İbn Haldun (1332-1406) - 1
|
14. yüzyılın büyük Arap tarihçisi İbn Haldun Doğu'da ve Batı'da ilk tarih filozofu, hatta bazen sosyolojinin habercisi olarak tanınmıştır. Arapça'dan Latince'ye eserlerin çevrilmesi hareketi zayıfladığı için ibn Haldun'un düşünceleri Avrupa'ya oldukça geç, 19. yüzyıl ortasında girdi. Fırtınalı hayatını Umumi tarihine ek olarak yazdığı kısımdan öğreniyoruz. Tunus'ta 1332'de (H. 732) doğan İbn Haldun Hadramut'tan İspanya'ya göçmüş çok eski bir aileden geliyordu. 12. yüzyılda İspanya'nın Üçüncü Ferdinand tarafından zaptından sonra İbn Haldun'un ailesi Tunus'a sığındı ve filozof Kuzey Afrika'nın bu en önemli şehrinde doğdu.
İbn Haldun Ebu' Abdullah M. al-Ansari'den ders aldı. Erkenden bilginlerin meclisine girdi. Bir seyahatte Fas Emiri Ebu İnan'ın veziri oldu. Kendisini kıskanan memurların iftiraları yüzünden hapsedildi. Bu emirin ölümünden sonra yerine geçen, onu serbest bıraktı ve ona umumi katipliğini verdi. Fakat bu da uzun sürmedi ve kabilelerin isyanı üzerine emir, iktidarı kaybetti. Memleketin siyasal hayatından rahatsız olan İbn Haldun Endülüs'e gitmek için izin aldı. O zaman onu Gırnata emiri Abdullah b. Ahmer'in sarayında görüyoruz (1364). Gırnata, İspanya'da İslam devletinin son sığınağıydı. Tarihçi İbn al-Hatib orada vezirdi. İbn Haldun, orada tarihi çalışmaları için en elverişli ortamı buldu. Abdulah onu Kastil kralına elçi olarak gönderdi. İbn Haldun ile İbn Hatib arasında içten rekabet birinciyi Gırnata'dan ayrılmaya ve Becaye emiri Abu Abdullah'ın devletini kabule mecbur etti. Bu memlekette vezir oldu. Becaye ile Constantin arasındaki gerginliklerin halli ile uğraştı ve siyasi hayatın devamlı huzursuzluğu onu yeniden memleketi bırakmaya ve Telemsan'da bilimsel çalışmaları için yerleşmeye zorladı. Fakat siyasal hırsı ve yönetme yeteneğinden faydalanmak için çağıranların çokluğu onu tekrar faal hayata soktu. Telemsan sultanı Ebu Hamu onu sınırlarını koruyan kabilelerin başkanı tayin etti. O sırada İbn Haldun'un askerlik görevinde görüyoruz: Bu ona sahra halkını tanıma ve göçebeler hakkında derin tetkikler yapma imkanını verdi. Tarih felsefesinin önemli bir kısmını bu tecrübelerden çıkaracaktır.
Tunus'ta Beni Hafs, Cezayir'de Beni Abd-el-Vaad, Fas'ta Beni Merini hanedanları vardı. Fakat gerçekte her şehirde ayrı bir hükümet olup sahra da hiçbir güce bağlı değildi. Hanedanlar arasında savaş, şehirlerin güvensizliği, kervanlar ve köylerin kabileler tarafından yağma edilmesi onları istikrarlı bir hayatta bırakmıyordu. İbn Haldun Kuzey Afrika'dan yeise düştü ve Endülüs'e dönmek istedi. Fakat Gırnata emirinin iyi karşılamasına rağmen onun hakkında Ebu Hamu'nun casusudur şeklinde yapılan dedikodular onu yeniden Ebu Hamu'yu aramaya mecbur etti. 47 yaşındaydı. Devamlı okumaları ve siyasi tecrübeleri ile büyük bir bilgi biriktirmişti. Bundan sonra siyasi hayatı bırakmaya ve kendi deyimiyle "yeni bir bilim"i yazmaya karar verdi. Bu suretle Umumi Tarihi'nin başı olan Mukaddime'yi (Prolegomenes) yazdı ve onu kütüphanesinde tamamlamak için Tunus'a yerleşti. Tunus sultanı bu önemli eserin yazılmasıyla çok ilgilendi. Eserini sultana ithaf etti ve yazma nüshayı kütüphaneye verdi. Ve İbn Haldun hacca gitti. Dönüşünde hayranlıkla karşılandığı Mısır'a yerleşti. El-Ezher'de ders verdi ve Kadi-ül-Kudat (kadıların kadısı) tayin edildi. Bazı hoşnutsuzluklara rağmen hukuki reformlar yaptı ve küçük bir aralıktan sonra yeniden aynı işe tayin edilerek ölümüne kadar kaldı. Timurlenk Bayezit'i yendikten sonra Mısır'ı zapta kalkmıştı. Melik Nasır tehlikeyi atlatmak için İbn Haldun'u Şam'a elçi olarak gönderdi. Gerçekten bu görev Mısır'ı istiladan kurtardı.
İbn Haldun büyük Arap tarihçilerinden. En önemli eseri de Mukaddime'dir. Orada onu modern tarih filozoflarına ve sosyologlara yaklaştıran bir tarih kuramı yaptı. Mukaddime önce Paris'te Quatremere tarafından, Kahire'de (Bulak) Mustafa Fethi tarafından bastırıldı. İlk çeviriler, Türkiye'de Pirizade, Cevdet Paşa tarafından yapıldı. 18. yüzyıla kadar Batı, bu filozofu tanımıyordu. 19. yüzyıl başında Sylvestre de Sacy onun önemini gördü. Garcin de Tassy İbn Haldun'un eserinden birkaç bölümü çevirdi. Quatremere eseri Prolegomenes adıyla yayınlamıştı. Özet halinde Fransızca'ya çevirdi. Fakat bitiremedi. İlk defa tam çevirisini Baron de Slane yaptı (1862-1886). O zamandan beri batı memleketlerinde İbn Haldun'dan çok bahsedilmektedir.
İBN HALDUN'DA YÖNTEM
Fındıkoğlu'na göre İbn Haldun hükümlerimizi haber hükümleri ve inşa hükümleri diye ikiye ayırıyor. Birinciler Kant'ın varsayımsal hükümlerine ve Durkheim'in gerçek hükümlerine, ikinciler de aynı düşünürlerin kategorik emri ve değer hükmüne karşılıktır. Bu ayırışı yaptıktan sonra filozof tarih bilimini birinci zümreye koyuyor. İbn Haldun tarihte iki manzara görüyor: Birincisi chronique, ikincisi asıl tarih. Chronique olayların tasviridir ve yalnızca edebi değeri vardır. Tarihin ise bazı ilkeler ve nedenlerin yorumlanmasına ve muhakemeye ihtiyacı vardır. Buradan, İbn Haldun'a göre"Tarihin hakikati" doğar. Tarihin hakikat arayışı insan toplumunun fenomenlerini açıklamalıdır. Tarih insanlar tarafından meydana getirilen eseri, gıdanın üretimini, bilimlerin, sanatların doğuşunu göstermelidir. Öte yandan tarih bütün zamanlar ve bütün yerlerde ortak genel şartlara göre bir devrin özel olgularından bahsetmelidir. Tarih yalnız gerçek olgular değildir; aynı zamanda bu olguların gerçekleşmesini gerektiren şartların tahlilidir. Bu şartların tetkiki çok geniş olabilir ve insan toplumunun bütün manzaralarını kuşatabilir. İnsan toplumu bütünlüğü ile ele alınmıştır. İbn Haldun; ümran ve içtima kelimelerini aynı anlamda kullanıyor.
İbn Haldun'da tarihin şartları deyince insani kurumları (müesseseleri), yani örf ve adetleri, inançları, siyasi şekilleri, kültürü anlıyoruz. Bu "ahval"i birinci kitapta derinleştiriyor: "Medeniyetlerin doğuşunu gerektiren nedenleri inceledim" diyor. Ona göre toplumu (ümran) ve uygarlığı (temeddün) tetkik için insan toplumuna (el-içtima-el-insani) etki yapan olguların (kevain) nedenlerini aramak lazımdır. Açıklayıcı ilkeyi insan toplumunun şekil değiştirmesinde arıyor. İnsan toplumunun öz (zat) olduğu ve bunun arazlarının (avarizh) türlü toplum kategorilerini meydana getirdiğini söylüyor. Bu arazları altı noktada topluyor:
1) Bilimler ve sanatlar insanı hayvandan ayıran özelliklerdir;
2) Birlikte oturma ihtiyacından devlet, peygamberlik, hükümdarlık doğar;
3) Gıdayı bölme zorunluluğundan mekanik sanatlar ve özgür sanatlar doğar;
4) Topluma bağlılıktan (al-asabiya) işbirliği zorunluluğu doğar. Buradan cemaat halinde insanların hayatı doğar. Burada türlü ırkları ve kavimleri ve onların oturduğu memleketleri inceler;
5) Bu ilkelerle göçebelerin sosyal kurumları;
6) Şehirlilerin sosyal kurumları ve mahalli (yerel) zümreler tetkik edilebilir.
Sosyal olguların bu sistemleştirilmesi doğa bilimleri arasında yeri olacak bir bilimin temeli olmalıdır. Bu bilim İbn Haldun'a göre tarihsel hakikat bilimidir. O bu yeni bilimi keşfettiğini iddia ediyor. Bu bilimin meşruluğu ve özekliğini bağımsız bir konunun bölünüşünde çıkarıyor. Ona göre bu ilkeler evrenseldir, mutlaktır ve değişmezler; insanlık alemini belirlerler ve akıl edilir hale koyarlar. Bu ilkeler bize doğruyu yanlıştan ayıran bir ölçüt verirler ve bu kriter gerçeği anlamak için zorunludur. Böylece hangi şartların öze ait, hangilerinin araza ait olduklarına karar verilebilir. Bundan dolayı biz tarihsel olgularda doğruyu yanlıştan ayıran bir kanun bulabiliriz.
Mukaddime'nin birinci bölümünde açıklanan bu yöntem, hedefi olguların değerini olumlamak olan bir eleştiri yöntemidir. Gelenekten başka bir şeyi göz önüne almayan Arap olgu yazıcılarını (chroniqueur) eleştiriyor. Ona göre gözlemlenemeyen olguları gözlenen olgulardan analoji (andırma) yolu ile çıkararak genişletmelidir. Geçmişi bu suretle şimdiye bağlıyor. Böylece birini öteki ile aydınlatıyor. Şimdiki hale ait deneyim tarihi eleştirinin rehberi olmalıdır. Çünkü,-hal ve geçmiş birbirlerine iki su damlası gibi benzerler - fakat bu analoji yetmez. Hal geçmişten birçok şeyleri saklar. Öte yandan ondan ayrılır. O zaman karşılaştırma ihtiyatla yapılmalıdır. Şartların değişmesi hesaba katılmazsa yanlışlığa düşebiliriz. İnsan kurumları ağır ağır fakat devamlı olarak değişirler. Tarihçilerin başlıca yanlışlarından biri kavimler ve nesillerin hal ve şartlarında çıkan değişimlerin yanlış anlaşılmasından ileri gelir. Bu yanılma kolay görülemez. Çünkü bu değişmeler uzun devirlerde cereyan eder ve insanların hayatı onları görmeye yetemez.
İbn Haldun Ebu' Abdullah M. al-Ansari'den ders aldı. Erkenden bilginlerin meclisine girdi. Bir seyahatte Fas Emiri Ebu İnan'ın veziri oldu. Kendisini kıskanan memurların iftiraları yüzünden hapsedildi. Bu emirin ölümünden sonra yerine geçen, onu serbest bıraktı ve ona umumi katipliğini verdi. Fakat bu da uzun sürmedi ve kabilelerin isyanı üzerine emir, iktidarı kaybetti. Memleketin siyasal hayatından rahatsız olan İbn Haldun Endülüs'e gitmek için izin aldı. O zaman onu Gırnata emiri Abdullah b. Ahmer'in sarayında görüyoruz (1364). Gırnata, İspanya'da İslam devletinin son sığınağıydı. Tarihçi İbn al-Hatib orada vezirdi. İbn Haldun, orada tarihi çalışmaları için en elverişli ortamı buldu. Abdulah onu Kastil kralına elçi olarak gönderdi. İbn Haldun ile İbn Hatib arasında içten rekabet birinciyi Gırnata'dan ayrılmaya ve Becaye emiri Abu Abdullah'ın devletini kabule mecbur etti. Bu memlekette vezir oldu. Becaye ile Constantin arasındaki gerginliklerin halli ile uğraştı ve siyasi hayatın devamlı huzursuzluğu onu yeniden memleketi bırakmaya ve Telemsan'da bilimsel çalışmaları için yerleşmeye zorladı. Fakat siyasal hırsı ve yönetme yeteneğinden faydalanmak için çağıranların çokluğu onu tekrar faal hayata soktu. Telemsan sultanı Ebu Hamu onu sınırlarını koruyan kabilelerin başkanı tayin etti. O sırada İbn Haldun'un askerlik görevinde görüyoruz: Bu ona sahra halkını tanıma ve göçebeler hakkında derin tetkikler yapma imkanını verdi. Tarih felsefesinin önemli bir kısmını bu tecrübelerden çıkaracaktır.
Tunus'ta Beni Hafs, Cezayir'de Beni Abd-el-Vaad, Fas'ta Beni Merini hanedanları vardı. Fakat gerçekte her şehirde ayrı bir hükümet olup sahra da hiçbir güce bağlı değildi. Hanedanlar arasında savaş, şehirlerin güvensizliği, kervanlar ve köylerin kabileler tarafından yağma edilmesi onları istikrarlı bir hayatta bırakmıyordu. İbn Haldun Kuzey Afrika'dan yeise düştü ve Endülüs'e dönmek istedi. Fakat Gırnata emirinin iyi karşılamasına rağmen onun hakkında Ebu Hamu'nun casusudur şeklinde yapılan dedikodular onu yeniden Ebu Hamu'yu aramaya mecbur etti. 47 yaşındaydı. Devamlı okumaları ve siyasi tecrübeleri ile büyük bir bilgi biriktirmişti. Bundan sonra siyasi hayatı bırakmaya ve kendi deyimiyle "yeni bir bilim"i yazmaya karar verdi. Bu suretle Umumi Tarihi'nin başı olan Mukaddime'yi (Prolegomenes) yazdı ve onu kütüphanesinde tamamlamak için Tunus'a yerleşti. Tunus sultanı bu önemli eserin yazılmasıyla çok ilgilendi. Eserini sultana ithaf etti ve yazma nüshayı kütüphaneye verdi. Ve İbn Haldun hacca gitti. Dönüşünde hayranlıkla karşılandığı Mısır'a yerleşti. El-Ezher'de ders verdi ve Kadi-ül-Kudat (kadıların kadısı) tayin edildi. Bazı hoşnutsuzluklara rağmen hukuki reformlar yaptı ve küçük bir aralıktan sonra yeniden aynı işe tayin edilerek ölümüne kadar kaldı. Timurlenk Bayezit'i yendikten sonra Mısır'ı zapta kalkmıştı. Melik Nasır tehlikeyi atlatmak için İbn Haldun'u Şam'a elçi olarak gönderdi. Gerçekten bu görev Mısır'ı istiladan kurtardı.
İbn Haldun büyük Arap tarihçilerinden. En önemli eseri de Mukaddime'dir. Orada onu modern tarih filozoflarına ve sosyologlara yaklaştıran bir tarih kuramı yaptı. Mukaddime önce Paris'te Quatremere tarafından, Kahire'de (Bulak) Mustafa Fethi tarafından bastırıldı. İlk çeviriler, Türkiye'de Pirizade, Cevdet Paşa tarafından yapıldı. 18. yüzyıla kadar Batı, bu filozofu tanımıyordu. 19. yüzyıl başında Sylvestre de Sacy onun önemini gördü. Garcin de Tassy İbn Haldun'un eserinden birkaç bölümü çevirdi. Quatremere eseri Prolegomenes adıyla yayınlamıştı. Özet halinde Fransızca'ya çevirdi. Fakat bitiremedi. İlk defa tam çevirisini Baron de Slane yaptı (1862-1886). O zamandan beri batı memleketlerinde İbn Haldun'dan çok bahsedilmektedir.
İBN HALDUN'DA YÖNTEM
Fındıkoğlu'na göre İbn Haldun hükümlerimizi haber hükümleri ve inşa hükümleri diye ikiye ayırıyor. Birinciler Kant'ın varsayımsal hükümlerine ve Durkheim'in gerçek hükümlerine, ikinciler de aynı düşünürlerin kategorik emri ve değer hükmüne karşılıktır. Bu ayırışı yaptıktan sonra filozof tarih bilimini birinci zümreye koyuyor. İbn Haldun tarihte iki manzara görüyor: Birincisi chronique, ikincisi asıl tarih. Chronique olayların tasviridir ve yalnızca edebi değeri vardır. Tarihin ise bazı ilkeler ve nedenlerin yorumlanmasına ve muhakemeye ihtiyacı vardır. Buradan, İbn Haldun'a göre"Tarihin hakikati" doğar. Tarihin hakikat arayışı insan toplumunun fenomenlerini açıklamalıdır. Tarih insanlar tarafından meydana getirilen eseri, gıdanın üretimini, bilimlerin, sanatların doğuşunu göstermelidir. Öte yandan tarih bütün zamanlar ve bütün yerlerde ortak genel şartlara göre bir devrin özel olgularından bahsetmelidir. Tarih yalnız gerçek olgular değildir; aynı zamanda bu olguların gerçekleşmesini gerektiren şartların tahlilidir. Bu şartların tetkiki çok geniş olabilir ve insan toplumunun bütün manzaralarını kuşatabilir. İnsan toplumu bütünlüğü ile ele alınmıştır. İbn Haldun; ümran ve içtima kelimelerini aynı anlamda kullanıyor.
İbn Haldun'da tarihin şartları deyince insani kurumları (müesseseleri), yani örf ve adetleri, inançları, siyasi şekilleri, kültürü anlıyoruz. Bu "ahval"i birinci kitapta derinleştiriyor: "Medeniyetlerin doğuşunu gerektiren nedenleri inceledim" diyor. Ona göre toplumu (ümran) ve uygarlığı (temeddün) tetkik için insan toplumuna (el-içtima-el-insani) etki yapan olguların (kevain) nedenlerini aramak lazımdır. Açıklayıcı ilkeyi insan toplumunun şekil değiştirmesinde arıyor. İnsan toplumunun öz (zat) olduğu ve bunun arazlarının (avarizh) türlü toplum kategorilerini meydana getirdiğini söylüyor. Bu arazları altı noktada topluyor:
1) Bilimler ve sanatlar insanı hayvandan ayıran özelliklerdir;
2) Birlikte oturma ihtiyacından devlet, peygamberlik, hükümdarlık doğar;
3) Gıdayı bölme zorunluluğundan mekanik sanatlar ve özgür sanatlar doğar;
4) Topluma bağlılıktan (al-asabiya) işbirliği zorunluluğu doğar. Buradan cemaat halinde insanların hayatı doğar. Burada türlü ırkları ve kavimleri ve onların oturduğu memleketleri inceler;
5) Bu ilkelerle göçebelerin sosyal kurumları;
6) Şehirlilerin sosyal kurumları ve mahalli (yerel) zümreler tetkik edilebilir.
Sosyal olguların bu sistemleştirilmesi doğa bilimleri arasında yeri olacak bir bilimin temeli olmalıdır. Bu bilim İbn Haldun'a göre tarihsel hakikat bilimidir. O bu yeni bilimi keşfettiğini iddia ediyor. Bu bilimin meşruluğu ve özekliğini bağımsız bir konunun bölünüşünde çıkarıyor. Ona göre bu ilkeler evrenseldir, mutlaktır ve değişmezler; insanlık alemini belirlerler ve akıl edilir hale koyarlar. Bu ilkeler bize doğruyu yanlıştan ayıran bir ölçüt verirler ve bu kriter gerçeği anlamak için zorunludur. Böylece hangi şartların öze ait, hangilerinin araza ait olduklarına karar verilebilir. Bundan dolayı biz tarihsel olgularda doğruyu yanlıştan ayıran bir kanun bulabiliriz.
Mukaddime'nin birinci bölümünde açıklanan bu yöntem, hedefi olguların değerini olumlamak olan bir eleştiri yöntemidir. Gelenekten başka bir şeyi göz önüne almayan Arap olgu yazıcılarını (chroniqueur) eleştiriyor. Ona göre gözlemlenemeyen olguları gözlenen olgulardan analoji (andırma) yolu ile çıkararak genişletmelidir. Geçmişi bu suretle şimdiye bağlıyor. Böylece birini öteki ile aydınlatıyor. Şimdiki hale ait deneyim tarihi eleştirinin rehberi olmalıdır. Çünkü,-hal ve geçmiş birbirlerine iki su damlası gibi benzerler - fakat bu analoji yetmez. Hal geçmişten birçok şeyleri saklar. Öte yandan ondan ayrılır. O zaman karşılaştırma ihtiyatla yapılmalıdır. Şartların değişmesi hesaba katılmazsa yanlışlığa düşebiliriz. İnsan kurumları ağır ağır fakat devamlı olarak değişirler. Tarihçilerin başlıca yanlışlarından biri kavimler ve nesillerin hal ve şartlarında çıkan değişimlerin yanlış anlaşılmasından ileri gelir. Bu yanılma kolay görülemez. Çünkü bu değişmeler uzun devirlerde cereyan eder ve insanların hayatı onları görmeye yetemez.