Bilim, Bilim Tarihi ve Felsefe ilişkisi üzerine - 3

Bilimsel bilgi aynı zamanda genel geçer bir bilgidir. Ancak bu genel geçerliği mutlak anlamda anlamamak gerekir. Çünkü ne denli sağlam olursa olsun, bir bilgi belirli koşullar içerisinde incelenmiş, sınanmış ve geçerliliği saptanmış bilgidir. Böyle olunca da bu bilginin o koşullar değiştiğinde, yeniden revizyon edilmesinin, bir anlamda yeni duruma, eğer uyarlanabiliyorsa, uygun hale getirilmesinin gerekliliği de açıktır. Bilimin genellik niteliğini elde etmesi de aslında bu yoldan olur. Çünkü her düzenleme veya iyileştirme sonucunda bilgiyle doğa arasında daha rasyonel ve daha reel bir yakınlaşma olmaktadır. Doğa biraz daha ayrıntılı kavranabilmektedir.

Bu durum ise bilimin ilerleyen ve yığılan yönlerinin bulunduğunu göstermektedir. Ancak, buradaki yığılganlığın kesintisiz, aralıksız bilgi yığılması yerine, bir süre yığılan bilginin zaman zaman yeniden elden geçirilerek temelden değişme ve dönüşmelere yerini bırakabilmesi biçiminde bir süreli yığılma olarak düşünülmesi doğru olur.  Bilim tarihi bunun pek çok örneğini bize sağlamaktadır. Aristoteles'in hareket kuramı bütün Ortaçağ boyunca -doğu ve batı dünyasında- ve daha sonra modern dönemin başlarında Galileo tarafından önemli değişimlere uğratıldıktan sonra, elde edilen bilgi yığını Newton tarafından köklü bir değişim ve dönüşüme uğratılmıştır. Elbette bu noktada ulaşılan bilgi düzeyi, doğayı daha ayrıntılı tanımlamayı ve anlamlandırmayı olanaklı kılmaktadır. Eylemsizlik ilkesi aracılığıyla Dünyanın yani ağır bir nesnenin hareket edebileceği anlaşılabilmiştir.

Bilim aynı zamanda ele aldığı konuları bir bütünlük içinde ve geniş kapsamlı bir yaklaşımla ele alır. Bundan dolayı da sistemli ve tutarlı bir bilgidir ve bu nedenle doğru çıkarımlara ve akıl yürütmelere olanak tanır.  Bu yönü bilimsel bilginin kuramsal boyutuna dikkat çekmektedir. Newton programının yaklaşık iki yüz yıllık bir dönem boyunca kendine üstünlük sağlamasının temel nedeni de onun sağlam ve tutarlı bir kuramsal yapıya oturtulmuş olmasındandır. Bilime bunu sağlayan ise, onun doğada birçok düzenliliğin olduğu sayıntısmdan hareket etmesidir. Homo Sapiens türünün ortaya çıkmasından beri insanoğlu hayatta kalabilmek için bu düzenliliklerden yararlanmıştır. Gü­neş ve Ay periyodik olarak hareketlerini tekrar ederler. Gece ve gündüz insanın temel ritmini oluşturmaktadır. Mevsimler de hayvanların göçlerini belirleyen bir düzenliliği içermektedir. Bu düzenlilikler olgu bilgisinin birikmesine yardımcı olmuştur. Bu nedenle bilimin basit anlamda doğa dünyasının bilgisi olarak tanımlanması yaygın bir kanaat olmuştur. Ancak elbette ki bilim yalnızca bu düzenlilikten oluşmamaktadır. Aynı zamanda çağlar boyunca izlenmesi gereken etkin bir süreçtir.

Yaklaşık 4000 yıl önce ilk bilimsel etkinliklerin yer aldığı bilinen Mısır ve Mezopotamya'da bu etkinliği bütünüyle pratik amaçlar yönlendirmekteydi. Bu temel tutuma bağlı olarak en önemli gelişme de uygulamalı astronomi ve arazi ölçümlerinde kullanılan temel geometri alanlarında gerçekleşti. Babil'de ise ticari aritmetik daha fazla ilerlemişti. Bu durum bütünüyle toplumsal yapıya koşutluk göstermekteydi ve yapılan çalışmalar öylesine iyi düzenlenmiş ve kaydedilmişti ki, bu uygarlıklar yoğunluklarını kaybettikten uzun yıllar sonra bile etkinliklerini sürdürebildiler.

Bugün Mısırlıların mühendislik alanındaki en görkemli başarılarının dev piramitler ve sfenksler olduğunu biliyoruz. Bu yapıtlar temelde geometri bilgisini gerektirirler. Nitekim Mısırlılar da kenarları 3, 4 ve 5 birim olan bir üç­gende en uzun kenarın karşısındaki açının dik açı olacağını biliyorlardı. Bu son derece yararlı bir bilgidir ve özellikle Mısırlılar bu bilgiyi çok sık kullanmak durumundaydılar. Çünkü Nil nehri her yıl taşıyordu. Bu taşma sonucu büyük bir alan sular altında kalmakta ve önceden sınırları çizilmiş araziler tahrip olmaktaydı. Arazilerin yeniden sınırlarının çizilmesi için geometriye gereksinim olmaktaydı. Mısır ve Mezopotamya'da geometrinin en çok gelişen bilim dalı olmasını bu olgu bir ölçüde de olsa açıklamaktadır.

Nil nehri aynı zamanda Mısır astronomisinin gelişiminde de önemli rol oynamıştır. Çünkü Mısırlılar bu taşmanın Güneşin görünen hareketiyle ve konumuyla da yakından ilgili olduğunu anlamışlardır. Dolayısıyla Güneşin hareketlerini izlemek gereksinimi duymuşlardır. Aynı zamanda göksel nesnelerin dinsel bir anlamının olması da insanların bu nesnelerin hareketlerini ve konumlarım izlemeye yöneltmiştir. Bu nedenle Mısırlılar ve Babilliler Güneş, Ay ve yıldızların hareketlerini düzenli olarak kaydetmişlerdir. Özellikle Babillilerin kayıtları çok uzun dönemleri kapsamaktaydı ve çok sistematikti. Bu yüzden gelecekte ne zaman Güneş ve Ay tutulması olacağını kestirebilmişlerdir. Bu çaba insanların çok eskiden beri doğada bir düzenliliğin olduğu inancına dayanmaktadır. Nitekim uzun süre göksel nesnelerin görünen hareketleri gözlenmiş ve kaydedilmiş, sonuçta doğadaki düzenlilik keşfedilmiş ve bu nesnelerin gelecekteki konumları kestirilebilmiştir.

Bilim tarihinin açığa çıkardığı diğer bir husus da, bilimsel bilginin belli bir alanı, uygun bir araştırma ve doğrulama yönteminin bulunduğudur. Gerçekte bugün bizim bilimden kastımız da amacı insan, doğa ve evrene ilişkin olayların nedenlerini, birbirleriyle olan bağıntılarını bulan, geneîleştiren, kuramsallaştıran ve bu kuramsal bilgi yardımıyla sonradan oluşacak olayların nasıl ve ne zaman ortaya çıkacağını saptayan bir etkinliktir. Böylece betimleme ve açıklama gibi iki temel aşaması bulunduğu anlaşılan bilim, aynı zamanda bütün bunları gerçekleştirmek için de nitelikleri belli bir yöntem dahilinde hareket eder. Bilimsel yöntem adı verilen bu yöntemin özü de betimleme ve açıklamanın nasıl ve hangi yollarla yapılacağını belirleyen ve bilimsel bilgiye temel karakteristiğini veren bir dizge olmasıdır.

Bilimsel yöntem kavramı hem bilimsel düşünme, hem de bilimsel araştırma yöntemini içermektedir. Bilimsel düşünme yöntemi olarak bilimsel yöntem, akıl yürütme şekillerini içeren zihinsel bir etkinlik, bilimsel araştırma yöntemi olarak bilimsel yöntem ise, bir araştırmada izlenecek aşamaları ve düzeyleri içeren bir süreçtir.

Ancak bilimsel yöntemin tarihine baktığımızda, bu anlamda bir yöntemin ortaya konulmasının hiç de kolay olmadığım ve uzun bir süreç sonucu gerçekleştirildiğini görmekteyiz. Nitekim pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da ilk olma şerefini elinde barındıran Aristoteles'ten başlamak üzere, Roger Bacon, Francis Bacon, Rene Descartes, john Stuart Mili gibi pek çok kimse doğrudan doğruya bilimsel yöntem konusunda çalışmışlardır. Ancak bunun yanında Galileo ye Newton gibi bilim adamları ise çalışmalarıyla dolaylı olarak katkılarda bulunmuşlardır.

Bilimin yöntemine gösterilen ilgi, aynı zamanda bilim tarihinin, bilginin hangi aşamalardan geçerek, bugün bilim dediğimiz bilgi türünün oluştuğunu, bilime ne zaman ve ne gibi katkılar yapıldığı, elde edilen bilimsel sonuçların uygulamaya nasıl geçirildiklerini ve bunların insan yaşamında ne gibi değişikliklere neden olduğu konularım da bilim tarihinin ele alması gerektiğini göstermektedir.

Ayrıca bilim tarihi, bir toplumun bilime katkı yapacak bir düzeye getirilebilmesi için neler yapılması gerektiğini somut örneklere dayanarak göstermeye çalışır. Bu anlamda bakıldığında tarihin çeşitli dönemlerinde, bazı bölgelerde, gerçekten bir altın çağ yaşandığı, bazen karanlık bir döneme girildiği, bir çökü­şün yaşandığı görülmektedir. Bilim tarihi, bilgi birikiminin artışı ve azalışı ile, toplumun ilerleyişi ve gerileyişi arasında tam bir paralelliğin olduğunu göstermiştir. Farklı dönemlerin siyasi ve ekonomik durumlarını, felsefelerini, dünya görüşlerini inceleyerek bilimin gelişme veya gerilemesine neden olan düşünce ve davranışları saptamak ve bu yolla geleceğe ışık tutmak mümkündür.

Bu anlamda örneğin Türklerin düşünülenin aksine yüksek düzeyli kültür yaratan bir ulus olduğunu kanıtlamanın tek yolu geçmişte ölümsüz yapıtlar verdiklerini ve bugün de vermeye devam ettiklerini göstermekten geçer. Bu nedenle tarihimizin en az bilinen alanlarından biri olan Türk Bilim etkinliğinin ayrıntılı bir şekilde ve tarihe mâl olmuş yapıtlarını gün ışığına çıkaracak ciddi çalışmalar yapılarak incelenmesi bugün bir zorunluluk haline gelmiştir. Bunun için özellikle de uluslararası niteliği olan ve bu bakımdan dünya bilim ve kültür topluluklarını etkileyip, yönlendiren büyük kültür merkezlerini ve bu niteliklere sahip bilim adamlarını kendi bilim tarihimiz açısından niteliği yüksek çalışmalarla aydınlatıp, yönlendirmemiz gerekir.

Bu anlamda Bilim Tarihi, kültürün, özellikle de entelektüel kültürün en temel bileşenidir ve başta bilimsel düşünüş olmak üzere, insanın bütün zihinsel etkinliklerinin tarihsel serüvenini içermesi bakımından ayrıcalıklı bir önem taşımaktadır. Bu bakımdan bilimsel, kültürel ve siyasi boyutlar içermektedir. Çünkü bir ulusun kendi tarihinin görkemini görmek ve göstermek için baş vuracağı en iyi alanlardan birisi bilim tarihidir. Bu bakımdan uluslar hem genel hem de kendi bilim tarihlerini ve dolayısıyla da tarihte yakalamış oldukları başarıları gün ışığına çıkarabilmek için bu alanda önemli ve köklü çalışmalar yapmak zorundadırlar. Ancak kuşkusuz ki, bir ulusun entelektüel anlamda başarılarını bilim tarihi yoluyla ortaya koymak, en iyi yollardan biridir, fakat tek yol değildir. Hem bilim tarihinin düşünsel temellerinin kurulmasında, hem de bilimsel etkinliğin anlaşılıp, açıklanmasında felsefi etkinliğin tarihsel boyutunun sağladığı verilere dayanmak da gerekmektedir.

Bilim ve felsefenin teknik olamayan tanımlarına baktığımızda, bu durumu daha iyi görmemiz olanaklıdır. Bilim, kısaca insanı, doğayı ve evreni anlamak ve açıklamak çabası olarak tanımlayabileceğimiz üst entelektüel bir uğraştır. Bu durum felsefe için de aynen geçerlidir. Bundan dolayı bu iki disiplin, zaman zaman iç içe geçmiş olarak, zaman zaman da birbirlerini etkileyerek ancak iki bağımsız disiplin olarak var olagelmişlerdir. Nitekim tarihsel sürece bakıldı­ğında, özellikle Antikçağ'da bu iki disiplini birbirinden ayırmak neredeyse ola naksızdır. Çünkü bu dönemde filozof olan aynı zamanda bilim adamıdır da; yada tersi. Ancak modern çağda uzmanlaşma kavramının ön plana çıkması ve sorudan çok yanıtın önemsenmesiyle birlikte bilim ve felsefe arasındaki birliktelik bilim lehine bozuldu. Ancak felsefe de amacı bilimsel bilgi vermek olmayan, fakat bilimin yöntem ve kavramları üzerine mantıksal ve felsefi açıklamalar yapmak olan bir entelektüel uğraş olarak kendisini adeta yeniden kurdu ve bu kez daha sınırlı bir ad altında, "bilim felsefesi" olarak varlığını sürdürmeye devam etti. Öyle ki bu uğraş günümüzde yoğun olarak sürmektedir.

1-2-3-4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP