Bilim, Bilim Tarihi ve Felsefe ilişkisi üzerine - 4

Buna karşılık bilimin zaman içerisindeki gelişiminin sistemli bir biçimde ortaya konulmasını amaçlayan bilim tarihi ise konu, kavram ve yaklaşım bakımından daha çok felsefeye yaklaşmaktadır ve bu bakımdan o felsefi boyutları gerektiren ancak yöntem açısından bilime yaklaşan ve bundan dolayı disiplinler arası bir çalışmayı zorunlu kılan bir bilim dalıdır. Bu yapısı gereği doğal olarak felsefeyle etkileşimi en fazla olan disiplindir de. Öyle ki günümüzde adeta felsefe olmadan yapılan bilim tarihinin kör, bilim tarihi olmadan yapılan felsefenin ise boş bir girişim olduğu düşüncesi ön plana çıkmıştır. Böylece başlangıçta bilim ve felsefe arasında kurulan birliktelik günümüzde bilim tarihi ve felsefe arasında ve daha da yoğun bir biçimde yeniden kurulmaktadır,

Bilim felsefesi, tarihsel süreç içerisinde bilimin ne şekilde geliştiğini izlemek yoluyla bilimi ve bilimsel bilginin temel niteliklerini kavramayı hedefleyen bilim tarihinin yaklaşımından farklı olarak, bilimi kavram, yöntem ve ürettiği bilginin niteliği açısından ele alarak da incelemeyi hedefleyen bir uğraştır. Bilimde yöntem ya da bilimsel yöntem kavramaları da bu bağlamda daha çok bilim felsefesine yönelik çalışmaların adlandırılmasında kullanılan kavramlardır. Bilimde yöntem çalışmaları doğrudan doğruya bilimsel bilginin temel ayırt edici karakteristiklerini belirleyerek bilimsel bilginin diğere bilgi türlerinden olan farklılığını ortaya koymaya çalışan bir uğraştır. Bu bakımdan bu uğraşın da tarihsel süreç içerisinde geçirdiği aşamaları incelemek gerekmektedir. Çünkü bugünkü anlamıyla bilim ya da bilimsel bilgi anlayışının ortaya çıkmasının da bir geçmişi söz konusudur.

Bilim felsefesi, diğer felsefe dalları arasında nispeten geç gelişmiş olmasına karşın, hem felsefe hem de bilimsel çalışmalar üzerinde en fazla etki bırakmış olanıdır. Bunu felsefeden çok bilime ve onun tarihsel süreç boyunca üstlendiği ya da ona yüklenen niteliklere bağlamak yanlış olmasa gerek. Çünkü bilim bü­tün eleştirilere karşın, aynı zamanda standardı koyan, başka bir deyişle başlı başına bir ölçüttür. "Bilimsel olmak" ya da "bilimsel verilere göre..." gibi nitelemelere dayanan belirlemeler bu gerçeği dile getiren açık kanıtlardır. Bilim felsefesinde verilen pek çok başarılı yapıt da bunun diğer bir açık delilidir.


Ülkemizde de problemin ortaya konulması ve güncel konuma sokulması tamamen doğal koşullardan kaynaklanmamakla birlikte, yoğun ilgi çekmesi de yine bilimin yapısı ve standart koyucu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bilimsel olmak, deyim yerindeyse, başlı başına bir marifet kabul edilmektedir. Oysa ki çok güvenilir bir bilgi olarak kabul edilen bilimin de, kuram, olgu ve yöntem bakımından pek çok güvenilir olmayan boyutları, başka bir deyişle karanlık ve tartışmalı noktaları bulunmaktadır.

Bilim felsefesinin günümüzdeki gelişimini ve yaygınlığını besleyen diğer bir etmen de çağdaş dünyanın bilim tasarımının değişmiş olmasıdır. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında bilime yönelik geliştirilmiş olumlu tavır, günümüzde daha çok bilimi olumsuzlamaya yönelik bir kampanyaya dönüşmüştür. Bunun elbette çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenleri, bilimin doğasında barındırdığı dinamizm, sağladığı güven ve kriter koyucu yapısının, diğer entelektüel uğraş taraftarlarınca kendi alanlarına uygulamak kaygısı yanında bilimsel zihniyete karşılık geri kalmış düşünce anlayışlarını savunulur yapabilmek çabası olarak sıralayabiliriz.

Tarihsel süreç içerisinde bilim felsefesinin gelişimine baktığımızda, bu etkinliğin yapılan tanıma göre farklılaştığını görmekteyiz. Bugün için filozoflar ve bilim adamları bilim felsefesinin niteliği, kapsamı ve yöntemi konusunda anlaşamamaktadırlar. Ancak yine de kaba bir sınıflandırmaya gitmek olanaklıdır. Buna göre bilimle ilgilenen filozoflar üç gruba ayrılırlar; birincisi, bilimin tanımladığı dünyanın, gerçek dünyayla bir ilişkisinin olup olmadığının net bir belirlenimini vermeye çalışanlardır. Bu türün en güzel örneği 17. yüzyılda ortaya konulan ve dünyanın büyük bir makine ya da benzeri bir şey olduğu ayrıntısıdır. Filozoflar bu sayımının bir sınırının olup olamayacağını sorgulamaya başladılar. Çünkü böyle bir sayıntı kabul edildiğinde, bütün varlık alanlarının da bu sayıntıya uygun olarak açıklanabilmesi bir zorunluluktur. Aksi halde sayıntı nesnelliği olmayan basit bir fanteziden ileri geçemez. 17. yüzyılın ünlü filozofu Descartes (1596-1650) böyle bir sayımının temsilcisidir ve kendisi mekanik felsefenin dünya tasarımının her hangi bir sınırlamaya tâbi tutulama yacağını savunmaktadır. Çünkü ona göre, başta her türlü duyum olmak üzere, bütün insan davranışlarının, ısının, mekaniğin ve özellikle de devinimin, ışığın, renklerin vb. bütün bilim konularının mekanik felsefeyle açıklanabilmesi ola naklıdır.

ikincisi ise bilime ve bilimsel uğraşlara felsefî ilgi duyanlardır. Burada söz konusu olan farklı bilimlerin ya da bilimsel konuların bireysel analiziyle ilgili özel kavramların keşfedilmesine yönelik çalışmalardır. Bunun bilim tarihindeki en güzel örneği George Berkeley'in Newton'un devinim kuramıyla ilgili sorgulamasıdır. Berkeley'e göre, Newton'un devinim kuramı genel anlamda açıklayıcılıktan uzaktır ve onun mutlak uzay ve mutlak zaman kavramlarım ampirik olarak temellendirmek olanaklı değildir. Berkeley'in belirlemesinin tamamen doğru olduğu açıktır. Çünkü mutlak uzay ve zaman zaten metafizik kavramlardır ve Newton'un kendisi de bu konulan temellendirememiştir.

Üçüncüsü ise, bilimsel etkinliği, onun genel özelliklerinden ve karakteristik formlarından soyutlayarak, kendi başına betimlenmesiyle uğraşan filozoflardır. Bu üçüncü ilgi türü, bilim adamlarının kendi çalışmalarında kullanmadıkları, ancak filozoflarca bilim adamının ne yaptığını betimlemek için kullandığı kavramların analizini gerektirmektedir. Çünkü bu yaklaşımı benimseyenlere göre bilim adamları fenomenlerin oluşumunu açıklamaya ve kuramlarını doğrulamaya, filozoflar ise açıklama, doğrulama ve kuram kavramlarını açıklamaya dayanırlar. Felsefenin genel niteliğine dayanarak yaklaşımlarını temellendirdikleri anlaşılan bu grubun asıl belirleyici özelliği, çağdaş bilim felsefesinin de temel dayanaklarını oluşturuyor olmasıdır.

