiyacının olmadığını vurgulamak istemiştir.
Kadı Abdulcabbar, özellikle filozofların görüşlerinde ağırlıklı olarak yer alan Tanrı ile evren arasında aracı güçler kabul eden teorilerini reddetmektedir ve Tanrı'nın vasıtasız tek yaratıcı olduğunu söylemektedir: "... Allah ile evren arasında aracı olarak yıldızları, akılları ve nefisleri kabul etmek doğru değildir. Zira Allah, âlemi aracısız yaratmaktadır..,"
Görüldüğü gibi, Allah, ortaksız bir yaratıcıdır. Bu yaratma işinde Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Bu görüş, bize Gazzali (öl. llll)'nin iradeciliğini, Malebranche (öl. 1715)'ın vesileciliğini ve "Vision en Dieu= her şeyi Allah'da görmek" görüşünü hatırlatmaktadır. Zira onlar da yaratmada aracı kabul etmemektedirler.
Mutezile'nin bu konudaki düşünceleri, diğer konulardaki düşünceleri ile de bağlantılıdır. Onlara göre Allah'ın dışında kalanlar, neden kadîm değil? Bu sorunun cevabı şöyledir:
"... Şayet cisimler, kadîm olursa, Allah'a ortak olmuş olurlar. Oysa Allah'ın hiçbir konuda benzeri yoktur. Bu açıdan sadece Allah, kadîm bütün cisimler muhdestir."
Buradan da anlaşılacağı gibi Allah, her yönüyle tekdir. O'nun dışındakiler de her yönüyle O'ndan ayrıdırlar, aksi halde onlar, Allah'a benzer bir konuma sahip olurlar ki, bu da mümkün değildir. Şu halde Allah, âlemi aracısız yaratmada mutlak hakimdir. Peki o takdirde Allah, zamanın içinde midir, dışında mıdır? Bu bizi aynı zamanda zamanın ezeliliği veya hâdisliği problemine götürür. Bu durumda zaman ezeli midir? Hadis midir? Bu konu eskiden beri tartışmalıdır. Mutezile, zamanın hadis olduğu tarafında yer alıyor ve zamanın da diğer bütün varlıklar gibi, yaratıldığı ve dolayısıyla da hadis olduğu fikrini taşıyor: "... zaman, soyut birlikler ve arazlar olarak Tanrı tarafından yaratılmıştır..."
Görüldüğü gibi Mutezile'ye göre sadece somut varlıklar değil; aynı zamanda içinde zamanın da yer aldığı soyut varlıklar da, Tanrı tarafından yaratılmışlardır.
Bilindiği gibi Mutezile düşünürleri bir kısım filozoflardan farklı olarak yaratmanın bir ânda toptan olduğu, ancak varlık sahnesine çıkışın tedricen, zamanla meydana geldiği kanaatindedirler. Burada yaratılış potansiyel ve teorik olarak oluşmaktadır. Tıpkı bir kromozomda insanın bütün özelliklerinin gizli bulunması gibi. Nitekim bu görüş, onlardan nakledilen şu ifadelerde de teyit edilmektedir: "... Allah, cisimleri bir ânda yarattı. Cisim, her ân yaratılmaktadır..." Burada Tanrı'nın ilk olarak her şeyi bir ânda yarattığı, ancak onların fizik dünyada varlık kazanmalarının ise daha geniş bir süreçte gerçekleştiği belirtilmektedir. Fakat sonraki evrelerde varlık kazanmaları da Tanrı tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu ifadelerde, aynı zamanda, biraz sonra izah edilecek olan kümûn-zuhûr teorilerine de bir işaret söz konusudur. Bütün bunlardan sonra şunu da belirtmek gerekir: Onlara göre, "...Allah zaman, mekân, hareket vb. her şeyden münezzeh olmasının yanında, O, aynı zamanda oluşun da yaratıcısıdır..,"
Kümûn-Zuhûr Teorisi Bir çok konuda özgün düşünce ve izahlara sahip olan mutezile, yaratma-zaman ilişkisi konusunda da oldukça orijinal fikirlere sahiptir. Onların bu özgünlüğüne verilecek misallerden biri de kümûn-zuhûr teorileridir. Pek çok Mutezile bilgininin üzerinde durduğu kümûn-zuhûr meselesi, varlığın ortaya çıkması konusunda felsefe tarihi ve kelamdaki en farklı açıklamalardan biridir. Önce kümün ve zuhur terimlerinin kelime anlamları nedir? Onları belirtelim.
Sözlüklerde "kümün", "bir yerde gizli olan ve açık olmayan, gizlenen gibi" anlamlara gelir. "Zuhur" ise, gizlilikten sonra bir şeyin açığa çıkması, bir sırrın ortaya çıkması, bir nesneyi açığa çıkarmak gibi manalar karşılığında kullanılmaktadır. Bu terimlere yaratma ve zaman bağlantısı içerisinde özel bir anlam kazandıran ise, Mutezile olmuştur. Nitekim ıstılahi kelam sözlüklerinde bu kavramlar daha çok Mutezile'nin yüklediği anlamlarla nitelendirilmektedirler. Bu durumda Mutezile'ye göre kümûn-zuhûr nedir? Sorusunu açıklamaya çalışalım.
Kümûn-zuhûr meselesi, Mutezile'de tafra anlayışı gibi, önce Nazzâm tarafından ileri sürülmüştür. Daha sonra ise, bu düşünce tafra teorisinden farklı olarak diğer birçok Mutezilî bilgin tarafından değişik örneklerle tekrar edilmiştir. Yaratma olayının nasıl gerçekleştiğini ve gerçekleşmekte olduğunu, yani evrendeki oluş düzenini ve buna bağlı olarak da zaman hakkındaki fikirlerini bir açıdan, bu teori ihtiva etmektedir. Mutezile'nin bu kümûn-zuhûr teorisi, ilk bakışta Anaxagoras (öl. M.Ö.428)'ın tabiat, organik bir bütündür. Bunda gizli olan açığa çıkmakta, kuvveden fiile geçmektedir düşüncesini hatırlatmaktadır. Bu bağlamda kümûn-zuhûr teorisinin zamanla bağlantısı nedir? Sorusuna H. Ziya Ülken şöyle cevap vermektedir: "...Değişme ve zaman... gizlinin açığa çıkışından başka bir şey değildir. Yoksa aslında her şey ezeliyette ve aynı zamanda mevcuttur. Orada eski-yeni, mazi-istikbal yoktur. Olmuş ve olacak bütün hâdiseler, bu âlemin içinde vardı. Hâdiselerin doğuşu, perdelerin kalkarak gizlinin aşikara çıkmasıdır..," Ancak görüldüğü gibi, H. Z. Ülken'in bu ifadelerinde biraz mistikleştirme sezilmektedir.
Nazzâm, bu konuda ondan daha açıktır. Nazzâm'ın kümûn-zuhûr'a dair görüşü Câhız'ın nakline göre şöyledir: "... Ebu İshak (Nazzâm) şöyle düşünüyor: Elbisenin, odunun ve pamuğun yakılması bunlardan ateşlerinin çıkması ile gerçekleşir. Bu yakma olayı (ihtirak) nın bir te'vilidir. Yoksa bir yerden ateş gelip de odunda bu yakma işini yapmış değildir. Çünkü odunda gizli olan ateş, kendisinden zıddını nefyetme gücüne sahip değildir, böyle olunca, diğer bir ateşle birleşir ve ondan yardım alır... Dolayısıyla ateşin ortaya çıkmasının engeli ortadan kalkınca gizli olan ateş de ortaya çıkar (zahir olur). Kendisinde gizli olan ateşin zahir olmasıyla odun, parçalanır, kurur ve düşer. Bir şeyi yakma, ondan ateşini çıkarmadır...' burada Nazzâm, hem kümûnu hem de zuhuru birlikte açıklamış oluyor. Buna göre ise, bir şeyde başka şeyler gizlidir, ya da gizlenmiştir, bunların ortaya çıkmasına engel olan şeyler ortadan kalkınca onlardaki gizli olanlar ortaya çıkar. Nazzâm'ın bu fikri, Hegel'in varlık, içinde kendi zıddını barındırır, düşüncesi ile Leibnitz'in varlıkta kuvve halinde bulunan şey dışarıdan gelen bir uyarıcı ile gerçeğe dönüşür, düşüncelerini hatırlatıyor.
