Seçme Paradoksu - 3
|
Ayrıca pişmanlık sorununu derinleştiren etkenlerden biri de böyle düşünmenin sadece nesnel gerçeklikle sınırlı olmamasıdır. Dünyayı gerçekte olduğu gibi değil de olabileceği, olmuş olabileceği gibi değerlendirmek yani gerçeklikle uyuşmayan biçimde düşünmek de aldığımız veya alacağımız kararlardan sağladığımız doyumu veya pişmanlıklarımızı etkilemektedir. Özellikle, "ancak en iyi ile tatmin olan insanlar" (maximizer) için bu bir sorundur. Çünkü yaşadıkları her gerçeklik ne kadar iyi olursa olsun, zihinlerinde tasarladıkları mükemmel durumla kıyaslandığında oldukça donuk ve yetersiz kalmaktadır. Ve pişmanlığı bu kadar kötü bir duygu haline getiren şey, ona neden olan durumun eğer biz daha farklı davransa idik gerçekleşmeyecek olmasıdır. Pişmanlık duygusu sadece aldığımız pek çok kararın sonucunda yaşanmaz, aynı zamanda sıklıkla pişmanlık duygusundan kaçınma arzumuz tercihlerimizi belirler. Pişmanlık duygusundan kaçınmamızın bir diğer daha dramatik sonucu ise karar vermekten, seçim yapmaktan tümüyle vazgeçmektir. (inaction inertia: eylemsizlik süredurumu) Seçenekler çoğaldıkça fırsat maliyetleri artacak, fırsat maliyetleri arttıkça da pişmanlık duygusu artacaktır, aynı zamanda artan pişmanlık yaşama olasılığından dolayı tercih yapmaktan, karar vermekten tümüyle kaçınmak da bir tepki olarak yaygınlaşacaktır. Pişmanlık sorunu "maximizer" ler için "satisficer"lara kıyasla daha büyük mutsuzluklar yaratacaktır. Çünkü yaşanılanlar, tercihler ne kadar iyi olursa olsun bir maximizer için her zaman daha mükemmel bir alternatif söz konusudur. Oysa satisficer için böyle bir arayış gereksizdir.
Verdiğimiz kararların bizi hayal kırıklığına uğratmasının bir diğer nedeni ise adaptasyon dediğimiz süreçtir. Şeylere alışırız ve onları elimizin altındaymış gibi farz ederiz. Haz duyduğumuz şeylere alışırız ve onlar böylelikle birer haz kaynağı olmaktan çıkar. Adaptasyon yüzünden olumlu deneyimlerden aldığımız haz sürekli değildir, daha da kötüsü insanlar sıklıkla bu gerçeğin, yani eninde sonunda adaptasyon sürecinin işleyeceğini, ummazlar. Hazzın ve zevkin zamanla azaldığını görmek sıklıkla beklemediğimiz ve hoşnut olmadığımız bir sürpriz olarak karşımıza çıkar. Bu tür bir hedonik adaptasyon, beklediğimiz ve istediğimiz bir şey olmasa da, kaçınılmazdır. Ve pek çok seçeneğin olduğu bir dünyada, seçeneklerin sınırlı olduğu bir dünya ile kıyaslandığında daha da çok hayal kırıklığına neden olur. Hedonik adaptasyon kimi zaman sadece alışmakla gerçekleşirken, bazen de yeni deneyimler neticesinde referans noktamızın değişmesinden de kaynaklanabilir. Sonuç olarak daha çok seçeneğe sahip olduğumuzda, karar verme sürecine daha çok yatırım yapmamız, daha çok çaba sarf etmemiz gerekir ve bu yatırımımız karşılığında da kararlarımıza ilişkin haz beklentilerimiz artar; fakat buna rağmen, kaçınılmaz olarak, adaptasyon süreci işleyecektir. Ve sonuçta yaşadığımız hazzın düzeyi ve süresi beklentilerimizi karşılamakta yetersiz kalacak ve daha çok hayal kırıklığına ve pişmanlığa neden olacaktır.
