Heidegger'in Düşüncesinde Ölüm - 1

Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN


İnsanlar kendini yaratmak bakımından özgürdürler. Bu özgürlüklerini benimsedikleri takdirde onlar için otantik varoluş imkânı vardır. Aksi halde düşmüşlüğü yaşarlar. Düşmüşlük gündelik olanda kendini yitirmedir. Dasein’ın dünya ile olan ilişkisi kaygıdır. Kaygı ile korku birbirinden farklıdır. Korkunun belli bir objesi olmasına rağmen kaygının kaynağı belirsizdir. Bu kaynak hiçliktir. Hiçlik hiçbir zaman objektif hale getirilemez ve kavramlaştırılamaz. Kaygı insanın gerçek yüzünü örten dış olayların güven vericiliğini kırarak ona dünyayı korkunç gösterir. Ölüme doğru varlık da temelde kaygıdır. Ölüm Dasein’ın var olur olmaz kendi başına katlandığı bir olma yoludur. Ölüm, bütün hayatı kucaklayan ve ona sorumluluk getirerek değer katan bir fenomendir. Hiç kimse başkasından onun ölümünü uzaklaştıramaz. Ölüm varoldukça esasen her durumda benim ölümümdür.

Heidegger, varoluşçu felsefenin önde gelen isimlerinden biri olan, Alman filozoftur. Onun varoluşçu düşüncesine göre içinde yaşadığımız günlük deneyim dünyasında hiçbirimiz bir harici nesneler dünyasına karşı duran özel bir benlik değilizdir. Hatta hiçbirimiz henüz bir benlik bile değilizdir. Her birimiz sadece birçokları arasında, toplumda, arkadaşlarımız arasında birisiyizdir. Varoluşumuzun bu günlük kamusal niteliğine Heidegger “birisi” der. “birisi” kimliksiz, kişiliksizdir, her birimizin bir ben, gerçek bir ben olmazdan önce olduğu kamusal bir varlıktır. Böyle birisi, hayatta filan konuma sahiptir, filanca şekilde davranacağı umulur, şunu yapar, bunu yapmaz vs. Heidegger’e göre böylelikle bir “düşmüşlük” durumunda var oluruz ki, bu şu anlama gelir: Biz henüz üzerine yükselmenin bizim için bir imkân olarak var olduğu varoluş düzeyinin altındayızdır (Barret, 2008: 55). Varoluşa, bu dünyaya öylece bırakılmışızdır. Dolayısıyla kendi varlığımızı oluşturma özgürlüğüne de zorunlu olarak bırakılmışızdır. Yani düşmüşlüğümüz bir seçim sonucu değildir. Dolayısıyla biz bu düşmüşlük içinde seçimlerimizle kendi yaşamımızı geleceğe doğru kurarız. Bu aynı zamanda kendi varlığımızı ölüme kadar kurmamız anlamına gelir. Çünkü insan bu düşmüşlükte aynı zamanda ölüme yazgılıdır ve varoluşunu buna göre gerçekleştirmek zorundadır. Dolayısıyla ölüm bu düşmüşlük durumunu ansızın sekteye uğratır. Gündelik olanda kendimizi yitirmeden toplum içinde “biri” olmaktan çıkar bir “benlik” olmaya doğru yöneliriz. Bu varoluşumuzu açığa çıkarır. Dolayısıyla “benlik” olmak “birisi” olmaktan daha zordur.

Heidegger’i asıl ilgilendiren soru varlık sorunudur ve var olanlardan (taş, toprak vs.) varlığa geçmenin tek yolu da insandır. Çünkü düşünebildiği için varlığı ancak insan anlar. İnsan ise gündelik yaşamda henüz kendi kedisi değildir. Bu gündeliklikten kurtulduğu zaman dünyada tek başına olduğunu anlar. Bu dünyaya düşmüştür ve onun ne olduğu bilmez, karanlıkla çevrilidir. İşte bu durum insanda bir kaygı doğurur ve bu kaygı varlığa erişmek için bir ipucudur. Gündelik meşguliyetlerimiz herhangi bir varlığa bağlanıyormuşuz hissi verse de mesela, ‘şu şey içimi sıkıyor’ dediğimizde varlık bütünüyle uzaktadır. Ancak ‘sıkılıyorum’ dediğimizde birden ortaya çıkar ve bütün şeyleri genel bir farksızlık içinde eritir. Ve bu iç sıkıntısı var olanı bütünlüğü içinde bize gösterir. Var olan ise kendisini ancak bir varlık içinde gösterebilir.

Kendi kendisiyle ve şeylerle ilişkide olan tek var olan insandır ve bu ilişkide-olma bilinci onu diğer var olanlar arasında Dasein (Oradaki-Varlık) kılar (Pöggeler ve Allemann, 1994: 50). Var olanın kendisini varlık içinde göstermesi çeşitli şekillerde olur ve Dasein bu çeşitlilik içinde bir çeşit olduğunun farkına varır. Diğer varlıkların tersine Dasein’ın belirlenmiş bir özü yoktur. Dasein kendini yaratma özgürlüğüyle farklılaşır ve kendisini her zaman varoluşu aracılığıyla, kendisine ilişkin bir imkân, kendisi olma ya da kendisi olmama imkânı yoluyla anlar. İnsan varlıkları kendilerini yaratmak veya yeniden yaratmak bakımından özgürdürler. Özgürlüklerini kabul edip benimsedikleri takdirde, onlar için otantik (sahici) var olma (authentic being) imkânı vardır. Özgürlüklerini benimsemedikleri takdirde ise, onlar otantik olmamaklığa düşerler ve Heidegger’in terimleriyle yukarıda bahsettiğimiz “düşmüşlüğü” yaşarlar (West, 1998: 144-145). Dasein var olur olmaz daha şimdiden bu olanağa fırlatılmıştır Dasein’ın kendi ölümüne teslim edildiği ve ölümün böylelikle dünyadaki varlığa ait olduğu konusunda yakından ve çoğunlukla hiçbir belirtik ya da giderek kuramsal bir bilgisi bile yoktur. Ölüme fırlatılmışlık kendini Dasein için daha kökensel ve daha vurucu bir yolda kaygı ruhsal-durumunda ortaya serer. Bu kaygının duyulduğu şey dünyadaki varlığın kendisidir (Heidegger, 2004: 360).

Kaygı, Dasein’ın dünya ile olan ilişkisidir. Çünkü Dasein ‘ötekilerle birlikte’ varlıktır. Dünya benim ötekilerle paylaştığım dünyadır. Dolayısıyla Dasein’ın başkalarıyla olan ilişkisi kaygı ilişkisidir. Ancak kaygı ile korku birbirine karıştırılmamalıdır. Kaygı, Dasein’ın temel ruhsal durumudur. Korkuda ise bizi bu veya şu bakımdan tehdit eden belirli bir şeyden korkarız. Korku daima bir şeyden korkudur. Kaygı ise bundan veya şundan duyulan kaygı değildir. Kaygı anında insana bütünlüğü ile bir şey olur. Bütün şeyler ve bizzat biz bir kayıtsızlık içine batarız. Fakat bu batma bir kaybolma değildir. Kaygı “…esnasında bütünlüğü ile batan varlık kaybolmaz, üstümüze abanır, bizi sıkmaya başlar. Tutunacak bir şey kalmaz. Varlığın erimesi içinde sadece üstümüze abanan bir hiçlik kalır” (Heidegger, 2003: 26-27). Bu anlamda kaygı hiçliği açığa çıkarır. Kaygının korku gibi bir kaynağı yoktur, onun kaynağı hiçliktir. Kaygı, hiçliği bize tanıtan bir ruh halidir.