Nazzâm dışardan mekanik bir etki, bir müdahale olmadan varlığa geçişin imkansızlağını ifade etmektedir. Nazzâm'ın bu özgün izahı, bir çeşit diyalektik izahtır, denebilir. Görülüyor ki Mutezile'nin evrendeki oluş olayına, yaratma olayına getirdiği açıklama çok farklıdır. Ayrıca bu ifadelerden şu da anlaşılmaktadır: Bir nesne, kendisinde gizlenen şeyi, kendisi doğrudan ortaya çıkaramaz; ancak onun dışında bir güç o engeli ortadan kaldırır, yani mekanik bir müdahalede bulunursa o nesne ortaya çıkabilir. Diğer taraftan Eş'arî, başka Mutezilî bilginlerin isimlerini ve örneklerini de vererek onların, kümûn-zuhûr teorisini kabul ettiklerini belirtir. Sözün bu kısmında yaratma- zaman ilişkisi konusunda Nazzâm'ın kümûn -zuhûr teorisi ile bağlantılı açıklama yapan Mutezile bilgini el-Hayyât'ın konuya ilişkin izahına da işaret etmek gerekmektedir: "...O (Nazzâm) şöyle düşünüyordu: Allah, insanları, hayvanları, canlıları, cansızları ve bitkileri bir anda yarattı. Adem'in yaratılması çocuğunun yaratılmasına takaddüm etmez. (Ondan önce değildir). Ancak Allah, bazı şeyleri bazılarında gizlemiştir. Bu durumda öncelik ve sonralık gizli olanların bulundukları yerlerden açığa çıkmasında söz konusudur da, onların yoktan yaratılması ve meydana getirilmesinde değil..."
Burada Nazzâm'ın oldukça farklı bir yaratma ve bu bağlamda zaman anlayışını kümûn- zuhûr teorisi çerçevesinde ortaya koyduğu görülmektedir. Her şeyden evvel Allah'ın her şeyi bir anda yarattığı ve bu anlamda zaman açısından hiçbir şeyin diğerini öncelemediği, meselâ babanın çocuğundan önce yaratılmadığı, ondan sonra da yaratılmadığı vurgulanmaktadır. Allah, önce bir bütün olarak her şeyi bir anda yaratmıştır. Peki hepsi bir anda yaratılmışsa, zaman ne olacak, öncelik-sonralık meselesi nasıl hallolacak? Baba oğuldan önce değilse sebep-sonuç ilişkisi, nedensellik kalkacak mı? Nazzâm bu çetrefilli soruların altından "oluş düzeni" ile kalkmaya çalışıyor. Ona göre evrende bir oluş düzeni söz konusudur. Bu ise, ilk yaratılan bütündeki kuvvelerin açığa çıkmasında gerçekleşir. Bütün bunların gerçekleşmesini sağlayan, bunları yaratan güç ise, Tanrı'dır.
Hayyât, Nazzâm'ın bu düşüncelerinden yaratmada bir şeyin eksik ve fazla olması Allah'ın kudretinde muhaldir gibi bir anlayışın çıkarılmasının doğru olmadığı kanaatindedir. O, Nazzâm'ın bu konuya ait düşüncesini açıklarken şunları da ilave eder:
"...İbrahim'in sözlerinden anlaşılan şudur: Allah, sonsuzca dünyanın benzerlerini ve benzerlerinin benzerlerini yaratma gücüne sahiptir. Onun, Allah, dünyayı toptan (cümleten) yarattı sözlerinden anlaşılması gereken bir başka şey de, şudur: Peygamberlerin mucizelerini Allah, peygamberler tarafından gösterildikleri anda yaratmaktadir..."
Bu ve önceki ifadeler, birlikte düşünüldüğünde Nazzâm'ın düşüncelerinde çelişki var gibi görülmektedir. Şöyle ki, Allah, her şeyi hem bir ânda toptan yarattı, hem de onları zaman içerisinde yarattı. Burada dikkat çeken bir başka husus da, Kur'an'daki "Allah, her gün (her ân) yaratmakta" olduğunu belirten ayetin anlamından farklı olarak her şeyin bir anda yaratıldığı hususudur. Bütün bunlar, Mutezile'nin hem kendi düşünce çerçevesinde, hem de Kur'an'daki yaratma anlayışıyla bir çelişki içinde olduğunu göstermektedir. Fakat onların kümûn-zuhûr teorisine dair düşünceleri dikkate alındığında bir tenakuz gibi görünmediği söylenebilir. Zira onlara göre Allah, her şeyi bir anda yarattı, ancak onlann meydana çıkması zaman içerisinde gerçekleşmiştir. Bu gerçekleşme ise, yine Tanrı'nın müdahalesiyle olmaktadır. İkinci tenakuz gibi görünen konuya ise, Mutezile'nin yaklaşımı, Allah'ın her şeye gücü yeter, dolayısıyla O'nun gücü ve yaratması bir şekilde sınırlandırılamaz. O, her ân bu evren gibi evrenleri yaratma gücüne sahiptir.