Bütün bunlar düşünüldüğünde seçeneklerin artması kişinin özgürlüğünü artıran bir imkan olmaktan çıkıp, tam tersine ağır duygusal bir yük olarak değerlendirilebilir. Adaptasyon hayatımıza özgürlüğün ve bolluğun getirdiği nesnel gelişmeleri olumsuzlamaz, sadece bunlardan aldığımız tatmin olma hissini etkiler, duyduğumuz hazzı azaltır. Fakat bu kaçınılmaz sürecin farkında olursak, ve onu beklersek, oluştuğu zaman yaşayacağımız hayal kırıklığını kontrol altına alabiliriz. Karar verme sürecide adaptasyonu da hesaba katmak, en iyi yerine, yeterince iyi olan tercihlerimizle de tatmin olmamızı sağlayabilir. Ve en önemlisi şu anda sahip olduğumuz şeylerle ilgili olarak minnettar olmamız gerektiğini hatırlatabilir. Her ne kadar adaptasyon sürecine müdahale edemesek de minnettar olmak, şükretmek doğrudan bize bağlı olan bir durumdur. Hayatlarımızın nasıl daha iyi hale geldiğine odaklanmakla, adaptasyonun yaratacağı hayal kırıklığını azaltmak mümkün olabilir. Modern yaşamda deneyimlerimizden aldığımız tatminin azalmasının nedenlerinden biri de kendi yaşantılarımızı kıyaslayacağımız şeylerin bolluğudur. Ve seçeneklerdeki çokluk bu tatminsizliğe katkıda bulunmaktadır. Maddi ve sosyal şartlarımız geliştikçe kendimizi kıyasladığımız standartlar da yükselmektedir. Haz duygusunun referans noktası arttıkça bizim beklentilerimiz ve hayallerimizin çıtası da yükselmektedir. Beklentiler gerçeklerle aynı düzeyde seyrettiği sürece insanlar daha iyi standartlarda yaşayabilir ancak, bu durum yaşantılarıyla ilgili olarak daha iyi hissetmelerini sağlamaz. Seçeneklerin artması kaçınılmaz biçimde beklentilerin de artmasına neden olmaktadır. Hayatlarımızın kalitesini artırmak için beklentilerimizi kontrol etmek yapabileceğimiz en anlamlı şeylerden biridir. Fakat gerçekte deneyimlerimiz gittikçe iyileşirken, beklentilerimizi mütevazı kılmak oldukça zordur. Bunun yollarından biri ise harika deneyimleri nadiren yaşamaktır. En sevdiğiniz kıyafeti sadece özel günlerde giymek gibi.
Maximize etmek en iyiyi hedeflemektir, dolayısıyla da görece değil mutlak standartları gerektirir. En iyinin ne olduğunu keşfetmek ne kadar zor olursa olsun, tek ve mutlak bir en iyi vardır mutlaka. Mutlak standartları olan bir kişi başkalarının ne yaptığından muhtemelen çok etkilenmeyecek, başkalarını referans olarak almayacaktır. Diğer yandan yeterince iyiye razı olmayı gerektiren "yetinmek (satisficing)" yaklaşımı kişinin kendisine ve başkalarını kıyaslamasını, dolayısıyla da görece standartları dikkate almayı gerektirir. Fakat gerçeklikte, yani yaşadığımız dünyada durum bunun tam tersidir: en iyiyi arzulayan maximizerler daha göreli standartlara sahipken satificerler daha mutlak standartlara göre yaşamaktadır. Teoride en iyi herkesten bağımsız olması gereken bir nitelikken; pratikte en iyinin ne olduğunu belirlemek kişinin sonu gelmez kıyaslamalar içinde başkalarının ne yaptığını, ne düşündüğünü değerlendirmesini gerektirir. Diğer yandan "yeterince iyi" kavramı mutlak standartlarla belirlenemeyecek olmasına rağmen; pratikte "yeterince iyi" ile tatmin olan insanlar nispeten daha özgürce, diğer insanlardan ve sosyal kıyaslamalardan bağımsız olarak "yeterince iyi" standartlarını belirlemektedir. Seçenekler arttıkça en iyi için karar verme süreci zorlaşmaktadır, bu nedenle kararlarımızı belirlerken diğerlerinin kararlarına, ve seçimlerine daha çok bağımlı hale gelmekteyiz. Sosyal kıyaslamalar yaptıkça da, bu kıyaslamalardan etkilenme ihtimalimiz de artacaktır, ve bu etkilenme de sıklıkla olumsuz yönde olmaktadır. Yaptığımız kıyaslamalar, verdiğimiz kararlarla ilişkili olarak kendimizi daha kötü hissetmemize neden olur. Bu durum özellikle maximizer lar tarafından daha yoğun biçimde yaşanmaktadır.
Seçim özgürlüğü ve modern yaşamın beraberinde getirdiği sınırsız imkanlar beraberinde gerçekçi olmayan beklentileri de getirmiştir. Diğer yandan sahip olduğumuz olanaklar, ve özgürce seçim yapabiliyor oluşumuz kontrol duygumuzu ve hayatımız üzerindeki sorumluluk duygumuzu da artırmıştır. Bireyselleşen bir dünyada yaşantımızın gidişatından artık bizler sorumlu hale gelmişizdir. Modern dünyanın sağladığı refah ve fırsat- seçenek zenginliği içinde insanoğlu kendi kapasitesini aşan, acizliğini yok sayan bir kontrol duygusu içinde aşırı yüksek beklentilerle güdülenmektedir. Dolayısıyla da istenmeyen, hayal kırıklığı yaratan her seçim, hatta umulduğu kadar haz vermeyen her olumlu yaşantı bile, kişinin kendi kendisini suçlamasına, yapmadığı, tercih etmediği olanaklar yüzünden, kaçırdığı fırsatlar yüzünden pişmanlık duymasına ve modern yaşamın bütün refahına rağmen mutsuz ve doyumsuz olmasına yol açmaktadır. Modern dünyada klinik depresyonun bu kadar yaygınlaşmasının önemli nedenlerinden biri de budur.
Kaynak: psikoloji profesörü Barrry Schwartz, The Paradox of Choice adlı kitabından
Verdiğimiz kararların bizi hayal kırıklığına uğratmasının bir diğer nedeni ise adaptasyon dediğimiz süreçtir. Şeylere alışırız ve onları elimizin altındaymış gibi farz ederiz. Haz duyduğumuz şeylere alışırız ve onlar böylelikle birer haz kaynağı olmaktan çıkar. Adaptasyon yüzünden olumlu deneyimlerden aldığımız haz sürekli değildir, daha da kötüsü insanlar sıklıkla bu gerçeğin, yani eninde sonunda adaptasyon sürecinin işleyeceğini, ummazlar. Hazzın ve zevkin zamanla azaldığını görmek sıklıkla beklemediğimiz ve hoşnut olmadığımız bir sürpriz olarak karşımıza çıkar. Bu tür bir hedonik adaptasyon, beklediğimiz ve istediğimiz bir şey olmasa da, kaçınılmazdır. Ve pek çok seçeneğin olduğu bir dünyada, seçeneklerin sınırlı olduğu bir dünya ile kıyaslandığında daha da çok hayal kırıklığına neden olur. Hedonik adaptasyon kimi zaman sadece alışmakla gerçekleşirken, bazen de yeni deneyimler neticesinde referans noktamızın değişmesinden de kaynaklanabilir. Sonuç olarak daha çok seçeneğe sahip olduğumuzda, karar verme sürecine daha çok yatırım yapmamız, daha çok çaba sarf etmemiz gerekir ve bu yatırımımız karşılığında da kararlarımıza ilişkin haz beklentilerimiz artar; fakat buna rağmen, kaçınılmaz olarak, adaptasyon süreci işleyecektir. Ve sonuçta yaşadığımız hazzın düzeyi ve süresi beklentilerimizi karşılamakta yetersiz kalacak ve daha çok hayal kırıklığına ve pişmanlığa neden olacaktır.
Bütün bunlar düşünüldüğünde seçeneklerin artması kişinin özgürlüğünü artıran bir imkan olmaktan çıkıp, tam tersine ağır duygusal bir yük olarak değerlendirilebilir. Adaptasyon hayatımıza özgürlüğün ve bolluğun getirdiği nesnel gelişmeleri olumsuzlamaz, sadece bunlardan aldığımız tatmin olma hissini etkiler, duyduğumuz hazzı azaltır. Fakat bu kaçınılmaz sürecin farkında olursak, ve onu beklersek, oluştuğu zaman yaşayacağımız hayal kırıklığını kontrol altına alabiliriz. Karar verme sürecide adaptasyonu da hesaba katmak, en iyi yerine, yeterince iyi olan tercihlerimizle de tatmin olmamızı sağlayabilir. Ve en önemlisi şu anda sahip olduğumuz şeylerle ilgili olarak minnettar olmamız gerektiğini hatırlatabilir. Her ne kadar adaptasyon sürecine müdahale edemesek de minnettar olmak, şükretmek doğrudan bize bağlı olan bir durumdur. Hayatlarımızın nasıl daha iyi hale geldiğine odaklanmakla, adaptasyonun yaratacağı hayal kırıklığını azaltmak mümkün olabilir. Modern yaşamda deneyimlerimizden aldığımız tatminin azalmasının nedenlerinden biri de kendi yaşantılarımızı kıyaslayacağımız şeylerin bolluğudur. Ve seçeneklerdeki çokluk bu tatminsizliğe katkıda bulunmaktadır. Maddi ve sosyal şartlarımız geliştikçe kendimizi kıyasladığımız standartlar da yükselmektedir. Haz duygusunun referans noktası arttıkça bizim beklentilerimiz ve hayallerimizin çıtası da yükselmektedir. Beklentiler gerçeklerle aynı düzeyde seyrettiği sürece insanlar daha iyi standartlarda yaşayabilir ancak, bu durum yaşantılarıyla ilgili olarak daha iyi hissetmelerini sağlamaz. Seçeneklerin artması kaçınılmaz biçimde beklentilerin de artmasına neden olmaktadır. Hayatlarımızın kalitesini artırmak için beklentilerimizi kontrol etmek yapabileceğimiz en anlamlı şeylerden biridir. Fakat gerçekte deneyimlerimiz gittikçe iyileşirken, beklentilerimizi mütevazı kılmak oldukça zordur. Bunun yollarından biri ise harika deneyimleri nadiren yaşamaktır. En sevdiğiniz kıyafeti sadece özel günlerde giymek gibi.
Maximize etmek en iyiyi hedeflemektir, dolayısıyla da görece değil mutlak standartları gerektirir. En iyinin ne olduğunu keşfetmek ne kadar zor olursa olsun, tek ve mutlak bir en iyi vardır mutlaka. Mutlak standartları olan bir kişi başkalarının ne yaptığından muhtemelen çok etkilenmeyecek, başkalarını referans olarak almayacaktır. Diğer yandan yeterince iyiye razı olmayı gerektiren "yetinmek (satisficing)" yaklaşımı kişinin kendisine ve başkalarını kıyaslamasını, dolayısıyla da görece standartları dikkate almayı gerektirir. Fakat gerçeklikte, yani yaşadığımız dünyada durum bunun tam tersidir: en iyiyi arzulayan maximizerler daha göreli standartlara sahipken satificerler daha mutlak standartlara göre yaşamaktadır. Teoride en iyi herkesten bağımsız olması gereken bir nitelikken; pratikte en iyinin ne olduğunu belirlemek kişinin sonu gelmez kıyaslamalar içinde başkalarının ne yaptığını, ne düşündüğünü değerlendirmesini gerektirir. Diğer yandan "yeterince iyi" kavramı mutlak standartlarla belirlenemeyecek olmasına rağmen; pratikte "yeterince iyi" ile tatmin olan insanlar nispeten daha özgürce, diğer insanlardan ve sosyal kıyaslamalardan bağımsız olarak "yeterince iyi" standartlarını belirlemektedir. Seçenekler arttıkça en iyi için karar verme süreci zorlaşmaktadır, bu nedenle kararlarımızı belirlerken diğerlerinin kararlarına, ve seçimlerine daha çok bağımlı hale gelmekteyiz. Sosyal kıyaslamalar yaptıkça da, bu kıyaslamalardan etkilenme ihtimalimiz de artacaktır, ve bu etkilenme de sıklıkla olumsuz yönde olmaktadır. Yaptığımız kıyaslamalar, verdiğimiz kararlarla ilişkili olarak kendimizi daha kötü hissetmemize neden olur. Bu durum özellikle maximizer lar tarafından daha yoğun biçimde yaşanmaktadır.
Seçim özgürlüğü ve modern yaşamın beraberinde getirdiği sınırsız imkanlar beraberinde gerçekçi olmayan beklentileri de getirmiştir. Diğer yandan sahip olduğumuz olanaklar, ve özgürce seçim yapabiliyor oluşumuz kontrol duygumuzu ve hayatımız üzerindeki sorumluluk duygumuzu da artırmıştır. Bireyselleşen bir dünyada yaşantımızın gidişatından artık bizler sorumlu hale gelmişizdir. Modern dünyanın sağladığı refah ve fırsat- seçenek zenginliği içinde insanoğlu kendi kapasitesini aşan, acizliğini yok sayan bir kontrol duygusu içinde aşırı yüksek beklentilerle güdülenmektedir. Dolayısıyla da istenmeyen, hayal kırıklığı yaratan her seçim, hatta umulduğu kadar haz vermeyen her olumlu yaşantı bile, kişinin kendi kendisini suçlamasına, yapmadığı, tercih etmediği olanaklar yüzünden, kaçırdığı fırsatlar yüzünden pişmanlık duymasına ve modern yaşamın bütün refahına rağmen mutsuz ve doyumsuz olmasına yol açmaktadır. Modern dünyada klinik depresyonun bu kadar yaygınlaşmasının önemli nedenlerinden biri de budur.
Kaynak: psikoloji profesörü Barrry Schwartz, The Paradox of Choice adlı kitabından