Bu nedenle bilim felsefecisinin temel görevlerinden biri, bilimin genç anlamlarının ayrıntılandırılmasım sağlamaya çalışmaktır. Yani gerçekte bilim olanla bilim olmayanın ayırdedilebilmesi için konuyla ilgi temel kavramların net olarak belirlenmesi gerekir. Bu anlamda bilim felsefesi, bilimin kendisinden sonra ikinci bir kıstas oluşturacaktır. Buna göre bilim felsefecisinin yanıtlaması gereken sorular şunlardır:

1. Bilimsel araştırmayı diğer araştırma türlerinden ayıran karakteristikler nelerdir ?

2. Bilim adamları araştırdıkları konularda nasıl bir prosedür izleyeceklerdir

3. Bir bilimsel açıklamanın doğru olması için hangi koşullar yerine getiril
melidir ?

4. Bilimsel kanunların ve ilkelerin bilişsel (cognitif) durumu nedir ?

Gerçekte bilim felsefesi çok büyük oranda düşünsel (reflective) bir etkinliktir. Öncelikle somut bilimsel başarılarla başlar ve daha sonra bu başarıları kapsayan anlatımlar, kavramlar ve yöntemleri inceleyerek iler. Bu belirleme filozofların çalışmalarının bilimsel gelişmeler üzerine hiçbir katkısının olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bazen felsefi spekülasyonların da yeni kavramların ve yöntemlerin yaratılmasına yol açtığı olmuştur. Gerçekte, bilimlerdeki devrimci oluşum dönemleri boyunca, bilimsel ve felsefi etkinlikler arasındaki farkı belirlemek kolay değildir. Örneğin, Einstein'ın eş zamanlılık kuramının analizinde olduğu gibi, böyle durumlarda bilim adamı da filozof kadar kavramsal analizle ve temel problemlerin değerlendirilmesiyle meşgul olmuştur. Felsefenin bir düşünsel etkinlik olduğu gerçeği göz ardı edilmemek koşuluyla, modern felsefenin büyük döneminin -Descanes'tan Kant'a (1724 -1804) kadar- 16. ve 17. yüzyıllar bilimsel devrimi ve özellikle de Isaac Newton tarafından oluşturulan sentez uzun uzadıya düşünceye bağlıdır.

Yirminci yüzyılın başlarında bu çabayı yoğun olarak gösteren bilim adamı ve düşünürler daha sonra Viyana Çevresi adıyla bir okul haline gelmiş ve yukarıda belirtilen yeni bilimsel gelişmeleri de kapsayacak şekilde, mantıkçı pozitivizm adı verilen bir yaklaşım gerçekleştirmişlerdir. Bu akımın ilk temsilcisi fizikçi ve filozof olan Ernest Mach'tır. Daha sonra bu yüzyılın ilk yarısında Rudolf Carnap, Herbert Feigl, Cari Hempel, Ernest Nagel ve Hans Reichenbach tarafından geliştirilmiştir.

Böylece özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda ortaya çıkan gelişmelerin filozoflara sağladığı bilimsel bilginin temellerini, bilimsel açıklamanın niteliğini ve dünyanın bilimsel görünümünün yeterliliğini sorgulama gücü asıl anlamlı çıkışını, 19.yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında gerçekleştirmiş ve artık bilim felsefesi adı verilen bir felsefe dalı herkesçe kabul edilmeye başlanmıştır.


KAYNAKLAR

Armağan, ibrahim, Bilimsel Yöntem, İzmir, 1983.
Bacon, Nem Organon, Ed. Fulton H. Anderson, New York, 1960.
Bacon, Novum Orgunum, Çeviren: Sema Önal AKKAŞ, Ankara, 1999.
Fındıkoğlu, Metodoloji, İstanbul, 1945.
Gökberk, Macit Felsefe Tarihi, İstanbul, 1980.
Hail, Rupert A., The Revolution in Science 1500-1750, London, 1985.
Knowles, W.E., Middleton, The ScientifıcRevolution, Cambridge, 1963.
Koyre, Alexandre, Yeniçağ Biliminin Doğuşu, İstanbul, 1989.
Lindberg, David C. The Beginnings ofWestern Science, Chicago 1992.
Sayılı, Aydın, "Bilim Tarihi Perspektifi içinde Bilgi ve Bilim", Bilim Kavramı Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1984.
Singer, Charles, Scientifıc Ideas, London, 1960.
Tekeli, S.-Kahya, E.-Dosay, M.-Demir, R.-Topdemir, H.G.-Unat, Y., Bilim Tarihi, Ankara, 1997.
Topdemir, Hüseyin Gazi, "Francis Bacon'ın Bilim Anlayışı", Felsefe Dünyası, 30, 1999.

1-2-3-4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP