MUTEZİLE'DE ZAMAN - 3
|
Mutezile'nin bu konudaki düşüncelerinde bir başka açıdan tenakuz olduğu görülmektedir. O da, Mutezile'nin irade özgürlüğü konusundaki fikirleridir. İnsanların tam olarak irade özgürlüğüne sahip olduğunu iddia eden ve savunan Mutezile, Allah'ın mutlak iradeye ve özgürlüğe sahip olduğunu bu yaratma teorisiyle kaldırmış veya onu sınırlandırmış olmuyor mu? Bize göre, bu soruya Mutezile açısından tam açık bir cevap vermek mümkün görünmemektedir.
Zaman-Başkalaşma-Öncesizlik (Kıdem) ve Sonsuzluk (Beka)
Bilindiği gibi, zamanın ne olduğu sorusuna cevap ararken pek çok kavram, devreye girmektedir. Bunlardan bir kısmını daha önce söz konusu ettik. Ancak bunların diğer bir kısmını da burada açıklamak gerekir. Başkalaşma (tagayyür) ve öncesizlik (kıdem) kavramları, zamanın niteliği ve zamanı niteleyen en önemli kavramlardan ikisidir. İşte burada, bu iki kavramı zaman çerçevesinde izah etmeyi deneyeceğiz.
Sözlüklerde değişme, başkalaşma anlamlarına gelen tegayyür ve tagâyür kavramlarının özünde zaman, en önemli yere sahiptir. Çünkü bir nesnedeki değişme ve başkalaşma, o nesnenin önceki durumuna veya başka bir nesneye karşı durumuna göre belirlenir. Nesnedeki değişme ve başkalaşma ise, öncelik ve sonrahk durumuna göre tesbit edilmelidir. Öncelik ve sonralık hali ise, doğrudan zamanla ilişkilidir.
Mutezile'ye göre başkalaşma öncelikle nerede gerçekleşir? Hangi şeylerde meydana gelir? Eş'arî, bu sorularla ilgili onların düşüncelerini Hişam b. Hakem'e atfen şöyle ifade eder: "... Başkalaşma (tegâyür), cisimler arasında gerçekleşir..."
Burada başkalaşmanın madde dünyasında olduğuna özellikle bir işaret vardır, ayrıca kelimenin Arapça yapısından dolayı başkalaşmanın iki nesne arasında olduğuna da işaret vardır. Nesnelerdeki başkalaşmanın tesbiti için ise, zaman en önemli ölçüttür.
Cisimdeki başkalaşmaya Mutezile, nasıl bakmaktadır? Mutezile düşünürleri tagayyürden ne anlamaktadır? Bu sorulara özellikle Mutezile adına el-Hayyât cisimdeki başkalaşmadan ve değişmeden ne anladığını belirterek şöyle cevap veriyor:
"...Cismin özündeki (nefs) hallerin değişmesi ve kendisindeki bu durumların başkalaşarak ortaya çıkması, zorunlu olarak ondan bilinendir. Bir şey, kendine muhalif olmadığı gibi, kendinden başkası da olmaz. Bunlar şunu gösteriyor: Uyuşmama (ihtilaf) ve başkalaşma (tagayyür), iki şey arasında gerçekleşir... "
Bu ifadelerden görülüyor ki değişme ve başkalaşma cismin kendisinde gerçekleşirken, bunu ancak diğer bir cisimle karşılaştırarak anlayabiliriz. Başkalaşmayı gözlemleyen de bunu ancak zaman aracılığıyla anlayabilir. Başkalaşma, buna göre bir şeydeki iki nitelik farklılaşmasından ortaya çıkmaktadır. Başkalaşma (tagayyür) hususunda Kadı Abdulcabbar şöyle düşünür: "... Başkalaşma, bir şeyin önceki olduğundan başka bir şey olmasıdır. Başkalaşma (tagayyür) kelimesi, bir mahalde daha önce olmayan bir şeyin meydana gelmesi durumunda kullanılır. Örneğin siyahlıktan sonra siyah olanda beyazlığın ortaya çıkmasıyla o şeyin başkalaşması gibi..."
Burada da belirtildiği gibi başkalaşma, bir şeyde önce bulunanın yerine daha sonra başka bir şeyin geçmesi ile açıklanmaktadır. Ayrıca bu ifadeler, modern felsefedeki olumsuluk (Contingency) teorisini hatırlatmaktadır. Nitekim, E.Boutroux, olumsuluğu, bir şeyin olduğundan başka bir şey olabilmesi diye tarif etmektedir. Demek ki başkalaşma, Mutezile'ye göre, aynı zamanda değişmedir. Diğer taraftan zaman-öncesizlik (kıdem) ilişkisi söz konusu olduğunda, tabii olarak zaman-sonsuzluk (beka) ilişkisi de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Mutezile'nin varlığın öncesizliği (kıdemi) meselesine öncelikle hâdis-kıdem ilişkisi çerçevesinde baktığını belirtmemiz gerekir. Nitekim Kadı Abdülcabbar'ın şu sözü meseleye açıklık getiriyor: "...Kadîmin yok olması (ademi) doğru değildir. Bir şeyin kıdemi ortadan kalkarsa onun hadis olduğu sabit olur..."
Burada varlığa ait iki temel özellikten söz ediliyor: Sonsuzluk ve sonluluk. Bu birbirine zıt olan iki şeyden birinin olduğu yerde diğeri yoktur. Böyle olunca da bu iki temel niteliğin sahipleri de farklı varlıklardır. Çünkü biri sonsuz varlıktır, diğeri sonlu varlıktır. Birbirinden farklı böyle iki varlık konusunda H.Z. Ülken'in nakline göre Ebu'l-Huzeyl şunları düşünmektedir:
"...Âlem, bitimsiz (namütenahi) olamaz. Çünkü mütenahîlerin mecmuu sonluların toplamı da mutenahîdir. Fâni olan şeyler, yaratılır ve mahvedilirler. O halde, âlem de yaratılmıştır ve mahvolacaktır (yok olacaktır), yani hadistir..,"
Mutezile bilginlerinin hemen hepsinde ortak olan hususlardan biri de hadis ve kadîmin belirlenmesidir. Ehl-i sünnet alimleri gibi Muteziüler de, kadîm sıfatını sadece Tanrı'ya yüklemekte, hadis sıfatını ise, Tanri'nın dışında herşeye yüklemektedir: "... Tanrı'nın dışında her şey sonludur... Evren hem cismi, hem de hareketinde sonludur. Bütünüyle evren hadis olup, kadîm, değildir, kadîm olan sadece Allah'tır..." Diğer İslâm bilginleri gibi, Mutezile de özellikle evrenin kıdemi, Tanrı'nın kadîmliği meselelerinde aynı düşünceye sahiptirler.
Mutezile, Tanrı ve diğer varlıkların birbirinden tamamen farklı oldukları hususunda zamanla ilgiyi nasıl kuruyor? El-Hayyât'ın, Mutezile adına, bu soruya cevabı şudur:"...Allah, mekân ve zamandan münezzeh olarak varlıklara zıttır. O, her şeyden başkadır. Allah, ezelde (öncesizlikte) tek idi ve O'nun dışında varlık da yok idi..." Buradan anlaşılacağı gibi, Allah'ın zaman ve mekânla hiçbir ilgisi yoktur, O, zamandan beri (münezzeh)dir; çünkü zaman, yaratma ve hareketle başlar. Bunları yapan ve başlatan bizzat kendisi olduğu için O'nun zaman ve mekânın dışında olması tabiîdir. Öncesizlikte de bir tek O, vardır. Öncelik, zaman ve mekân gibi her şey, sadece var olanlara mahsustur.
Zaman ile vakit arasında da bir ilişki olması lazımdır. Bu ilişki nasıl bir ilişkidir? Şimdi bu soruya cevap arayalım: Bu iki kavramı Kadı Abdulcabbar şöyle izah eder: Zaman da, diğer şeyler gibi hadistir. Ancak o zamanın işlevinin şu farklılığına önemle işaret eder: "... Zaman, hadistir, insan onunla başkasının hudûsunu ya da hadisin yerine geçeni bilir. Zamanın hadis olması zorunludur; zira, zaman, sonsuz (baki) olsaydı, onunla hiçbir şeyi belirlemek (zamanlama-vakitleme) mümkün olmazdı..." ifade edildiği gibi zaman, kendisi hadis olduğu gibi, hem hadisi, hem de hâdisde olup biteni belirleyen bir şeydir. Burada, Gazali'nin Farabi ve İbn Sina gibi filozofları aşın şekilde tenkidine sebep olan zamanın sonsuzluğu konusundaki fikirlerine Mutezile de destek vermektedir. Zira onlara göre, zaman şayet sonsuz (kadîm) olsaydı onunla hiçbir şey belirlenemezdi.
Zaman, mekân ve çeşitli zaman tasavvurları ile bunların kıdem ve hudusu konusunda H.Ziya Ülken, Ebu'l-Huzeyl'in şu düşüncelerini nakleder: "...Ruhî zaman, bir mefhumdur. Evvellik, sonralık tasavvur halinde mevcuttur. Yaşayışımızın şuurunu onunla ifade ederiz. Fakat bir de atomik zaman vardır ki, o ân (instant) dediğimiz cevher-i fertlerin (atomların) birbirine katılmasından doğar... Her fizik nokta ve her zaman lahzası, araz olmak bakımından birer atomdur. Onlar birbirine bitişik ve sürekli değildirler. Aralarında fasılalar vardır; bir hareket ve bir sükûn halinde bir araz, bir boşluğu takip eder..."
İnsanın kendi hayatını hissettiği zamanla, bir varlık olarak zaman, birbirinden farklıdır. Gerek felsefede ve gerekse bizim burada söz konusu ettiğimiz zaman, ikinci tür zamandır. Ayrıca burada bu zamanın ânlarının birer atom olarak nitelenmesi özgün ve dikkat çekici bir görüştür. Buradaki ifadelerden ortaya çıkan bir başka sonuç ise, zamanın aynen Leibnitz (öl.l716)'in monad teorisini hatırlatan bir anlayış çerçevesinde açıklanmış olmasıdır.
H.Z.Ülken, el-Allâf'ın zaman anlayışına yönelik yorumlarına şunları katıyor: "...Ânlar süreksizdir ve iki ân arasındaki fasıla da zamanın boşluğudur. Mekânda olduğu gibi, zamanda da boşluklar tasavvur etmedikçe zamanı izah edemeyiz... Zaman, ezeli değil mahluktur... ona göre zaman dâhir (eternal) değildir. Eğer zamanın başlangıç ve sonu yoksa, Allah'ın da zaman içinde olması veya zamanın aynı olması lazımdır. Bu ise, Allah'a süreklilik ve değişme atfetmek demektir. Halbuki Allah, zamanın dışındadır ve onu yaratmıştır..."
Bu ifadelerde de açık olarak belirtildiği gibi, zamanı oluşturan ânlar sonludur. Zamanı oluşturan ânlan birbirine bağlayan boşlukların kabul edilmesi gerekir. Zira Allâf'a göre, bu boşluklar, düşünülmezse zaman anlaşılmaz. Bir başka açıdan, bu zaman ve onun ilintide olduğu her şeyin hem bir başlangıcı ve hem de bir sonu vardır. Aksi halde Tann'yı zaman içinde düşünmek gerekir ki bu imkânsızdır.
Son olarak zaman-kıdem, beka ve Allah'ın sıfatlan konusunda Mutezile ne düşünmektedir? Şimdi bu soruya cevap arayalım. Onlara göre, Allah'ın sıfatları zatının aynıdır. Bu durumda öncesizlik (kıdem) ve sonsuzluk (beka) sıfatlan bizzat Allah'ın kendisi olmaktadır. Nitekim Eş'arî'nin nakline göre Mutezile, Tanrı-kadîm ilişkisini de şöyle düşünüyor: "...Kadîm'in anlamı Allah'tır..."
Burada da belirtildiği gibi, Mutezile, Allah'ı sıfatlarıyla aynı görmektedir. Ayrıca Eş'arî, konuyla ilgili Ebu'l- Huzeyl'in görüşlerinin şu şekilde olduğunu belirtir: "...Ona göre, Allah, kadîmdir demenin anlamı, kıdemin sadece Allah'a ait olduğunu, onun Allah olduğunu isbat
etmektedir..."
Şu halde, Allah'ın sıfatı olan kadîm doğrudan Allah'ın yerine kullanılmıştır. Burada, Mutezile'nin yukarıda ifade edilen zat-sıfat ayniliği anlayışları daha açık olarak görülmektedir. Bu durumda öncesizlik, Allah'a ait olduğu gibi sonrasızlık da Allah'a ait olmaktadır. Nitekim Cübbaî ve el-Allâf 'da bu fikri teyiden şöyle söylemektedirler. "... Allah, hem öncesizlikte, hem de sonsuz(ezel-ebed)lukta tektir..."
Zaman-Başkalaşma-Öncesizlik (Kıdem) ve Sonsuzluk (Beka)
Bilindiği gibi, zamanın ne olduğu sorusuna cevap ararken pek çok kavram, devreye girmektedir. Bunlardan bir kısmını daha önce söz konusu ettik. Ancak bunların diğer bir kısmını da burada açıklamak gerekir. Başkalaşma (tagayyür) ve öncesizlik (kıdem) kavramları, zamanın niteliği ve zamanı niteleyen en önemli kavramlardan ikisidir. İşte burada, bu iki kavramı zaman çerçevesinde izah etmeyi deneyeceğiz.
Sözlüklerde değişme, başkalaşma anlamlarına gelen tegayyür ve tagâyür kavramlarının özünde zaman, en önemli yere sahiptir. Çünkü bir nesnedeki değişme ve başkalaşma, o nesnenin önceki durumuna veya başka bir nesneye karşı durumuna göre belirlenir. Nesnedeki değişme ve başkalaşma ise, öncelik ve sonrahk durumuna göre tesbit edilmelidir. Öncelik ve sonralık hali ise, doğrudan zamanla ilişkilidir.
Mutezile'ye göre başkalaşma öncelikle nerede gerçekleşir? Hangi şeylerde meydana gelir? Eş'arî, bu sorularla ilgili onların düşüncelerini Hişam b. Hakem'e atfen şöyle ifade eder: "... Başkalaşma (tegâyür), cisimler arasında gerçekleşir..."
Burada başkalaşmanın madde dünyasında olduğuna özellikle bir işaret vardır, ayrıca kelimenin Arapça yapısından dolayı başkalaşmanın iki nesne arasında olduğuna da işaret vardır. Nesnelerdeki başkalaşmanın tesbiti için ise, zaman en önemli ölçüttür.
Cisimdeki başkalaşmaya Mutezile, nasıl bakmaktadır? Mutezile düşünürleri tagayyürden ne anlamaktadır? Bu sorulara özellikle Mutezile adına el-Hayyât cisimdeki başkalaşmadan ve değişmeden ne anladığını belirterek şöyle cevap veriyor:
"...Cismin özündeki (nefs) hallerin değişmesi ve kendisindeki bu durumların başkalaşarak ortaya çıkması, zorunlu olarak ondan bilinendir. Bir şey, kendine muhalif olmadığı gibi, kendinden başkası da olmaz. Bunlar şunu gösteriyor: Uyuşmama (ihtilaf) ve başkalaşma (tagayyür), iki şey arasında gerçekleşir... "
Bu ifadelerden görülüyor ki değişme ve başkalaşma cismin kendisinde gerçekleşirken, bunu ancak diğer bir cisimle karşılaştırarak anlayabiliriz. Başkalaşmayı gözlemleyen de bunu ancak zaman aracılığıyla anlayabilir. Başkalaşma, buna göre bir şeydeki iki nitelik farklılaşmasından ortaya çıkmaktadır. Başkalaşma (tagayyür) hususunda Kadı Abdulcabbar şöyle düşünür: "... Başkalaşma, bir şeyin önceki olduğundan başka bir şey olmasıdır. Başkalaşma (tagayyür) kelimesi, bir mahalde daha önce olmayan bir şeyin meydana gelmesi durumunda kullanılır. Örneğin siyahlıktan sonra siyah olanda beyazlığın ortaya çıkmasıyla o şeyin başkalaşması gibi..."
Burada da belirtildiği gibi başkalaşma, bir şeyde önce bulunanın yerine daha sonra başka bir şeyin geçmesi ile açıklanmaktadır. Ayrıca bu ifadeler, modern felsefedeki olumsuluk (Contingency) teorisini hatırlatmaktadır. Nitekim, E.Boutroux, olumsuluğu, bir şeyin olduğundan başka bir şey olabilmesi diye tarif etmektedir. Demek ki başkalaşma, Mutezile'ye göre, aynı zamanda değişmedir. Diğer taraftan zaman-öncesizlik (kıdem) ilişkisi söz konusu olduğunda, tabii olarak zaman-sonsuzluk (beka) ilişkisi de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Mutezile'nin varlığın öncesizliği (kıdemi) meselesine öncelikle hâdis-kıdem ilişkisi çerçevesinde baktığını belirtmemiz gerekir. Nitekim Kadı Abdülcabbar'ın şu sözü meseleye açıklık getiriyor: "...Kadîmin yok olması (ademi) doğru değildir. Bir şeyin kıdemi ortadan kalkarsa onun hadis olduğu sabit olur..."
Burada varlığa ait iki temel özellikten söz ediliyor: Sonsuzluk ve sonluluk. Bu birbirine zıt olan iki şeyden birinin olduğu yerde diğeri yoktur. Böyle olunca da bu iki temel niteliğin sahipleri de farklı varlıklardır. Çünkü biri sonsuz varlıktır, diğeri sonlu varlıktır. Birbirinden farklı böyle iki varlık konusunda H.Z. Ülken'in nakline göre Ebu'l-Huzeyl şunları düşünmektedir:
"...Âlem, bitimsiz (namütenahi) olamaz. Çünkü mütenahîlerin mecmuu sonluların toplamı da mutenahîdir. Fâni olan şeyler, yaratılır ve mahvedilirler. O halde, âlem de yaratılmıştır ve mahvolacaktır (yok olacaktır), yani hadistir..,"
Mutezile bilginlerinin hemen hepsinde ortak olan hususlardan biri de hadis ve kadîmin belirlenmesidir. Ehl-i sünnet alimleri gibi Muteziüler de, kadîm sıfatını sadece Tanrı'ya yüklemekte, hadis sıfatını ise, Tanri'nın dışında herşeye yüklemektedir: "... Tanrı'nın dışında her şey sonludur... Evren hem cismi, hem de hareketinde sonludur. Bütünüyle evren hadis olup, kadîm, değildir, kadîm olan sadece Allah'tır..." Diğer İslâm bilginleri gibi, Mutezile de özellikle evrenin kıdemi, Tanrı'nın kadîmliği meselelerinde aynı düşünceye sahiptirler.
Mutezile, Tanrı ve diğer varlıkların birbirinden tamamen farklı oldukları hususunda zamanla ilgiyi nasıl kuruyor? El-Hayyât'ın, Mutezile adına, bu soruya cevabı şudur:"...Allah, mekân ve zamandan münezzeh olarak varlıklara zıttır. O, her şeyden başkadır. Allah, ezelde (öncesizlikte) tek idi ve O'nun dışında varlık da yok idi..." Buradan anlaşılacağı gibi, Allah'ın zaman ve mekânla hiçbir ilgisi yoktur, O, zamandan beri (münezzeh)dir; çünkü zaman, yaratma ve hareketle başlar. Bunları yapan ve başlatan bizzat kendisi olduğu için O'nun zaman ve mekânın dışında olması tabiîdir. Öncesizlikte de bir tek O, vardır. Öncelik, zaman ve mekân gibi her şey, sadece var olanlara mahsustur.
Zaman ile vakit arasında da bir ilişki olması lazımdır. Bu ilişki nasıl bir ilişkidir? Şimdi bu soruya cevap arayalım: Bu iki kavramı Kadı Abdulcabbar şöyle izah eder: Zaman da, diğer şeyler gibi hadistir. Ancak o zamanın işlevinin şu farklılığına önemle işaret eder: "... Zaman, hadistir, insan onunla başkasının hudûsunu ya da hadisin yerine geçeni bilir. Zamanın hadis olması zorunludur; zira, zaman, sonsuz (baki) olsaydı, onunla hiçbir şeyi belirlemek (zamanlama-vakitleme) mümkün olmazdı..." ifade edildiği gibi zaman, kendisi hadis olduğu gibi, hem hadisi, hem de hâdisde olup biteni belirleyen bir şeydir. Burada, Gazali'nin Farabi ve İbn Sina gibi filozofları aşın şekilde tenkidine sebep olan zamanın sonsuzluğu konusundaki fikirlerine Mutezile de destek vermektedir. Zira onlara göre, zaman şayet sonsuz (kadîm) olsaydı onunla hiçbir şey belirlenemezdi.
Zaman, mekân ve çeşitli zaman tasavvurları ile bunların kıdem ve hudusu konusunda H.Ziya Ülken, Ebu'l-Huzeyl'in şu düşüncelerini nakleder: "...Ruhî zaman, bir mefhumdur. Evvellik, sonralık tasavvur halinde mevcuttur. Yaşayışımızın şuurunu onunla ifade ederiz. Fakat bir de atomik zaman vardır ki, o ân (instant) dediğimiz cevher-i fertlerin (atomların) birbirine katılmasından doğar... Her fizik nokta ve her zaman lahzası, araz olmak bakımından birer atomdur. Onlar birbirine bitişik ve sürekli değildirler. Aralarında fasılalar vardır; bir hareket ve bir sükûn halinde bir araz, bir boşluğu takip eder..."
İnsanın kendi hayatını hissettiği zamanla, bir varlık olarak zaman, birbirinden farklıdır. Gerek felsefede ve gerekse bizim burada söz konusu ettiğimiz zaman, ikinci tür zamandır. Ayrıca burada bu zamanın ânlarının birer atom olarak nitelenmesi özgün ve dikkat çekici bir görüştür. Buradaki ifadelerden ortaya çıkan bir başka sonuç ise, zamanın aynen Leibnitz (öl.l716)'in monad teorisini hatırlatan bir anlayış çerçevesinde açıklanmış olmasıdır.
H.Z.Ülken, el-Allâf'ın zaman anlayışına yönelik yorumlarına şunları katıyor: "...Ânlar süreksizdir ve iki ân arasındaki fasıla da zamanın boşluğudur. Mekânda olduğu gibi, zamanda da boşluklar tasavvur etmedikçe zamanı izah edemeyiz... Zaman, ezeli değil mahluktur... ona göre zaman dâhir (eternal) değildir. Eğer zamanın başlangıç ve sonu yoksa, Allah'ın da zaman içinde olması veya zamanın aynı olması lazımdır. Bu ise, Allah'a süreklilik ve değişme atfetmek demektir. Halbuki Allah, zamanın dışındadır ve onu yaratmıştır..."
Bu ifadelerde de açık olarak belirtildiği gibi, zamanı oluşturan ânlar sonludur. Zamanı oluşturan ânlan birbirine bağlayan boşlukların kabul edilmesi gerekir. Zira Allâf'a göre, bu boşluklar, düşünülmezse zaman anlaşılmaz. Bir başka açıdan, bu zaman ve onun ilintide olduğu her şeyin hem bir başlangıcı ve hem de bir sonu vardır. Aksi halde Tann'yı zaman içinde düşünmek gerekir ki bu imkânsızdır.
Son olarak zaman-kıdem, beka ve Allah'ın sıfatlan konusunda Mutezile ne düşünmektedir? Şimdi bu soruya cevap arayalım. Onlara göre, Allah'ın sıfatları zatının aynıdır. Bu durumda öncesizlik (kıdem) ve sonsuzluk (beka) sıfatlan bizzat Allah'ın kendisi olmaktadır. Nitekim Eş'arî'nin nakline göre Mutezile, Tanrı-kadîm ilişkisini de şöyle düşünüyor: "...Kadîm'in anlamı Allah'tır..."
Burada da belirtildiği gibi, Mutezile, Allah'ı sıfatlarıyla aynı görmektedir. Ayrıca Eş'arî, konuyla ilgili Ebu'l- Huzeyl'in görüşlerinin şu şekilde olduğunu belirtir: "...Ona göre, Allah, kadîmdir demenin anlamı, kıdemin sadece Allah'a ait olduğunu, onun Allah olduğunu isbat
etmektedir..."
Şu halde, Allah'ın sıfatı olan kadîm doğrudan Allah'ın yerine kullanılmıştır. Burada, Mutezile'nin yukarıda ifade edilen zat-sıfat ayniliği anlayışları daha açık olarak görülmektedir. Bu durumda öncesizlik, Allah'a ait olduğu gibi sonrasızlık da Allah'a ait olmaktadır. Nitekim Cübbaî ve el-Allâf 'da bu fikri teyiden şöyle söylemektedirler. "... Allah, hem öncesizlikte, hem de sonsuz(ezel-ebed)lukta tektir..."