Makul bir tarzda duyulan kaygı, niyetli bir ifşadır. Hiçlik hiçbir zaman objektif hale getirilemez ve kavramlaştırılamaz. O, ancak objektif ve teorik öncesi bir seviyede denenebilir. Kaygının hiçlikle birlikte sınırlılığı ifşa etmesi, insan varlığının imkânla seçilmesini ifade eder. Kaygı insanın gerçek yüzünü örten dış olayların güven vericiliğini kırarak ona dünyayı acayip ve korkunç bir halde gösterir. Her günkü hayatın güvenilen dünyası birdenbire gözden düşer. Önceleri hoşnutluk veren, şimdi yabancı ve üzücü olur. Dünyanın daha fazla verecek bir şeyi kalmaz. Onun önceden manalı oluşu şimdi manasızlığa döner (Magill, 1971: 58). Bu manasızlıktan kurtulmak insanın kendi varlığının gerçek özünü keşfetmesiyle mümkündür.

Heidegger’e göre insanın varlığının gerçek özünü keşfetmek için büyük öneme sahip olan şey onun ölümle olan ilişkisidir. Dahası, varlığı kavrayış ölümle ilişkide ortaya çıkar. Kaygı ölüme doğru varlığın sahip olduğu ruh halidir. Heidegger ölüme doğru varlığın temelde kaygı olduğunu iddia eder (Cohen, 2006: 23). Yani Dasein tasadır, kaygıdır. O, ...-den kaygılanmaktadır. Daima öleceğini bilen biri olarak yaşamak yolu dışında, sahte, bezgin ve tükenmiş bir varoluştan kaçamaz (Maclntyre, 2001: 34-35). İnsan sadece ölüme yönelmesi ile kendi asıl var olabilirliğine ulaşabilir ve onun varlığı, ölüm için belirlenmiş bir varlık, gelecek için verilmiş bir karar (ölüm) varlığıdır. Korkunun temel ruh hali içinde insan hiçliğin önüne getirilir (Hübscher, 1980: 89).

Dasein bir anlamda kendini hiçliğin içine bırakmış olmaktır. Yaşama aniden geri döndüğü zaman suyu içen ve kendisi için onun sıcak mı soğuk mu olduğunu bilen kişinin sevinci aslında onun kendi doğasını anlamasıdır. İşte bunu anlayan kişi Heidegger’e göre kendini hiçliğin içine bırakmıştır. Bağlı olduğumuz dünyada erimişliğimiz ve kendimizi harcamışlığımızdan bizi geri getiren şey ölümümüzün hiçliği karşısında duyduğumuz korkudur (Malpas ve Solomon, 2006: 184-186). Ancak “…ölümü ya korkuya ya da asaletli aldırmazlığa dönüştürerek bu kaygıdan bizi soyanlar -ister papazlar, tabipler, mistikler ister rasyonalist şarlatanlar olsun- bizi hayatın kendisine yabancılaştırırlar. Veya daha tam olarak bizi fundamental bir özgürlük kaynağından yalıtırlar… (Steiner, 1996:115)”

Dasein her zaman bir henüz-değil, bir olmamışlıktır. Olmak, tamamlanmamış, yerine getirilmemiş olmaktır. Fakat aynı zamanda da her sahici varlık bir kendi sonuna -yönelik- varlık’tır. “Ölüm Dasein’ın var olur olmaz kendi başına katlandığı bir olma yoludur.” Ve Heidegger, “insanın hayata adım atar atmaz, bir anda, ölecek kadar yaşlandığını” bize öğütleyen bir ortaçağ vaazını alıntılar (Steiner, 1996: 114). Dasein’ı bir “bütün” olarak ontolojik, yani varoluşsal bir biçimde tasarlamaya, kavramaya ve tanımlamaya dönük olarak atılan ilk adım, “ölüm”ün değil, fakat “kendi-ölümüne -doğru- varlık”ın çözümlemesidir. Ölüm Dasein’ın “varlık”ına aittir; ve bu onun varlığının bir hali-kipidir ki Dasein var olur olmaz buna açıktır ve onu üstlenmesi gerekir (Brock, 2008: 109-110).

Ölümün nasıl ve ne zaman dünyaya geldiği var olan şeyler evreninde kötülük ve acı çekme olarak hangi anlamı taşıyabileceği ve taşıması gerektiği gibi sorular zorunlu olarak yalnızca ölümün varlık-karakterinin değil, ama bir bütün olarak var olan-şeyler evreninin varlıkbiliminin ve özel olarak genelde kötülük ve olumsuzluk üzerine varlıkbilimsel durulaştırmanın bir anlayışını varsayarlar (Heidegger, 2004: 356). Ölme bir olay değil ama varoluşsal olarak anlaşılacak bir fenomendir ve daha da yakından sınırlanması gereken ayırt edici bir anlamda alınmalıdır (Heidegger, 2004: 345). Varoluş felsefesinin kast ettiği ölüm insanın kendi hayatının ölüm tarafından nasıl tehdit edildiğidir. Ölüm bu manası içinde insanın kendi varlığının yaşayacağı bir imkândır ve her insan için varlığın bir imkânı olan akıbettir. O daima benim olandır ve her varlığın kendisinin üstlenmek zorunda olduğu şeydir. Varoluş felsefesinde bahsedilen ölüm insanın her hangi bir zaman diliminde başına ölümün gelecek olması ve o an artık hayatta olmaması değildir. Ölüm, belli bir zaman dilimine yayılan can çekişme hadisesi de değildir. Mesele, bu hadisenin bugün ve şu anda yaşamakta olduğum hayat için ne mana ifade ettiğidir ve ölümü bilmenin insan hayatı üzerinde nasıl bir dönüştürücü kuvvet uyguladığıdır (Bollnow, 2004: 78-79 ) .

Ölüm en geniş anlamda bir yaşam fenomenidir. Yaşam ona dünyadaki-Varlığın ait olduğu bir varlık türü olarak anlaşılmalıdır. Yaşam süresi, üreme ve büyüme arasındaki bağlantılar bilinebilir. Ölümün türleri, ortaya çıkışının nedenleri, düzenlemeleri ve yolları araştırılabilir. Ölümün bu yaşambilimsel-varlıksal araştırmasının temelinde varlıkbilimsel bir sorunsal yatar. Henüz sorulması gereken şey ölümün yaşamın varlıkbilimsel özünden nasıl belirlendiğidir. Dasein varlıkbilimi yaşamın bir varlıkbilimine ön güdümlüdür; ve birincinin içerisinde yine ölümün varoluşsal çözümlemesi kendi açısından Dasein’ın temel-durumunun bir betimlemesine arka güdümlüdür. Dirimli olanın sonlanmasına telef olma denir. Dasein da dirimli olana uygun fizyolojik bir ölüm “taşır” ve bunu varlıksal bir yalıtılmışlık içinde değil, ama kendi kökensel varlık-türü yoluyla eş belirlenmişlik içinde taşır; ama bu düzeye dek, Dasein da aslında ölmeksizin sonlanabilir. Ama Dasein ancak öldüğü sürece vefat edebilir (Heidegger, 2004: 354-355).

Kaygı insanın sınırlılığı gibi, onun geçiciliğini yani onun ölüm yönünde varlığını da açığa çıkarır. Heidegger’in fenomenolojik analizinde incelenen ölüm, biyolojik hayatın sonu değildir. Heidegger’in bahsettiği ‘ölüm yönünde varlık’ bir şahsın subjektifliği ile iç içe bulunan ölüm denemesini ifade eder. Böyle bir ölüm ise ancak egzistansiyel (varoluşsal) ilgilerle anlaşılır. Ölüm, Dasein’ın bulunduğu durumla ilgili imkânların sınırında, teslim olacağı bir varoluş yönüdür. Ölüm, bütün hayatı kucaklayan ve ona sorumluluk getirerek değer katan bir fenomendir (Magill, 1971: 58-59). Bir gün gerçekleşecek bir olanak olarak ölümle meşgul olma, kişiyi yaşama ilişkin yüzeysel ve kendini aldatıcı anlayışlardan kurtarır. Kişi varoluşunda ölümün güç sahibi olmasına izin verdiği zaman ölüm için özgür olduğunu anlayabilir.

1 - 2

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP